Вы находитесь на странице: 1из 9

           FARABİ’   NİN   AHLAK   FELSEFESİ 

 
Tam adı Ebu Nasr Muhammed bin Muhammed bin Turhan bin Uzluk el-Farabi el-Turki olan 
ve Latin Ortaçağı’ ında kısaca Alpharabus veya Avennasar olarak tanınan Farabi, 870 yılında 
Türkistan’ın Farab (Otrar) şehri yakınlarında bulunan Vesiç kasabasında doğmuştur. 
Hem İslam Dünyası’nı hem de Batı’yı derinden etkilemiş bir Türk filozofu, bilgini ve müzik 
kuramcısıdır. 
Özellikle Harran’da Yuhanna bin Haylan’dan ders aldığı dönem Farabi’ nin düşünsel 
gelişiminin önemli bir aşamasını oluşturur. Çünkü o dönemin en önemli merkezi olan Harran, 
aynı zamanda İsa’nın doğasına ilişkin tartışmalardan doğan ve zaman içersinde birbirlerine 
karşıt görüşler haline dönüşmüş olan Hristiyan mezheplerine mensup aydınların da toplandığı 
yerlerden birisiydi.Harran aynı zamanda Sabi’i dininin ( Azimun, Hermes ve Orpheus adlı üç 
peygamberi olan bir Hristiyan mezhebi ) merkezidir. Farabi’ nin burada kendi felsefi 
düşüncelerinin oluşumunda derin izler bırakacak temel düşünceleri edindiği açıkça 
görünmektedir. İbn Sina ve İbn Rüşd manevi öğrencileridir. 950 yılında Şam’da vefat etmiştir. 
Farabi için söyleyebileceğimiz en ideal tanımlama, ‘ İlk Türk Filozofu’ ifadesidir. Grek 
döneminin büyük filozofu Aristoteles’ e düşünsel açıdan çok şey borçludur. Onun ‘Birinci 
Hoca’ olduğunu tereddütsüz kabul etmiştir. Ancak kendisi de onun kadar büyük bir felsefe 
ustasıdır. Bu yüzden kendisi de ‘İkinci Hoca’dır. ( Mu’allim-i Sani’). 
Felsefenin temel konuları olan varlık bilim, bilgi bilim, ahlak, politika, psikoloji, mantık, 
hareket, ışık, müzik konularında yapıtlar ele almıştır. 
Bütün varolanların nihai kaynağı ve en son nedeni, bir-olandır, Tanrı’dır. Eksikliğin her 
türünden uzaktır ve bu nedenle de en üstün ve en yetkin varlıktır. Tanrı, zorunlu varlıktır, yani 
vacibu’l-vücuddur. Yani o, varlığını başkasından değil, bizzat kendinden almaktadır. Özü, 
tözü, varlığı ve nitelikleri bir ve aynı şeye işaret eder, böyle olmak suretiyle de eşi ve dengi 
olmaktan münezzeh olur. O, maddesiz olmak bakımından her tür imkandan, kuvveden uzak 
olarak salt fiil ve salt akıldır ve tıpkı Aristo’ nun belirttiği gibi kendini düşünen düşüncedir. 
Farabi’ ye göre, bütün varolanlar Tanrı’dan çıkmışır ve her biri zorunlu olarak eksikliğin bir 
türü ile karışmış olarak var olmaktadır , hepsi mümkün kategorisinde yer almaktadır. 
 
Tabiat İlminin Kökler Hakkında Yüksek Makaleler adlı eserinde şunları belirtir. ‘ Akıl, ruh ve 
nefis fena sıfatlardan münezzeh olan yüce Tanrı’nın insanın içine yerleştirmiş olduğu latif ve 


ruhani üç ruhtur. Bunlar aziz ve yüce Tanrı’nın iradesi, kudreti ve kuvveti ile insanı idare 
eder. Bunlardan birincisi olan, şerefli bir nurdur. Ruhtan ve nefisten daha latiftir. 
Onun kozmolojisi, Aristotelesçi sebeplik metafiziğini , Ptolomaios’ un Gezegen Kuramı’ nın 
içine yerleştirilen Plotinosçu sudur teorisinin son derece gelişmiş şekliyle bir araya 
getirmektedir. Onun sudurcu şeması¨ 
1) İlk sebep 
2) İkincil Sebepler (gayri maddi akıllar) 
3) Ay-altı dünyayı idare eden Fa’al akıl 
4) Nefs 
5) Suret 
6) Madde 
Farabi’ ye göre, İlk Sebep’ in kendisini düşünmesi sonucunda, ‘ilk aklın’ maddesel olmayan 
varlığı sudur etmektedir. İlk Sebep maddesel olmayan, İlk Hareket Ettirici’ dir ve semavi 
felekler O’ na karşı duydukları arzuyla hareket etmektedirler. 
Aklın dört anlamı vardır. 1) Bil-kuvve Akıl, 2) Bilfiil Akıl, 3) Müstefad Akıl 4) Fa’al Akıl. 
Bilkuvve Akıl, akıl veya aklın bir cüz’ü (işlevi) yahut nefis güçlerinden bir güç, ya da varlığa 
ait maddeleri değil, onların bütün mahiyet ve suretlerini soyutlamaya hazır ve müsait olan 
herhangi bir şeydir. Bu akıl, suretlerin hepsini o şeyin sureti veya suretleri haline getirir. 
Maddeden soyutlanan o suretler bulundukları maddelerden ancak o şeyin sureti olmakla 
soyutlanırlar. Maddelerinden soyutlanıp o şeyin sureti olan bu suretler akledilirlerdir.  
Bu tümceler apaçık olarak yönelen, algılayan ve düşünen bir öznenin bilgi üretme veya 
bilgiyi elde etme sürecini betimlemektedir. Kavramların dış dünyadaki nesnelerin sureti 
olarak bilkuvve halinde bulunurken, akıl tarafından bilfiil hale getirildiği burada açıkça 
belirtilmektedir.  
‘’ Bu konuda ‘ nefis akledendir’ sözümüz kavramların, nefisteki suretlerinden başka bir şey 
olmadığı anlamına gelir, yani kavramlar o suretlerle özdeş hale gelmiştir. Öyleyse nefsin hem 
bilfiil akleden hem bilfiil akledilen olması aynı anlama gelmekte ve aynı anlam için 
kullanılmaktadır. Kavramlar, bilfiil kavram haline gelmeden önce dış dünyadaki nesnelerin 
sureti olarak bilkuvve halindeydiler.’ 
Bilkuvve, ruhun bir parçası veya eşyanın niteliklerini soyutlayabilen ve kavrayabilen gücüdür. 
Bu düşünülürler zihine nakledildiğinde artık akıl potansiyel olmaktan çıkıp bilfiil akıla 
dönüşür. Potansiyellikten bilfiil hale dönüşüm Faal akıl vasıtasıyla olur. Kazanılmış akıl ‘’sırf 


düşünülürleri- makulleri- kavrayacak hale gelmiş’’ akıl demektir. Bu akıl insani varlığın elde 
edebileceği varoluş mertebelerinin en son basamağını oluşturmaktadır. Teorik aklın bu en son 
düzeyinde insan adeta yeni bir ontolojik statü kazanmakta , kendisi için bütünüyle farklı olan 
entelektüel bir deneyim yaşamaktadır. Bu mertebede akıl, daha önce bir soyutlama etkinliği 
içerisinde kazanılmış düşünülürleri - ki bunlar kendisinin formlarıdır- edilgin düşünülürler 
olarak kavrar ve yeni bir statü kazanır. 
Platon’dan hayli etkilenmiş olan Plotinus’un düşüncelerinin biçimselliğinden yararlandı. 
Böylece Grek düşünce zenginliğinin Plotinosçu metafizik üzerinden İslam dünyasına 
taşınabileceğini anlayan Farabi, büyük ölçüde Aristoteles ve Platon’un düşüncelerine dayanan 
akılcı bir metafizik oluşturmayı başardı. 
Evrenin bu teleolojik açıklamasında Farabi, insanın da bukunduğu türsel formu gerçekleştirip 
yetkinleştirmek üzere var olduğunu belirtir. Yani, her varlık gibi insan da kendi türsel 
formuna doğru yükselmektedir. Bu yükselme, aynı zamanda Tanrısallığa doğru bilinçli, 
dolayısıyla iradi bir ilerleyişi, yönelişi ifade eder. Aslında Farabi’nin sisteminde insan, bir 
bakıma, Tanrısal gözetim ve destek altında kendisini gerçekleştirmektedir. Faal aklın insanı 
korumak gibi bir görevi de vardır. Ayrıca insan için erişilmesi gereken olgunluk 
mertebelerinin en yükseğine, yani Yüce Mutluluk’ a (es- Saadet ul-Kusva) ulaştırma amacını 
taşır. 
Farabi’ye göre felsefenin amacı , ‘’Yüce Yaradan’ı anlamak, onun durağan ve bütün varlığın 
etken nedeni olduğu , cömertliği, bilgeliği ve adaleti ile tüm evrene düzen verdiği konusunda 
bilgi kazanmaktır.’’ 
 
Farabi’nin metodu sonuçlamaya dayanır. Sırf akıl zemininde kalmamak üzere , akıl ve akıl 
yürütme yolunu tutar. Pythogoras ve Pascal gibi matematik sonuçlamadan başlayarak 
mistisizme ulaşır. Böylece, başta mantıkçı ve akılcı olan Farabi sonradan mistik olur.Fakat 
mistisizmi felsefi bir sistem değil bir ruh hali olarak görür. Farabi’nin öğretisi uzlaştırıcı tür 
spritüalizmdir. Alemin ilkesini manevi (spritüel ) sayar ve bütün maddi olayları manevi ve 
ruhi ilkelere indirger. 
Farabi’ye göre vahyin genel olarak, ‘tabii’ olduğunu ve ilahi bir imtiyazlık içermediğini, 
dolayısıyla ilke olarak ‘ sağlıklı yaratılışa sahip’ her bir insan için mümkün olduğunu 
söyleyebiliriz. Öte yandan bu anlamdaki vahyin, özünde toplumsal-politik bir içeriğe sahip 
olmasının zorunlu olmadığını, bireysel olduğunu düşünmek de mümkündür ki böyle bir 


tecrübe filozofu ‘ilahi’ bir varlık olarak aşkın dünya ile epistemolojik bir entegrasyon 
içerisine sokar. 
Farabi, evreni ay üstü ve ay altı alem olmak üzere ayırır. Bu teoriyi hazırlarken bir çok 
etkenle hareket etmiştir. Sudur teorisini sunarken aslında bize varlık hiyerarşisi sunmaktadır. 
İlk varlık olan Allah, her türlü iyilik, güzellik ve yetkinliğin kaynağıdır. Düşünce ile 
gerçekleşen akıllar ve nefislerin yer aldığı ay üstü alem ve maddi varlıkların bulunduğu ay 
altı alem bu sıralamanın iki yönünü oluşturmaktadır. Farabi tarafından bu ikisi arasında 
bulunan ve akıllar sıralamasında onuncu akıl akıl olan Faal akıl, Allah ile maddi kainat 
arasında aracı bir akıl olarak tasarlanır. İnsan ay altı aleme ait bir varlıktır. İnsan düşünen bir 
varlık olarak kendini ve kaynağını düşünür. 
İnsan eşyayı, kendi kuvvetleriyle çeşitli derecelerde anlayabilir, idrak edebilir, tecrübesinin 
konusu yapabilir ve nihayet insan eşyayı belirli ölçüde bilebilir. Bilgi, bilen varlığın bilinen 
nesneden elde etmiş olduğu bir üründür. 
Mantığın amacı kanıtları öğrenmektir. Çünkü kanıt gerekli bilgiye ulaştırır. Bizi malum 
olandan meçhul olana doğru ilerleten ‘burhan’ doktrini asıl mantıktır. Burhan doktrininin en 
önemli gayesi, zaruri bilginin kanunlarına ulaşmak ve bütün bilimlere tatbik etmektir. 
Ona göre tabiatta determinizm hakimdir ve bu fizik determinizm, metafizik determinizme 
bağlıdır ve onun sonucudur. Kainatın bir başlangıcı ve sonu olduğunu düşünür ve Yeni 
Eflatuncu tarzda da kainatın esasını Bir, akıl ve ruhtan ibaret görür. Bütün varlıklar ilahi 
varlıktan doğar ve her şey bu ilahi varlıktan zorunlu olarak çıkar. Bu ilahi kaynak aynı 
zamanda hem ilk aşık hem de ma’şuktur. 
Zorunlu varlık olan Bir onun metafiziğinin esasıdır. Allah’ın ezeli bilgisi vardır. Bu bilgi 
bütün varolanların yaradılış sebebidir. Çünkü bilmek, işlemek ve yaratmak manasındadır. 
Allah kendini bilmek suretiyle sonsuzda yaratır. Bu ilk varlık akıldır ve akılda çokluk vardır. 
Farabi alemin ‘ büyük alem ‘ insanın küçük alem olduğunu belirtir. 
 

FARABİ ‘DE AHLAKIN TARİFİ 


Ahlak sözcüğü huy, seciye, tabiat, mertlik, din ve yaratılış anlamına gelen ‘hulk’ sözcüğünün 
çoğuludur. Bu nedenle ahlak, insanın nefsinden eylemlerin kolayca çıkmasını neden olan bir 
meleke olarak tanımlanmaktadır. 


Farabi ‘ye göre ahlak sözcüğünün tekili olan hulk (huy), kendisiyle insanda iyi ve kötü 
eylemlerin ortaya çıktığı şeydir. Ona göre nasıl mantık bilgi prensiplerini tetkik ederse, 
ahlakta tavır ve hareketlerin esas kaideleriyle uğraşır. Bütün beşeri eylemlerin amacı olması 
gereken mutluluğa ulaşmanın ilk şartı olarak akli ve felsefi yetkinliği, ikinci şartı olarak da 
tutkuların bağımlılığından kurtulmayı savunmuştur. Farabi, mutluluğun akli teemmül yoluyla 
kazanılabileceği düşüncesinde Aristo ‘dan , züht hayatı, faal akılla ittisal ve Allah’a benzeme 
konularındaki düşüncelerinde de Eflatun, Plotinus ve İslam mutasavvıflarından etkilenmiştir. 
Psikoloji insanın mahiyetini kavramamızı sağlarken , teorik felsefe insanı akli ve zihni 
yetkinliğe götürürken, ahlak da insanları ameli erdemlere götürür. 
Ahlaki bir varlık olmanın başta gelen koşulu, yaşayan bir varlık olmaktır. İnsan, öncelikle bu 
dünyada yaşamak durumundadır. Ancak bireysel yaşamanı kurtarmış olan kimse diğer 
insanların yaşamlarının korunmasına ve kurtarılmasına katkıda bulunmuş olur. Herhangi bir 
kişinin ahlaksız olduğunun söylenmesi için ya onun davranışlarının çoğunluk tarafından kabul 
edilen ahlak yasalarına uygun olmaması ya da onun karakterinin bozuk olması gerekir. 
Farabi’nin genel felsefesindeki rasyonalizm, ahlak anlayışına da hakimdir. 
İrade, bir şeyi bilmeye veya bedenin tümü ile veya onun bir organı ile bir şeyi yapmaya 
yönelmedir. Bir şeye yönelmişliğinden dolayı irade ve seçmeyi (ihtiyar), ameli akıl gücü 
olarak da adlandırır. Bir şeye yönelmişlik durumunu ve bu şeyle ilgili karar vermeyi içermesi 
bakımından irade, ‘ insanın düşündüğü şeylerin bazısına karşı bir arzusu, ona yönelmesi, 
keşfettiği şeylere karşı bir isteği veya tersine hoşnutsuzluğunda ortaya çıkar. Genel olarak 
idrak edilen şeye karşı duyulan eğilim (nuzu) iradedir. Bu eğilim, eğer duyunun ve 
tahayyülün sonucu ise, irade adıyla adlandırılır. Eğer o, genel olarak düşünüp taşınmanın ( 
reviyye) veya aklın (nutk) sonucu ise ona seçme (ihtiyar) denir. Sonuncu anlamda seçme 
sadece insanda bulunur. Bu sayede insanın, övüleni, kınananı, güzeli ve çirkini yapmaya gücü 
yeter. İrade ve seçmeyi meydana getiren arzu gücü, hem duyu hem tahayyül hem de akla 
hizmet eder. Çünkü irade, idrak edilen şeye arzu kuvvetiyle yönelmedir. Dolayısıyla fikir 
gücüyle düşünüp karar verme ya da tercihte bulunma, fikri bir arzuyu ifade eder. 
 
AHLAK-SİYASET İLİŞKİSİ 
Farabi, siyaset felsefesini, ahlaki kuralların toplumsal düzeyde hayata geçirilmesi olarak 
görür ve insanı sosyal bir varlık olarak değerlendirir. İnsanın dünya ve ahiret mutluluğu ancak 
toplum hayatı içerisinde siyaset ile sağlanabilir. Tek başına mutluluğa ulaşmak mümkün 


değildir. İnsanların erdemli bir hayat sürerek mutluluğu kazanabilmeleri erdemli bir devlet 
içerisinde mümkündür. ¨İnsan sahip olduğu tabii yaratılışının kendisine verilmesinin gayesi 
olan mükemmelliğine ancak birbiriyle yardımlaşan birçok insanın bir araya gelmesiyle 
ulaşabilir. Bu insanlardan her biri sözü edilen insanın özel bir ihtiyacını karşılar.¨ Ona göre 
ahlak ve siyaset birbirinden ayrılmaz durumda olup ikisinin de amacı mutluluktur. Siyaset 
aynı zamanda ahlaki bir disiplin olduğu için devleti yönetecek olan kişi bir ahlak öğretmeni 
gibidir. Saadetin uygulamaya konacağı yer ¨Erdemli Şehir¨ Mutluluğun temelinde, 
sosyalleşme ve paylaşma yer almaktadır. Medeniyet ancak insanlar arası güven ve barışın 
sağlandığı disiplinli ve hukukun üstünlüğüne dayanan ortamlarda doğup gelişebilmiştir. 
Devletin reisi, peygamber ile filozofun tüm bütün iyi vasıflarını nefsinde toplamalıdır.  
Ona göre, ahlak tamamen kesbidir. Yani insanın sahip olmadığı bir ahlaki yeteneği kendi 
çabasıyla kazanması, haiz olduğu bir ahlaki yeteneği de iradesiyle iyi iken kötü veya kötü 
iken iyi hale getirmesi mümkündür. 
İlk başkan , erdemli şehri Tanrı’nın evreni yönetimini model ve örnek alarak yönetir. 
Dolayısıyla, Tanrı evrenin yöneticisi olduğu gibi bir bakıma erdemli şehrin de yöneticisi olur. 
Tanrı bu aktarımı mümkün kılan muhtevayı vahiy olarak başkanın ruhuna Faal Akıl 
vasıtasıyla ulaştırır. Tanrı’nın bütün olarak alem karşısındaki konumu ne ise, erdemli ilk 
başkanın toplum karşısındaki konumu da odur.  
Özet olarak yönetici bir yönüyle kral ve filozoftur, ama aynı zamanda toplumda dini 
çerçeveyi belirleyen bir peygamber özelliğine de sahiptir ki , filozofumuzu deizmden 
uzaklaştırıp teizme yaklaştıran bu özellik de İslam dininin etkisini yansıtmaktadır. 
SAADET (MUTLULUK) 
Ahlak öğretileri en genel olarak gaye-güdücü ahlak ve gaye-güdücü olmayan ahlak ya de 
ödev ahlakı şeklinde ikiye ayrılmaktadır. ¨Ahlaki davranışların en son gayesi nedir?¨ sorusuna 
¨ Bizatihi en yüksek iyi olan mutluluktur ¨ cevabını veren gayeci ahlak görüşlerine, aynı 
zamanda mutlulukçu (eudaimonist) ahlak öğretileri denmektedir ki bu öğretilerde kendinden 
dolayı iyi olan mutluluktur. Onun dışındaki her ahlaki değer izafi/arızi iyidir. 
Farabi mutluluk konusunda bütün eserlerinde es-Sa’ade kavramını kullanır. Ona göre, iç ve 
dış şartlar içinde bilgi ve ahlak erdemini kazanan insan, inayet akışı içerisinde ¨ Faal akıl 
vasıtasıyla¨ aşkın alemle bağlantı kurar. Ulaşmış olduğu bu en tam ve kemal noktasında 
yüksek gayesi olan gerçek mutluluğu da kazanmış olur. es-Sa’ade, insan nefsinin varlık 
bakımından kendisine dayanacağı, herhangi bir maddeye ihtiyaç duymayacağı bir 


mükemmellik derecesine ulaşmasıdır. Nefs bu noktada maddeden soyutlanır, maddi olmayan 
varlıklar grubuna dahil olur ve ebedi olarak da bu durumda kalır. Mutluluk mertebece Faal 
aklın aşağısındadır, Nefs bu mertebeye bir kısmı fikri, bir kısmı bedeni olan iradi fiillerle 
ulaşır. Mutluluğa ulaşmaya yararlı olan iradi fiiller, güzel fiillerdir. Bu fiillerin kendilerinden 
kaynaklandığı davranışlar ve melekeler, erdemlerdir. Mutluluğa ulaşmanın ilk şartı olarak akli 
ve felsefi kemali kabul eder. Bu insanın yetkinliğini sağlayan akli bir çabadır. Aklın 
yetkinliğinden kaynaklanan bir durumdur. Yani insan aklının sağlayabileceği kadar 
uzanabilme çabasıdır. Mutluluğu kazanmada bilgi ve seçme özelliği birinci derecede önem 
taşır. Mutluluğa ulaşmanın ikinci şartı olarak tutkuların bağlılığından kurtulmayı 
öngörmüştür. 
Mutluluğa ulaşma isteği toplumsal yapının oluşma nedenlerindendir. Çünkü en üstün iyilik ve 
en büyük mükemmelliğe ilkin ancak şehirde ulaşılabilir. Şehirden daha eksik olan bir 
toplulukta ulaşılamaz. İnsan sosyal bir varlıktır. Farabi toplumların ortaya çıkışını insanların 
ihtiyaçlarına ve doğal yapılarına bağlar.  
 
FAZİLET 
Erdem (fazilet), sözlük anlamıyla mastar olarak artmak, fazlalaşmak anlamına gelen ve isim 
olarak eksikliğin olmamasını, fazlalık, ihsan gibi anlamları içerisinde barındıran bir erdemdir. 
İnsan doğasının, hal ve meleke olarak iki özelliği vardır. Eğer bir durum çok çabuk 
değişiyorsa ( gülmek, ağlamak ) buna hal, eğer yerleşirse ( erdemler gibi ) buna da meleke adı 
verilmektedir. İslam ahlakçılarına göre ruhun iki gücü vardır. Nazari boyutu olan müdrike ve 
ameli boyutu olan muharrikedir. İslam ahlakçıları, müdrike ve muharrike kuvvetlerinden 
meydana gelen geçerli veya makbul, akla uygun ve güzel bir şekilde itidal sınırları içerisinde 
yer alan huya erdem adı verirler. Erdem iyinin bilinmesini ifade ederken rezilet de iyiyi 
bilmemeyi içerir. Farabi ‘ye göre ahlak, insanda erdem adı verilen hayırların, güzel eylemler 
yapma imkanını sağlayan ruhi melekelerin ve istidatların gelişmesini sağlayan bir disiplindir. 
Ona göre fazilet nefsin, biri fazlalık öteki de eksiklik olmak üzere ikisi de rezilet olan iki 
eğilimin arasında bulunan mutavassıt melekelerdir.Yani faziletin orta halli olma özelliği 
taşıması vardır. Erdem, bilginin gücünün iradeye aksetmesidir. İsraf ve pintilik ifrat ve tefriti 
gösterirken, bir erdem olan cömertlik de dengeyi işaret etmektedir. Bilginin toplumda gerek 
yöneticilerinde egemen olduğu ve teorik sahadan pratik sahaya dönüştüğü toplumlar erdemli 
toplumlardır. 


Adalet, tek başına geçerliliği olan bir erdem olmayıp hikmet, iffet ve cesaretin bir arada 
bulunmasından kaynaklanan bir erdemdir. İnsan bedeninin organlarını ve işleyişini, toplum 
düzeninin işleyişine benzeterek beden organlarının her birini, toplumu yöneten idarecilere 
karşılık olarak gösterir. 
Ona göre, fazilet ve rezilet doğuştan değildir. Ancak bunlara doğuştan yatkın olunabilir.  
 
HAZ VE ELEM 
 
Farabi haz konusunda büyük ölçüde Stoa ahlakının görüşleri ile benzerlik göstermektedir. 
İnsanların, çirkin ve kötü olarak adlandırılan eylemlerde bulunmasının nedeninin yanlış bir 
haz telakkisinin fiiller için amaç olarak alınmasından kaynaklandığını belirtmektedir. Araç 
olan bu lezzetleri insan, yaşamın mutlak değeri, gayesi sanır. Haz ve elemi, kendilerini 
doğuran durumun sürekliliği veya süreksizliği açısından ele almaktadır. Eğer kişi o eylemi 
gerçekleştirmekten dolayı bir haz duyuyorsa o eylem ahlakidir. Ancak bu fiilin ahlaki bir 
değer taşıması gerekir. Aksine durumlarda sadece haz duyulması o eylemi ahlaki 
kılmamaktadır. 
Farabi’ye göre haz veren şeyler özünde haz veren ve dolaylı haz veren şeklinde ikiye ayrılır. 
Özünde haz veren şey beden veya ruhun yapısına uygun olana ulaşması ( vicdan) demek 
oluyorken, beden ve ruhun yapısına ters düşen durumdan uzaklaşması (fikdan) ise dolaylı haz 
veren şey olmaktadır. Elem içinde aynı durum söz konusudur.  
Farabi, özgür insanın iyi düşünebilme ve sağlam bir iradi güce sahip olduğuna değinerek 
onların bu sayede haz ve elemi bir araç olarak kullandıklarına işaret eder. Sonuç olarak haz, 
ahlaki bir gaye olamaz. Ancak saadete giden yolda bir teşvik unsurudurlar. 
 
ÖLÜM VE MUTLULUK 

 
Farabi, Aristoteles gibi ölümsüzlüğü sadece nefsin akli kısmkı na verir. Onun sisteminde 
ölümsüzlüğe giden yol insani ruhun müstefad akıl düzeyine ulaşmasıyla gerçekleşir. Erdemli 
insan, ölüm karşısında dirayetle durur. Ölüm anına kadar kendisine gelmiş olan iyiliğin 
ölümle kendisinden ayrılmayacağını düşünür. Ölüm korkusunun temelini bilgisizliğe 
dayandırmaktadır. Erdemli insan, ölümde acele etmeyip kendisine mutluluk kazandıracak 


şeyleri artırmak, erdemli eylemlerle mensubu bulunduğu ülkenin yurttaşlarına iyilikte 
bulunmak için uzun süre hayatta kalmanın yollarını aramalıdır. 
Farabi ruhları bedenden ayrıldıktan sonra mutluluk açısından üçe ayırmaktadır. Birincisi 
faziletli ruhların oluşturduğu ebedi olarak mutlu kalacak ruhlar, ikincisi ebedi olara k mutsuz 
olacak cahil nefisler, üçüncüsü de kendileri için mutluluk ve mutsuzluğun söz konusu 
edilemeyeceği ruhlardır. Farabi için ölümden sonra da mutluluk ve mutsuzluk söz konusudur. 
Erdemli nefisler kendi mertebelerine göre yetkinlik kazanacaklar ve bu durumda da erdemli 
şehri oluşturan birlik gibi bir arada bulunacaklar ve birlikleriyle yardımlaşarak 
mutluluklarının artırılmasına katkı sağlayacaklardır. Dolayısıyla ahiret hayatında da mutluluk 
artırılması mümkündür. 
 
Hakan Kılıçcıoğlu 

Вам также может понравиться