Вы находитесь на странице: 1из 3

Hüsnü zan

"Ey iman edenler zandan çok sakının. Zira zannın bir kısmı günahtır. Bir birimizin
gizli işlerini araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin." (Hucurat 12)
Mü'minler hakkında hüsn-ü zan'da bulunmak imanın varlığına ve kemaline delildir.
Bunun aksi ise mü'minler hakkında hiçbir delile dayanmayan kötü zanda bulunmaktır
ki bu, kuran ve sünnetin sakındırdığı şerrin, özelliklerini, içinde barındırmaktadır
Dinde, esas olan şudur ki;
"Müslüman'ın halini istikamet ve doğruluk üzere yormak,
"Müslüman hakkında hayırdan başka bir zan taşımamak,
"Bir Müslüman'ın duyduğumuz veya gördüğümüz bir halinin, hayırla
yorumlanabilmesi çok zayıf bir ihtimal dahi olsa, Müslüman'ın her hareketini en güzel
hal üzere yorumlamaktır.
Allah-u teala şöyle buyurmaktadır;
"Onların (müşriklerin) çoğu zandan başka bir şeye uymaz. Şüphesiz zan, haktan
(ilimden) bir şeyin yerini tutmaz" (Yunus, 10/36).
"Bilmediğin şeyin ardına düşme. Doğrusu kulak, göz, kalb bunların hepsi o şeyden
sorumlu olur" (el-İsra, 17/36).
Yine Allah'ın resulü (sav) bu konu da şöyle buyurmaktadır;
"Zandan sakının, çünkü zan sözlerin en yalan olanıdır, başkalarının konuştuklarını
dinlemeyin, ayıplarını araştırmayın, birbirinize karşı öğünüp böbürlenmeyin, birbirinizi
kıskanmayın, kin tutmayın, yüz çevirmeyin. Ey Allah'ın kulları Allah'ın size emrettiği
gibi kardeş olun."
Müslüman diğer Müslüman kardeşleri hakkında özürler arar. Yine Müslüman, kimi
alimlerimizden rivayet olunan "Kardeşim hakkında birden yetmişe kadar özür ararım.
Bulamazsam belki benim bilmediğim başka bir özrü vardır, derim" sözünün idrakinde
olan şahsiyettir.
Müslüman, tavır ve yönelişlerini, bir yanda kardeşlerini itham ederken, diğer yanda
kendini aklandırma hareketi üzerine bina etmemelidir. Zira bazı alimlerin kitaplarında
geçtiği gibi, mümin, kendini zalim bir sultanın veya çok cimri bir ortağın hesaba
çekmesinden daha sert bir şekilde hesaba çeken insandır.
Müslüman olduğunu bildiğimiz her hangi bir kişi, gurup yada cemaat hakkında, bir
fasığın haberi ile, fasık güruhun elindeki medyadan alınan haberler ile veya kesin
delile dayanmayan "şöyle söylüyorlar, böyle söylüyorlar" gibi sözlerle bir kanıya
vararak, Müslümanları yargılamak bir Müslüman özelliği değildir.
Allah (cc) ayet-i kerimesinde buyuruyor ki;
"Ey inananlar! Size fasık (yoldan çıkmış) bir adam bir haber getirirse onun
doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeyerek bir topluluğa karşı kötülük edersiniz de
sonra yaptığınıza pişman olursunuz".
Müslüman bir kardeşi hakkında kötü şey işittiği zaman ondan herhangi bir
çirkinliğin meydana gelebileceği düşüncesini zihninden uzak tutmalı ve kardeşi
hakkında iyilikten başka bir düşünceye sahip olmamalıdır. Nitekim cenabı hakkın ifk
hadisesi hakkında nazarlarımıza sunduğu şu ayeti kerime bizler için kardeşlerimize
karşı hüsnü zannın gereğini bariz bir şekilde ortaya koymaktadır:
"İftirayı işittiğiniz zaman erkek mü'minler ile kadın mü'minlerin kendileri adına hayırlı
bir zanda bulunmaları ve bu açıkça uydurulmuş bir iftiradır demeleri gerekmez
miydi?" (Nur 12)
İslam alimleri bu nedenle doğru bilgiye ulaşma konusuna, ziyadesi ile önem
vermişlerdir. Bu önemi akait alimlerimizin doğru bilgiye ulaşma konusunu daima akait
kitaplarının baş taraflarına koymalarından anlıyoruz.
Meşhur akait alimlerimizden Ömer Nesefi akait risalesinde İslam'da bilgi kaynakları
hakkında şunları söyler;
Yaratıklar için ilim kaynakları üçtür;
1.Selim hisler(beş duyu):bunlar işitmek, görmek, koklamak, tatmak ve dokunmaktır.
2.Akıl:akıl ile ilk bakışta elde edilen bilgi zaruri bilgidir. Bir şeyin tamamının,
parçasından büyük olduğunu bilmek gibi. Delillerle elde edilen ilim ise, iktisabîdir.
3.Doğru haber:bu da iki çeşittir.
"Mütevatir haber: Yalan üzerine ittifakları düşünülmeyen bir toplumun naklettiği
haber.
"Vahiy: Mucize ile risaleti sabit olan Resulün haberi.
Bu konularda akait kitaplarımızda yapılan kelam-i tartışmalara girmeyeceğim fakat
bu kaynakların günlük hayatımızda kullanımının ne kadar gerekli olduğunu ifade
etmek isterim..
Müslümanlar hakkında, bize bir bilgi ulaştığında, bu bilgi, mütevatir haber şartlarını
taşıyor mu veya selim hislerimizle sezip, aklımızla tetkik ettik den sonra vahiy
süzgecinden geçebiliyor mu, diye bir araştırma yapma gereği duyuyor muyuz.
Her duyduğum veya gördüğüm şey için bu kadar düşünecek veya araştırmamı
yapacağım diye haklı olarak zihninizde bir soru belirebilir. bu taktir de resulululahın
şu eşsiz hadisinin bize gösterdiği yola sığınalım,
Ebu Hüreyre (rh.a) ın Resulullah (s.a.v) den aktardığı hadisi şerifte, resulullah
(s.a.v) şöyle buyuruyor.
"Kişiye her duyduğu sözü söylemesi yalan/günah olarak yeterlidir" (Müslim ve Ebu
Davut.)
Bu hadisi şerif, kesin emin olmadığımız, hele ki bir Müslüman kardeşimizi su-i zan
altında bırakacak, konularda konuşmamamız yolunda bizleri net bir şekilde
uyarmaktadır.
Bu düzlemde anladığımız şudur ki İslam alimlerinin açıkça ortaya koyduğu doğru
bilgiye ulaşma metotlarını kullanma gereği duymadan Müslüman kardeşlerimiz
hakkında, vardığımız yargılar nedeni ile oluşan su-i zan kaçınılmaz olarak
beraberinde tefrikayı ve çekişmeyi getirecektir. müminlerin bir birine düşmesi veya
düşürülmesi ancak bu yolla mümkün olabilecektir. Nitekim bir hadis-i şerifte "şeytan
kıbleye dönen (müminleri) artık kendisine ibadet etmesinden ümidini kesmiştir. fakat
onları birbirine düşürtmekte(hala ümitlidir)." (Tirmizi birr 35)
Dinde kardeşlik ruhunu yeniden canlandırmak, müminlere kaybettikleri kuvveti ve
birliği yeniden kazandırmak, delilsiz bilgiye dayanan su-i zannı bırakıp Müslüman
kardeşlerimiz hakkında hüs-nü zan beslenmemiz ile mümkün olacaktır.
Ashabın bir birine karşı olan hüsnü zannına dair üstad Abdullah Azamın "cihad
dersleri" isimli kitabında geçen bir kıssayı sizlere aktarmak istiyorum.
Akra bin Haris ve Uyeyne bin Hısn ismindeki iki kişi Hz. Ebubekir'in hilafeti
döneminde ona gelip: biz zekâttan olan payımızı istiyoruz demişlerdir. Hz. Ebubekir
bunlara biz kağıt yazıp vermiş ki beytü-l malı idare eden Hz. Ömer bunlara zekattan
paylarını versin. Hz. Ömer bu kağıdı alınca yırtıp atmıştır. Bunun üzerine onlar
Ebubekir'e giderek: biz anlamak istiyoruz. Sen misin halife; yoksa Ömer mi?
Demişlerdir. Hz. Ebubekir de: "İstediği takdirde odur demiştir. (maşallah! Ne edep ne
saygı, ne sevgi. Sahabelerin birbirlerini sevmeleri çok acayip. İşte böyle bir sevgi
tesis edilmediği sürece Müslümanlar zafere ulaşamazlar. Çünkü sevgi insanları,
kardeşlerini kurtarmak için canlarını feda etmeye sevk eder.)
Son olarak Bediüzzaman hazretlerinin hariçteki düşmanlara karşı içimizdeki
çekişmeleri bırakmamız için söylediği şu sözlerle sözümü tamamlamak istiyorum.
"Haricî düşmanların zuhur ve tehacümünde dâhilî adâvetleri unutmak ve bırakmak"
olan bir maslahat-ı içtima iyeyi en bedevi kavimler dahi takdir edip yaptıkları halde,
şu cemaat-ı İslâm iyeye hizmet dava edenlere ne olmuş ki; birbiri arkasında tehacüm
vaziyetini alan hadsiz düşmanlar varken, cüzî adâvetleri unutmayıp, düşmanların
hücumuna zemin hazır ediyorlar. Şu hal bir sukuttur, bir vahşettir. Hayat-ı içtimaiye-i
İslâm iyeye bir hıyanettir." (22. mektup)

Вам также может понравиться