Вы находитесь на странице: 1из 127

♦ ♦

KOMİNTERN ÜYESİ TKP:

ÜSTÜ ÖRTÜLEN w ♦ ♦

K o m in te rn ilk e le rin d e n 1920 Programı'na


Belgeler / Konuşm alar

KİTA PLA RI 9
Onbeşlerin Kitabesi

Kazıdık onbeşlerin ismini,


Kanlı kızıl bir m erm ere!
Bir çelik aynadır gözlerim iz,
O nbeşlerin resmini
G örm ek isteyenlere...

Nazım HİKMET, 1 9 2 5

KOM İNTERN ÜYESİ TKP:

ÜSTÜ ÖRTÜLEN
GELENEĞİMİZ
K om intern İlkelerin d en
1 9 2 0 P ro g ra m ı'n a
B elgeler / K on u şm alar
MAYA kitapları-9
Birinci Baskı : Eylül 2003

Yayına Hazırlayan : Ertan GÖKSU

Tasarım/Dizgi : Tohum Yayıncılık

Baskı : Önsöz Basım Yayın Kağıt Ürünleri

Kapak : Yeni Dünya gazetesinin ilk sayısının birinci


sayfası

TOHUM YAYINCILIK: İnebey Mahallesi, Valide Cami Sokak,


No: 61/6, Aksaray/İSTANBUL Tel: (0212) 633 48 10
İÇİNDEKİLER

S u n u ş ................. 5
TKP’yi ortaya çıkaran tarihsel koşullar.................................................7
Komünist hareketin doğuşu.................................................................. 9
TKP, Komintern’in program anlayışına uygun bir program hazırlayan
ender partilerden biriydi......................................................................15
TKP ve Kemalizm.............................................................................. 19
Türkiye solunun TKP'ye bakışı........................................................... 25
Türkiye’deki devrimci gruplar program-strateji sorununda Şefik Hüsnü
TKP’sinin izinde yürüyor.................................................................... 30
TKP K uruluş Kongresi Belgeleri
Türkiye Komünist Partisi Programı (Eylül 1920)............................ 34
Türkiye Komünist Partisi Tüzüğü(Eylül 1920).................................51
TKP Umumi Nizamnamesi (Haziran 1920)................................. 58
TKP Beyannamesi (Temmuz 1920)............................................... 61
Mustafa Suphi’nin Programı Sunuş Konuşması............................ 64
TKT MK Adına M. Suphi’nin Faaliyet R aporu................................69
Mustafa Suphi’nin Kongre Kapanış Konuşm ası........................... 83
Sömürgeler ve Milletler Hakkında Mustafa Suphi'nin Sunuşu........... 85
Komünist Teşkilatlarının Birleşmesi Hakkında Bir Teklif................87
İstanbul'da Komünist ve İşçi Hareketi/ Ethem Nejat...................... 88
işçi ve Komünist Hareket Üzerine / Hilmioğlu H akkı....................94
Sömürgeler Sorunu Hakkında Konuşma / Hilmioğlu H a kkı......... 97
Mustafa Suphi’nin Bazı Konuşma ve Yazıları
Komünist Enternasyonal’in Kuruluş Kongresi’nde Konuşma .... 104
Türkiye'nin Ezilen işçi ve Köylülerine.............................................108
Bütün Dünya İşçi ve Köylüsünün Ortak Vatanı.............................111
Sosyalizm İçin Savaş...................................................................... 113
PORTRE / MUSTAFA SUPHİ...................................................... 116
SUNUŞ

Maya yayınlarında gelenek sorunu, üzerinde durulan temel konuların


başında gelmektedir. Bunun nedeni tarih merakı değil, komünist hareke­
tin köklerini açığa çıkarma; bu topraklarda ve dünyada devrimci bir ön­
derliğin inşasında nasıl bir geleneğin devralınacağı konusunda açıklığa
kavuşma çabasıdır. Çünkü bizler, bugünkü hareketin bunalımında, gele­
nek sorununda kafa karışıklığının çok temel bir rol oynadığı düşüncesin­
deyiz. Bu toprakların komünist hareketinin gelişiminde ise, TKP gelene­
ği belirleyici bir yere sahiptir. Bu sorunda ortaya çıkan kafa karışıklığı ya
da ilgisizlik, hareketin köksüzlüğünde çok temel bir yere sahip.
Devrimci-komünist konumlanmanın başlıca özelliği, komünist hare­
ketin tarihsel bir hareket olduğunun bilince çıkartılmasıdır. Tarihsellik,
hem onun bir geleneği, devrimci bir varoluşun ve işçi hareketinin en ile­
ri düzeyinin birikimini temsil etmesinde; hem de geleceğe uzanan bir
perspektifi taşımasında somutlaşır. Geleneği konusunda açıklığa sahip
olmayan bir komünist hareket olamayacağı gibi, kendini yalnızca gele­
nekle vareden, gelecek perspektifi olmayan bir komünist hareket de dü­
şünülemez. Belli bir zaman dilimi içinde ortaya çıkan komünist hareket,
kendinden önceki birikime dayanarak, onu hareket noktası alarak ortaya
çıkar; ama öte yandan da, geçmişin olumsuz deneyimlerini, sınıflar sa­
vaşının ortaya çıkardığı yeni özellikleri diyalektik materyalist yöntemle
süzgeçten geçirerek gelecek perspektifini ortaya koyarak, proletarya ha­
reketine yol gösterir.
83 yıl önce, 10 Eylül’de Kuruluş Kongresi'ni toplayan TKP'nin, kuru­
luş dönemindeki ilkesel-taktiksel hattı ve örgütsel-politik varlığı, 15'lerin
katledilmesiyle birlikte, ne geriye kalan kadrolarca, ne de ardılları tarafın­
dan süreklileştirilebildi. O günden bugüne, resmi TKP’nin yanı sıra, bu
geleneğin sürdürücüsü olma iddiasıyla onlarca parti kurulsa da, TKP’nin

5
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TK P

kuruluşuna damga vuran hem ideolojik-programatik doğrultu, hem de ör­


gütsel nitelik, bu iddiaya sahip çıkanlar tarafından açığa çıkarılamadı, kı­
lavuz edinilemedi. Bugün ise, bir kısım liberal aydın kulübü tarafından
taklit girişimlerine karşılık, asıl olarak kuruluş yıldönümlerinde gazete
sayfalarında nostaljik bir anı olarak yer almakta, hatırlanmakta TKP. Ya
da güneşe gömülen onbeşler vesilesiyle hafızalarda yer tutmakta. Oysa
bu geleneği sahiplenmek, bu geleneğin gerçek sürdürücüsü iddiasında
olmak, ancak onun kuruluşuna damga vuran ideolojik-programatik teme­
li, Bolşevik özü bilince çıkararak, sahip olduğu cüret ve atılımı kuşana­
rak, zaaflarından ders çıkararak onu aşan bir örgütsel nitelik ve kapasi­
teyi yaşamda var ederek ve bunun sürekliliğini güvence altına alarak ola­
naklı olabilir.
Bunun olanaklı olmasının ilk koşulu ise, TKP'nin ayırdedici nitelikle­
rini ortaya koyarak, geçmişin tortularını temizleyecek bir hesaplaşmayı
başarmaktır.
TKP, bu topraklarda komünistlik iddiasıyla politika sahnesinde yer
alan hiçbir hareketin ilgisiz kalamayacağı bir tarihsel durağı temsil et­
mektedir. Bu nedenledir ki, gelecek iddiası taşıyanlar, bu geleneğin han­
gi noktalarını sahiplenip, hangi noktalarını reddettiklerini açıkça ortaya
koymak, onunla hesaplaşmak zorundadır.
Açıkça ortaya konulmalıdır ki, bu geleneğe sahip çıkma iddiasında
olanlar da, reddetme iddiasında olanlar da, bunun gerekçelerini, bu ha­
reketin süreklilik ve kopuş noktalarını net bir şekilde ortaya koymaktan
kaçınmakta, TKP’yi nostaljik anıların konusu haline getirerek onun ger­
çek niteliğinin üstünü örtmekteoii.
TKP, bu topraklarda komünistlik iddiasıyla varolanlar tarafından “sa­
hip” çıkılan bir geleneği ifade etmektedir. Ancak bu “sahiplenme” iddi­
asında olanların gerçekte neyi "sahiplendiği" belli değildir.
Örneğin, Mustafa Suphi’nin başında olduğu TKP geleneğini "sa­
hiplenenler, onu ortaya çıkaran uluslararası etkenler ve en önemlisi de,
onun çıkışına bayrak ettiği program konusunda ya bilgi sahibi değildir; ya
da bu programın içeriğini es geçmeyi yeğlemektedir. Bu kesimler, Şefik
Hüsnü’ye, İsmali Bilen’e en ağır nitelemeleri hak görseler de, kendi çiz­
gileri ile bunlar arasındaki özdeşlikleri gizlemekte, gerçekte bunları vare-
den ulusal ve uluslararası nedenleri es geçmekte, bunların TKP’nin ku­
ruluş çizgisinden nasıl geriye düştüğü konusunda genel geçer laf oyun­
larının ötesinde bir şey ortaya koymamaktadırlar.
Bu topraklarda her bir özne TKP çizgisi ile hesaplaşmak zorunda.

6
SUNUŞ

Böyle bir zorunluluk nereden gelmektedir? Her şeyden önce, bu toprak­


larda kendini komünist olarak değerlendiren her parti ve grup, kendi geç­
mişi konusunda net bir bakışa sahip olmak durumunda olduğu için, TKP
geleneği ile yüzleşmek, hesaplaşmak zorunda. İkinci olarak, daha özel
planda, TKP'nin programatik-stratejik bakışıyla, bugün savunulan görüş­
ler arasında hangi noktalarda bir sürekliliğin ve kopuşun olduğu ortaya
konulmak zorunda. Üçüncü olarak TKP, 1920’de kurulmuş, resmen
1980'lerin ortasına kadar varlığını sürdürmüş olsa da, bu partinin hem
örgütsel planda, hem de ideolojik-programatik planda bir sürekliliği olma­
mıştır. Örneğin, kuruluştan sonra biri 1926'de, diğeri de 1973'de olmak
üzere iki kez programını değiştirmiş ya da yeni program ortaya konmuş­
tur. Bu değişikliklere neden gereksinim duyulmuştur ve kendini TKP mi­
rasçıları olarak görenler bunlardan hangisini savunmakta ya da reddet­
mektedir? Öte yandan, TKP bir Komintern üyesi parti olarak kurulmuş­
tur. Kendini Komintern’le bağlantılı görenler, TKP’nin evrimiyle Komin-
tern’in evrimi arasında nasıl bir ilişki kurmaktadır? Örneğin Şefik Hüsnü
TKP'sini oportünist, Lenin sonrası III. Enternasyonal’i komünist olarak
değerlendirenler neye dayanarak bu ayrımı yapmaktadır?
Tüm bunlar, ciddi bir politik hareketin kendine sorması ve yanıtlama­
sı gereken sorulardır.
Bu nedenle, bizler, TKP’nin kuruluş ilkelerini, programatik bakışını,
örgütsel niteliğini ortaya koyan belgeleri, anlaşılır bir Türkçe ile yeniden
yayınlarken, bugünden bu geleneğe bakışın da temel taşlarını ortaya
koymayı, komünist sorumluluğumuzun gereği sayıyoruz.
TKP’yi Ortaya Çıkaran Tarihsel Koşullar
TKP’yi ortaya çıkaran tarihsel koşullar iki başlık etrafında incelenebi­
lir: Uluslararası ve ulusal koşullar.
TKP'yi ortaya çıkaran uluslararası koşulları üç ana noktada toplamak
olanaklı.
Birincisi, kapitalizmin, onun en son aşaması olan emperyalizmin cid­
di bir kriz yaşayarak, insanlığın önünde aşılması gereken bir engel ola­
rak ortaya çıkmış olması ve bu krizin I. Emperyalist yeniden paylaşımla
aşılmaya çalışılması, dönemin en önemli uluslararası olayıydı.
Emperyalizm ve onun doğrudan sonucu olarak emperyalist paylaşım
savaşı, emperyalist merkezler ve ezilen, sömürülen halklar karşıtlığının
belirginleşmesi anlamına geliyordu. Anadolu halkları hem Osmanlı des­
potizminden, hem de emperyalizmin savaş politikasından bunalmış ve
büyük bir tepki birikimini temsil ediyordu.

7
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TK P

Emperyalist yağma ve savaş, mevcut sistemden zarar gören ezilen


ve sömürülen yığınların sistem dışı yönelişlere girmesinin dış koşullarını
oluşturuyordu. Bu durumu kolaylaştıran diğer bir temel faktör ise, hemen
yanıbaşında gerçekleşen Ekim Devrimi’ydi.
İkincisi, birinciyle bağlantılı olarak, sistemin dışına çıkmanın somut
örneği olarak Ekim Devrimi’nin gerçekleşmesiydi. Ekim Devrimi, insanlı­
ğın gelişmesinin önünde temel engel haline gelen kapitalist-emperyalist
barbarlığa karşı bir kafa tutuşu ifade ediyordu. Hem dünyada, hem de
yakın çeperi olan Anadolu’da sistem karşıtı eğilimlere güç ve moral ver­
di, hareketin ivmesini artıran rol oynadı.
Üçüncüsü, bir dönem komünist ve işçi hareketinin tartışmasız otori­
tesi olarak görülen II. Enternasyonal’in çöküşü ve onunla hesaplaşma
içinde Komünist Enternasyonal’in kuruluşuydu. II. Enternasyonal, en kri­
tik dönemde, kendi burjuvazisini destekleyerek, sistem karşıtı bir örgüt­
lenme olmadığını ortaya koymuştu. Oysa, Komünist Enternasyonal, hem
II. Enternasyonal’den kopuşu, hem de Ekim Devrimi’nin başarısıyla taç­
lanan bir hareketi temsil etmesi nedeniyle, sistem karşıtı tüm hareketle­
rin ilham kaynağı olmuştu.
Bu uluslararası koşullara ek olarak ulusal koşullar da, TKP’nin doğu­
şunda önemli bir rol oynamıştı.
Bir dönem üç kıtada tartışmasız bir güç olan Osmanlı imparatorluğu,
I. Emperyalist savaşla tam bir yenilgi ve dağılma sürecine girmişti. Bu du­
rum, sistem dışı arayışlara güç vermişti. Osmanlı İmparatorluğu, I. Em­
peryalist paylaşımın şiddetle sürdüğü alanların başında bulunuyordu. Os­
manlI, ciddi toprak kayıplarına uğrasa da, hala geniş topraklara hükme­
den bir imparatorluktu. Osmanlı İmparatorluğu, içine girdiği çöküşü, iç As­
ya'ya açılarak durdurmak ve kaybettiği bir kısım toprakları ise kazanmak
istiyordu. Bu durum bir yandan, 1908’le iktidara gelen İttihat ve Terakki
partisinin hem İslamı, ama asıl olarak Türkçülüğü kullanarak bir macera­
ya atılmasını koşulluyordu. Bu maceracı plan, I. Emperyalist savaşın bir
tarafı olan Almanya ile birlikte davranmaya zorladı OsmanlI'yı. Savaşın
öbür tarafında ise, İngiltere’nin başını çektiği, Fransa ve ABD’nin oluştur­
duğu blok vardı. Almanya'nın savaşı kaybetmesi, kaçınılmaz olarak kalan
Osmanlı topraklarının da müttefik ülkeler tarafından paylaşılmasını bera­
berinde getirdi. Mondros Mütarekesi ile de, küçük bir toprak parçası dı­
şında tüm topraklar emperyalistler tarafından işgal edildi.
Özellikle, OsmanlI’nın üzerine yükseldiği coğrafya olan Anadolu'nun
emperyalist ülkelerce işgal edilmesi, hem Osmanlı egemenleri içinde bir

8
SUNUŞ

bölünmüşlüğü beraberinde getirdi, hem de Anadolu halklarının emperya­


list işgale karşı tepkisini doğurdu. Anadolu halkları savaşın getirdiği tah­
ribattan bir an önce kurtulmak istiyordu, genç Türk burjuvazisi ise, bu du­
rumu istismar ederek ulusal kimliğine, devletine kavuşmak istiyordu.
Türk ulusal kimliğinin devletleşmesini sağlayan ulusal kurtuluş savaşı bu
koşullarda gerçekleşti.
Öte yandan, uluslaşma sürecini, gecikerek de olsa ulusal devlet ola­
rak tamamlama aşamasına gelen Türkiye burjuvazisinin yönelişi, hem
eski OsmanlInın geri dönülmez bir şekilde çöküşünü ortaya koyuyordu;
hem de OsmanlI’nın mirasını olabildiğince devralan bir hareketi temsil
ediyordu. Bu durum, bir yandan uluslaşma sürecini devrimci bir temelde
tamamlama, bunu toplumsal kurtuluşla birleştirme yönünde nesnel ze­
min oluştururken, diğer yandan da, ulusu oluşturan tüm sınıflar arasın­
daki farklılıkların belli ölçüde silikleşmesini beraberinde getiriyordu. Bu
durum, ezilen ve sömürülen sınıfların eskiyi temsil eden toprak sahipleri
ve yeni gelişen burjuvazi karşısında konumunu belirsizleştiriyor, ortak bir
dava adı altında ulusal yanılsamalar yaratıyordu. Emek-sermaye karşıt­
lığının yeterince gelişmemiş olması da, bu yanılsamaya nesnel temel
sağlıyordu. Tüm bunlara rağmen, henüz genç ve oluşum dönemini yaşa­
yan işçi hareketi, politizasyon sürecini geliştiriyor, bağımsız bir sınıf olma
arayışını devam ettiriyordu.
Bu iç ve dış koşullardaki gelişme, komünist hareketin canlanmasını
da beraberinde getirmişti. Bir yandan, Ekim Devrimi, Rus topraklarında
yaşayan savaş esirleri arasında komünist fikirleri yaygınlaştırırken, öte
yandan da Anadolu ve İstanbul’da Bolşevizm’e yönelişi beraberinde ge­
tiriyordu.
Komünist Hareketin Doğuşu
Yukarıda sayılan iç ve dış koşullar, yaşadığımız topraklarda komünist
hareketin de, parçalı da olsa filizlenmesini sağlamıştı.
Ekim Devrimi’nin burjuva karanlığı yırtması, özellikle Avrupa’da, tüm
sömürge ve yarı sömürge ülkelerde bir devrimci dalgalanma, kurtuluş is­
teği ve umudu yaratması, Türkiye topraklarında da derinden hissedilir ol­
muş, Bolşevizm’in tüm dünyada yarattığı ideolojik-örgütsel etki, embri­
yon halinde varolan ve doğum sancıları çeken komünist örgütlenmelerin
canlanmasına ve saçaklanmasına yol açmıştı.
Yaşadığımız topraklarda, komünist hareket üç temel damar üzerin­
den doğdu ve şekillendi.
TKP'nin kuruluşuyla sonuçlanacak hazırlık faaliyetinin en önemli

9
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TKP

adımlarından biri sovyet Rusya'da atıldı. Birinci emperyalist savaş sonu­


cunda küçümsenmeyecek sayıda savaş esirinin yaşadığı Rusya’da,
Ekim Devrimi’nin etkisiyle esirler arasında Bolşevizm'e bir yakınlık oluş­
muştu. Kendisi de bir sürgün olarak Rusya’da yaşayan ve Bolşeviklerle
ilişkiye geçen Mustafa Suphi, Bolşevizm'i benimsedikten sonra, bu po­
tansiyeli değerlendirmek için yoğun bir uğraş içine girdi ve bu çabalar ilk
meyvesini de 1918’de verdi. Mustafa Suphi’nin başında bulunduğu ve
farklı bölgelerden gelen delegelerin katılımıyla, 20 Temmuz 1918’de
Moskova’da toplanan Türk Sosyalistleri Konferansı, parti hedefine dönük
hazırlık faaliyetlerinde önemli bir eşiği oluşturdu. Bilinçli, planlı ve sistem­
li bir hazırlık faaliyetinin temel yapı taşları burada belirlendi. Türk Komü­
nist Teşkilatları (TKT) adını alan örgüt, bir merkezi komite seçerek savaş
esirleri içinde örgütlenmeye hız verdi. 1920'de, TKP Kuruluş Kongre-
si'nin ikinci oturumunda, TKT merkezi heyetinin faaliyetiyle ilgili, Musta­
fa Suphi’nin Kongre’ye sunduğu raporda, bu Konferans’ın aldığı kararlar
ve belirlediği hedefler şu açıklamalarla ortaya konuluyor:
“ikinci devir: Aydınlanma devri burada biterek konferansın seçip ayırdığı
merkezi heyet, doğrudan doğruya örgütlenme işlerine girişiyor. Konferan­
sın belirlediği hedefler:
“ 1. Rusya ve Türkiye'deki işçi ve köylü ve askerlerimiz arasında propagan­
da ve teşkilat, sosyal devrim cephesinin fikren ve fiilen savunulması,
“2. İlk uygun fırsatta Türkiye'den de çağrılacak temsilciler ve Rusya ’daki ör­
gütlerin temsilcileriyle birlikte birinci Türkiye Komünist Kongresi'nin davet
ve çağrısı, ‘örgütün parti haline getirilmesi' şeklinde özetlenebilir.' (Eliniz­
deki kitap, s. 71)
Konferans'tan sonra, hem programın üretilmesi, hem de propaganda
ve örgütlenme faaliyetine hız veriliyor. Hazırlık faaliyeti, sadece Rusya
topraklarında değil, Anadolu ve İstanbul'da da değişik biçimlerde sürdü­
rülüyordu.
Sovyet topraklarındaki faaliyetin asıl merkezini ise, Bakü örgütü oluş­
turmaktaydı.
Bu örgüt, sadece yurtdışında savaş esirleri arasında ve enternasyo­
nal düzeyde faaliyet göstermekle kalmıyor, ülke içinde, özellikle İstanbul
ve Karadeniz’de de illegal temelde örgütlenmek için büyük bir gayret
gösteriyordu. Bu faaliyetin kapsamını, Mustafa Suphi’nin Kongre’ye sun­
duğu raporda görmek olanaklı.
Hem Bakü merkezli komünist hareketin, hem de Türkiye'de bulunan
Sovyet temsilcilerinin çabalarıyla Anadolu’da da bir komünist damar
oluşmuştu. Anadolu’daki komünist hareket, bir yandan Bakü merkezli

10
SUNUŞ

hareketle ilişkilerini sürdürüyordu, ama öte yandan da, Eskişehir ve An­


kara’da Türkiye Komünist Partisi* adıyla bir örgütlenmeye gitmiş ve fa­
aliyetlerine hız vermişti. Bu partinin örgütlenmesinde Sovyet temsilcileri­
nin, özellikle 1919 ortalarında Anadolu’ya gizlice giren Şerif Manatov'un
çok özel bir katkısı olmuştu.**
Bu parti ve o dönem Anadolu’da komünist hareketin durumu konu­
sunda, Dimitar Şişmanof'un hazırladığı raporda şunlar belirtiliyordu:
“Zonguldak ve Ereğli kömür havzasında, Ankara Silah Fabrikasında
(İmalat-ı Harbiyede), Eskişehir demiryolu işçileri arasında, Adana'da çır­
çır dokuma fabrikalarında, Trabzon, Rize, Samsun, İnebolu liman işçileri
arasında, kayıkçılar ve deniz işçileri arasında, Balya madeninde, İzmir
Halkapınar fabrikalarında komünist grupları kuruldu. Trabzon komünistle­
rinin çıkardığı Eş gazetesi, Rusya'dan gelenlerin bu grupların kurulma­
sında büyük bir rol oynadıklarını belirtmişti. İstanbul ve Anadolu’da artık
teşkilatlanmış olan bu gruplar kendi aralarında bağlantı kurmaya giriştiler.
Fakat İstanbul işgal altında bulunduğu için İstanbul teşkilatıyla Anado­
lu'daki komünist teşkilatlarını bir merkez etrafında toplamak kolay olmu­
yordu. Bundan dolayı ilk önce Anadolu’daki komünist teşkilatlarını bir
merkez etrafında toplama işine başlandı. TKP, böylece 14 Temmuz
1920'de Ankara’da kurulmuş oldu. Ankara, Sivas, Eskişehir, Kayseri,
Kastamonu, Samsun, Konya, Bolu vb. gibi vilayetlerde gizli çalışan oniki
komünist teşkilatı TKP'yie birleşti. TKP'nin kuruluşundan hemen sonra iş­
çi, köylü ve askerlere hitaben bir beyanname yayınlandı. ’’ (N. Menekşe,
Türkiye'de Komünizırfden aktaran Mete Tunçay, Türkiye'de Sol Akımlar
-TSA-, s. 176)
Bu partinin kuruluşuyla birlikte yayınlanan, Umumi Nizamname ve
Beyanname başlıklı belgeler (Bak, bu kitap s. 58 ve 61), TKP'nin kuru­
luş kongresindeki perspektiflerle uyumludur.*** Zaten Nizamname'nin
25. maddesinde bu partinin kendisini Komünist Enternasyonalle bağlan­

* Türkiye Halk iştirakiyun Fırkası(THİF) raporlarında bu parti, "Türkiye Komünist-Bolşevik


Partisi" adıyla geçmektedir. Ayrıca TİÇSF'nın da Manatov aracılığıyla bu partiye bağlandığı
bilgisi yeralmaktadır. (Yavuz Aslan s. 101)
** İngiliz Gizli örgütünün 12.08.1920 tarihli raporunda, Bolşeviklik davasına kazanılmış 100
milletvekilinden sözedilmektedir.(Bak: Türkiye'de Sol Akımlar, s. 399)
Öte yandan, o dönem, dolaylı ve dolaysız Bolşevizm'i benimseyen yayınlara bakıldığında
da komünist hareketin güçlü bir potansiyele sahip olduğu rahatlıkla söylenebilir. Bursa’da
Millet Yolu ve Yoldaş dergisi. Erzurum'da Albayrak, Eskişehir'de işçi, Trabzon'da Eş ve
öğüt, Kastamonu'da Açıksöz. Ankara'da THİF'nin Sözcüsü EMEK, ikaz o dönem adı bili­
nen yayınlardı.
*** Mete Tunçay, Anadolu'daki komünist hareketi değerlendirirken, TKP'nin sovyetlere da­

11
OîVTtt ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TKP

tılı gördüğü de belirtilmiştir. Bu parti, TKP’nin Bakü Kongresi’nden sonra


varlığına son vermiş ve en önemli kadrolarıyla resmen 14 Aralık 1920’de
kurulan Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası’nda yer almıştır.*
Eskişehir-Ankara merkezli Anadolu’daki örgütlenmeye ek olarak, ilk
başta İstanbul işgal altında olduğu için birbirinden bağımsız da olsa, İs­
tanbul'da da güçlü bir komünist hareket gelişiyordu. Ekim Devrimi’nin ve
Rusya'da bulunan Mustafa Suphi’nin katkılarıyla 1918-19 yıllarında cid­
di bir illegal örgütlenme yaratılmıştı. Örneğin, 1919 yılında, Haliç-Kasım­
paşa grubuna, başlarında “Baba Mehmet’in bulunduğu Rusya’dan gelen
516 kişilik Bolşevikler grubu katılmıştı. İstanbul'daki örgütlenmeler, bir
yandan İstanbul’un işgaline karşı yürüttüğü savaşımla, öte yandan ise,
genç işçi hareketinin en önemli merkezini oluşturan İstanbul’daki işçi sı­
nıfının sendikal ve politik örgütlenmesi temelinde sürdürülen gayretlerle
işçi sınıfı içinde de güçlü bir desteğe sahipti.
İstanbul'daki komünist hareketin diğer bir damarım** ise, özellikle
yurtdışında eğitim görmüş aydınların başını çektiği bir çevre oluşturuyor­

yanan bir proleter devrim stratejisine sahip olduğunu kabul etmektedir. Ancak. Komintern'in
ulusal sorun konusunda ikinci Kongre de aldığı karardan sonra, geri ülkelerde proleter dev­
rim fikrinden vazgeçtiğini söyleyerek, TKP'yi buna aykırı davranmakla, solculukla eleştir­
mektedir. Bu fikrini şöyle dile getirmektedir: “G izli T. K. P. U m um N iza m n a m e sin in (E s k iş e ­
hir-A nkara m erkezli TKP P rogram ından sözedilm ektedir-R ed.) b asılm a sınd a n b ir a y sonra.
Türkiye g ib i g e ri kalm ış ülkelerde izlenecek politika hakkında. Ü çüncü E nte rn asyo n a l b u
esasları değiştiren g e n e l b ir ka rar alm ıştır ...İkinci Kom intern K o n g re s in in ka b u l e ttiğ i te zle ­
re göre, g e ri kalm ış ü lkelerdeki ‘burjuva d e m o kra tik’ hareketler ('m illi-d e vrim ci' va sıfla r ta ş ı­
yorlarsa}. orta s ın ıf önderliğinde olm alarına rağm en, ko m ün istle r tarafın d a n d es te k le n e c e k ­
tir..B u ra d a so vyet/şüra sistem inin kapitalizm -öncesi koşullarına e lve rişliliğ i d e öng ö rü lm ü ş
o lm akla birlikte, bunun anlam ı, b öyle ülkelerde aşırı s o l sistem lerin u yg u la na b ile ce ği değil,
b ir ç e ş it halk id a re si yoluna girileb ile ce ğ iyd i." ( İS A . s. 182, n* 143)
Komintern’in ilk dört kongre kararları, özellikle de. Dördüncü Kongre'nin Program Üzerine
Karar’ı dikkate alındığında Mete Tunçay'ın bu yorumunun temelsizliği ortadadır.
• THİF'nin komünist hareketle ilişkileri konusunda birçok farklı yorum bulunsa, bu parti ge­
rek Eskişehir merkezli, gerekse de daha sonra Bakü'de kurulan TKP'yle ilişkili olsa da, onun
doğrudan uzantısı ve kontrolü altında kurulduğunu söylemek doğru değildir. Komintern kay­
naklı hazırlanan bir belgede, THİF, “Küçük burjuva köylü partisi karakterli” bir parti olarak ni-
tnlenmiştir. ("Doğu Komünist Partileri Program Vesikalarfndan aktaran M. Tunçay, TSA, s.
107 188)
“ Flır kaynağa göre, TKT militanlan, açık çalışmalarını TİÇSF'de değil, "Türkiye Sosyalist
l ' m l i H i " içinde sürdürmektedir.
O (Mnıımdn. illegal olarak İstanbul'a propaganda amacıyla gelen temsilcilerden biri, faaliyet­
im hnkkındn. Bakü’ye döndüğünde şu raporu vermiştir:
lıh ıııln ıl ıhı I ransız-İngiliz baskısı ço k artmıştır. K om ünist P a rti ta m a m en ye raltın a g irm iş ­
in llııtu İtin dolayı çalışanları te şkilatlandırm ak ve halk kitlele riyle ilişkiyi k a ybe tm em e k için
SUNUŞ

du. Bu çevre, faaliyetlerini asıl olarak, Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Par­
tisi (TİÇSP) üzerinden şekillendirmişti, işgal birliklerinin baskılarından
kurtulmak için illegal çekirdekler oluştursa da, asıl faaliyetini legal parti
temelinde sürdürüyordu. Bu kesim, daha önce yurtdışına, özellikle Al­
manya’ya yüksek öğrenim için giden, Almanya'daki ilerici ve komünist
hareketlerden etkilenen bir çevre durumundaydı. Bunlar, Berlin’de Kurtu­
luş adlı bir dergi yayınlamaya başlamış ve daha sonra kurtuluş savaşına
katılmak ve faaliyetlerini ülkede sürdürmek için dönmüşlerdi. Kurtuluş'un
ilk sayısı Berlin’de çıkmış, daha sonraki sayıları ise İstanbul’da yayınlan­
mıştı. Kurtuluş’un ilk sayılarındaki yazılara bakıldığında, bu kesimin sos-
yal-demokrat hareketten etkilenen, aydınlanmacı sosyalizmin güçlü etki­
sini taşıyan bir çevre olduğunu görüyoruz. Bu çevrenin içinde, TKP I.
Kongresi’nde genel sekreter olan Ethem Nejat’ın yanı sıra, Fransa’da
eğitim görerek İstanbul’da bu çevreyle birleşen, daha sonra TKP’nin ev­
riminde özel bir rol oynayan Şefik Hüsnü de bulunuyordu. Şefik Hüsnü
kendisiyle ilgili açıklamalarında, sosyalizm fikirleriyle, Fransa'da ve Fran­
sız sosyalisti Jaures’ın fikirlerinden etkilenerek tanıştığını söylüyordu.*

K o m ü n ist P a rti ş u sıralarda ‘Türkiye S osyalist P a rtisi’ is m i altında orta ya çıkm aktadır. İstan­
b u l p role ta rya sı arasın da ki ça lışm a la r elle tu tu lu r so n u çla r verm ektedir. B u lg a r K o m ün ist
P a rtis i’y le ç o k sıkı ilişkile r kuruldu. H alk arasında işgalcilere ka rşı n e fre t büyüyor. H a lk p a ­
halılığ ın artm a sı yü zün d e n ço k m uzdariptir. " (AKT, Yavuz Aslan, Türkiye Komünist Fırka-
sı'nın kuruluşu ve Mustafa Suphi, s. 96. Türk Tarih Kurumu)
* Şefik Hüsnü TİÇSP'nin genel sekreteri olmasına rağmen, Bakü Kongresi'ne katılmıyor.
Bunun nedeni konusunda ise. tatmin edici bir açıklama yok. Kitabında. Ş. Hüsnü'ye karşı
apolitik bir husumet de sezilen, İbrahim Topçuoğlu ise, bu konuya, ilk dönemin önde gelen
kadrolarından olan Ali R ıza Keskin e dayanarak bir açıklama getiriyor. Konuyla ilgili şunlar
söyleniyor:
“Türkiyeye hab e rler salıyor, gelen delegelerle ko nuşuyor ve h e r b iri hakkın da m a lû m a t top-
luyorduk.
“ 15 A ğ u sto s 1920 tarihinde ağabeyin O sm an da (Topçuoğlu-Red). fab rika sınd a n izin alarak
gelm iş, a ram ıza katılm ıştı. B u arada Türkiye'den Ş e rif M a na tof d ön m ü ş ve b e ra b e rin d e A n ­
k a ra'd a n İs m a il Hakkı, S alih H acıoğlu ile İstan b u l’d a n Ethem N e ja t ve M ustafa N erm i is im ­
le rin d e k i k im sele ri getirm işti. O nları m isafirhanem ize yerleştirdik. Arkadan, K om item izce
T ürkiye’y e g ön d e rile n Yakup Kınalıoğlu geldi. O da bera b e rin d e L ütfi N e jd e t ile K a zım A li is ­
m inde ik i k iş i g etirm iş ve bize Karadeniz. Lazistan dele g ele ri d iye tanıştırm ıştı; o nla rı da m i­
s a firha n e ye yerleştirdik.
“ Yakup K ınalıoğlu: ‘İstanbul'da faaliyet gösteren, burjuva m üne vve rlerin de n k u rulu ve Ş efik
H üsn ü S ekrete rliğ in d e b ir İşçi Ç iftçi S o sya list Fırkası var, o nlardan d e le g e g e ld i m i? ’ diye
sordu. E th e m N e ja t ve M ustafa Nerm i. o n la r nam ına geld ikle rini söylediler. E llerinde, b u p a r­
ti nam ın a sö z sa hib i olduklarına d a ir tatm in e dici b ir belge olm adığından. K o m ite toplanarak
Ş efik H üsn ü 'ye b ir y a z ı g önderilm esine ka ra r verdi. Bu yazıda T. K. P. 1. K o n gre sinin y a ­
pılaca ğ ı bindiriliyor, ‘bizza t g elm e n iz g elm e n iz tercih edilir, şa y e t g elm e ye ce k isen iz ve T. K.

13
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TKP

Komünist hareketin doğuşuna ilişkin burada gösterilen veriler bile,


bugün sözde kimi “parti”lerin, TKP’nin kuruluşuna önemsiz bir olay ola­
rak bakan, küçümseyen yaklaşımlarının ne kadar temelsiz olduğunu or­
taya koyar. Kuruluş aşamasındaki bir parti için, TKP örgütü hem önemli
bir birikimi, hem de ülke içindeki örgütlülüğü bakımından küçümsenme­
yecek bir düzeyi ifade ediyordu. Onun eksikliği, birlik kongresini yeni top­
lamış bir parti olarak, kadrolarının homojenleşmesini sağlayacak bir pra­
tik süreç ve zamanın yakalanmamasıydı.
10 Eylül 1920’de Bakü’de toplanan İstanbul, Ankara, İnebolu, Zon­
guldak, Ereğli, Trabzon, Samsun, Rize, Sivas, Kars, Erzurum, Eskişehir,
Konya’dan toplam 125 delegenin katıldığı kongrede TKP kuruluşunu
gerçekleştirdi. Bu delegelerden 51'i misafir delegeydi. Adana ve İzmir
teşkilatları savaş nedeniyle delege gönderememişti. Kongre, Ethem Ne­
jat ve Hakkı Hilmi'nin önerisiyle Türkiye’deki çeşitli komünist çevreleri tek
bir komünist partisinde birleştirme kararı aldı. Bu anlamda TKP Kongre­
si, bir birlik kongresi niteliğindeydi.
TKP, sadece ideolojik-politik, örgütsel konumuyla değil, devrimci bir
partinin nasıl bir hazırlık ve yöntemle kurulacağı konusunda da öğretici­
dir. TKP'yi oluşturan damarlar, birbirinden bağımsız olarak ortaya çıksa,
hatta kendilerini parti olarak ilan etmiş olsalar da (TİÇSP, Bakü TKP’si,
Eskişehir merkezli TKP) komünistleri bir parti çatısı altında birleştirmek
için yoğun ve ısrarlı bir çaba içerisinde olmuşlar, 10 Eylül 1920 kuruluş
kongresi ile de komünistlerin birliğini ilan etmişlerdir. Bu bakımdan komü­
nistlerin birliği sorunu bir formalitenin ötesine geçerek, gerçekten devrim­
ci bir içeriğe bürünmüştür.* TKP’nin kuruluşunda izlenen yöntem ve ve­

P kurulu şu nu ka bu l e d iyo r ve Kongre'nin alacağı kararlarla ayne n uym ayı düşünüyorsanız,


y a z ılı ka b u l tezkerenizi ve üçüncü b ir dele g e daha g öndererek b u ü ç kişin in sizin g rub u n uz
nam ına K o n gre 'ye katılm aya ve K ongre kararlanna im za ko ym aya iz in li old u klarına d a ir b e l­
g e yolla m an ızı ve ü çüncü elem anınızı d a bekler, b aşa rıla r d ile riz ’ deniyordu. B u m ektup.
Türkiye'ye en k o la y g id ip gele b ile n Yakup Kınalıoğlu ile g ö n d e rild i." (Ali R ıza Kesikin'den ak­
taran İbrahim Topçuoğlu, Neden iki Sosyalist Parti? TKP Kuruluşu ve Mücadele Tarihi 1914-
1960, c -1 , s. 65-66)
Anlatılana göre, sonuçta Ş. Hüsnü Kongre'ye katılmıyor ve üçüncü delege olarak Sadrettin
Celal Kongre'ye katılıyor. Aynı Kitap ta aynı tanığa dayanarak Ş. Hüsnü nün de MK üyeliği­
ne seçildiği söyleniyor.
’ TK P ’nin kuruluş sürecinde somut olarak görülen komünistlerin birliğine ilişkin benimsenen
yöntem, işin aslında, Komintern'in komünistlerin birliği ve partileşme perspektifini yansıt­
maktadır. Bilindiği gibi, Komintern, birden fazla benzer perspektifi benimseyen grupları bir­
liği gerçekleştirmeden resmen Komintern üyesi olarak kabul etmiyor, en fazlası gözlemci
parti olarak ilişkilerini sürdürüyordu. Bunun bir Komintern politikası olduğunu görmek için, o

14
SUNUŞ

rilen savaşım o derece etkindir ki, II. Enternasyonal'in uzantısı olarak ku­
rulan kimi partiler kendi içinde ayrışmak zorunda kalmış, bu ayrışmanın
sonucunda komünist harekete önemli katılımlar gerçekleşmiştir. TKP’nin
kuruluşuyla, bugün onu referans aldığını söyleyen akımların mezhepçi
yaklaşımları arasında hiçbir benzerlik bulunmamaktadır.
TKP'nin kuruluş süreci, komünistlerin birliğinin nasıl bir yöntemle ger­
çekleşeceğini ortaya koyduğu kadar, gerçekten de komünist bir önderli­
ğin yaratılmasında bu çabaların yaşamsal önemini de göstermiştir.
TKP, Komintern’in Program Anlayışına Uygun
Bir Program Hazırlayan Ender Partilerden Biriydi
TKP’nin en özgün yanlarından birini, onun programatik bakışı oluştu­
rur. Bu programatik bakışı hem hazırlanan programda, hem de kongre
konuşmalarında görülür. TKP, II-. Enternasyonalle hesaplaşma içinde
Bolşeviklerin, Komünist Enternasyonal’in yeni program anlayışlarını be­
nimseyerek sistematik programa dönüştüren ender partilerden biriydi.
TKP’nin programatik bakışının önemi ve özgünlüğü, günümüz devrimci
ve sosyalist hareketinin konumu gözetildiğinde daha bir anlam kazanır.
TKP’nin kuruluşundan bu yana 80 yılı aşan bir zaman geçmesine rağ­
men, bugün hala, devrimci hareketin aşamalı devrim-asgari program an­
layışını aşamadığı hesaba katıldığında, TKP’nin kuruluşuna damga vu­
ran programatik ve stratejik yöneliş daha bir önemli hale gelmektedir.
Bilindiği gibi, Komintern'in program anlayışı, II. Enternasyonal’in re-
formizmle sonuçlanan asgari program anlayışının reddi temelinde, dev­
rimci stratejiyi belirlerken, üretici güçlerin gelişmişliği anlayışından hare­
ket etmiyordu. Emperyalizmin analiziyle, strateji iki temel üzerinde yük­
seliyordu. Doğrudan proletarya devrimi ve iktidar olmuş proletarya dikta­
törlüğünün doğrudan yardımıyla, kapitalist gelişmenin olmadığı ülkeler­
de sovyet iktidarıyla komünizme geçiş iki temel programatik-stratejik ba­
kışı oluşturuyordu. Türkiye, o günkü koşullarda, önemli kapitalist birikime
rağmen, kapitalizmin egemen olduğu bir ülke değildi. Ama bunlar,
TKP'nin sovyetler temelinde proletarya diktatörlüğünü temel strateji ola­
rak benimsemesine engel olmamıştı.
Programın “ilke ve esaslar” başlığını taşıyan birinci bölümü; “burjuva­

dönem Almanya. İngiltere vb. ülkelerde birden fazla komünist örgütlenmenin olduğu, hem
de kimilerinin kendini açıkça parti olarak tanımladığı koşullardaki tutumuna bakmak yeterli-
dir Bugün, komünistlerin parçalı varoluşu ve "komünist" parti enflasyonu gerçekliğinde, bir­
lik ve parti konusunda komünist perspektiften uzaklaşmanın yanısıra. grupçu yaklaşımları
dizginleyecek Komintern gibi bir otoritenin olmaması da çok önemli yere sahiptir.

15
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TK P

zi ve proletaryanın oluşumu", “kapitalist üretim ilişkilerinin dünyaya yayıl­


ması ve emperyalizm çağının tekelci bir evreye geçişi” bu üretim ilişkileri­
nin bunalımlarıyla, sömürge ve yarı sömürgeler üzerindeki etkileri hakkın-
daki ilk saptamalarla başlıyor ve programa temel olan anlayışları ele alı­
yor. Bu bölümde, benimsenen stratejinin teorik temelleri ortaya konuyor:
“8- Toplumsal devrim gibi devrimin burjuvaziye karşı galip gelmesi ve za­
fer kazanmasından doğan komünizm uygulaması da dünya çapında bir
içerik taşır. Tarih gösteriyor ki, yeryüzünde yaşayan toplumsal oluşumla­
rın bir kısmı derebeylikten burjuvazi dönemine yeni giriyor. Diğer kısmı
burjuva devrine girmiş, proletarya hareketinin değişik evrelerini yaşıyor.
Üçüncü bir kısmı ise, burjuvazi döneminden, proletaryanın egemenlik dö­
nemine geçmiş bulunuyor. Ulusların içinden geçmekte oldukları ekono­
mik gelişimin, tarihi ve politik koşulların, toplumsal devrimin bir an evvel
başlaması ve yaygınlaşmasında, büyük bir ilişkisi olmakla birlikte, devrim
başladıktan sonra, ulus ve ülkeleri birbirinden ayırmak doğru değildir. ...
Doğu ve batıdaki bu hareketler, dünya ekonomisinin özünde burjuva sal­
tanatı ve yayılmacılığın tekelci bir karakter almasından dolayı, birbirlerin­
den doğar ve birbirlerini tamamlarlar.
"9- Genellikle doğu ülkelerine oranla politik ve ekonomik bakımdan olduk­
ça gelişmiş olan Türkiye’de, fabrikacılık tam anlamıyla gelişmemiş ve
memleketin değişik yerlerine serpilmiş bazı fabrikalar olmasına rağmen,
bu fabrikaların ve şehirlerin etrafında gelişkin ve toparlanmış bir proletar­
ya oluşmamıştır....
“10- Yedi yüzyıllık ekonomik ve politik yaşamında, ocak devrini atlatarak
birçok hükümet iyileştirmeleri ve düzenlemeleriyle karşı karşıya gelen ve
bugünkü yönetim biçimi ve tarzıyla burjuva demokrasisine ayak basmış
olan Türkiye'de sınıf savaşı, ilkel gelişim dönemini yaşamaktadır: Bugün
Türkiye’de egemen ve yağmacı Antanta devletl6rine karşı devam eden
ulusal kurtuluş hareketine yoksul sınıfların katılması, 'düşmanın düşma­
nı’ ile, yani yabancı kapitalizmin egemenliğine karşı, kendi içindeki vur­
guncu ve yağmacı küçük burjuvazi He birlikte savaşım içeriğine bürün­
mektedir. ...Bununla birlikte bir taraftan emperyalistlere karşı yürütülen
savaşın devamı, diğer taraftan özellikle toplumsal devrimin Avrupa’da ya­
yılması, sınıf bilincinin olgunlaşması ve gelişmesini önemli biçimde etki­
leyerek Türkiye'deki hareketlerin toplumsal bir içerik almasına yardım et­
mekte ve sosyalizmi temel alan işçi ve yoksul köylü şuralar cumhuriyeti­
nin kurulmasına uygun şartları hazırlamaktadır." (Bkz, Elinizdeki kitap, s.
38-40)
Aynı programın siyasal hedeflerinin, iktidar biçiminin tarif edildiği
maddede şunlar söyleniyor:

16
SUNUŞ

“2- İşçi ve Köylü Sovyetleri Cumhuriyeti ise, emek sarfetmeksizin yaşa­


yan asalak sınıflar hariç olmak üzere, halkın çoğunluğunu etrafında top­
layarak, işçilerin kapitalistler târafından soyulmasına son verecek her tür­
lü çareyi sağlar. ... (Sovyetler Cumhuriyeti) sınıfları ortadan kaldırıp, her
türlü savaş ve boğazlaşmayı özgür, aydın ve mutlu bir geleceğe doğru
götürecek olan kapitalizm ve komünizm arasındaki geçiş dönemine ait
geçici bir devlet biçimidir." (Elinizdeki kitap, s. 40)
Eklektizmin çamurunda at izi ile it izini birbirine karıştıranlar, bunda
ne yenilik vardır diye sorabilir. Kuşkusuz ki, bu, ilgili çevrelerin gelenek­
sel programatik bakışından bağımsız değildir.
Mevcut programatik bakışlardan TKP'nin farkı şuradadır:
* Birincisi, programdan da görülebileceği gibi, kapitalist gelişmenin son
derece zayıf olduğu 1920’lerde bile, TKP asgari program gibi, II. Enter­
nasyonal kalıntısı bir bakışı savynmamaktadır. Daha da önemlisi, ekono­
mik gelişme düzeyinin, çağımızda program ve strateji belirlemede temel
rol oynayamayacağının, devrim başladıktan sonra, ülkeler arasındaki
ekonomik farklılığın, iktidarı sovyetler temelinde proletaryanın almasında
önemini kaybedeceğinin ortaya konmasıdır.
İkincisi, iktidar hedefini sovyet cumhuriyeti olarak benimseyerek, pro­
letarya diktatörlüğüne ön gelen bir iktidar aşamasını reddetmekte, sov­
yet cumhuriyetinin proletarya diktatörlüğü dışında bir iktidar biçimiyle
bağdaşmazlığını ortaya koymaktadır.
Üçüncüsü, proletarya diktatörlüğünü kendi başına bir toplumun, sos­
yalist toplumun bir üst yapısı olarak değil, komünizm hedefine ulaşmada
geçiş devleti olarak görmektedir. En açık ve ileri düzeydeki ifadesini Ko­
münist Enternasyonalin emperyalizm, proletarya diktatörlüğü ve burjuva
demokrasisi, sovyet cumhuriyeti tezlerinde bulan, Ekim Devrimi sonra­
sında komünistlerin gerisine düşemeyeceği programatik temeller, TKP
programını bugünün birçok programından farklı kılan temel niteliğidir.
TKP programı, bu politik sonuçlara, emperyalizmin niteliğinin, onun
uluslararası bir sistem olmasının analiziyle ulaşmaktadır. Bu bakış, do­
ğal olarak enternasyonalizm anlayışının, "ulusal" ölçekte başlayan dev­
rimle, uluslararası çapta tamamlanacak olan komünist dünya devriminin
diyalektik ilişkisine de yansıyor. Mustafa Suphi, bu duruma Program'ı su­
nuş konuşmasında şöyle dikkat çekiyordu:
“Toplumsal devrim gibi; devrimin bütün dünya burjuvazisi üzerindeki za­
ferinden çıkan komünizm uygulaması da evrensel bir içerik taşır. Bu üre­
tim ilişkilerinin geçirdiği evrimin ve kapitalizmin tekelci aşamaya ulaşma­
sının kaçınılmaz sonucudur.... " (Agk, s. 65)

17
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TKP

Programın teorik bölümünde ise, aynı konu şu şekilde ele alınıyordu:


"5- Sınıf çatışması olarak özetlenebilecek olan işçi ve yoksul köylü dev­
rimci hareketinin asıl özelliği, bu hareketin toplumsal ve enternasyonal
karakterde olmasıdır. Dünyanın herhangi bir ülkesinde yaşayan, herhan­
gi bir ulusa mensup işçilerin kapitalistlere aynı biçimde mahkum olmaları
ve onlar tarafından ezilmeleri, aralarındaki dini, vatani ayrılığı son planda
bırakarak, birleşmiş, kararlı ve devrimci -uluslararası- bir ulus doğmasına
yolaçıyor.
“6- Bugün yeryüzünde ulus ve devlet halinde yaşayan toplumsal oluşum­
ların her birine mensup işçi, yoksul ve köylü kesimlerinin, burjuvazinin
saldırganlığını temelinden yıkmak üzere son ve kesin kararlılık ve hazır­
lıkla sınıf savaşına girişmeleri, enternasyonal bir hareketi doğurmakla bir­
likte, ulusal çerçevede büyük fedakarlıkları gerektirmektedir; ki bu feda­
karlıklar, ilerde üretimin özgür ve ortaklaşa esaslarda kurulmasıyla uygar­
lık ve refah açısından açıkça telafisi mümkün fedakarlıklardır.
"Kendi çerçevesi ve ulusu içinde bu fedakarlığı göze alamayanlar, ulusla­
rarası faaliyete girişme yeteneğini kaybederler. Sosyoloji ile devrimci sos­
yalizmi birbirine karıştırıp barışı ve barış içinde birlikte yaşamayı bir so­
nuç değil, belki bir araç olarak kullanmak isteyen hain sosyalistler, son ve
kesin kavgaya gevşek bir içerik vermekten ve aynı zamanda devrimi bur­
juva saltanat ve egemenliğine satmaktan başka bir şeye hizmet etmiş ol­
mazlar.
“7- Ezilen işçiler, kapitalistlere karşı sınıf çatışmasına girişince karşılarına
bütün dünya burjuvazisinin varlığının dayanak noktası olan ‘mülkiyet’ so­
runu çıkıyor. Aslında bir hak değil, bir hurafe olan bu kurumun yıkılması
ve toplumsal yapıda varolan üretim araçlarının devlete aktarılmasıyladır
ki, kapitalizmden doğan politik ve ekonomik her türlü zulüm ve baskılar
ortadan kalkmış ve insan toplumunda kendi emeğiyle yaşayan her bire­
yin yaşam hakkı ve yaşama katılımı sağlanmış olacaktır; yani komüniz­
min kurulması ve sömürücü, gaddar ve yayılmacı şahıs ve devletlerin or­
tadan kaldırılması gerçekleşmiş ve nihayet bireyler gibi uluslar arasında
da tam anlamıyla 'insanlararası' ve 'uluslararası' kardeşlik, birlik ve ada­
let şiarları yaşam bulacaktır." (Agk, s. 37-38)
TKP Programı’nın bu içeriği, Türkiye komünist hareketinin nasıl bir
mirasa sahip olduğunu, ama bu mirasın sorumsuzca görmezden gelindi­
ğini ortaya koyduğu kadar, o dönem dünya komünist hareketinin nasıl bir
program ve strateji anlayışına sahip olduğunu da ortaya koymaktadır.
TKP Programı, bu bakışla hazırlanan parti programları bakımından en­
der bir örneği temsil etmektedir.
Bilindiği gibi, Komintern'i oluşturan partiler, genellikle geçmişte II. En­

18
SUNUŞ

ternasyonal’e üye partilerden ya da bu partilerden ayrılarak partileşen ör­


gütlerden oluşuyordu. Genellikle de, geçmiş programlarını revizyona ta­
bi tutarak yeni programlar benimsemişlerdi. Bu durum, bu partilerin prog­
ram sistematiğinin Komintern'in anlayışına uygun hale getirilmesinde so­
runlarla yüzyüze bırakıyordu. TKP gibi yeni kurulan ve yeni bakışı prog­
ramlarında yansıtan partiler ise enderdi, daha doğrusu, yeni anlayışı
yansıtan programlar, şu an için bizim bilgimiz dışındadır. Tüm partilerin
yeni anlayışa uygun programlar benimsemesi ise, Komintern’in de resmi
programının ortaya konması sonrasına ertelenmişti. Dördüncü Kongre
bu konuda, ilkesel kalkış noktaları anlamında bir karar kabul etmiş, prog­
ram taslağının Beşinci Kongre'ye sunulmasını kararlaştırmıştı. Lenin’in
ölümü ve arkasından gelen Bolşevik partideki iktidar kavgası, Komin-
tern’e de yansımış, sözü edilen ilkesel esaslara dayanan program ise ra­
fa kaldırılmıştı. Onun yerine, bu karara hiçbir atıf bile yapılmadan, Dör­
düncü Kongre’nin kararlaştırdığı ilkesel esasları inkar eden 1928 Prog­
ramı ortaya çıkmıştı. Bu nedenledir ki, TKP Programı, Komintern’in geri
kalmış ülkelerde program sorununa bakışını ortaya koyan, enternasyo­
nal çapta önemi olan bir programdır.
TKP ve Kemalizm
TKP-Kemalizm ilişkisi, bu topraklarda TKP'nin değerlendirilmesinde
en önemli noktaların başında gelmektedir. Bu nokta, genellikle Şefik
, Hüsnü dönemiyle ilişkilendirilerek tartışılmaktadır. Dolayısıyla, TKP’nin
kuruluş dönemi politikası ciddi bir değerlendirmeye tabi tutulmadan, ku­
ruluşundan itibaren tüm TKP’ye maledilerek uzlaşmacılık-sosyal şove­
nizm boyutuyla mahkum edilmektedir. Mustafa Suphi dönemi ise,
TKP'nin Mustafa Kemal’in çağrısıyla yurda dönüşü ve arkasından önder­
lerinin katledilmesiyle ilişkili olarak eleştirilmektedir.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, Mustafa Suphi dönemi ile, Şefik Hüs­
nü döneminin hem Kemalizm boyutuyla, hem de ulusal sorun boyutuyla
bir süreklilik içinde değerlendirilmesi büyük bir haksızlık. Bu haksızlık,
hem farklı koşulları hesaba katmayarak, hem de ulusal sorun boyutuyla
farklı değerlendirmeleri gözardı ederek yapılmaktadır.
Koşullar farklıdır; çünkü, Mustafa Suphi dönemi, Türk ulusal kurtuluş
savaşının doğrudan yaşandığı ve sonuçlanmadığı bir dönemi anlatmak­
tadır. Ş. Hüsnü dönemi ise, kurtuluş savaşının sonuçlandığı, burjuvazi­
nin iktidarı ele geçirerek pekiştirmeye çalıştığı bir dönemdir.
Bu iki dönem farklı olduğu ölçüde, M. Kemal hareketine verilen des­
tek de farklı bakışları ortaya koymakta ve farklı politik sonuçlar doğur­

19
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TK P

maktadır.
‘ Komünist politika bakımından, 1920 sonlarına kadar, bağımsız ve
özgür örgütlenmenin var gücüyle ülke çapında yaratılmaya devam ettiği,
propagandanın bağımsız bir biçimde sürdürülebildiği koşullarda, işgale
karşı gelişen hareketin desteklenmesinde bir sorun bulunmamaktadır.
Ancak, Kemal hareketinin başta komünistler olmak üzere, tüm muha­
lif akımlara karşı saldırıya geçtiği, ulusal devletin ilan edilerek iktidarın
pekiştirilmeye çalışıldığı koşullarda verilen destek, artık sınıf düşmanına
karşı verilen bir desteğe dönüşür ki, bu kabul edilemez. İşte Mustafa
Suphi ve Ş. Hüsnü dönemi TKP’sinin Kemalist harekete karşı tutumun­
da temel farklılık da buradadır.-
Ne var ki, bu durum, TKP’nin, M. Kemal’in çağrısına uyarak ülkeye
dönmede gösterdiği ihtiyatsız tutumu haklı çıkarmaz.* Burada yanlış, ül­
keye dönme değil, hareketin neredeyse tüm önderliğini burjuvazinin in­
safına bırakan bir tutumla hareket edilmiş olmasıdır. Bu, hareketin ba­
ğımsızlığını korumadaki bir zaafa işaret etmektedir.
TKP’nin hem ulusal kurtuluş savaşımına destek vermek, hem de bu
savaş içinde hareketin önderliğini ele geçirmek amacıyla, merkezini ül­
keye taşıması yanlış değildi. Yanlış olan Kemalist hükümetin verdiği gü­
venceyi esas kabul ederek, neredeyse hareketin tüm önderliğinin, burju­
vazinin kontrol ettiği kanallarla ülkeye dönmesidir.

' Ülkeye açıktan dönme konusunda, aslında Mustafa Suphi dahil, birçok TKP yöneticisinin
tereddütü vardı. Ne var ki, bu tereddütler açıktan dönme kararının uygulanmasına engel ol­
mamıştır. Açıktan dönme konusunda tereddütlü olanlardan biri de. daha önce İstanbul ve
Anadolu'da komünist örgütlenme görevleri üstlenen enternasyonalist-devrimci Şerif Mana-
tov'dur. Ş. Manatov. Mustafa Suphi'yi Türkiye'ye dönmemesi konusunda uyarır. Zaten Mus­
tafa Suphi'nin de bazı tereddütleri vardır. Manatov. 1920 sonbaharında yapılan bu görüşm e­
yi şöyle aktarıyor.
“ Suphi. Türkiye’y e g itm e k fikriyle hastalanm ış, fakat b ir p arça te re d dü t ediyordu. K e m al ta ­
ra fın d a n ben im m evkuffiyatım ve Türkiye 'den n e f ’i olu n m a m m e sele si o nu n tere d dü tü n ü d a ­
ha artırdı.
- “F a ka t b e n K azım K arabekir Paşa ile m uhabere ediyorum . O b e n i d a ve t ediyor, diyordu.
"Türk P aşalarını siz b ilm iyor değilsiniz. O nların sö zün e inanm aya gelm ez. O n la r e s k i k u rt­
tu rla r d iy e ben im tarafım dan e dilen itirazdan sonra. -O hald e b ir p arça b ekle ye lim d e d i "
(Akt, Yavuz. Aslan, s. 286)
Manatov da Mustafa Suphilerle Kars'a kadar birlikte gelmiş, daha önceki faaliyetleri nede­
niyle sınır dışı kararı olduğu için, sınırlardan geçememiş, buradan dönmek zorunda kalmış­
tır.
Öte yandan, TKP ileri gelenlerinden Süleyman Nuri de, TKP merkezinin bu şekilde Türki­
ye’ye gitmesine karşı çıkmış, "gidilecekse toptşn ve açık olarak değil, ikişer, üçer ve gizli gi­
dilmesini" istemiştir. (Yavuz Aslan, Türkiye Komünist Fırkası ve Mustafa Suphi, s. 289)

20
StTNUŞ

TKP, bir kısım sol çevrelerce iddia edildiği gibi, asıl olarak ulusal kur­
tuluş hareketine destek vermek amacıyla ülkeye dönüyor, bu anlamda
bağımsız komünist kimliği bir kenara bırakıyor değildi. M. Kemal'in orta­
ya koyduğu, tüm etkinliklerin BMM’nin denetiminde yapılması koşulunu
benimsememesi de bunu anlatıyordu. Kaldı ki, kongrede benimsenen
program ve alınan kararlar, tarafların farklı yorumlarına kapı açmayacak
kadar netti. TKP, gerek muhalefetin durumunu, gerek Sovyetlerin deste­
ğini, gerekse de kendi örgütlülüğünü dikkate alarak hareketin önderliği­
nin ele geçirilebileceğini, bunun da en iyi bir şekilde ülke topraklarında
yapılabileceğini hesap ediyordu. Hesap edilmeyen ise, tam bu koşulla­
rın, Kemalist hükümeti tedirgin ettiği ve bu koşulları ortadan kaldırmak,
iktidarını güçlendirmek için, Kemalist hareketin her türlü tedbiri almak is­
tediğidir. Dış koşullar bakımından da, Kemalist hükümet artık manevra­
lar yapma, emperyalistlerle ilişkilerini geliştirme olanağına kavuşmuştu.
Emperyalistler, Kemalist harekelin Sovyetlerle ilişkilerini kesmesi için bir
yandan onun karşı karşıya olduğu riskleri ortaya koyuyor, öbür yandan
ise, Kemalist hükümeti tanımaya hazır olduğunu bildirerek, komünist ha­
rekete karşı saldırıya geçmesini özendiriyordu. Kemalist hareket ise, en
zor dönemin geride kaldığını düşünerek, emperyalistlere yaklaşmanın
kendi çıkarlarına uygun olduğunu, bu çerçevede Bolşeviklerle farklı oldu­
ğunu göstermenin zamanının geldiğini düşünüyordu.
Bu koşullarda Kemalist hareket, başta komünist harekete karşı ol­
mak üzere saldırıya geçti. Genç Türk burjuvazisi, hareketin önderliğini
ortadan kaldırdığında, hareketken büyük darbeyi vuracağını biliyordu.
TKP’nin toplu ülkeye dönüş kararı bunun için en iyi fırsattı.*
Öte yandan, TKP’nin Kemalist burjuva cumhuriyeti karşısında zaaflı
tutumunda, Kemalist hareket karşısında beklentileri, beklentiler yarata­
cak deneyimsizliği de temel bir rol oynuyordu. TKP’yi oluşturan yönetici
kadrolar, büyük ölçüde Kemalist hareket karşısında politik-örgütsel ba­
kımdan ciddi bir donanımsızlık içindeydi. Bu donanımsızlığın en başta
gelen yanı ise, sınıf savaşının ateşi içinde Kemalist hareketle yüzyüze

* "1920'nin son ayında, Anadolu solu özetle şu durumda idi: Yeşil Ordu Cemiyeti kapatılmış,
üyeleri başka kuruluşlara dağılmıştır, bu grubun yöneticilerinin bir takımı Resmi T. K. F. için­
de çalışmaktadır. Gizli T. K. P. (eski Yeşil Ordu’dan da bazı katılımlarla) Türkiye Halk İştira-
kiyun Fırkası adı altında açığa çıkmıştır. Mustafa Suphi grubu Anadolu'da örgütlenmek
umuduyla Kars'a gelmiştir, başka bir takım yerlerde de ufak sol akımlar filizlenmiştir. 1921 'in
ilk ayında ise bunların hepsi sona erdirilmiştir. Bu dönemde solun bastırılması, bir iç ve bir
de dış etkene bağlı görünmektedir: Çerkeş Ethem'in ayaklanması ile Londra Konferansının
hazırlanması." (M. Tunçay, Türkiye'de Sol Akımlar, s. 242-243)

21
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TKP

gelmemeleri, savaşım içinde pişmiş, buna uygun refleksler geliştirmiş ol­


mamalarıydı.
Bunun önemi tartışılmazdır; devrimci bir hareket genelde ideolojik-
programatik düzeyde ne derece gelişkin, doğru pozisyonda olursa olsun,
örgütsel-politik olarak savaşım içinde pişerek, düşman karşısında sürek­
liliği olan bir politik savaşım hattı geliştirebilir. TKP’nin yoksun olduğu da
buydu. TKP’yi oluşturan kadrolar, temel olarak iki ana kaynaktan geliyor­
du. Birincisi, Mustafa Suphi çevresinde savaş esirlerinin asıl kitlesini
oluşturduğu Bakü grubuydu. İkincisi ise, eğitim için Avrupa’ya gitmiş,
orada sosyalist eğilimleri benimsemiş, ülkeye döndükten sonra ise, İs­
tanbul'da konumlanarak Kemalist kadro ve iktidarla dolaysız olarak yüz-
yüze gelmemiş Kurtuluş-TİÇSP çevresiydi.
M. Kemal ve yakın arkadaşları, OsmanlI’nın eğitiminden geçmiş, ko­
mitacılığı İttihat ve Terakki içinde içselleştirmiş kadrolardı. Bu kadrolar,
OsmanlI’nın dağılması ve savaş içinde yenilgiye uğraması karşısında,
geleneksel kimlikleri olan ittihat ve Terakki'ciliği öne çıkarmayı değil, ak­
sine buna muhalif bir kimliği, ulusal kurtuluşçu, ideolojik olarak aydınlan-
macılığı temel alan bir söylem geliştirmeyi tercih etmişlerdi. Daha önem­
lisi ise, istihbarat, ordu ve bürokrasi kurumlarını olduğu gibi devralmışlar,
varlıklarını bunlarla özdeşleştirmişlerdi. Söylem olarak ise, yeni bir hare­
keti, burjuva ulusal devletin kuruluşunu sağlayacak bir politik hareketi
geliştirmede, İttihat ve Terakki muhalifliğini öne çıkarmayı tercih ediyor­
lardı. Bunun üzerine, bir de iktidar olmuş Bolşevik hareketle iyi ilişkiler
geliştirme tutumu binince, bu durum ciddi bir şekilde devrimci-komünist
kadrolarda yanılsamalar yaratmıştı. TKP’yi oluşturan kadrolar İttihat ve
Terakki iktidarını, onun yöntemlerini, devrimci hareketler karşısındaki ko­
numlarını iyi biliyorlardı. Ancak Kemalist hareketi ittihat ve Terakki’den
farklı bir akım olarak değerlendiriyorlardı.* Bu da geleneksel komplocu

■ Burada bu durumun, tüm TKP kadroları için geçerli olduğunu söylemek de doğru olmaz.
Bu değerlendirmelerden farklı bir tutumu, Eskişehir merkezli TKP'nin değerlendirmelerinde
görüyoruz. 14 Temmuz 1920 tarihli Beyanname’de. hem İstanbul Hükümeti'nin. hem de
Mustafa Kemal hareketinin politik konumu net olarak değerlendirilerek. TKP'nin tutumu açık
bir şekilde belirlenmektedir.
'S o n u ç olarak: Yukarıda zikrolunan gere kçe lere dayanarak Türkiye K o m ü n ist Partisi, m e v ­
c u t ko şulla rd a : B ir tarafta despot, d iğ e r tarafta a ldatan ik i s iy a s i o lu şum un m e v c u t e g e m e n ­
le r olduğuna, d aha açık b ir ta b ir ile b ir tarafta İngiliz siyase tin e a le t o la n H ürriye t ve Itilafçı-
lar, d iğ e r tarafta h alk için onlardan hiç farkı olm a ya n ve fa ka t m a ske ile m eydana ç ıka n e s ­
k i ittih a tç ıla r olduğuna k a n a a t ve b u ka na a ti resm en ila n ve h e r ik i hükü m e tle h iç b ir ala ka sı
olm adığını beyan eder.’ (Üstü Örtülen Geleneğimiz: TKP, s. 59)

22
sunuş
Türk burjuvazisinin planları karşısında bir donanımsızlık doğuruyordu.
Doğrusu bu gerçek, yaşanmadan, dişediş bir savaşım içinde düşmanı
tanımadan görülecek bir durum da değildi. Bu dezavantajın yarattığı za­
af, TKP’nin de akıbetini belirleyen temel bir etkendi.
Zaaflı bir yan da, Suphilerin katledilmesinden sonra Komintern’in tu­
tumunda ortaya çıkmıştı. Kemalist iktidarın, komünistler de dahil tüm
muhalif akımların bastırılması politikasından sonra da, Komintern'in hiç­
bir şey yokmuş gibi destekleme politikasını devam ettirmesi, açık bir za­
afı anlatıyordu. Bu zaaf, ikinci Kongre’de belirlenen, ulusal hareketi des­
tekleme şartlarının gözardı edilmesi temelinde ortaya çıkıyordu. Destek,
SSCB’nin devlet politikası bakımından anlaşılır olsa da, Komintern’in il­
keleri bakımından kabul edilemezdi.
Konumuza yeniden dönersek, şu söylenebilir: Koşullardaki farklılık
hesaba katıldığında, Mustafa Suphi TKP’si ile Ş. Hüsnü TKP’sinin Ke­
malist harekete desteğinin aynı şey olmadığı rahatlıkla görülebilir. Kaldı
ki, Ş. Hüsnü TKP’sinin Kemalist hareketle ilişkisini bir destek kategorisin­
de değerlendirmek de doğru değildir. Destek, bağımsız bir öznenin, bir
başka özneye koşullu tutumunu ortaya koyar. Oysa Ş. Hüsnü TKP’si, ba­
ğımsız bir özne ve bağımsız bir politik hattın takipçisi olmaktan ziyade,
Kemalist hareketle işbirliğini esas alıyordu.
Ş. Hüsnü TKP’si, burjuvazinin iktidarı açıkça eline geçirmesini, ko­
münistler başta olmak üzere tüm muhalif hareketlerin, Koçkiri ayaklan­
masının Kemalist hareket tarafından ezilişini görmezden gelmekle kal­
madı, Şeyh Sait ayaklanmasının bastırılması için çıkarılan Takrir-i Sükun
Kanunu’na da, “gericiliğe karşı olduğu”nu söyleyerek destek verdi. Orak
Çekiç’te çıkan bir yazıda Kürt ayaklanmaları, dinci "yobaz"ların işi olarak
suçlanarak, Kemalist burjuvazinin bastırma hareketine destek verildi.
Yazı, "Yobazların sarıkları, yobaz zümresine kefen olmalıdır.” diyor ve
devam ediyordu: “Arkadaş, kara kuvvet, bizim de, burjuvazinin de düş­
manıdır. Biz her şeyden önce bu düşmanı yenmeliyiz; burjuvazi ile ayrı­
ca kozumuzu paylaşırız." (Orak Çekiç, akt, TSET, s. 159)
Bu kanunun, aynı zamanda kendisine yönelik bir baskı aracı oldu­
ğunu görmesi için çok beklemeye gerek kalmadı; aynı kanun TKP'nin ve
işçi hareketinin ezilmesi için de kullanıldı.
Bunun ardından Ağrı isyanı da sessizce geçiştirildi. Dersim Ayaklan­

Bu tespitlerin, 10 Eylül'de kurulan TKP tarafından tümüyle paylaşılmadığı, en azından bu


değerlendirmenin gereklerine uygun davranılmadığı da rahatlıkla söylenebilir.

23
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TK P

ması’nın ezilmesi ise, TKP’nin en yetkili kalemlerince (R. Davos-i. Bilen)


“İsmet Paşa Hükumeti’nin feodal gericiliğe karşı en büyük zaferi” olarak
kutsandı (Bkz. Komünist Enternasyonal Belgeleri’nde Türkiye Dizisi, 2.
kitap, Aydınlık Yay.).
Halbuki TKP’nin ilk programı ulusal sorun konusunda* açıkça şunla­
rı söylüyordu:
“7. TKP değişik uluslara mensup devrimci işçi ve köylü sınıfları arasın­
daki eski düşmanlıkları kaldırmak için, aşağıdaki en kesin çözümlere gi-
rişir:
“a) Dil ve kültür açısından her ulusun tam özgürlüğünü sağlamak ve
(eşitsizlikleri telafi etmek üzere) herhangi bir ulusa özgü her türlü ayrıca­
lığı ortadan kaldırır.
"b) TKP devlet örgütlenmesinde farklı uluslara mensup işçi ve köylülerin
sovyet cumhuriyetlerinin kurulmasını kabul eder; 'özgür ulusların özgür­
ce birliği’ esasında olmak üzere federasyon usulünü tercih eder.
“c) TKP, işçi ve köylü sınıfları da tamamen ayrı ve bağımsız yaşama is­
teğini ifade eden akımlara kapılmış olan uluslar arasında, kanlı kavgalar
çıkmasına yer vermemek için, bu gibi sorunların 'plebisit' usulüyle, genel
oya başvurarak çözülmesi yolunda öncülük eder." (Bkz, Elinizdeki kitap,
S. 41-42)
Ulusal sorun konusunda, TKP 1926 Programı da, görünüşe bakılır­
sa, burada ortaya konulan görüşleri tekrarlamakta, hatta daha net ifade­
lerle azınlıkların “Türkiye’den ayrılmak hakkr’nı savunduğunu ifade et­
mektedir. Ancak temel iki noktada belirgin bir farklılık bulunmaktadır.
Bunlardan birincisi, birinci program, uluslarar asındaki eşitliği sağlamak
için bağımsız sovyet cumhuriyetlerinin federal birliğini tercih ettiğini söy­
lerken, 1926 Programı, diğer ulusların birlik yönünde çabalarını sürdür­
mesi zorunluluğuna işaret ederek, ezilen ulusların hareketinin “hıyanet"
şeklinde gelişebileceğine özel olarak dikkat çekmektedir, ikinci olarak

* Ulusal sorun konusunda. Türk ve daha çok da Kürt solunda Komintern sık sık haksız bir
yere eleştirilmektedir, ilk dört kongre kararı sözkonusu olduğunda, bu eleştirilerin haksız ol­
duğunu söylemek gerekiyor, iki nedenle haksızdı. Birincisi, Komintern'in ikinci Kongre de
belirlediği esaslar çerçevesinde, somut olarak desteklenecek politik hedefleri olan bir ulusal
hareket ve örgüt yoktu. İkincisi ise, SSCB Kemalist hükümetle yaptığı anlaşmada, sınırlar
içindeki uluslara kendi kaderini tayin hakkının tanınması gerektiğini açıkça ortaya koymuş­
tu. Örneğin, 16 Mart 1921'de Türkiye ile Sovyet Cumhuriyetinin imzaladığı anlaşmada (Mu-
hadenet Ahitnamesi), misak-ı Milli sınırlarını kabul ediyor, am a her ki tarafın d a bütün mil­
letler için kardeşlik ve kendi kaderini tayın hakkını serbestçe belirlemesi ilkesini tanıdıkları
belirtiliyor. Bu durumda ilkesel bir yanlışlıktan değil, olsa olsa pratik olarak bir ilgisizlikten
sözedilebilir.

24
SUNUŞ

ise, 1920 Programı, uluslar arasındaki sorunların “referandum" yoluyla


çözüleceğini söylerken, 1926 Programı, “hıyanet” içinde olan veya olma­
yan hareketler ayrımı yaparak, bazı durumlarda ezilen ulusun hareketini
karşısına alabileceğini açıkça ifade etmektedir.
Ayrıca, bu iki dönem arasında, ulusal harekete tutum konusunda,
içinde bulunulan koşullar bakımından da ciddi farklar bulunmaktadır.
1920’de somut olarak Kürtlerin politik bir irade olarak ortaya çıkması gi­
bi bir durum gündemde değilken, Ş. Hüsnü döneminde, Koçkiri ve Şeyh
Sait ayaklanması başta olmak üzere, Kürtlerin ayrı bir politik irade orta­
ya koyduğu bir durum söz konusudur. Ş. Hüsnü TKP’si ise, bu ulusal ha­
reketleri gerici, emperyalizmin kontrolünde hareketler olarak niteleyerek
karşısına almıştır.
Türkiye Solunun TKP'ye Bakışı
Türkiye sol hareketinde, hemen herkes TKP’yi kendi geleneği içinde
değerlendirse de, Mustafa Suphi dönemine ilişkin, kulaktan dolma ve üs­
tünkörü bilgilerle yaklaştığını söylemek yanlış olmaz. Yapılan değerlen­
dirmelerde, kökleşmiş önyargılar ve önemsememe dikkat çekmektedir.
Bu sadece bugün karşılaşılan bir durum değil, kendilerini “eski tüfek” ola­
rak niteleyen TKP kadroları nezdinde de görülen bir durumdur. Örneğin,
Mustafa Suphi sonrası için, bir dizi isabetli değerlendirmeler yapan ve
devrimci refleksleri dile getiren Hikmet Kıvılcımlı, Mustafa Suphi dönemi
söz konusu olduğunda, gerçekle ilişkisi olmayan değerlendirmeler yapa­
bilmektedir. TKP’nin kuruluş.belgelerinden habersiz ve bilgisiz görünen
H. Kıvılcımlı, sözde pratikten bakarak, TKP'yi anarşist bir akım, Mustafa
Suphi’yi de “hayalci sosyalist" olarak bile niteleyebilmektedir. Şunlar söy­
lenmektedir:
“Mustafa Suphi bir anarşist miydi? '
“Bu noktada henüz etimizde yeterli vesika yok. ileride bu nokta da işlenir­
se açıklaşır. Fakat her hareketi dediğiyle değil, ettiğiyle ölçmek kaçınıl­
maz ise, Mustafa Suphi hareketini Hayalci Sosyalizmden ve Bakunun-
izm'den ayırdetmek hayli güçleşir. ” (H. Kıvılcımlı, Yol, s. 102)
Hikmet Kıvılcımlı, bu değerlendirmeyi yaparken temel olarak TKP’nin
dışardan güçlerle, savaş esirlerine ve sovyet devletine dayanarak iktida­
rı almaya giriştiğini ve yenildiğini söylemektedir. Ayrıca düşmanı ve ge­
nel olarak sınıf ilişkilerini değerlendirmede de “gerçekçi” davranmadığını
söylemektedir.
Hikmet Kıvılcımlı'ya göre, TKP’nin yenilgisinde dört temel etken var­
dır:
“1. Dünya ölçüsünde devrimde sırf dış yedek güçlere dayanmak.

25
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TK P

.. Onbeşler için böyle bir parti yoktu. Onlar sırf dış güçlere: Proletarya
Diktatörlüğüne dayandılar. O zaman, değil Şuralar Devrimini yapmak,
hafta Demokratik Burjuva Devrimini geliştirmeye bile varamaksızın paşa­
ların tuzağında mahvoldular.
“2. Bir memleket ölçüsünde objektif ve realist olamamak
“3. Öncü ölçüsünde gizli faaliyeti hiçe saymak
“4. Teşkilat yokluğu" (TKP'nin Eleştirel Tarihi YOL, s.106-108. Kıvılcım
Yayınları 1978)
Bu nedenleri ise, şu cümlelerle toparlamaktadır:
“Onbeşlerde yeteri kadar devrimci hazırlık yoktu. Onbeşler, içinde ihtilal
yaratmaya giriştikleri muhiti devrimci mücadele ile işlemiş değillerdi. O
yüzden düşünceleri ne kadar enternasyonalci ve devrimci olursa olsun,
yaptıkları, objektif olarak ve fatatman Blankici veya Bakuninci bir hareket
şeklinde kaldı. Yani anarşik hareketten ileriye geçemedi. Ve Türkiye’de
Paris Komunnası'nın ufak bir minyatürü oldu." (agk, s. 101)
“Bunların hiç biri yok iken, yani idare ve ordu Militarist burjuvazinin elinde
iken, en ufak bir teşkilatı henüz mevcut bulunmayan halk tabakaları adı­
na, ihtilale ve bir çeşit isyana girişmek, en sonunda: Mustafa Suphi’lerin
başlarına geldiği gibi kışkırtılan kara halkın cahil taarruzları önünde 15 ki-
şicik kalıp, Karadeniz'in mavi ve hırçın dalgaları arasında baltayla doğ­
ranmayı göze almak değil midir?...
“O zaman Mustafa Suphi ve yoldaşlarının karşısına Marksist Leninizm'in
şu vazifesi çıkıyordu: Başlayan milli harekette Demokratik Burjuva dev­
rimini son haddine vardıraraktan proletarya devrimini ve Halk Şuralar ik­
tidarını kurmak..."(agk, s. 105)
Bu değerlendirmelerde TKP’nin kuruluş dönemini yaşamasına bağlı
olarak kısmi doğruluk paylan olsa da, gerçekte bu değerlendirmelerin,
TKP gerçekliği ile bir ilişkisi yoktur. Önceki bölümlerde işaret ettiğimiz, bu
kitapta ve diğer bir dizi kaynakta ortaya konan veriler, TKP’nin örgütünün
olmadığının, tümüyle dış güçlere dayandığının ve gizli faaliyeti önemse­
mediğinin gerçekle bir ilişkisi olmadığını ortaya koymaktadır. Aslında bu
ifadeler TKP’nin konumunu küçümsemenin yanısıra, TKP’ye karşı gös­
terilen sağ bir yaklaşımın da kanıtıdır. Özellikle de, onu ‘‘realist’' olma-,
makla, savaşım sürdürülen ülkenin koşullarını bilmemekle suçlamak, ar­
kasından ise, yapılacak olanın, "başlayan milli harekette Demokratik
Burjuva devrimini son haddine vardır”mak olduğunun söylemesi bu nok­
tadaki sağ yaklaşımın tipik bir göstergesidir. Ş. Hüsnü de dahil olmak
üzere TKP'nin sonraki kuşakları, Mustafa Suphi TKP'sini, sovyetler te­
melinde bir proletarya diktatörlüğü hedefini benimsediği için, “anar­

şi
SUNUŞ

şizm”le, "ütopiklikle, "sol” culukla suçlamışlardır.


“Eski Tüfekler bunları söylerken, komünizm adına yeni yetme tarihçi­
ler ise, kulaktan dolma bilgilerle, Mustafa Suphi TKP’sini, “sağ bir demok­
ratik devrim” perspektifine sahip olduğu için eleştirmektedir. Burada eleş­
tirilen, TKP’nin sözde demokratik devrimi savunması değil; aksine bunu
savunmakla isabetli bir tespit yaptığı söylenmekte, ama bunu sağdan bir
yoruma tabi tuttuğu, Kemalist iktidara karşı uzlaşıcı davrandığı, gizliliği
küçümsediği ve tümüyle açığa çıktığı için TKP suçlanmaktadır. Bunu söy­
leyenlerin, bugünün EMEP’inin sözcüleri olduğu düşünüldüğünde ise, na­
sıl bir zavalılıkla yüzyüze olduğumuz daha iyi görülür.
Evrensel Basım Yayın'dan, Türkiye Solu’nun Eleştirel Tarihi-1
(TSET) adıyla ve ilhan Akdere-Zeynep Karadeniz imzasıyla çıkan kitap­
ta TKP'nin konumuyla hiçbir ilişkisi olmayan değerlendirmelere yer veril­
mektedir.
Öncelikle yazarlar, TKP’nin komünist parti olup olmadığı konusu bir
yana, o koşullarda bir komünist partisinin ülkenin geriliği nedeniyle kuru­
lup kurulmayacağı konusunda net kanaatlere sahip değildir. Komintern
kaynaklı bir bildiride*, “yalnız başınıza savaşa devam edebilmek için,
kendi halkçı ve köylü partinizi kurmaya çalıştığınızı biliyoruz" ifadesinden
hareketle şu yorum yapılmakta:
“...Temmuz ayında yazılan bu bildiri, Anadolu köylülerine, ‘kendi halkçı
köylü partilerinin' kurulmaya çalışmakta olduğunu bildiriyor: Burada kas­
tedilen, TKP ise eğer, onun bir 'halkçı, köylü partisi' olarak değerlendiril­
mesi oldukça ilginçtir ve büyük ölçüde, Türkiye’nin nesnel koşulları, pro­
letaryanın gelişme düzeyi ve ulusal kurtuluş mücadelesi içinde köylülü­
ğün tuttuğu ağırlıklı yer göz önünde tutularak yapılan yerinde bir değer­
lendirmedir. Bu verili koşullar altında, TKP, modern tipte komünist prole-

’ Sözkonusu olan, Komintern icra Komitesi'nin Temmuz 1920 başında "İran, Ermenistan ve
Türkiye'nin Ezilen Halk Kütleleri'ne başlıklı Açık Çağrı'sıdır. Burada şunlar söyleniyordu:
“E le n d i ve b eylerinizin bazıları ke nd ilerin i ecnebi serm ayedarlara satm ıştır, d iğ e rle ri s izi s i­
lah altına ça ğ ırıyo r ve yabancı m üstevlilere karşı dövüşm ek üzere hazırlıyo rla r: fa ka t bunlar
da. ülkenizin ida re sin i ke n d i elinize alm anıza. S ultanının tufeylilerine bağ ışla d ığ ı toprakları
ke nd in ize ayırm anıza, bu tarlalarda b uğ d a y ye tiştirip b eslenm enize izin vermezler. Ve yarın,
e c n e b i serm aye d a rla r efendilerinize daha iy i barış şartları te k lif ederlerse, şim d ik i ö nd e rle ­
riniz, ecne b ile rin yardım ıyla, sizi y in e tıpkı ecnebi ordularının işg a li altın d a b ulu n an y e rle r­
d e k i a ra z i sahiplerinin ve e s k i m em urların ya ptığ ı g ib i zincire vuracaklar... A n a d o lu K öylüle­
ri! Yabancı istilacılarla döğüşm ek üzere, şim diden K e m al P aşanın b u yru ğ u altın a ç a ğ rıld ı­
n ız : fa ka t b iz aynı zam anda, P aşalar İtila f yağm acılarıyla b arış y a p s a la r bile, y a ln ız b a şın ı­
za sa vaşa d eva m edebilm ek için, ke nd i halkçı ve kö ylü p a rtin izi kurm aya ça lıştığ ın ızı b iliy o ­
ruz. " (Degras'tan aktaran M. Tunçay, TSA, s. 209-211)

27
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TK P

tarya partilerinden farklı doğuş ve gelişme koşullarına sahip olacaktır ve


ağırlıklı olarak Komintern’in işaret ettiği özellikleri taşıyacaktır.” (s. 122.
ikinci Baskı, Haziran 1996)
Bu değerlendirme TKP tarihinin tam bir çarpıtılmasını anlatmaktadır.
Her şeyden önce burada belirtilen “köylü partisi" muhtemelen, Ankara’da
kurulma hazırlıkları yapılan THİF’dir. TKP ise, bu tarihten çok önce, bu
kitapta da yer verildiği gibi, 14 Temmuz 1919’da TKP kurucu komitesi ku­
rarak Komintern'e üyelik kaydını yaptırmış bulunuyordu. Bu nedenle, en
azından Komintern’in, TKP’nin komünist kimliği konusunda bir tereddütü
yoktu.
Adı geçen kitapta TKP ile ilgili diğer bir çarpıtma ise, TKP’nin “de­
mokratik devrimi” savunduğudur. TKP’nin köylülüğü temel alması olum-
landıktan sonra şunlar söylenmektedir:
“Kurtuluş savaşının bir demokratik devrimle tamamlanabilmesi için, gene
köylülüğün temel taleplerinin eksiksiz karşılanmasının zorunlu olduğu
vurgulanmaktadır: 'Memlekete dalan yabancılara karşı kurtuluş savaşının
başarıyla, demokratik devrimle sonuçlanabilmesi için, bu toprakların köy­
lülere mutlaka verilmesi gerekir...' ” (agk, s. 124)
Elinizdeki kitapta, TKP’nin programı ve programa temel' olan Birinci
Kongre belgeleri yayınlanmıştır. Okuma yazması olan herkesin görebile­
ceği gibi, burada ne "demokratik devrim’’den, ne de “asgari prograrrV’dan
sözedilmektedir. Yazarların görüşlerine kanıt gösterdikleri alıntı ise,
TKP’nin görüşlerini tahrif eden bir derlemeden alınmıştır.* Alıntının yapıl­
dığı Mete Tunçay’ın Türkiye’de Sol Akımlar kitabında yer alan satırlar,
orada da açıklandığı gibi, ikinci ve üçüncü elden kaynakların özetlenme­
sinden ibarettir. Mete Tunçay, daha sonra “Eski Sol üzerine Yeni Bilgiler”
(ESYB) kitabında ise, orijinal kaynaklara yer vermekte ve tam da sözü
edilen konuda eksikliği giderdiğini söylemektedir. Bu kitaptan yazarların
habersiz olduğu da söylenemez. Çünkü, TSET kitabının yayınlamş tari­
hi 1996 (1. Baskı, 1994), oysa ESYB kitabının yayınlanma tarihi 1982’dir.
Bu kitaba bakma zahmetinde bulunmadan, TKP konusunda iddialı laf
edenlerin ise, ciddiyetinden söz edilemez.
Aynı kitapta, TKP kuruluşuna ilişkin başka çarpıtmalar da yapılmak­
tadır. Burada tüm bunlara yanıt vermek olanaklı değil, biz çarpıcı bir ör­
nek vermekle yetineceğiz. TKP ile ilgili yapılan çarpıtmaların başında ge­
leni, Mustafa Suphi’nin 1920 Ocak’ında Yeni Dünya’da yayınlanan,
“BMM Hükümeti ve TKP" başlıklı bir makalede söylediği sözlerdir. Bütün­

* Bak, Mete Tunçay, Türkiye'de Sol Akımlar (3. Baskı 1978), s. 218-224 arası.

28
SUNUŞ

lüğünden koparılarak, TKP’nin "iktidar perspektifinden yoksunluğu”na,


“uzlaşıcflığına kanıt gösterilen paragrafta şunlar söylenmektedir:
“Memlekette, mazlum ve işçi, fakir ve işsizler çoğunluk teşkil etseler de, sa­
nayiin ilkel bir halde olması nedeniyle, amelenin proleter teşkilatına sahip
olmadığı ve buralarda toplanmış olmadıkları görülmektedir. Ve yine bu iti­
barladır ki, Komünist Fırkası, mevcut koşullarda devrimi yapacak ve idare­
yi ele alacak büyük bir hükümet partisi şeklinde/niteliğinde ortaya atılamaz.
...Demek ki toplumsal devrim karşısında Türkiye Komünist Fırkası’na dü­
şen görevi, yağmacı emperyalizmin bütün baskılarına rağmen ayaklanıp
varlıklannı ispat eden Anadolu ayaklanmacılarına ve ayaklanmacıları tem­
sil eden Büyük Millet Meclisi Hükümetine samimiyetle yardımcı olmak ve
Anadolu'daki bu hareketi doğunun diğer mazlum ve medeni millet ve hükü­
metlerine bir örnek olarak göstermek olarak özetleyebiliriz." (Mustafa Sup­
hi, Yaşamı, Yazıları, Yoldaşları, Sosyalist Yay. s. 95, 1992)
Bu aktarmayı yapan TSET yazarları, üst perdeden şu değerlendir­
meyi yapmaktadır: “Burada söylenenlerin, komünistlerin bağımsız siyasi
bir inisiyatifle kurmaya çalışacakları bir demokratik hükümetin asgari he­
defleri olarak yorumlamak olanağı yoktur.” (TSET, s. 136)
Yukarıda aktardığımız Mustafa Suphi’nin değerlendirmeleri, birçok
grup ve kişi tarafından da çarpıtılarak aktarılmaktadır. Birincisi, bu değer­
lendirmeler, Mustafa Suphi’nin ulusal kurtuluş savaşının başlangıcındaki
(1920 başı) tutumunu ifade etmektedir. Bu anlamda bu değerlendirmeyi
TKP’nin tutumu olarak nitelemek doğru olmaz. İkincisi, Mustafa Suphi bu
yazısında, Anadolu’daki hareketin Bolşevizm’in ve Ekim Devrimi’nin doğ­
rudan etkisiyle ortaya çıktığını, bu ve Doğu’daki diğer ulusal kurtuluş ha­
reketlerine Komintern’in koyduğu esaslar üzerinden bakılması gerektiğini
söyleyerek tutumunu belirlemektedir. Yukarıda aktarılan alıntının hemen
üstünde, komünist hareketin, bir azınlığı temsil etse de, Komünist Enter­
nasyonalin bir parçası olarak görevinin, “yeryüzündeki toplumsal devri­
min" başarılması olduğunu ifade etmektedir. Üçüncüsü ve en önemlisi ise,
yazının tümü esas alındığında, komünist hareketin zayıflığının giderilme­
sinin önemine işaret edilmekte, kolay yoldan başarı kazanmanın olanak­
sızlığının altı çizilmekte ve komünistler sorumluluğa çağrılmaktadır. Yuka­
rıdaki alıntının altında, “bunun dışında, Türkiye Komünist Fırkasfmn hal­
ka karşı bir çok borçları ve sorumlulukları vardır" denilerek, yazı şu cüm­
lelerle bitmektedir:
“Aydın ve devrimci gençlerimiz, beyaz yakalı frenk gömleklerini ve parlak
kılınçlarını omuzlarından atarak eli nasırlı mazlum halkımızın arasına gi­
rerler ve Komünist Fırkası saflarında bütün yaşam ve varlıklarını çaresiz,

29
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TKP

talihsiz işçi ve çiftçilerimizin açlık, karanlık ve kulluktan kurtulmaları yo­


lunda feda ederlerse halkımız gerçek ve toplumsal devrime doğru yükse­
lecek, memleketin yağmacılar elinden kurtulması sağlanacak ve böylece
komünistler doğuda büyük bir işçi partisinin temsilcisi sıfatıyla uluslarara­
sı devrimciler arasında saygın bir yer tutmaya hak kazanacaktır. ...Yuka­
rıda gösterdiğimiz esaslara aykırı olarak büyük teşebbüsler peşinde, he-
gemonyal işler görmek ve hazıra konmak isteyen herhangi bir komünist,
mensup olduğu fırkanın takip ettiği yoldan çıkan ve böylece fırkaya itaat
etmeyen bir başıbozuktur. ” (agy, s. 95-96)
Bu değerlendirmelerin toplamı, kimilerinin iddia ettiği gibi, Mustafa
Suphi’nin kendi konumu konusunda "gerçekçi” olmadığını değil, tam ter­
sine ne derece gerçekçi olduğunu ortaya koymaktadır. Mustafa Suphi,
bu yazıda kolay yoldan başarının olanaksız olduğuna, 3ma bağımsız
kimliğin korunması, hareketin önderliğinin kazanılması ve ulusal kurtuluş
hareketinin “toplumsal devrim” düzeyine yükselmesi için, komünistlerin
ne kadar çok çalışması gerektiğine dikkat çekmektedir.
Türkiye’deki Devrimci Gruplar Program-Strateji
Sorununda Şefik Hüsnü TKP’sInin İzinde Yürüyor
Ş. Hüsnü TKP’si, mevcut burjuva egemenliğini karşısına alan dev­
rimci bir hareket değil, burjuva demokratik devrimi tamamlama misyonu­
nu burjuvaziye bırakan, kendine ise, soldan muhalefet yaparak burjuva­
ziyi teşvik eden, "Yeni devlet makinasının eksikliklerini tamamlama”yı
misyon olarak benimseyen bir partiydi. Başta 1926 Programı olmak üze­
re, Ş. Hüsnü’nün dile getirdiği görüşler, TKP’nin kuruluş ilkelerinden bir
geriye düşerek kopuşu ortaya koymaktadır. O bu görüşlerini defalarca di­
le getirdi; şu kısa değerlendirmeler bile onun Kemalist burjuvazi karşısın­
daki konumunu yeterince aydınlatıyor.
“Gelişen burjuva devriminin henüz sona ermediğini unutmamak ge­
rekir" diyen Ş. Hüsnü, bu değerlendirmenin doğal sonucu olarak, burju­
vazinin bir kısım tereddütler taşıdığını söylüyor ve işçi sınıfının misyonu­
nu şöyle belirliyordu:
“Bu tereddütleri gidermek, Cumhuriyet Hükümetini ileri atılmaya teşvik et­
mek ve zorlamak bulunduğumuz dönemde işçi sınıfının ihmal edilemeye­
cek bir görevidir." (işçi Sınıfı Cumhuriyet Hakkında Ne Düşünüyor, Aydın­
lık, 21 Mayıs 1924. Ş. Hüsnü, Yaşamı, Yazıları, Sosyalist Yay. s. 150)
“Kazanılmış haklan eylem ve uygulama alanına aktarmak için birinci ve
üçüncü siyaset (Kemalistler ve sosyalistler-Red) uzun süre el ele hareket
edebilecek..." (Ş. Hüsnü, Seçim ve Yoksul ve Orta Halli Sınıflar, Agk,
s. 139)

30
SUNUŞ

“Bütün geri ülkelerde burjuva halkçılığını eylem alanına çıkarmak ve de­


rebeylik artık ve döküntülerini silip süpürme işini, henüz kapitalist/eşme-
miş genç burjuvazinin üstüne alacağı deneyle sabit olmuştur. ” (Ş. Hüsnü,
Türk Burjuvazisinin Aile Kavgaları, Agk, s.156)
Bu yaklaşım doğal olarak onun programatik bakışını da belirliyordu.
Nasıl ki, 1928 Programı, III. Enternasyonal açısından Leninist devrim an­
layışından köklü bir kopuşu ifade ediyorsa, bu kopuşu hemen tüm sek­
siyon partilerinde de görmek olanaklı. Bunun en somut ifadesini, 1920
TKP Programı’nın yerine geçirilen ve III. Enternasyonal Yürütmesi bakı­
mından hiçbir değişiklik yapılmadan benimsenen, Şefik Hüsnü’nün mi­
marı olduğu, adına “Çalışma Programı" denilen 1926 Programı'nda gö­
rüyoruz. Değişiklik ise, en çarpıcı bir şekilde, emperyalizm ve enternas­
yonalizm kavrayışında, asgari program fikri ve iki aşamalı devrim anlayı­
şının yeniden hortlatılmasında görülüyor.
Program’ın iktidarın niteliği, sınıf bileşimi ve görevlerinin anlatıldığı ilk
maddesinde şunlar söyleniyor:
“Türkiye Komünist Partisi, Komünist Enternasyonalin bir şubesi sıfatıy­
la...Böylece ve aynı zamanda işçi ve köylülüğün bir sovyet idaresi şeklin­
de kendi diktatörlüklerini gerçekleştirmek için gerekli şartları hazırlar. An­
cak böyle bir diktatörlük, burjuva halk devriminin görevlerini yerine getire­
bilir (=Ancak bu diktatörlük milli demokratik devrimi gerçekleştirebilir) ve
bu devrimin kazançlarını düzenleyebilir."(TKP 1926 Programı. Ş. Hüsnü,
Yaşamı ve Yazıları, s. 255, Sosyalist yayınları)
“Burjuva halk devrimi” kavramı, tam da bu dönemden sonra, sadece
TKP'nin değil, ardılı solu da burjuva demokrasisine bağlayan tılsımlı bir
sözcük olarak işlev gördü.
Şefik Hüsnü, 1928 Programı'nın benimsendiği, Fahri takma adıyla
delege olarak bulunduğu Altıncı Kongre’de program tartışmaları sırasın­
da yaptığı konuşmada, adeta 1920 Programı'nın neden değiştirildiğini
izah ediyordu. Bu konuşmada, bir yandan Türkiye’de proletaryanın bazı
Balkan ülkelerinden de gelişkin olduğunu; ama öte yandan da, TKP'nin
önceki dönemde “sekter" ve “aşırı sol” hatalar işlediğini söylüyordu:
“Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi'nin ayrıntılı raporunda da
açıkça anlaşılacağı gibi, Türkiye'deki proletarya kitleleri hatta bazı Balkan
ülkelerindekinden bile hem biraz daha gelişmiştir hem de hatta sayıca da­
ha büyüktür." (3. Enternasyonal de Devrim Aşamaları, s.127. Dönüşüm
Yay.)
“Bunların yanı sıra, (TKP-Red) sadece çok gelişmiş kapitalist ülkelerde
atılabilecek şiarlar atarak, başka aşırı sol hatalar da işledi. Türkiye bir

31
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TKP

burjuva devriminden geçmiştir. Ne var ki, bu devrim, burjuva-demokratik


devrimin bütün görevlerini çözmemiştir....İşte bu yüzden, Türkiye prole­
taryasının önünde ancak, işçi-köylü diktatörlüğünden proletarya diktatör­
lüğüne geçme görevi durabilir.” (agk.s.130-31)
Şimdi tüm bunlardan sonra, “Şefik Hüsnü revizyonizmi”ne ateş püs­
küren ve Mustafa Suphi TKP’sinin mirasçısı olduğunu iddia edenlerin,
program sözkonusu olduğunda, gerçekte kimin izinde olduklarını ve bu­
nun enternasyonal çapta kaynaklarını görmek zor olmasa gerekir. Şefik
Hüsnü oportünizmini reddettiğini, ama III. Enternasyonal e tüm tarihi bo­
yunca sahip çıktığını iddia edenlerin kendi içinde tutarlı olması için, ger­
çekte III. Enternasyonalin Lenin sonrası kavrayışıyla hesaplaşmaları ge­
rekiyor. Gerçek olan şudur ki, TKP mirasçısı olduğunu iddia edenler bu­
gün demokratik devrim program ve stratejisini savunanlar, demokratik
devrim stratejisinin yerine “sosyalist devrim i geçirerek, “Bağımsız sos­
yalist Türkiye’yi bir yenilik olarak sunanlar, 1920 TKP’sinin değil, ne ka­
dar aralarına farklılık koyarlarsa koysunlar, yöntemsel yaklaşım ve so­
nuçlar bakımından Ş. Hüsnü’nün izinde yürümektedirler.
***

Bu kitabı yayınlamakla, komünist hareketin bu topraklardaki köklerin­


de açıklığa kavuşma sorununda önemli bir adım attığımız görüşündeyiz.
Kitap, günümüz Türkçesine uygun olarak dili sadeleştirilen, orijinal haliy­
le çeşitli kaynaklarda yayınlanmış TKP Kuruluş Kongresi belgelerinden,
1920 Temmuzunda Ankara-Eskişehir merkezli TKP’nin iki temel belge­
sinden, Mustafa Suphi’nin bazı konuşma ve yazıları ve Mustafa Suphi
portresinden oluşmaktadır.
Kitabın yayınlanmasıyla birlikte, üstü örtülen komünist geleneğimizin
temel taşı olan belgeler, herkesin anlayacağı bir dille yeniden devrimci
militanların ilgisine sunulmuştur. Komintern’in, onun üyesi TKP’nin izi
üzeriden, devrimci önderlik eksikliğini giderme amacındaki komünistler
için, TKP belgeleri önemli bir silahtır. Bunun hakkını vermek, köklerimize
dayanarak, onların eksikliğini ve zaafını aşmak ise, günümüz komünist­
lerinin başlıca görevini oluşturuyor.
Tohum Yayıncılık
Eylül 2003/ İstanbul
ü stü ö r t ü len
GELENEĞİMİZ: TKP
-Belgeler-
B ü t ü n D ü n y a İşç ileri B i r l e ş i n i z !

TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ PROGRAMI


(1 9 2 0 yılında, 1 0 -1 6 Eylülünde Bakü’de toplanan Türkiye Komünist
Örgütleri Birinci Kongresinde kabul edilmiştir)

İLKE VE ESASLAR
1. Sınır ve ulus tanımayan fabrika sanayinin yeryüzünde orta­
ya çıkışı ve hakimiyeti ile küçük ve ulusal sanatlar ortadan kalkma­
ya başladıktan sonra, sermaye, fabrika sanayine sahip olan burju­
vazinin elinde yoğunlaşarak genel/egemen bir hal alıyor. Sanayi
üretim, kişisel girişim özelliğini kaybederek, yeni ortaya çıkan eko­
nomik koşullar, üretimin şahsi mülkiyetten ortak mülkiyete geçm e­
sini kolaylaştıracak bir durum alıyor. Böylece Avrupa ve Ameri­
ka’da üretim, birçok büyük şirketler, tröst ve karteller aracılığıyla
"sermayedarlar tekeli" haline gelince, bu ülkelerde ekonomik güç
gibi siyasal egemenlik de fabrika sahipleri, bankerler ve büyük
mülk ve toprak sahipleri eline geçiyor ve bu sömürücü ve hırs sa­
hibi sınıflar, bütün insanlığın geleceğiyle oynamaya başlıyor. Küçük
sanatkarlar, işlerini geliştirmekten, köylüler, topraklarını işletmek­
ten aciz bir halde yaşamın en ağır gereksinimleri altında eziliyorlar
ve giderek yoksullaşarak kol kuvvetlerini iş pazarına çıkararak fab­

34
T K P PROGRAMI

rika ve kara toprak gündelikçileri haline geliyorlar. Böylece günde­


likçiler (proletarya) sürekli olarak şehir ve köylerde artarak, fabrika
sahibi ve gaspçı sermayedarlara karşı düşman bir sınıf haline geli­
yor ve sınıfsal bir his ve terbiye ile faaliyetlerinde örgütlülüklerini
giderek güçlendiriyorlar. Hükümeti elinde tutan zengin sınıf ise,
mükemmelleşmekte ve mükemmelleşerek güçlenmekte olan işçi
halka karşı baskılarını artırdıkça artırıyor.
2. Avrupa ve Amerika'da ortaya çıkan sermaye tekelinin etra
fındaki mali ve itibari işlemlerin hayret verecek tarzda artması, so­
nuçta sanat, ticaret ve genellikle banka sermayesinin de artarak
büyümesi ve metropollerde yoğunlaşması, itibar tahvillerinin toplu
miktarda piyasaya sürülmesine neden olarak sermaye uluslararası
dolaşıma giriyor.
Sömürgeciliği gündeme getiren sermayenin içinden geçtiğimiz
döneminde ise, bütün dünya piyasaları gibi, ülke ve ulusların ser­
mayedar devletler arasında görünüşte değişik nedenlerle paylaşıl­
dığı görülüyor. Gerek başlangıçta ve gerekse doğrudan doğruya
savaş aracılığıyla amaca ulaşmak için kara ve deniz savaş kuvvet­
lerinin büyük miktarda artmasından oluşan militarizmin ortaya çı­
kardığı harcamalar o derece büyüyor ki, bu yolda daha fazla artı­
şa, halkın daha fazla sabrı kalmadığı gibi, tutulan bu yoldan serma­
yenin geriye dönmesi de olanaklı değildir.
Karanlık ve açlık içinde yaşayan milyonlarca insanı bu sefalet­
ten kurtaracak ve uygarlığı yeryüzünde yaymaya ve yerleştirmeye
hizmet edecek olan milyarlar değerindeki bu teknik ve üretici güç­
lerin yokedildiği, bir kenara atıldığı bu dönemde, Türkiye ve İran
gibi yarı-sömürge ve Hindistan gibi tam sömürge durumunda olan
zayıf ve yoksul ülkelerin -emperyalist devlet ve ülkelerin çıkarları­
na uygun olarak- ekonomik ve uygarlıkça tahrip edilmesine ve esir
alınmasına doğru düzenli bir şekilde ilerleniyor. Bu gibi ülkelerde
çıkış noktaları oluşturacak kara ve deniz yollannın ele geçirilmesi
etrafında olağanüstü ve dünya çapında savaşlar ve facialar ortaya
çıkarılıyor ve böylece, bir veya diğer ulus ve ülkelerde yaşayan mil­
yonlarca işçi ve köylü sefalet içinde yokediliyor. Ki, bütün bu du­
rumlar, sermayenin en son yarım yüzıldır ortaya çıkardığı yayılma­

35
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TK P

cılık devrinin (emperyalizmin) doğrudan sonuçlandır.


3. Sermaye sınıfı, üretimi tekelci hale getirmekle maddi bakım
dan gücünün ve geleceğinin en yüksek sınırına varmış ve fakat ay­
nı zamanda ortaya çıkışında sahip olduğu üretici güçlerdeki geliş­
tirici özelliğini kaybetmiştir. Burjuvazinin ortaya çıkış devrinin baş-
langıçlannda serbest dolaşım ve rekabet, insanlar arasında girişim
ve yardımlaşmaya yardım etmiş, üretim ve nakil araçlarının geliş­
mesi millet ve ülkeler arasında iletişimin gelişmesine hizmet etmiş
ise de, şimdi üretim birimlerinin birleşmeleri ve sermayenin eko­
nomik alanda mutlak hakimiyetini sağlayacak şekilde ortaya çıkan
tekelleşme, tam bir hakimiyete ve zorbalığa neden oluyor. Bu te­
kellerin eline geçen kara ve deniz yolları ise, ucuza alınan ham­
maddeleri, kalitesiz ürünler haline getirerek satan büyük soyguncu
çetelerinin mallarının taşınmasından başka bir işlev görmüyor.
Doğrusu sermayenin son mutlu döneminde Avrupa ve Ameri­
ka’da ortaya çıkan ekonomik bunalımlann önü alınmayarak üret­
ken işçilerin tekelci hakimiyet altında ezilip azaltılmasına çalışılma­
sı; Asya ve Afrika’nın geri kalmış ülkelerinde küçük üretimin imha
edilerek, yerine büyük ölçekli üretimin geçirilmemesi ve sanayinin
ortaya çıkması ve gelişmesi ile sıkı bir ilişkisi olan tarımın bu yüz­
den geri kalması; aynı zamanda uyuşturucu, fahişelik ve hurafeliği
besleyen her türlü kurumların ortaya çıkması; dolayısıyla halkın
ekonomik ve uygarlık bakımından gelenek ve ahlaki olarak aşağı­
lanmasına çaba sarf edilerek, nüfusun kısmen oldukları yerde or­
tadan kaldırılmasına, kısmen ise, başka ülkelere göç etmesine ne­
den olunması; sonuç itibarıyla insanlık aleminin büyük bir kısmını
temsil eden bu memleket ve ülkelerde sağlıklı yaşam ve uygarlık
bakımından gelişme olasılıklarını tamamen ortadan kaldırmakta­
dır. Bütün bunlar geçmişte Avrupa ve Amerika’da mevcut uygarlı­
ğın doğmasına yol açan kapitalizmin son döneminde, artık kendi
yarattığı uygarlık ürünlerin de ortadan kaldırarak tamamen gerici
ve yıkıcı bir içeriğe büründüğünü ispat etmektedir. Sermaye ege­
menliği koşullarında, tarihin bu cereyanını durdurmak veya geriye
çevirmek mümkün değildir.
4 - Burjuvazinin üretim araçları nasıl derebeylik dönemindeki

36
TKP PROGRAMI

tarihi şartlar için ortaya çıkmış, eski yaşayış biçim ve kanunları zu­
lüm ve sefaleti artırmaya neden olduğunda, bu devir nasıl kendili­
ğinden yıkılıp gitmiş ise, şimdiki burjuva egemenliğini yıkacak ne­
den ve dinamikler fazlasıyla artarak tüm toplumu sarsmış bulunu­
yor. Aslında yukarıda ortaya konulduğu gibi, tekelciliğin bütün bo­
yutlarıyla ekonomik bir hakimiyeti ve keyfi bir baskının egemenli­
ğini sürdürmesi, bunun sonucunda ortaya çıkan her türlü savaş ve
bunalımın sadece mal ve insanları değil, üretimi sürdürecek bütün
çözümlerin de bozulup ve ortadan kaldırılması, büyük mülkiyet ve
birikim haklarının, bu haklara sahip olmayan insanlık kitlesinin bi­
rikmiş değerlerinin korunmasına da engel olunmasını ve bununla
beraber, işçi sınıfı bir taraftan açlık ve sefalet içinde yok edilirken,
diğer taraftan eski düzeni ayakta tutmak için zorla işletilip silahlan­
dırılması suretiyle, yıkıcı-düşman kuvvetin kendiliğinden yetişip or­
taya çıkması, artık sermayenin ve burjuva yönetim biçiminin ve
hukukunun toplumun gereksinimlerini tatmin etme güç ve yetene­
ğine sahip olmadığını göstermektedir.
Yıkılan Rusya imparatorluğu topraklarında kalıcı olarak, Al­
manya, Avusturya, Macaristan ile Asya’nın bazı ülkelerinde kısmi
ve geçici olarak da olsa, işçi ve yoksul köylü halkın hakimiyeti ele
alması, İtalya, İngiltere, Fransa ve Amerika proletaryalarının ise,
bu harekete yönelişleri, yeryüzünde burjuva egemenliğinden pro­
letarya iktidarına geçiş devrini temsil eden toplumsal devrimin baş­
ladığını somut ve açık kanıtlarla ortaya koymaktadır.
5- Sınıf çatışması olarak özetlenebilecek olan işçi ve yoksul
köylü devrimci hareketinin asıl özelliği, bu hareketin toplumsal ve
enternasyonal karakterde olmasıdır. Dünyanın herhangi bir ülke­
sinde yaşayan, herhangi bir ulusa mensup işçilerin kapitalistlere
aynı biçimde mahkum olmalan ve onlar tarafından ezilmeleri, ara­
larındaki dini, vatani ayrılığı son planda bırakarak, birleşmiş karar­
lı ve devrimci -uluslararası- bir ulus doğmasına yolaçıyor.
6- Bugün yeryüzünde ulus ve devlet halinde yaşayan toplumsal
oluşumların her birine mensup işçi, yoksul ve köylü kesimlerinin,
burjuvazinin saldırganlığını temelinden yıkmak üzere son ve kesin
kararlılık ve hazırlıkla sınıf savaşına girişmeleri, enternasyonal bir

37
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TK P

hareketi doğurmakla birlikte, ulusal çerçevede büyük fedakarlıkla­


rı gerektirmektedir; ki bu fedakarlıklar, ilerde üretimin özgür ve or­
taklaşa esaslarda kurulmasıyla uygarlık ve refah açısından açıkça
telafisi mümkün fedakarlıklardır.
Kendi çerçevesi ve ulusu içinde bu fedakarlığı göze alamayan­
lar, uluslararası faaliyete girişme yeteneğini kaybederler. Sosyoloji
ile devrimci sosyalizmi birbirine karıştırıp barışı ve barış içinde bir­
likte yaşamayı bir sonuç değil, belki bir araç olarak kullanmak is­
teyen hain sosyalistler, son ve kesin kavgaya gevşek bir içerik ver­
mekten ve aynı zamanda devrimi burjuva saltanat ve egemenliği­
ne satmaktan başka bir şeye hizmet etmiş olmazlar.
7- Ezilen işçiler, kapitalistlere karşı sınıf çatışmasına girişince
karşılarına bütün dünya burjuvazisinin varlığının dayanak noktası
olan “mülkiyet” sorunu çıkıyor. Aslında bir hak değil, bir hurafe
olan bu kurumun yıkılması ve toplumsal yapıda varolan üretim
araçlarının devlete aktanlmasıyladır ki, kapitalizmden doğan poli­
tik ve ekonomik her türlü zulüm ve baskılar ortadan kalkmış ve in­
san toplumunda kendi emeğiyle yaşayan her bireyin yaşam hakkı
ve yaşama katılımı sağlanmış olacaktır; yani komünizmin kurulma­
sı ve sömürücü, gaddar ve yayılmacı şahıs ve devletlerin ortadan
kaldınlması gerçekleşmiş ve nihayet bireyler gibi uluslar arasında
da tam anlamıyla “insanlararası” ve “uluslararası” kardeşlik, birlik
ve adalet şiarları yaşam bulacaktır.
8- Toplumsal devrim gibi devrimin burjuvaziye karşı galip gel­
mesi ve zafer kazanmasından doğan komünizm uygulaması da
dünya çapında bir içerik taşır. Tarih gösteriyor ki, yeryüzünde ya­
şayan toplumsal oluşumların bir kısmı derebeylikten burjuvazi dö­
nemine yeni giriyor. Diğer kısmı burjuva devrine girmiş, proletar­
ya hareketinin değişik evrelerini yaşıyor. Üçüncü bir kısmı ise, bur­
juvazi döneminden, proletaryanın egemenlik dönemine geçmiş
bulunuyor. Ulusların içinden geçmekte oldukları ekonomik gelişi­
min, tarihi ve politik koşulların, toplumsal devrimin bir an evvel
başlaması ve yaygınlaşmasında, büyük bir ilişkisi olmakla birlikte,
devrim başladıktan sonra, ulus ve ülkeleri birbirinden ayırmak doğ­
ru değildir. Bugün proletaryanın egemenlik dönemine ayak basmış

38
TKP PROGRAMI

Rusya’da komünizm icraat ve uygulamalarının başarısı ekonomik


olarak ilerlemiş diğer batı ülkelerindeki toplumsal devrimin ortaya
çıkışına bağlı olduğu kadar, bütün batıda yaygınlaşacak komünizm
uygulamasının da ekonomik olarak daha farklı evreler gösteren
doğudaki devrimci hareketle ilişkisi çok önemli ve yaşamsaldır. Do­
ğu ve batıdaki bu hareketler dünya ekonomisinin özünde burjuva
saltanatı ve yayılmacılığın tekelci bir karakter almasından dolayı,
birbirlerinden doğar ve birbirlerini tamamlarlar.
9- Genellikle doğu ülkelerine oranla politik ve ekonomik ba­
kımdan oldukça gelişmiş olan Türkiye’de, fabrikacılık tam anlamıy­
la gelişmemiş ve memleketin değişik yerlerine serpilmiş bazı fabri­
kalar olmasına rağmen, bu fabrikaların ve şehirlerin etrafında ge­
lişkin ve toparlanmış bir proletarya oluşmamıştır. Türkiye, bugün
Avrupa ve Amerika’ya gönderilen ham madde ve madenleri çıka­
racak ve bunları bozulmaktan kurtarıp kolaylıkla taşıyacak sanayi
yapısıyla, maden ve ulaşımda çalışan yüz binlerce küçük üretici ve
yoksul işçilerin, tarla ve bahçelerde sabahtan akşama kadar alın te­
ri dökerek en zorunlu gereksinimlerini temin etmekten yoksun ka­
lan köylülerin, dünyaya hakim hükümet ve devletlerin yumruğu al­
tında ömürleri tükenen milyonlarca işçi ve köylüden oluşan asker­
lerin ve en son, şehir ve köylerde her türlü üretim araçlarından
yoksun işsiz ve gelecek ümidini kaybetmiş bir yoksul sınıfın yaşa­
dığı bir ülkedir.
10- Yedi yüz yıllık ekonomik ve politik yaşamında, ocak devri­
ni atlatarak birçok hükümet iyileştirmeleri ve düzenlemeleriyle kar­
şı karşıya gelen ve bugünkü yönetim biçimi ve tarzıyla burjuva de­
mokrasisine ayakbasmış olan Türkiye’de sınıf savaşı, ilkel gelişim
dönemini yaşamaktadır: Bugün Türkiye’de egemen ve yağmacı
Antanta devletlerine karşı devam eden ulusal kurtuluş hareketine
yoksul sınıfların katılması, “düşmanın düşmanı” ile, yani yabancı
kapitalizmin egemenliğine karşı, kendi içindeki vurguncu ve yağ­
macı küçük burjuvazi ile birlikte savaşım içeriğine bürünmektedir.
Kendi topraklarında yalnız maddi çıkarlara dayanan bir ilişki kuran
Avrupa ve Amerikan burjuvazisinin, Türkiye gibi yaşam ve ekono­
mik olarak zayıf ülkelerin her türlü korunma sınırlarını yıkarak, bu

39
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TKP

ülkeleri kendilerine gelir getiren birer çiftlik ve buralarda yaşayan


insanları yalnız üzerinde oynanmaya mahkum birer hayvan sürüsü
haline koymaları, bu ülkelerde genel olarak Avrupa ve Amerika
sermayesine karşı büyük bir düşmanlığın doğmasını sağlamıştır.
Bununla birlikte bir taraftan emperyalistlere karşı yürütülen sa­
vaşın devamı, diğer taraftan özellikle toplumsal devrimin Avru­
pa’da yayılması, sınıf bilincinin olgunlaşması ve gelişmesini önem ­
li biçimde etkileyerek Türkiye’deki hareketlerin toplumsal bir içe­
rik almasına yardım etmekte ve sosyalizmi temel alan işçi ve yok­
sul köylü şuralar cumhuriyetinin kurulmasına uygun şartları hazır­
lamaktadır.
11- Türkiye Komünist Partisi, yukarıda ortaya konulan esasla­
ra uygun olarak, son dönemin, insanlık alemine yeni ve bütün an­
lamıyla özgür yaşam vaadeden toplumsal devrim dönemi olduğu­
na inanır ve herşeyden önce bir ‘yoksul köylü ve işçi’ partisi, dün­
yanın diğer komünist partileriyle beraber Üçüncü Enternasyo­
nali oluşturarak ve onun uluslararası burjuvazi ile savaşımında ak­
tif bir parçası olarak yer alır. Türkiye Komünist Partisi bütün gü­
cünü işçi halktan almakla beraber, uluslararası kardeşlik ve birlik
hareketinin önderi olarak halka zafer ve devrim yollarını gösterir.
Yeni bir yaşamın oluşturulmasında yol gösterir.
Hükümet Biçimi
1- Mutlaki idarelerde işçi halk, baskıcı hükümdar ve memurla­
rın zulmü altında ezildiği gibi, demokratik denilen burjuva demok-
rasisilerinde de iktidar, parlamentarizm ve halkçılık adı altında ay­
rıcalıklı tabakalar, yine vali ve hanların temsil ettikleri zenginler
elinde tekelci bir yönetim haline geliyor. İşçi ve yoksul köylü sınıf­
lar, ayrıcalıklı sermaye sınıfının çıkarlarına alet oluyorlar.
2- İşçi ve köylü şuraları Cumhuriyeti ise, emek sarfetmeksizin
yaşayan asalak sınıflar hariç olmak üzere, halkın çoğunluğunu et­
rafında toplayarak, işçilerin kapitalistler tarafından soyulmasına
son verecek her türlü çareyi sağlar. Şuralar Cumhuriyeti’nin devlet
ve Kızıl Ordu örgütleri, kapitalizm ve emperyalizmin proletarya sı-
nıflanyla, ezilen ulusları saran esaret zincirlerini kırarak, dışarıda

40
TKP PROGRAMI

uluslar arasındaki kardeşliği genişletme, içerde ise, bütün varlığıy­


la yoksul ve işçi halk arasında uygarlık ve yaşam koşulları bakımın­
dan yeni bir dönem açma hedeflerine bağlı bir iktidarı ifade eder;
(Şuralar Cumhuriyeti) sınıfları ortadan kaldırıp, her türlü savaş ve
boğazlaşmayı, özgür, aydın ve mutlu bir geleceğe doğru götürecek
olan kapitalizm ve komünizm arasındaki geçiş dönemine ait geçi­
ci bir devlet biçimidir.
3- Parti, halkçılığın en yüksek biçimi olan işçi ve yoksul köyl
şuralar cumhuriyetinin yaratılması amacına dönük olarak, yorul­
maksızın çalışmak ve bunun için her şeyden önce eğitim ve pro­
paganda ile ezilen-sömürülen sınıfların hakimiyetlerini temsil eden
bu hükümet biçimini kendilerine sevdirmeyi görev bilir.

Ulus ve Din
4 . Sadece dini içerikteki terbiye, eğitim ve ibadet işlerini, her
ulusun dinsel topluluklannın kendi isteğine bağlı iç işi olarak görür.
Böylece, “vicdan hürriyeti” teminat altına alınacağı gibi, insanların
inançlarından dolayı kınanmasının da önüne geçilir.
5. TKP, kapitalizmin insanlık alemi üzerindeki zulüm ve ege­
menliğini yıkarak, kapitalist ilişkilerden doğan her türlü savaş ve
boğazlaşmaya son vermek ve bu suretle insanlık alemini barış ve
selamete erdirmek maksadını takip ettiğinden, dinlerin ve milliyet­
lerin insanlar arasında nefret ve düşmanlık doğuran gerici masal­
larına karşı savaşmayı görev kabul eder.
6. TKP, kapitalistlere ve bütün egemen sınıflara etki ve güç
sağlayan ve çeşitli ulusları temsil etme iddiası taşıyan dinsel kurum-
ların devletten ayrılarak, dinsel topluluklar halinde bırakılmasını sa­
vunur.
7. TK P değişik uluslara mensup devrimci işçi ve köylü sınıfları
arasındaki eski düşmanlıkları kaldırmak için, aşağıdaki en kesin çö­
zümlere girişir:
a) Dil ve kültür açısından her ulusun tam özgürlüğünü sağla­
mak ve (eşitsizlikleri telafi etmek üzere) herhangi bir ulusa özgü her
türlü ayrıcalığı ortadan kaldırır.
b) TKP devlet örgütlenmesinde farklı uluslara mensup işçi ve

41
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TK P

köylülerin şuralar cumhuriyetlerinin kurulmasını kabul eder; “öz­


gür ulusların özgürce birliği” esasında olmak üzere federasyon usu­
lünü tercih eder.
c) TKP, işçi ve köylü sınıfları da tamamen ayrı ve bağımsız y
şama isteğini ifade eden akımlara kapılmış olan uluslar arasında,
kanlı kavgalar çıkmasına yer vermemek için, bu gibi sorunların
“plebisit” usulüyle, genel oya başvurarak çözülmesi yolunda öncü­
lük eder.

Ekonomik Tedbirler
8 - TKP, bütün kaynak ve üretim araçlarını, kendi emeğiyle ya­
şayan üretici sınıfın ortak malı haline getirilerek, başkalarını çalış­
tırıp emek sarfetmeden yaşayan asalak sınıflara son verilmesini ve
bu suretle toplumda her bireyin üretime katılmasıyla refah ve mut­
luluğun artırılmasını temel amaç kabul eder.
9 - Parti bu amaca varmak için her şeyden önce, büyük üretim
yöntemiyle idare edilmekte olan kurumlann, iktidarı ele alacak iş­
çi ve köylü şuraları aracılığıyla çalışan sınıfın ortak malı haline ge­
tirilmesine taraftardır.
1 0 - Küçük üretim yöntemiyle idare edilen şehir ve köy sınıfla­
rına gelince, hükümet mali destek, ham madde ve sipariş vererek
bunların kalkınması ve aynı zamanda kendi denetimi altında olmak
üzere, üretim kooperatifleri etrafında toplanmaları çarelerine giri­
şir. Küçük üretici sınıfların üretim kooperatifleri aracılığıyla bir
merkezde toplanarak yardım görmeleri, bunların mal çıkarma güç­
lerini artıracağı gibi, diğer taraftan küçük girişimlerin büyük fabri­
ka sahibi olmalarına engel olarak, geri kalmış üretim biçimlerinin
sosyalizm temelinde daha mükemmel ve makinecilik yöntemine
dayanarak büyük üretim haline gelmelerine aracılık eder.
1 1 - Üretim gücünü artırmak ve işi düzenli bir hale getirmek
için, memleketin ekonomik faaliyetini genel bir plan içinde birleş­
tirip, çeşitli sanayi dallarını üretimin yoğunlaşacağı yerlerde topla­
mak suretiyle merkezileştirmek, başka uluslarla ekonomik ve siya­
si bağlantıların oluşturulmasına ve kurulmuş şuralar hükümetleriy­
le birlikte bir ekonomik plan düzenlenmesine çalışmak gerekir.

42
TKP PROGRAMI

İşçi Dernek ve Birlikleri


1 2 - Burjuva hükümetleri zamanında, 8 saatlik işgününe, ücre­
te, kadın ve çocuklara, sakat ve yaşlılara, korumasız kalan işçi ve
işçi ailelerine ait sosyal güvence sağlayan ve genellikle sınıfsal eği­
tim ve grev işlerini takip ve idare eden savunmacı ve devrimci bir
kurum olmakla beraber, toplumsal devrimin zaferini takiben de,
derhal düzenleyici ve üretici görevini yerine getirmelidir.
İşçi dernek ve birliklerinin, devrimi takiben üzerlerine düşen bu
görevin önemini kavrayarak işçi ve emekçi kitlelerin istisnasız ken­
di içlerine girmelerini sağlamalı ve üretici halk ile devrimci hükü­
meti birbirine sıkıca bağlayacak güçlü bir merkez haline gelmeleri
gerekmektedir.
1 3 - Ülke içinde üretim gücünün yükselmesi için istilacılığın
özelliklerinden olan sömürge ve kapitülasyon usullerinin kaldırıl­
ması ne derece gerekliyse, çeşitli üretim bölgeleri arasında su ve
demiryollarına, bilimsel üretim için çeşitli buhar ve elektrik uygula­
malarına aynlmış laboratuvarlara, üretim araç ve aletlerinin üretim
ve tamirine ayrılmış atölyelere de ihtiyaç vardır. Ki, Komünist Par­
tisi bunların Avrupa ve Amerika’daki işçi birliklerinin yardımı ve ni­
hayet toplumsal devrimin zaferi ile meydana geleceğine inanmak­
tadır.
1 4 - TKP, çalışabilecek bütün bireylere genel iş yükümlülüğü­
nün uygulanması ve üretim için asgari bir miktar belirlenmesini ve
çalışmak istemeyen asalaklar için iş kommuna (ocak)ları açılarak,
hükümet tarafından bunların da üretken bir duruma getirilmesini
gerekli sayar.
1 5 - Genel iş ocaklarında çalışmayan kadınlar için ekonomik
koşulları uygun olan yerlerde ev sanatları açılacaktır.
Köy Ekonomisi
1 6 - TKP, toprağı kolunun gücüyle işleyen yoksul köylüler ya­
rarına olarak devlet adına tespit eder ve düzenler.
1 7 - TKP çiftçilik işinin komünizm esasına göre ileri götürülme­
si ve üretimin ayrılması görüşünden hareketle aşağıdaki çarelere
başvurur:

43
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TK P

a) TKP esas itibariyle büyük çiftçiliğe taraftardır. Bundan dola­


yı, herşeyden önce bireylerin elinde olup da modern yöntemlerle
yönetilen çiftlikler, büyük üretim temelinde devlet tarafından işleti­
lir.
b) Genellikle ekilmeyen veya sahipleri tarafından işletilmeyen
topraklardan belirli miktarını kolektif olarak işleterek bir çiftlik ha­
line getirmek isteyenlere her şekilde yardımla (çiftçi komünleri)
oluşturulmasına çalışır.
c) Sahipleri tarafından işlenmeyen toprak veya alelade çiftlik­
ler köylüler arasında ilk önce hiç toprağı olmayan veya mevcut
toprağı kendisine yetmeyen köylülere, ikinci derecede şehirden
köye taşınıp kollektif çalışma isteyen işçi ve halk örgütlerine ve ni­
hayet yine bu kısım işçi ve halktan örgüt kurmakta başarılı olama­
yan bireylere dağıtılır.
d) Bir veya diğer suretle talibi ortaya çıkmayan veya talibi or­
taya çıksa da hükümet tarafından işletilmesi uygun görülen toprak
ve çiftliklerin geçici olarak işletilmesi hükümetçe karar altına alına­
bilir.
1 8 - Bağcılık, bahçecilik,dutçuluk, arıcılığa ait teknik yöntemle
idare edilen büyük girişimler devlet tasarrufuna aktarılıp geçici ola­
rak yönetilebilir.
1 9 - Çiftçilikte kullanılan mal, davar, araç gereç gibi canlı, can­
sız demirbaş mallar, 17. maddede gösterilen derecelendirme ile
köylüler arasında ihtiyaca göre dağıtılır. Bu malların mümkün ol­
duğu kadar kullanıldıkları yerlerden ayrılmamasına ve bu suretle
bozulmaktan, kaybolmaktan ve kullanılmaz hale gelmekten korun­
malarına çalışılmalıdır.
2 0 - Toprak, toprak sahiplerinin elinden alınarak, kendi em e­
ğiyle yaşayan halka mal edilmekle beraber, tarım yönteminde iler­
lemek için her türlü çarelere girişilir. Bu alanda ziraat uzmanlarının
seferber edilerek bilimsel-teknik temelde çalışan çiftliklerle sütha­
nelerin ve at, sığır, tavuk çiftliklerinin artırılmasına ve koyunculu­
ğun ilerlemesine, toprağın ve tohumun iyileştirilmesine, tarımsal
araç gereç teknolojisinin geniş ölçekte yayılmasına ve bu araç ge­
reçler için tamirhaneler açılmasına ve köylerle şehirler arasında

44
TKP PROGRAMI

yollar inşa edilmesine ve halk bankası aracılığıyla köylülere, kolek­


tif çiftçi girişimlerine yardım edilmesine çalışılacaktır.
2 1 - TKP köylerde tarım işçisi ve yancı gibi büsbütün topraksız
veya toprağı olup da işlemek için diğer araçlara sahip olmayan
köylülere, yani proletaryaya ve yarı proleter sınıflara dayanır. Bu
sınıflar arasında “yoksul köylü birlikleri” oluşturmakla beraber siya­
si hücreler de açmak suretiyle sınıfsal ve siyasal eğitimin güçlen­
mesine çalışmak partinin temel görevlerindendir.
2 2 - TKP köylerde başlayacak mücadelede, gücünü özellikle
zorbalann (derebeyleri) gasp ve vurgunlarına son vermek görevine
sarf edip, kendi emeğiyle yaşayan orta sınıflan ise zorbalar elinden
kurtarmak suretiyle yoksul köylü yanına alınmak üzere gereken ça­
relere başvurur.
2 3 - Köy ekonomisine ait dağıtım ve düzenleme işleri köy şu­
raları tarafından yerine getirilir.

Dağıtım ve Tüketim
2 4 - TK P ürün ve mallann halk arasında paylaşım ve tüketimin­
de eski ticaret usulüne esas itibariyle karşıdır. Bunun için halk ara­
sında tüketim kooperatiflerinin kurulmasına hizmet eder.
2 5 - Parti en faal üyeleriyle işçi dernek ve birlikleri üyesini bu
tüketim kooperatiflerini yönetmeye yönlendirerek, eski koopera­
tiflerdeki kar ve kazanç fikri yerine, insanın refah ve mutluluğuna
hizmet eden insani ve devrimci amaçlann oluşturulmasına ve işçi
halkı bir ağ halinde kaplayacak olan bu kooperatifler aracılığıyla
ülkede komünizm hayatının yeni koşullarını uygulamaya müsait
zeminler hazırlar.
2 6 - Türkiye’de demiryollarıyla diğer ulaşım araçlarının yeterli
olmaması, dağıtım ve tüketim kurumlarında radikal ve tedbirsiz ha­
reket ile büyük ekonomik bunalımların ortaya çıkmasına neden
olacağını gözönüne alan Parti, ulaşım araçlan ve dağıtımın yeterli
düzeye gelmesine kadar şehir ve köylerde pazar ve panayırların
açılmasını sağlayarak, üreticilerin doğrudan doğruya alışveriş et­
melerine uygun şartlar hazırlar ve bu gibi yerlerde değişime, karşı­
lığında kazanç olmadan aracılık edebilecek kooperatifler açar.

45
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TKP

Bankalar
2 7 - TKP kapitalist egemenliğin asıl ağırlığını oluşturan tüm
bankalan kamulaştırarak, yalnız işçi ve köylü sınıflarının üretim ve
değişim işlerine yardım için ve ancak bu şekilde “halk bankası”açıl-
masını sağlar.
2 8 - Parti üretim ve dağıtım ilişkilerinin komünizmin ilkelerine
uygun bir şekilde kurulmadığı bir devirde paranın ortadan kalkma­
yacağına inanmakla birlikte, zenginlerin yoksul halkı soymaya de­
vam etmelerine engel olacak her yola başvurur. Büyük miktarda
paraların bankalarda tutulmasını ve genelde para ticaretini kanun
ile yasaklar.
2 9 - Parti çeşitli üretim kurumlan arasındaki alışverişin cari he­
sapları karşılığında ve mal karşılığı çekler aracılığıyla görülmesi iş­
lerini genişleterek, halk bankasının iktisadi dönüşüm için merkezi
saymanlık kurumu haline getirilmesini gerekli görür.
Vergiler
3 0 - TKP esas itibariyle işçi halka bölünüp dağıtılan her türlü
verginin kaldırılmasını hedefler. Parti için, devlet bütçesi, yalnız hü­
kümetin değil, belki toplumsal üretici kurumların bütün üretim ve
tüketimini dengeleyen bir kanun olmalıdır.
3 1 - Öevletin harcama ve giderlerinin karşılanması için sınıfsal
mücadelenin henüz başladığı devrim döneminde geçici olarak ver­
gi usulüne başvurulacak, ancak dağıtım yönteminde yoksul ve işçi
halkın çıkarları gözden uzak tutulmayacaktır. Bu açıdan bütün ser­
vet sahiplerine toptan ve yüksek tazminat tayin edilebileceği gibi,
ürünün onda bir miktanna göre artacak şekilde, vergiler de yüksek
miktarda belirlenecektir.
Barınm a ve Geçim Sorunu
3 2 - TKP sermaye sahibi vurguncu sınıfların zevk içinde ve ra­
hat yaşam alanlan olan büyük bina ve köşkleri, şimdiye kadar ka­
ranlık ve rutubetli yerlerde yaşayan yoksul işçi sınıflarına tahsis
eder. (Halkın aile kurumuna ait adetleri ve hisleri gözönüne alına­
rak önlemler alınır.) Bunlann hayat şartlarını kolaylaştırmaya, bun­
lardan uygun olanlarının da halk eğitime ve genel sağlığa ait yer­

46
TKP PROGRAMI

ler haline getirilmesine çalışır.


3 3 - Bundan başka şehir ve köylerde evsiz kalan veya evleri çok
kötü olan işçi ve köylü ailelerine mahsus olmak üzere yeni binalar
inşa etmeye çalışır, işçi sınıfların rahat ve ucuz geçinmelerini sağ­
layarak genel aşevleri açmak gerektiğine işaret eder.
işçilerle İlgili Güvence
3 4 - TKP çalışma süreleri ve şekillerine ait gelecekteki şartlan
esas kabul eder:
a) Bütün işçiler için çalışma süresi günde 8 saattir.
b) 18 yaşın altında olanlarla ve yer altında çalışanlar için gün­
de en fazla 6 saattir.
c) 16 yaşın altında olan çocukların çalışmasının yasaklanması
d) 18 yaşın altında olan gençler ve genellikle kadınların gece
işlerinde çalışmalarına izin verilmemesi
e) Genellikle kadın işçilerin doğumdan 8 hafta önce ve sonra
için ücretleri tamamen verilmek şartıyla işten izinli sayılmaları
f) Emziren kadınlara iş zamanında her üç saatte yarım saat em ­
zirme arası verilir.
g) Genel olarak çalışanlara haftada 4 2 saatlik sürekli istirahat
verileceği gibi, bir senelik çalışma süresi zarfında her çalışana se­
nede iki ay devam etmek ve sürekli olmak üzere izin verilir. Ve bu
süre zarfında çalıştığı zamanlar gibi maaş ve geçimi verilir.
h) İşçi ocaklarında sağlık şatlarının denetim altında bulundurul­
ması, hasta olanların ücretsiz tedavi edilmesi
3 5 - Her ne şekilde olursa olsun çalışma gücünü kaybeden işçi
ve köylülerin ve bunlar tarafından geçimi karşılanması zorunlu
olan aile bireylerinin ve herhangi bir şekilde ölen işçi ve köylülerin
ve aynı şekilde kimsesiz kalan ve yardıma muhtaç olan aile birey­
lerinin ihtiyaçlarını karşılar.
3 6 - Çalışmanın sağlık koşullarının önemi kadar, işin düzen içe­
risinde görülerek üretimin yükselmesi, toplumun refah ve mutlulu­
ğu bakımından öncelikli olduğundan, bu fikrin işçi ve köylü birlik­
leri içinde yayılmasıyla, ev sanatlannı da kapsayacak şekilde bu ta­
rafların kontrol edilmesi için, işçi dernek ve birlikleri içinde dene­
tim kurulları oluşturulur.

47
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TK P

Genel Sağlık
3 7 - İşçi halkın ırk olarak sefaletine neden olan bulaşıcı ve sal­
gın hastalıklarla mücadeleyi, parti, temel amaçlarından biri sayar
ve bunda başarılı olmak için her türlü çareye başvurur. Özel ecza­
nelerin, hastanelerin, sanatoryumlann, kaplıcalann kamulaştırta­
rak halkın yararına sunulması, bulaşıcı hastalıklara özel yeniden ve
geniş ölçekte muayene ve tedavi merkezleri açılması bu amaca hiz­
met edecek araçlardandır.
3 8 - TKP genel ahlak ve sağlığı yok eden alkol, fuhuş, kumar
gibi kötülüklere, afyon ve esrar gibi uyuşturucu kullanımına karşı
şiddetle mücadele eder. Ve alkol, afyon imal ve satışını kesinlikle
yasaklayarak bunların yalnız bilimsel ve kimyasal ihtiyaca yetecek
kadar üretimine izin verir ve devlet aracılığıyla gerekli olan kurum-
lara dağıtılmasını sağlar.
3 9 - Parti, tüm kurumlann sağlık koşullarını denetlemek, gözet­
mek ve halkın sağlığına hizmet etmek üzere gezici doktor, eczacı­
lar ve küçük sağlık memurları tayin ederek ve şehirlerde küçük sağ­
lık memurlan yetiştirilmesini sağlayacak okullar açarak, genel sağ­
lığın korunmasına ve yükselmesine çalışacaktır.
Ordu ve Güvenlik İşleri
4 0 - TKP esasen insanlar arasında savaş ve katliama alet olan
ve şimdiye kadar hakim sınıfların iktidarlarının sürmesine hizmet
eden ordulann varlık ve faaliyetlerine karşı olmakla beraber yeryü­
zünde zengin ve mülk sahibi sınıflarla, ezilen işçi ve köylü sınıfları
ve emperyalist devletlerle sömürge ve yan sömürge halindeki ezi­
len milletlerin arasındaki davanın devam ettiği bir sırada, savunma
gücü olmak üzere devrimci ruhta, işçi ve köylü sınıflarının savunu­
cusu kızıl ordulann kurulmasını destekler.
41-
a) Genellikle kapitalizme ve emperyalist devletlere yandaş
olup, son ve kesin çatışmadan uzaklaşan zengin mülk sahibi sınıf-
lann silahlan toplanarak yalnız yoksul ve ezilen işçi ve köylü halkı
silahlandırır. Burjuvaziye mensup ve yandaş olanlar ordunun yöne­
tim, nakliyat vs. işlerinde kullanılır.

48
TKP PROGRAMI

b) İşçi ve köylü sınıflar arasında gündelik işlerine engel olma­


yacak şekilde askeri eğitimin genelleştirilmesine, aynı zamanda or­
du bir okul haline getirilerek siyasal ve ekonomik eğitime dikkat
edilir. Askeri bölükler içinde parti hücreleri açılarak sınıfsal müca­
delenin kızıl asker ruhunda derinleşmesine çalışılır.
c) Askeri kumandanlar yanında askerin siyasal ve ekonomik
eğitimine ve eski dönem subaylannın gericiliğe hizmet etmemele­
rine bakacak, işçi ve köylü iktidarına taraftar ve parti üyesi müfet­
tişler tayin edilir.
d) Kızıl Ordu içinde işçi ve köylü ruhunun egemen olması ve
kapitalizm ve emperyalizme karşı savaşın güç bulması için, önce­
likle küçük subaylar kavrayışı gelişkin işçi ve köylülerden tayin edi­
lir. Eğitimli işçi ve köylü subayların sayılarını artırmak için kısa sü­
reli harbiye okulları açılır.
4 2 . Şehirlerde ve köylerde, güvenlik işleri şuraların yanında yer
alan işçi ve köylülerden oluşturulacak milis örgütüne verilir.
Mahkeme İşleri
4 3 . TKP mahkeme işlerinde de tamamıyla halkçı ve devrimci
esasları kabul eder. Türlü biçim ve adlar taşıyan mahkemeler kal­
dırılarak bunların yerine üyeleri işçi ve köylüler tarafından seçile­
cek bir şekilde “halk mahkemesi” usulünü kabul eder.
4 4 - Eski yasalardan işçi ve köylü sınıfları için artık geçerli hük­
mü kalmayan, şuralar cumhuriyetinin yüce makamınca belirlenen
yasalar kaldırılır ve ezilen halkın ihtiyacına uygun yeni yasalar ko­
nulur. Cezası yasalarda yazılı olmayan suç ve olaylarda, mahkeme
toplumsal devrim ilkelerine ve halkın vicdanına uygun şekilde öz­
gürce hareket eder.
4 5 - Nüfusu az olan köy ve çiftlikler için şura merkezi tarafın­
dan seçilmiş gezici hakimler gönderilir.
4 6 - Ceza işlerinde insanların ahlakını düzeltecek ve temizleme­
ye hizmet edecek son esaslar kabul edilir.
Eğitim ve Kültür İşleri
4 7 - TKP zengin ve mülk sahibi sınıfların tekelinde olan eğitim
ve kültürün toplumsallaştmlıp işçi halk içinde yayılmasına hizmet

49
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TKP

eder.
4 8 - Partiye göre okul, insanlar arasında komünizme dayanan
eğitimi verecek ve gelecekte komünizmin fiilen uygulanmasına gü­
cü yeten yeni işçi nesli yetiştirecek bir kurumdur.
4 9 - Bu konuda şuralar iktidarının ilk kurulduğu dönemde uygu­
lanacak yöntemler:
a) Erkek ve kız çocuklarını kapsayacak şekilde 17 yaşına kadar
zorunlu ve parasız öğrenim
b) Genel ve bilimsel eğitimi bir şekilde “işçi okullarında” ver­
mek ve bu okullarda okuyanların kolektif yaşama alışmalarını sağ­
layacak şekilde okulda yatırılıp yedirilme ve giydirilmelerini ve öğ­
renime ait gerekli eşyaları hükümetin hesabına olarak sağlamak
c) Şehir ve köylerde açılmış iş okulu öğrencilerine okul dışında
sanata ve çiftçiliğe ait uygulama dersleri verilerek kendilerinin ha­
yata deneyimle girmelerinin koşullarını hazırlamak
d) Anaları kölelikten kurtarıp genel üretim işlerine sokabilmek
üzere, küçük çocuklar için çocuk yuva ve bahçeleri gibi okul önce­
si kurumlar açmak
e) Okula giremeyecek derecede yaşlı işçi ve köylülere okuma
yazma öğretip politik ve devrimci eğitim verecek gece dersleri, kü­
tüphaneler, halk okulları ve halk üniversiteleri açarak okul dışında
eğitim ve öğretim işlerini sağlamak
f) Halkçı ve devrimci öğretmenler yetiştirecek, bilim ve tekniğin
ilerlemesine, güzel sanatlar zevkinin yayılmasına hizmet edecek
büyük ölçekte öğretmen okulları, üniversiteler, atelyeler, müzeler,
sergiler açmak ve buralara işçi ve köylü çocuklarının girip fayda­
lanmalarına hizmet etmek
g) Ders kürsülerini eski yöntem ve resmi tören gösterişlerinden
kurtararak genç ve yetenekli öğretmenlerin halk içinde eğitim ve
kültür ruhunu yaymalanna uygun zemin hazırlamak
h) Halk ve gençlerin bedensel eğitiminin sağlanması için, şehir
ve köylerde spor ve jimnastik yerleri oluşturmak ve izci örgütü
oluşturmak.

50
Bütün dünya işçileri birleşiniz!
Komünist Kütüphanesi

Türkiye Kom ünist P artisi


A • • m • • W • •

O rgut Tuzugu
(1 9 2 0 yılı 1 0 -1 6 Eylülünde Bakü'de toplanan Türkiye Komünist Örgüt­
lerinin Birinci Kongresinde kabul edilmiştir)
Yayınlayan: Türkiye Komünist Partisi
Bakü-1 9 2 0

Örgüt Tüzüğü
I
Parti Aday Üyeliği
1- Parti programını kabul edip örgütlerinden birinde çalışan,
parti kararlarına uyan ve belirlenen aidatı ödeyen herkes parti üye­
si sayılır.
2- Partiye öncelikle üye adayı olarak alınır; bunun için, üyeler­
den ikisinin yazılı tavsiyesi ve komitelerin kararı gereklidir.
3- Üye adayı, yoksul köylü ve işçi ise, üç ay ve diğer sınıflardan
ise, altı ay boyunca; parti politikasını iyice kavradıktan ve kendisi­
nin yetenekleri parti üyeleri tarafından tanındıktan sonra, komite­
nin aracılığı ve genel toplantının onayı ile üyelik hakkı kazanılabi-
lir; ancak olağanüstü durumlarda, gerek komitenin önerisiyle ve
gerekse de doğrudan merkez komite bu sürelere bakmadan kısa
bir zamanda üye alma hakkına sahiptir.
4 - Parti toplantılarında üye adayları tartışmalara katılma hakkı­
na sahiptir: Ancak karar için oy kullanma hakkı sadece üyeler için
geçerlidir.
5- Üye adaylan ve üyeler her ay içinde yeraldığı örgüt kasası­
na belirlenen aidatını öderler.

51
Ü8TÖ ÖRTÜLEN OELENEĞtMlZ: TK P

II
Örgütlenme Yapısı
6- Parti örgütleri demokratik merkeziyetçilik esasına göre ör­
gütlenir.
7- Partide merkeziyetçilik ülke ve toprak esasına göre kararlaş-
tınlır, herhangi bir bölge örgütü, o bölgeye bağlı yerel örgütlerin
en yüksek yönetici örgütüdür.
8- Her örgüt kendi alanına giren yerel sorunları kendiliğinden
karar alarak çözer.
9- Her örgütün üyelerinin genel toplantısı, kongresi bu örgüt
için en yüksek organı oluşturur.
10- Yönetici komite, hücrelerde genel toplantılar, birbiriyle iliş­
kili hücreleri birleştiren örgütlerde ise kongreler tarafından seçilir.
11- Parti örgütleri merkeziyetçilik esasına göre şöyledir:
a) Toprak itibanyla bütün Türkiye örgütlerinin genel kongresi
ve bu kongrede seçilen merkez komitesi; b) İller: İl kongreleri, il
komiteleri; c) Sancaklar*: Sancak kongreleri ve Sancak komitele­
ri; d) ilçeler: ilçe kongreleri ve ilçe komiteleri; e) kasaba kongrele­
ri ve kasaba komiteleri; 0 köyler, şehirler, sanayi işletmeleri, dev­
let idaresi içindeki örgütlerde diğer hücreler, bunlann genel toplan-
tılan ve komiteleri.
12- Mali ve politik hesap vermek, bir veya birbiriyle ilişkili hüc­
reler ve örgüt kararlanyla ilgili ortaya çıkan iddia ve anlaşmazlıkla­
rı çözmek hakkı aşağıdan yukarıya doğru ve aşağıdaki kurullarla
yapılır: Kasaba komitesi ve kongresi, ilçe komitesi ve kongresi,
sancak komitesi ve kongresi, il komitesi ve kongresi, merkez ko­
mitesi ve genel kongre.
13- Komiteye bağlı olarak, gençler, kadınlar ve başka dilde ko­
nuşan uluslarla ilgili şubeler açmak olanaklıdır; bu şubeler için mer­
kez komite tarafından ayrıca yazılı talimat yayınlanır.
14- Sancaklara kadar olan büyük örgütler, sancak komiteleri
tarafından belirlenir ve il komitelerinin onayına sunulur. Sancak ve
il komiteleri merkez komitesi tarafından belirlenir ve onaylanır.

* Sancak: OsmanlI'nın son döneminde il ile ilçe arasında yer alan yönetim birimi-Red.

52
TKP TÜZÜĞÜ

15- Her örgüt böylece daha yüksek örgüt tarafından belirlenir


ve onaylandıktan sonra kendisine mühür siparişi verebilir.
Uyan- Örgütler faaliyet yürüttükleri bölgelerin durumuna göre,
il, sancak, ilçe, kasaba, şehir ve köy örgütü adını alır. Örneğin Er­
zurum il teşkilatı veya Erzurum şehir örgütü gibi...vb. gibi adlandı-
nlır.
III
Merkezi Örgütler Üzerine
16- Partinin en yüksek organı sayılan genel kongre, yılda bir
defa olarak toplantıya çağnlır. Gündemi toplanma tarihinden en
az iki hafta önce duyurulur. Kongreye ne kadar üye için bir delege
gönderileceği sorunu, merkez komite ile kongreden önce toplana­
cak hazırlık konferansı tarafından belirlenir.
17- Bundan başka gerekli görüldükçe olağanüstü kongreler
çağrılabilir. Olağanüstü kongre merkez komitesinin girişimi veya
sonuncu kongrede hazır bulunan üyelerden yarısının talebiyle top­
lanır. Olağanüstü kongre sonuncu genel kongrenin temsil ettiği
parti üye sayısının yansından fazlasını temsil ettiği halde toplanıp
iş görmeye hakkı olur.
18- Olağanüstü kongreyi, merkez komite iki hafta içinde dave­
te girişmediği durumda, kongreyi talep eden örgütlerce kongre da­
vet komitesi oluşturulup işe girişilir. Bu komite, merkez komitenin
bütün haklarına sahip olur.
19- Genel kongre, a) Merkez komitenin politik, mali hesabını
dinlÖrj teftiş komiyonu v.b. heyetlerin raporlannı gözden geçirir, b)
İster ise, partinin programını yeniden değerlendirir ve gerekli gö­
rürse bazı yönlerini de değiştirebilir, c) mevcut politikaya dair yol­
lan belirler, d) Merkez komite üyelerini ve teftiş komisyonunu ye­
niden seçer.
2 0 - Merkez komiteye 7 üye ve 3 üye adayı seçilir. Üyelerden
bir kısmı daimi olarak başka işe gönderildikleri durumda, yerlerine
adaylardan, bunlann aldıkları oy sırasıyla, yeni üyeler alınırlar.
2 1 - Merkez komite, diğer parti ve kurumlarla ilişkiye girişeceği
ve toplanma içerikli işleri idare edeceği gibi, parti basınının yayın
komitelerini tayin ve kontrol etmek için ayrı şubeler açar. Merkezi

53
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TK P

kasayı yönetmek MK’ya aittir.


2 2 - Merkezi hükümete ait kurum ve meclislerdeki işlerle ilişki­
sini, buralardaki parti üyelerinin fraksiyonu aracılığıyla kurar.
2 3 - MK, en az haftada bir defa olmak üzere toplanır.
2 4 - MK, her altı ayda il yönetici komiteleriyle büyük kentlerin
yönetici komitelerini birlikte konferanslara davet eder.
2 5 - MK ayda bir defa, il ve büyük şehir yönetici komitelerine
kendi faaliyetleri hakkında rapor sunar.
26- Denetim komisyonu üç kişiden oluşur. Komisyon belirli za­
manlarda kasayı denetleyerek raporunu merkez komitesine verir.
Gelecek genel kongre için ayrı rapor hazırlanır.
IV
İl-Sancak Örgütlerine Dair
2 7 - İl komiteleri, il kongreleri; sancak komiteleri ise sancak
kongreleri tarafından seçilirler.
Bu kongreler bağlı oldukları il veya sancak örgütünün en üst or­
ganıdırlar.
2 8 - Bu yönetici komitelerden her birinin yanında işleyecek ma­
li teftiş komisyonu seçilir.
29- İl ve sancak kongreleri 6 ayda bir defa olmak üzere davet
edilir.
3 0 - İl ve sancaklarda gerektiğinde olağanüstü kongreler çağrıl­
ması ve bir delegenin kaç parti üyesini temsil edeceği sorunu, mer­
kezi örgütler bölümündeki maddelere göre belirlenir.
3 1 - Bu kongrelerden her biri ait oldukları örgütün yönetici ko­
mitesinin mali ve siyasi hesabını ve teftiş komisyonunun raporunu
dinledikten sonra, yeni komiteyi ve yeni teftiş komisyonunu seçer.
3 2 - İl ve sancak yönetici komiteleri 5 üyeden oluşur.
3 3 - İl ve sancak yönetici komitelerinden her birinin yanında,
şehir ve köy işçi ve köylü halkı içinde çalışacak ve hükümetle iliş­
kiye girişecek ve basını idare edecek, maliye ve kasa işlerini göre­
cek üst yönetici komiteye rapor sunacak şubeler açılır, bunlara ait
işler, merkezi örgütlere ilişkin bölümdeki esaslara göre görülür
3 4 - İl ve sancak yönetim örgütleri haftada birden aşağı olma­

54
T K P TÜZÜĞÜ

mak üzere, gerekli olan her vakitte toplanıp işlere bakarlar.


3 5 - İl yönetici komiteleri sancak yönetici komitelerinden, san­
caklar ise, ilçelerden, ilçeler ise kasaba yönetici komitelerinden
temsilciler davet ederek her ay örgütün faaliyetine ilişkin raporla
bağlı olduğu örgütlere bildirilir.
3 6 - İl ve sancak yönetici komiteleri, ilçe ve kasaba yönetici ko­
miteleri aracılığıyla köylerdeki örgütlenme işlerini yakından takip
eder. Bundan başka, şehir örgütlerinin genel kongrelerine faaliyet­
leri hakkında sık sık talimat verir.
3 7 - İl kongreleri, genel kongre ve diğer kongreler, kendinden
yüksek örgüt kongrelerinin delegelerini seçerler.

V
İlçe ve Kasaba, Köy ve Şehir Ö rg ü tlerin e Dair
3 8 - İlçe ve kasaba, köy ve şehir örgütlerinin yüksek makamı,
bu örgütlere giren üyelerin konferansları ve bunların kongreleridir.
3 9 - İlçe ve kasaba, köy ve şehir örgütlerinin konferansları, ay­
da bir defadan az olmamak üzere çağrılırlar. E ğer bu örgütler,
kongre çağıracak derecede mesafe kaydedememişlerse, konfe­
ranslar, kongre hukuk ve görevlerine sahip olurlar. B u durumda
konferanslarda yönetici komitelerin mali ve politik hesapları dinle­
nir, yeni yönetici komiteler, mali teftiş kom isyonları ve daha yük­
sek örgüt kongrelerine de delege seçilir.
4 0 - İlçe ve kasaba, köy ve şehir yönetici kom iteleri üç üyeden
üç ay süreyle oluşur.
4 1 - İlçe ve kasaba, köy ve şehir yönetici kom iteleri, bu ilçe, ka­
saba, köy ve şehir içindeki bütün örgütlere önderlik eder. Bundan
başka, bu komitenin yeniden hücreler a çm ak ve açılanları onay­
lanması için il teşkilatına sunmak, dersler, mitingler düzenlemek,
gazeteler ve faydalı kitap ve bilidiriler yayınlaniak, kasa işlerine
bakmak işlerine dair, her ay il yönetici kom itesine haber vermek
gibi görevleri vardır.

VI
Parti Hücrelerine D a ir
4 2 - Parti örgütünün temeli hücrelerdir. H erhangi bir yerde en

55
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TK P

az üç komünistin birleşmesiyle hücre oluşabilir. Bu hücreler


sancak, ilçe, kasaba, köy ve şehir yönetici komiteleri tarafından
onaylanmadıkça resmiyet kazanamaz.
4 3 - Üyesi 5 0 0 ’den fazlaya çıkan hücreler, duruma göre birkaç
kısma ayrılabilir.
4 4 - Asıl görevi, şehir işçilerine, yoksul, köylü ve emekçileri bir­
birlerine yakınlaştmp bağlamaktan ibaret olan bu hücrelerin başlı­
ca görecekleri iş:
1. Değişik yerlerdeki halk içerisinde partinin şiarlannı yaymak,
2. Yeni üyeler bulmak,
3. Bağlı oldukları yönetici komitenin örgütlenme ve ajitasyon
işlerine katkıda bulunmak,
4. Ülkenin ekonomik ve politik işlerinde partinin amaçlarını
gerçekleştirmek için her şekilde çalışmak.
4 5 - Hücre, gündelik işlerini görmek için bir ay süreyle üç kişi­
lik bir yürütme komitesi seçer.

VII
Parti Disiplinine Dair
4 6 - Parti üyesi ve örgütleri arasında disipline bağlı kalma soru­
nuna fazlasıyla dikkat etmek gerekir. Partinin yetkili kurumlan ta­
rafından verilen kararlar örgütlerce hemen uygulanmalıdır. Bu­
nunla beraber parti içinde her sorunun tamamıyla özgürce tartışıl­
masına olanak verilir.
4 7 - Üst örgütlerin kararlarını uygulamamak ve partinin fikirle­
rine hizmet etmemek bir suç oluşturur. Bu yolda suçlu olan örgüt­
ler daha yüksek örgüt tarafından önce uyarılır ve ikinci derecede
dağıtılıp geçici yönetici komite tayin edilerek nedenleriyle birlikte
merkez komitesine bildirilir. Suçlu üyeler ise, birinci derecede uya-
nldıktan sonra ikinci derecede bulunduklan sorumlu olduklan işler­
den geçici olarak geri çağrılırlar veya partiden tamamen çıkarılır­
lar. Duruma ve suçun derecesine göre sorun konferansta veya ga­
zete ile ilan veya mahkemeye havale edilir.
4 8 - Parti üyesi ve örgütleri arasındaki bütün anlaşmazlıkları,
herhangi bir yoldaş hakkındaki şikayeti çözmek için üç kişiden olu­

56
TKP TÜZÜĞÜ

şan yoldaş mahkemesi oluşturulur. Suç ve ceza hakkındaki bütün


kararlar bu mahkeme ile verilir. Ve bağlı olduğu komite tarafından
uygulanır ve merkez komitesine bilgi verilir. Yoldaş mahkemesinin
görevi özel talimat ile oluşturulur.
VIII
Gelir ve Giderlere Dair
4 9 - Partinin geliri parti üyelerinin kayıt parası, aylıkları ve yük­
sek merkezi örgütlerin verecekleri yardım paraları vesaireden iba­
rettir. Üyelerin kayıt bedeli her ay verecekleri aylığın 4 misli ve ay­
lık bedeli bir ayda kazandıkları paranın yüzde yarımından yüzde
ikisine kadar yükseltilebilecek şekilde belirlenir.
Partiye tiyatrolar, konferanslar, yarışlar, konserler vb. düzenle­
nerek gelir elde edilebilir. Diğer yardım ve bağışlar da kabul edilir.
Bunların kabul veya reddine karar verme hakkı MK’ya aittir.
5 0 - Üyeler bir defaya mahsus olmak üzere kayıt parası verirler.
5 1 - Belli gündelik ve maaşları olmayan köylü ve emekçiler gi­
bi parti üyelerinin kayıt paralan ayrıca belirlenir.
5 2 - Üç ay zarfında aylığı ödenmeyen üyeler geçici olarak üye­
lik hakkından mahrum edilirler. Aylığı ödemeye engel olan bazı
nedenler var ise, konferansa sunulup bunların hakkında ayrıca ka­
rar çıkarılır.
5 3 - Her ay toplanan kayıt ücretlerinin, aylıklarının ve diğer ge­
lirlerinin onda biri merkez komiteye, diğer onda biri sancak yöne­
tim örgütüne ve diğer onda biri de bölge yönetici komitesine gön­
derilip, geri kalan yüzde altmış, yetmiş oranı yerel örgütün gerek­
sinimini karşılamak için kullanılır.
Özel Madde
5 4 - Bu tüzüğü açıklama ve herhangi bir maddesine dair bildiri
yayınlama hakkı merkez komitesine aittir.

57
TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ
UMUMİ NİZAMNAM ESİ
1- Bütün insanlığa zenginlik ve mutluluk temin edecek olan dün­
ya devriminin, Türkiye’de bir an evvel gerçekleşmesini temin ve
sosyalizmi tesis için Türkiye’de bir Komünist, yani Bolşevik partisi
oluşturulmuştur.
2- TKP, kapitalizm ve emperyalizmin egemenliğinden bütün
mazlum milletlerin ve sınıfların kurtulması için bütün kuvvetiyle mü­
cadele edecektir.
3- Yönetim şekli meselesinde Türkiye Bolşevikleri Rusya şura
teşkilatının esaslarını kabul eder.
4- Türkiye Bolşevikleri köy, nahiye, kaza, sancak ve merkez şu-
ralan aracılığı ile toplum hayatında gerçek bir halk cumhuriyeti hü­
kümetini oluşturmak ve sosyalizmi yerleştirinceye kadar çalışan
yoksullardan oluşan bu şuraların diktatörlüğünü öngörür.
5- Türkiye Bolşevikleri şura hükümetlerinin seçimlerinde şimdi­
lik burjuva ve egemen/zorba sınıfını seçme-seçilme hakkından yok­
sun bırakır.
6- Türkiye Bolşevikleri bu mücadelesinde başanlı olmak ve bü­
tün insanlığa hizmet etmek için, her memleketteki komünist sosya­
list örgütlerle sıkı bir ittifak içinde onlarla birlikte hareket eder. Ve
Üçüncü Enternasyonal’e bağlıdır.
7- Türkiye Bolşevikleri savaş ve askerliği ve bunlardan ileri ge­
len bütün eşitsizlikleri ve haksızlıklan red ederler. Savaş ve mücade­
leyi ancak militarizm ve emperyalizmi imha edinceye kadar meşru
görebilirler.
8- Toplumsal devrim neticesinde dünyada sosyalizm yerleşince-
ye kadar geçici bir devrim ordusu oluşturulur.
9- Türkiye Bolşevikleri arazi, bankalar, fabrikalar, ticarethaneler,
yapılar, demiryollar, vapurlar ve benzeri bütün servet ve sanayi kay­
naklarını tümüyle millileştirir ve yani milletin ortak malı bilir. Aynı
şekilde özel mülkiyeti ilga eder. Ve genel servet ve üretimden bütün
halk maddi ve manevi yeteneklerine göre çalışmak şartıyla eşit ola­
rak faydalanır.

58
TKP NİZAMNAMESİ

10- Dış ticaret ve değişim tümüyle hükümetin tekelindedir. İçte


ise kooperatifler tamamen oluştuktan sonra, derhal serbest ticaret
tasfiye olunur.
11- Servet oluşturmayan süs ve tüketim eşyasından herkese ge­
rekli olan miktardan fazlasına el konulur.
12- Yardıma muhtaç, ihtiyar, sakat ve hasta olanlar ortak ser­
vetten eşit olarak yararlanırlar.
13- Türkiye Komünistleri ergenlik yaşına erişen her fert için
günlük 8 saat çalışmayı garanti altına alır.
Ö ze l kayıt:
(a) Hamile kadınlar doğumdan altı hafta evvelden altı hafta son­
raya kadar çalışmazlar.
(b) Küçük çocuklar olanaklar elverdikçe süt nine ve bakıcıların
denetiminde bakılacağı gibi, 4 ’ten 8 ’e kadar olanlar da yuvalarda,
çocuk bahçelerinde eğitim göreceklerdir.
(c) Şimdilik 8 yaşından 14 yaşına kadar olan bütün çocuklar üc­
retsiz ve imkan dahilinde yatılı olarak zorunlu öğrenim görmeleri ve
ileride bunun 6 -1 6 yaşına kadar olanlara genel uygulamalı eğitimi
amaçlar.
(d) 1 4 ’den 18 yaşına kadar olan gençler ve maden ocaklannda
ve diğer ağır işlerde çalışanlar günlük altı saat; hafif hizmetlerde
olanlar ise günde azami on saat çalışırlar.
(e) Yüksek öğrenim zorunlu olmamakla beraber herkes için pa­
rasızdır. Bundan başka boş saatlerde okuyup yazmak, öğrenmek
için büyüklere mahsus gece okulları, genel kütüphaneler, sinema ve
müzeler açılacaktır.
14- Türkiye Komünistleri dini hükümetten ayırır. Ve dinin tam
serbestliğini tanır ve hiç kimsenin vicdanına müdahale etmez. Vic­
dan özgürlüğünü ilan eder.
15- Türkiye Komünistleri milletlerin özgür gelişmesini tanır ve
her milletin kendi kaderini tayin hakkını o millete verir.
16- Türkiye Bolşevikleri eski mahkemeleri tasfiye eder. Yalnız
geçici bir zaman için devrim mahkemeleri tesis eder. İleride uzlaş­
tırma mahkemeleriyle yetinir.
17- İdam cezasını ancak gerici-karşı devrim taraftarlarına karşı

59
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TK P

meşru bir karşılık olarak tatbik eder. Diğer hususlarda idam cezası
kaldırılmıştır.
18- Türkiye Bolşevikleri sosyalistliği kabul eden diğer milletler
ile Türkiye arasında politik usul gereğince sınır ve gümrük işlerini
kaldırırlar.
19- Türkiye Bolşevikleri memlekete yükletilen tüm borçlan ve
bütün anlaşma ve şartlan geçersiz sayar. Ve Türkiye toprağında hiç
bir nüfuz bölgesi tanımazlar.
20- Devrimin başlamasıyla birlikte dolaylı vergiler kaldmlmıştır.
Diğerleri de gelir vergisi olarak artan oranlı vergiler şeklinde alınır.
Gerektiğinde tazminat adı altında burjuva sınıfından yeniden bir
vergi de alınabilir. Bütün bu tedbirler tabii ki paranın kalktığı güne
kadar devam eder.
21- Doktorlar, hükümetin memurlan olup hastaları parasız mu­
ayene ve tedaviye mecburdurlar. Bütün hastahaneler ve eczahane-
ler herkes için parasız hizmet görecektir.
22- Türkiye Bolşevikleri yalnız elinin veya fikrinin emeği olarak ya­
şayan köylü, yoksul köylü, amele, memur ve hademe gibi çalışan ve
yoksul kesimleri partinin en sağlam taraftan ve parçası olarak tanır.
23- Türkiye Bolşevikleri yönetim şekli ve toplum örgütlenmesin­
de yıkılması zorunlu olacak olan eski zihniyetlerin, batıl inançların
aleyhinde yapılacak fikri münakaşalarda açıktan açığa tam bir cesa­
retle hareket etmeyi görev bilir. İdari ve siyasi her türlü gizli saklı ve
entrikalı işlerden ve maske altında hareket etmekten nefret eder. Ve
halka hakikatları açıktan açığa söylemekten katiyen çekinmez.
24- Sosyalist Bolşevik partisine hizmet amacıyla hareket eden
arkadaşlar hakkında herhangi bir tarzda yapılacak soruşturma ve
saldırılara karşı bütün üyelerini savunmayı ve karşılıkta bulunmayı
kendisine bir mutlak görev bilir...
25- Türkiye Komünist Partisi Moskova’da bağlı bulunduğu
(Üçüncü Enternasyonalcin Bakü kongresinin kararları ulaşıncaya
kadar adı geçen esaslar temelinde halkı aydınlatmaya ve uyarmaya
devam eder.
Türkiye Komünist Partisi Merkez-i Umumisi
Ankara, Haziran 1 9 2 0

60
Türkiye Komünist Partisi
Merkez-i Umumisi
Adet 1
Ankara
14 Temmuz 1 9 2 0

BEYANNAME
Türkiye Köylü, Amele, Çiftçi, Asker ve Diğer Vatandaşlara!
Uluslararası Proletarya ve Komünistlere!
Türkiye’de Genel Merkezi Ankara’da olan ve sosyalizmi yerleş­
tirmek üzere (Üçüncü) Enternasyonal’e bağlı bir Komünist Partisi
teşkil olunmuştur.
Rusya’da başgösteren büyük toplumsal devrim göz karartıcı bir
süratle üç sene zarfında yerli ve yabancı bütün kapitalist hükümet­
lerin, bu muazzam devrimi söndürmek için, bütün kuvvetlerini sarf
etmiş olmalarına rağmen, doğudan Vladivostok, batıdan Lehistan,
kuzeyden Buz Denizi, güneyden Orta Asya ve İran içlerine kadar
yayılmıştır. Böyle az zamanda büyük bir başarı kazanan Rus devri-
minin içeriği araştırıldığında, bütün dünyadaki mazlum milletlerin,
kapitalist egemenlikten koparılıp çıkanlmasına yöneldiğinden te­
reddüt kalmıyor. Kapitalistlerin baskı ve egemenliğine uğramış
olan milletlerin en kötü durumda olanının Türk milleti olduğundan
şüphe yoktur. Bir taraftan milyonlarca dış borçlar altında ezilen ve
kapitülasyonlara! zincirleri içinde kıvranan, diğer taraftan bizzat
kendi vatandaşlarından yetişen maceracı ve partizan yöneticilerin
ve bunların dayandığı yerli burjuva ve egemenlerin zulüm ve bas­
kısı altında inleyen ve bütün manasıyla her türlü çağdaş ilerleme­
den mahrum kalan bizlerin kurtuluş çareleri, ancak ve ancak bir
dünya çapında toplumsal devrim amacını kabul eden ve bu esaslar
üzerine bina edilen bir yönetimi kurmaktan ibarettir. İşte bu sebep­
lerdendir ki, Türkiye’de Komünist Partisi doğmuştur.
Türkiye Komünist Partisi, komünizm esaslanndan ibaret olan
genel program dahilinde halkı uyarmak ve bu büyük idealler etra­
fında vatandaşları toplayarak eski zihniyet ve eski temeller üzerine

61
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TK P

bina edilen mevcut idare tarzını yıkmak ve toplumsal devrimi mey­


dana getirmek maksadıyla teşekkül etmiştir.
Rusya Şuraları (Sovyet) esasları üzerinde genel oy ve oranlı
temsil ile halk hükümetlerini oluşturmak ve ilk seçimlerde egemen­
leri ve burjuvaları haklanndan yoksun bırakarak ve çalışanların dik­
tatörlüğünü kabul ve ilan ederek şahsi ve özel mülkiyetleri ortadan
kaldırarak ve üretim araçları ile iş aletlerini, her türden kullanılabi­
lir ve tüketilebilir eşyayı millileştirerek, zorunlu çalışma ile üretimi
düzenlemek ve eşit hisselerle tüketimi denkleştirmek, genelde zen­
ginliği ve mutluluğu temin etmek; ilk ve orta öğretimi zorunlu ve
parasız kılarak pek geri kalmış olan eğitimi az zamanda hedefe
ulaştırmaya çalışmak (Türkiye Komünist Partisi)’nin esas ilkelerini
teşkil eder.
Türkiye Komünist Partisi mevcut durumu değerlendirirken
memleketi ve halkı iki akımın etkisi altında görmektedir. Bunlar­
dan biri İstanbul Hükümeti’nin ortaya koyduğu, diğeri de Kuva-yı
Milliye’nin meydana getirdiği durumdur.
İstanbul Hükümeti, esas itibariyla eski mutlakiyet yanlısı ve aris­
tokratik bir idareden, yani eski sultanlık devrinin korunmasına ça­
lışan bir heyetten başka bir şey değildir. İstanbul Hükümeti, bu
esasları yerleştirmeye muvaffak olmak için, bütün mazlum dünya­
sının düşmanları olan kapitalist müttefik devletlerle birleşmek, bü­
tün varlığıyla onlara destek olmaktan çekinmeyen ve halkı birbiri­
ne kırdırmaktan memleketi en adi düşmanlara çiğnetmekten zevk
alan şerefsiz, haysiyetsiz ve hatta vicdansız bir kütleden başka bir
şey olamaz.
Mustafa Kemal Paşa tarafından vücuda getirilen Kuva-yi Milli­
ye hükümetine gelince: Saray hükümetinin aldığı bu korkunç vazi­
yet üzerine, memleket dahilindeki milliyetperverler memleketin
demokratik burjuva sınıfına dayanarak, adı geçen kişinin etrafına
toplanarak Anadolu’nun İstanbul hükümetine karşı olan milli ayak­
lanmasını ve olağanüstü bir hükümet oluşturmak amacıyla milletin
bütün işlerine el koyan Büyük Millet Meclisi’ni meydana getirdiler.
Uzun ve ezici bir savaştan çıkan Anadolu, bu vaziyet karşısın­
da ne yapacağını şaşırmış ve perişan bir halde bulunmuş olduğun­

62
TKP BEYANNAMESİ"

dan, bu yorgun halkı canlandırmak ve onlara yeni bir ruh vermek


ve bilhassa dayanak noktası göstererek manevi heyecanı yükselt­
mek gerekiyordu. Kuva-yı Milliye hükümeti bunu da bulmakta güç­
lük çekmedi.
Uluslararası sermayeye düşman olduğunu, kapitalist hükümet­
leri yıkmaya ve bütün dünyada toplumsal devrimi yapmaya azmet­
tiğini her tarafa ilan eden ve İslam alemine de yardım vaad eden
Rus Sovyet hükümetini, bir dayanak noktası olarak halka göster­
diler. Hatta bir süre sonra resmi açıklamalarla Rus Sovyet hükü­
metiyle ittifak olunduğunu ve bunlardan para, top, silah ve hatta
asker geleceğini bile ilan ettiler. Fakat burjuva elinde bulunan bu
hükümet de aldatma siyasetini elden bırakmadı. Burjuvaların etki­
si altında milliyetperverlikten uzaklaşamadığı gibi, Rusya’daki cere­
yanı da alkışlamaktan vazgeçmedi. Milliyetperverlikten ayrılamadı-
ğını aylardan beri eski idareyi muhafaza etmekle ve bilhassa komü­
nizm cereyanlanna fiili müdahalelerle kanıtladığı gibi, aldatma si­
yasetini elden bırakmadığını da, Rusya Sovyet hükümetine ve hat­
ta Üçüncü Uluslararası Kongre’ye maskeli milliyetperver siyasetçi­
leri delege olarak göndermekle ispat etti.
Sonuç olarak: Yukarıda zikrolunan gerekçelere dayanarak Tür­
kiye Komünist Partisi, mevcut koşullarda: Bir tarafta despot, diğer
tarafta aldatan iki siyasi oluşumun mevcut egemenler olduğuna,
daha açık bir tabir ile bir tarafta İngiliz siyasetine alet olan Hürri­
yet ve İtilafçılar, diğer tarafta halk için onlardan hiç farkı olmayan
ve fakat maske ile meydana çıkan eski İttihatçılar olduğuna kana­
at ve bu kanaati resmen ilan ve her iki hükümetle hiçbir alakası ol­
madığını beyan eder. Dünya devriminin bir ordusu olarak kızıl bay­
rak altında bütün dünyadaki komünist arkadaşlarıyla beraber çalış­
mayı en mukaddes bir boyun borcu sayan Türkiye Komünist Par­
tisi, meslekdaşlarını hürmet ve samimiyetle selamlamayı bir şeref
bilir. Ve onların başarılarını kendi başanları olarak kabul eder. Ya­
şasın uluslararası toplumsal devrim!
Türkiye Komünist Partisi
Merkez-i Umumisi

63
MUSTAFA SUPHİ'N İN
PROGRAMI SUNUŞ KONUŞM ASI

Kapitalist diktatörlüğe karşı şimdiye kadar sınır ve millet tanı­


maksızın Rusya’da, Almanya ve Macaristan’da, muhtelif doğu ül­
kelerinde ve nihayet Türkiye’de faaliyet gösteren arkadaşlarımızı,
memleketimize iş görmeye davet ve bir merkez etrafında toplama­
yı sağlayacak etken, şüphesiz ki kararlaştırılan esaslardan hareket
edecek bir programdır. Bugün biz böyle bir program önergesini
muhterem kongreye arzederek önemli ve tarihi bir görevin yerine
getirilmesini sağlıyoruz.
Türkiye Komünist Fırkası’nın programını tetkik ederken bunu
iki kısma ayırmak lazım gelir. Biri: Programa başlangıç ve esas ola­
cak bazı tezler, diğeri asıl program.
Başlangıç ve esaslardan bahs ederken, bir kere Türkiye Komü­
nist Fırkası’nın uluslararası toplumsal harekete dayanan ve aynı
zamanda yardım eden devrimci bir parti olduğunu hiçbir dakika
hatırdan çıkarmamak lazım gelir.
Yalnız, Türkiye’deki işçi ve yoksul köylüye dayanacak her han­
gi bir hareket ile Avrupa ve Amerika burjuvazisine karşı mücadele
etmek, işçi halkı esaret zincirlerinden kurtarmak mümkün değildir.
Toplumsal devrim esasları, özellikle kapitalizmin büyük roller oy­
nadığı Avrupa ve Amerika sanayi bölgesinde yoğunlaşmış, serma­
yedarlarına karşı koyacak kuvvetli işçi sınıfları da oralarda oluş­
muştur. Rusya ve Avrupa proletaryasının sermayedarlığa karşı
ayaklanarak kısmen hakimiyeti eline aldığı bu devirde, herhangi
bir işçi ve köylü partisinin bu uluslararası hareketten tecritleri, sa­
vunmasını üzerine aldığı mazlum sınıfı devletliler hesabına satıp iş­

64
MUSTAFA SU PH İ’NİN PROGRAMI SUNUŞ KONUŞMASI

letmekten başka bir anlama gelmez. Biz karşımızda duran tarihi


dönemin toplumsal devrim dönemi olduğuna inanıyoruz. (Alkış)
Türkiye, sanayinin durumu itibariyle zengin ve proletarya
memleketi sayılmasa da, bütün ürettiği değerleri Avrupa ve Ame­
rika kapitalizmine rehin etmiş, son asır içinde emperyalizm ve is­
tila hareketine hedef olarak, dünya savaşını takiben sonuçta tüm
yönetimiyle iflas eden, zulme, inkara karşı ayaklanmış bir halkı
temsil etmiş olması itibariyle, toplumsal devrimde temel bir role,
bir güce sahiptir. Türkiye gibi bütün doğuda da bugün milli şekilde-
görünen ayaklanma hareketleri, proletarya hareketini de içine ala­
rak genişledikçe ekonomik bir içerik kazanmak zorundadır. İstan­
bul ve Anadolu’da, daha pek mükemmel olmayan işçi sınıflarının
nezdinde bolşevizme destek şeklinde beliren hareket ve aydınlan­
ma, bunun maddi ve dış ön koşullarını oluşturur.
Partimiz, özgürlüğü yolunda uluslararası toplumsal devrim ha­
reketine dayanma zorunluluğunun dayattığı işçi halkımız arasında­
ki örgütlenmesini de uluslararası esasta yapmak zorundadır. Par­
timiz Türk işçi ve yoksul köylülerini gerici İttihad ve İtilafçılar veya
hain Sosyalistlerin etkisi altından kurtarmaya ne derecede zorunlu
ise, Türkiye’de yaşayan Rum, Ermeni, Kürt milletlerinin mağdur
sınıflarını da Etniki Eterya, Taşnak veya Bedirhan teşkilatlarından
ayırarak, çıkar ve amaç ortaklığı olan bir sınıf halinde hem içteki
sömürücülere, hem de işgalci dış kuvvetlere karşı birleştirip ayak­
landırmak göreviyle yükümlüdür. (Alkışlar)
Partimiz her ne ad altında yaşarsa yaşasın, bunun bilincinde ol­
madıkça uluslararası mücadele cephesinde çalışmaya ve “Enter­
nasyonal” içinde güçlü ve sözü geçen bir yer doldurmaya layık
olamaz.
Toplumsal devrim gibi; devrimin bütün dünya burjuvazisi üze­
rindeki zaferinden çıkan komünizm uygulaması da evrensel bir
içerik taşır. Bu üretim ilişkilerinin geçirdiği evrimin ve kapitalizmin
tekelci aşamaya ulaşmasının kaçınılmaz sonucudur. Sendika, tröst
ve karteller elinde büyük sanatların toplanması, sınır ve memleket­
leri birbirine bağlayan, böyle demir gibi güçlü üretim ve tekel bir­
likleri vücuda getirmiştir. Doğunun ham maddesiyle Batı’nın sana­

65
ÜSTÖ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TK P

yi ürünleri de yine öyle bir bütün teşkil ediyor, onun için Komü­
nizm uygulamasında da evrensel bir içerik ve zorunluluk vardır. Ve
onun için medeniyet ve zenginliğin bilim ve sanatla paralel şekil­
de, yer yüzündeki insanlar arasında dağıtım ve genelleştirilmesi işi­
ni yine Komünizm yapabilecektir. Bu sebepledir ki, geçiş dönemini
temsil eden toplumsal devrim dönemindeki bunalımlarla, Komü­
nizm uygulamasının hedeflerini birbirine karıştırmayarak, bu fark­
ların halka iletilmesi ve aydınlatılması, partimizin en önemli göre­
vini teşkil ediyor.
Bizim programımızın çıkış noktası olarak aldığımız ve ortaya
konulmasını zorunlu gördüğümüz maddelerinden biri de, Türkiye
gibi Avrupa kapitalizminin pençesinde ezilen memleketlerin bur­
juva demokratlığıyla kurtulmayı başaramayacağı meselesidir.
Kapitalizm, üretimi büyük şirketler aracılığıyla tekel haline ge­
tirmekle üretici güçlerin gelişiminin en yüksek mertebesine çıkıyor.
Gerçekten de, kapitalizm ilk gelişiminde Batı Avrupa millet ve
memleketleri arasındaki sınırları birleştirerek, siyasi ve iktisadi bü­
yük gelişkin örnekler vücuda getirmiş ve sonra batı medeniyeti adı
altında malum olan toplumsal ilişkileri doğurmakla, tarihinde
önemli bir rol oynamış oluyor. Ancak, kapitalizm her ne şekil ve
surette olursa olsun, bu medeniyeti daha ilerilere doğru taşıma ve
genelleştirme kuvvetini şimdi tamamiyle kaybetmiş, savaş ve yayıl­
ma ile yıkıcı bir nitelik kazanan bir devreye ayak basmıştır. Avrupa
ve Amerika’nın Uzak ve Yakın Doğu’da takip ettiği katliam siyase­
tini burada sayıp dökmeye lüzum yok.
Ancak, silah tehdidi altında ispirto, esrar, afyon satan kendi
memleketlerinden kovduğu zararlı insan topluluklarına, müteferris
ve katillere, hilekar rahiplere sömürgelerde yer veren, bu memle­
ketlerde yaşayanları her araca başvurarak irken, medeniyeten ve
iktisaden düşkünleştirme ve yok etmeye doğru sistemli bir şekilde
çalışan bir medeniyetin en ilkel ve basit yansımalarını hatırlamak,
asıl ve içerik hakkında bir fikir vermeye yeterlidir. ö z et olarak, de­
nilebilir ki, sermayedarlık medeniyetinin son dönemde oluşturdu­
ğu ekonomik egemenliğin, Doğu için ucuz fiyatla ham maddeyi
memleket ve halkımızdan ele geçirmek ve pahalıya satmak şartıy­

66
MUSTAFA SU PH İ’NİN PROGRAMI SUNUŞ KONUŞMASI

la çürük ürünleri yine bizlere zorla kabul ettirmekten başka takip


ettiği bir amaç yoktur. Son kırk yıllık sömürgecilik faaliyeti netice­
sinde ve bilhassa Avrupa Genel savaşından sonra, siyasal sınırları
bir kat daha belirmiş olan bu şartlar içinde, burjuvaziye dayanarak
geliştirilen herhangi bir hareket, Doğu’nun zavallı millet ve mem­
leketlerini kurtarmak yeteneğini kaybetmiştir. Onun için bütün
ümit ve üretim, dünyanın bütün mazlum sınıf ve milletleri ile birle-
şerek, zulüm dünyasını yıkmaya çalışan, gerçek kültür ve medeni­
yete doğru ilerleyen devrimcilerin ve bu devrimcileri bünyesinde
toplayan Komünist Parti’nindir. (Sürekli alkışlar.)
Öncelikleri ifade eden bu program için fikri hazırlayacak mad­
delerden biri de mülkiyet meselesidir. Esasen, mülkiyet, içinden
geçtiğimiz dönemdeki şekliyle bir hak olmaktan ziyade, bir gerici
varoluşu anlatıyor. Geçinmek için çalışma ve girişimin sonucundan
ziyade, hilekarlıkta, hırsızlıkta usta olanlar az zamanda büyük ser­
vet sahibi oluyor ve bundan sonra bir sürü mirasyediler işçi mille­
tin sırtında -hiçbir iş görmeksizin- yaşamak hakkını kazanıyorlar.
Bugün proletaryanın esaret ve mahkumiyetine, Doğu ve genellik­
le sömürge milletlerin sefalet ve mazlumiyetine temel taşı işini gö­
ren kurum, bu “mülkiyet” hakkıdır. Yeryüzündeki büyük karışıklık
ve davalar hep bu mülk sahibi olma etrafında dolaşmaktadır. İn­
sanlar arasında inanca dayanan ilişkinin ve tam manada eşitlik ve
adaletin hükmetmesine taraftar olan komünistler, genellikle üretim
araçlarını devlete bağlamakla zengin ve fakirler arasında eşit ilişki­
ler kurmak istiyorlar. Bu öyle bir eşitlik ki, artık zengin başını kal-
dınp kendi emeğiyle geçinen işçinin elinden malını gasbetmeye ve
onun sırtında yaşamaya imkan bulmasın, kendisi de yaşamak için
küreği, sabanı alıp çalışmaya başlasın. Ancak, mevcut haliyle mülk
sahipliğinin tasfiyesi ve Komünizmin başarılmasıyladır ki, insan
topluluklan arasında sömürücü fertler gibi baskıcı ve istilacı devlet
ve hükümetler de yok edilmiş ve yeryüzünde uluslararası insanlık
ve uluslararası bir kardeşlik kurulmuş olacaktır. (Sürekli alkışlar.)
Mülkiyetin tasfiyesinden çıkan uygulama sonuçları, program
ayrıntılarında göreceğimiz gibi, özellikle kapitalist, büyük mülk sa­
hiplerine etki etmektedir. Yoksa, kolunun gücüyle geçinen yoksul

67
ÜSTÜ ÖRTÜLEN OELENEĞİMÎZ: TKP

köylü bundan bir şey kaybetmeyecek, belki çok şey kazanacaktır.


Mesela, toprak, bu toprağı işleyen köylünün elinde mülk olarak
kalacağı gibi, köylünün büyüyen evlatlarına da bizzat işlemek şar­
tıyla yeni toprak hisseleri verilecektir. Küçük sanatkarlar da başka­
larının emek ve ürünlerine el koymamak şartıyla, devletinin yardı­
mını görecek ve öncelikle kooperatifler içinde birleşerek bilimsel
şekilde sanatı ilerletebilecektir. Demek ki, mülkiyetin tasfiyesi sıra­
sında, komünistler karşılarında yalnız kapitalist ve faizci mülk sa­
hipleri sınıflarını görecekler, küçük mülkiyet sahibi işleticilerle kü­
çük sanatkarlar kendilerine yardımcı olacaklardır.
Miras meselesi de mülkiyet ile beraber çözülmüş oluyor. Uygu­
lamada işçi halkın ev eşyası miras olarak çocuklarına geçtiği gibi,
imar edilen tarla ve saban, işçinin ölmesiyle, tercihen bu işçinin ev­
ladına veriliyor. Küçük tezgahlarda da aynı uygulama yapılıyor.
Böyle olunca arkadaşlar, bizim takip ettiğimiz amaçların, uygu­
lanamayacak bir hayal değil, belki hakları yenmiş işçi ve yoksul
köylüleri açlık ve kulluktan kurtaran, refah ve medeniyete, hayata
çıkarabilecek yegane bir yol, hem hak ve adalet yolu olduğundan
bir an bile şüpheye düşmek büyük bir günahtır. Ancak, bu yola
gidebilecek insanların ruhlarında soylu bir ateşin de yanmaya baş­
laması şarttır. Devrim ateşiyle harekete geçmeyen insanlar, bizim
yolumuzda bir adım bile ilerleyemezler, sağa sola sarsılıp sen­
deleyerek yok olurlar.
(Mustafa Suphi Yoldaş'ın son sözleri bir kaç kere alkışlarla
kesildikten sonra, Türkiye Komünist Partisi'nin programına
başlangıç ve esas olarak ortaya koyduğu on m adde* okunarak
olduğu gibi kabul olundu.)

* Programın "ilke ve Esaslar" bölümü, bak: s.34)

68
TÜRKİYE KOMÜNİST ÖRGÜTÜ
MERKEZ KOMİTESİ'NİN FAALİYETİ HAKKINDA
BAKÜ KONGRESİ NDE
MUSTAFA SUPHİ YO LD A SIN RAPORU *

Türkiye Komünist Örgütü’nün faaliyeti hakkındaki tasarıyı esas


itibarıyla ikiye ayırmak gerekir: Biri "aydınlanma”, diğeri de “ör­
günlenme” devri.
Aydınlanma devri: Bu devrin niteliğini, manasını anlamak için
Rusya’da devrimin henüz başlamadığı zamanlara kadar geri gitme­
lidir.
Dünya Savaşı’nın ortaya çıkmasıyla memleketimizin ezilen sı­
nıflarından yüzbinlerce işçi ve köylülerin asker sıfatıyla Rusya’ya
esir düşerek Sibirya, Türkistan, Kafkasya ve nihayet İdil-Ural boy­
larındaki demiryolu, fabrika ve köy işlerinde boşu boşuna çalıştırıl­
maları, esasen hayatta zahmetle yoğrulmuş Türkiye işçileriyle Rus­
ya proletaryası arasında dostluk ve yakınlık doğmasına neden olu­
yor.
“10 Temmuz” Devrimi’nden beri açılan savaş sahnelerinde fa-
cialı roller oynamaya mahkum edilen Türk köylüsü ve askeri, bu
temastan büyük verimler alarak, sınıfsal mücadelede Rusya’lı işçi
yoldaşlarla beraber harekete başlıyorlar.
Ücret ve iş süresi hakkındaki hareketlere, grevlere katılarak ar­
kadaşlarının güven ve dostluklarını kazanıyorlar. Zamanında mem­
lekette halkçılık ve sosyalistlik hayaline hizmet edip beladan bela­
ya uğrayan, nihayet göç ve esaret yoluyla bu işçiler kafilesi arasın­
da çalışmaya mecbur olan öğretmen, aydın devrimcilerimizden ba­
zı gençler ise, hem işçi ile beraber taş taşıyıp çalışarak, kapitaliz­

69
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TKP

min ve savaştan doğan gaddarlığın ağırlıklarını bizzat kendi hayat­


larında hissediyorlar, hem de diğer taraftan işçi ve yoksul köylü
halkımız içinde asalak unsurlara, genellikle işleticilere karşı kayna­
makta olan düşmanlık duygularının sınıfsal devrime esas olabilecek
derecede ortaya çıktığına şahit oluyorlar: İşte bu gibi etkilerledir ki,
Rusya’daki Türk işçi ve köylüleriyle Bolşeviklerin ilişkileri, 1 9 1 5
senesinden itibaren başlamış ve genellikle sermayedarlığa, Çar sal­
tanatına ve nihayet Avrupa Savaşı’na karşı teşviklerde bulunan
bolşevik edebiyatı, Türkler arasında büyük bir ün kazanmıştır. Bu
edebiyatın iki sene zarfında işçi gruplarında dağıtılarak gizli köşe­
lerde çevrilip yaygınlaşması sayesinde, ezilmiş ve geri bırakılmış
köylü ve askerlerimizin kendi gaddar ve vahşi kuvvetlerimize, za­
lim hükümet ve hükümdarlarımıza, şan ve şöhret düşkünü kara ça­
lıcı paşalarımıza karşı söz söylemek imkanı ortaya çıkmıştır.
1 9 1 7 senesi Şubat’ında Rusya’da başlayan devrimin Kerenski
zamanına ait ilk kısmında bu gizli faaliyet daha açık bir şekle gire­
rek, Bolşeviklerin şehir ve köy işçi ocaklarında sosyal devrimin
yaklaştığına dair açıktan açığa taşıma devri başlamış ve Türk bol-
şevikleri de gerek kendi hemşerileri ve gerekse müslüman halk
arasında marksizm ve komünizm hakkında konferanslar düzenle­
miştir.
Ekim olaylarının başlamasıyla fabrikalarda ve diğer iş ocakların­
da çalışan Türk işçilerinin topluluklarını bozarak, herkes ele geçen
fırsat ve hürriyetten faydalanıp memleketlerine gitmek üzere türlü
yerlere dağılıyor, daha önce bolşeviklerle ilişki kuranlar, sosyal dev­
rimin başkenti kızıl Moskova’ya geliyorlar ve buradaki Tatar dev­
rimcileriyle kolkola vererek, 1 9 1 8 senesinin ilk aylarında Osman­
lI şivesinde olarak “Yeni Dünya” Gazetesi’ni çıkarmaya başlıyorlar.
“Yeni Dünya”nın yayına başladığı tarih, bolşevizmin Rusya’da
genişleyip yayılmasıyla Rus askerlerinin Kafkasya’dan geri çekildi­
ği ve bu fırsattan yararlanan Osmanlı Ordularının Kafkasya’yı ista-
laya başladıkları döneme denk geliyor. Osmanlı ordusu Bakü gaz
madenlerini ele geçirerek diğer taraftan Almanlarla beraber Dağıs­
tan, Kuban ve Ukrayna üzerinde etki yaparak, devrimci Rusya’yı
ışık ve ekmekten mahrum etmek tehdidini savuruyor. Osmanlı Hü­

70
MERKEZ KOMİTESİ FAALİYETİ HAKKINDA KONUŞMA

kümet ve ordusu başında bulunan İttihat ve Terakki Partisi’nin


Türk ve müslüman memleketlerine ait işgal ve birleşme hırsları da
bütün doğu memleketlerine sıçramıştır. Müslüman kuvvetlerinin,
kurtuluşu Osmanlı işgalinde gördükleri bu devir, Türkiye bolşevik-
leri için çalışma alanlarında en fazla sıkıldıklan bir zamanı hatırla­
tır. Bunula birlikte, “Yeni Dünya” Gazetesi, bir taraftan Alman kı­
lıcına dayanan bu işgal hareketinin memleketi ve ezilen halkı pek
tehlikeli uçurumlara götürmekte olduğunu ve özgürlüğün ancak
Rusya gibi Avrupa proletaryası arasında da sosyal devrimin ayak­
lanmasına bağlı olduğunu söylemekten, diğer taraftan ise, bu teh­
likeyi bir türlü görmek istemeyen paşalar hükümetinin memleket
ve halka reva gördükleri zulümleri anlatmaktan hali kalmamakta­
dır. Brest-Litovsk Antlaşması’nı imzalayan o zamanki muzaffer
Türkiye’nin Moskova’daki Elçisi Galip Kemali Bey’in, Yeni Dünya
ve yayıncısı aleyhinde verdiği üç muhtıra ile protesto, tutulan bu
doğru ve muhalefet yolunun tarihi belgelerini oluşturur.
Bununla birlikte, şunu da derhal söylemeliyiz ki, hakikatin ka­
ranlıklar içinde kaybolduğu bu dar ve bunaltıcı devir, bize, en iyi,
amacına en sadık arkadaşları vermiştir. Değişik esir karargahların­
dan çıkıp Kazan’a gelen felaketzede arkadaşların ilk konferansı,
2 0 Temmuz 1 9 1 8 Moskova’da Türk Sol Sosyalistleri Konferan­
sın ı davet etmiş ve bu konferans, “Türkiye Komünist Örgütü”nü
doğurmuştur.
İkinci devir: Aydınlanma devri burada biterek konferansın se­
çip ayırdığı merkezi heyet, doğrudan doğruya örgütlenme işlerine
girişiyor. Konferans’ın belirlediği hedefler: 1. Rusya ve Türkiye’de­
ki işçi ve köylü ve askerlerimiz arasında propaganda ve teşkilat,
sosyal devrim cephesinin fikren ve fiilen savunulması, 2. İlk uygun
fırsatta Türkiye’den de çağrılacak temsilciler ve Rusya’daki örgüt­
lerin temsilcileriyle birlikte birinci Türkiye Komünist Kongresi’nin
davet ve çağrısı, “örgütün parti haline getirilmesi” şeklinde özetle­
nebilir.
Konferans’tan sonra, örgütümüz Rusya Komünist (Bolşevik)
Partisi’yle daha yakın ilişkiye girişmekle beraber; benim bütün
Rusya Müslüman İşleri Merkezi Heyet idaresinde üye ve uluslara­

71
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TKP

rası doğu yayın ve propaganda şubesinde başkan olmam, bütün


faaliyetlerimizin Rusya’daki Müslüman işleriyle beraber ilerlemesi­
ne sebep olduğundan: Merkezi heyet ilk örgütlenme devrinde bü­
tün maddi ve manevi araçlarını müslüman işleri komiserliğinden
alıyor; kuvvetinin önemli bir kısmını Müslümanlar arasında küflen­
miş fikirlerin yıkılarak devrim ruhunun yükselmesine sarfediyor; bu
anlamda Türk komünistleri, Tatar sosyalistlerinin Kazan'da davet
edilen ilk konferansına katılarak, ilk programının oluşturulmasına
fiilen katıldığı gibi, bütün Rusya komünist örgütlerinin Moskova’da
açılan birinci kongresine de altı temsilci göndermeyi başarmıştır.
FAALİYETİN DÖRT CEPHESİ
Gerek Türkler ve gerekse müslümanlar arasındaki faaliyetimizi,
memleket itibariyle İdil ve Ural’da, Kırım, Türkistan ve Azerbay­
can’da olmak üzere dört kısma ayırmak mümkün olur.
1. Örgütümüzün Moskova, Kazan, Şamara ve Saratov gib
İdil ve Ural boylarındaki siyasi hücreleri ilk faaliyet alanını oluştu­
rurlar. Bu farklı memleketlerde sayıları 5 0 0 ’e ulaşan Türk komü­
nistleri, gerici kara kuvvetlerle olan mücadele amacıyla Türk esir­
lerinden kızıl askerler örgütlenmesini başarmış, Ufa ve Kazan’da
“Çekoslovak” türedilerine, Orenburg’ta ise Dutov Bandisi’ne kar­
şı Rusya’nın devrim cephesini savunmada yararlık göstermişlerdir.
İdil ve Ural boyu, Çekoslovak uğursuzlarından temizlenince, bura­
daki eski sosyalist müslüman kuruluşları yeniden canlandırılarak,
Gericilik ile Mücadele Komisyonu’na örgütümüzden temsilci ola­
rak katilinmiş ve Kazan’daki bilim kurulu yeniden kurulup üç ay
kadar yönetilerek, Tatar eğitim ve medeniyetine dair birçok m ese­
leler alanında yazı ve imla usulünün iyileştirilmesine hizmet eden
bir konferansı da davet etmiş ve konferans önemli ve faydalı ka­
rarlarla işinde başarılı olmuştur.
Moskova ve İdil-Ural’daki faaliyetimiz:
Türkiye ile başlayan yeni ilişkimiz, örgütümüze uluslararası ör­
gütler arasında yeralmak yaraşırlığını vermesiyle 1 9 1 9 Mart’mda
Moskova’da toplanan Uluslararası Danışma Meclisi’ne* bizim tem­

* Komintern Kuruluş Kongresi

72
MERKEZ KOMİTESİ FAALİYETİ HAKKINDA KONUŞMA

silcimiz de dahil olmuştu. 3 4 memleketten birçok temsilcinin gel­


mesi üzerine Üçüncü Enternasyonal’in kurulmasıyla Türkiye Ko­
münist Örgütü de Üçüncü Enternasyonal Birinci Kongresi’nde
temsilcisini bulundurmuştur. Bu sene Temmuz ayında toplanan
İkinci Kongre’ye örgütümüz iki temsilci göndererek, devrimci ku­
rumlar arasında varlığını onaylatmış ve gelecek kongrelere dört oy
ile katılma hakkını elde etmiştir.
2. Kırım'da: Doğu cephesinin kara kuvvetlerden temizlenme
siyle, bütün faaliyetin güney Ukrayna’daki Uskuro Patski saltanatı
üzerine yöneltildiği sıradadır ki, Merkezi Heyet, İdil ve Ural’da ça­
lışan bütün aktif arkadaşlar için seferberlik ilan ederek Kırım sını-
nna hareket ediyor. “Yeni Dünya” Gazetesi yayıncı, dizgici, harf­
ler, vesair araçlarıyla 2 2 Ocak 1 9 1 9 ’da Kırım’a varınca, orada bol-
şeviklerden oluşan bir müslüman komünist şubesini oluşturmuş ve
iki ay sonra davet ettiği konferansa 17 şehir ve köy teşkilatından
3 0 ’u aşan temsilcinin katılımıyla, Kırım’daki komünistlerin sayısı­
nın 4 0 0 ’ü geçtiği anlaşılarak, şu kısa zamana ait faaliyetin sonucu­
nu görmüştür. Örgütümüz bu arada “Kırım Müslüman Komünist­
ler Ülke Bürosu” yanında açılan parti okulunda 2 7 genç ve aydın
komünist yetiştirmeye aracılık ederek, devrimci harekete sağlam
esaslar hazırlamıştır.
Türklere özel olmak üzere Kırım sahilindeki şehirlerde milli ör­
gütler yanında, Türk komünist şubeleri ve oralarda yaşayan Türki­
yeliler arasında küçük ölçekte Türkiye işçi ve köylü sovyetleri ku­
rulduğu gibi, esas gücü Türk askerlerinden kurulu olmak üzere
uluslararası doğu alayı da kurulmuştur.
Kırım’da yayın işlerine de ağırlık verilerek “Yeni Dünya” ve
“Kırım Haberleri” isminde iki gazetenin sıra ile her gtin çıkarılma­
sına, Anayasa ve Komünist Programı gibi birkaç eser çevrilip ba­
sılmasında, birçok bildirinin yayınlanmasında başarı gösterilmiştir.
Bunlar gerek Kırım içinde, gerekse Türkiye sahillerinden gelmek­
te olan kaçak kayıkçılar aracılığıyla memleketimizdeki işçi ve yok­
sul köylü halka dağılmış ve bu kayıklarla arkadaşlardan ve Kı­
rım’daki işçi ve askerlerden birçoğu Türkiye’ye gönderilmiştir.
İngiliz-Fransız donanmalarının tehdidi ve Çar saltanatını iadeye

73
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TK P

çalışan Denikin’in hücumu karşısında, 2 3 Nisan 1 9 1 9 ’da geri çe­


kilmeye mecbur olduğumuz zaman, Kırım’ı devrim ateşleriyle tu­
tuşmuş ve bütün özgürlük ümitlerini proletarya hareketine bağlan­
mış bir halde bırakıyoruz: Kırım’da iken iyi ilişkiler kurduğumuz
mülteci kurultaycılar, bizden sonra çıkardıkları “Millet” Gazete-
si’nde bu ümitleri açıktan açığa kuvvetlendiriyorlardı. Sonra aldığı­
mız haberlere göre, oradaki bolşevik arkadaşlarımızdan ve bu iyi
devrimcilerden 17 kahramanın Vrangel haini tarafından öldürüldü­
ğü anlaşılıyor. Buradaki örgütümüzün aracılığıyla meydana çıkan­
ların Kırım sınırında kızıl asker sıfatıyla düşman kurşununa hedef
olduklarını saygı ile anmak gerekir. (Matem Marşı)
Kınm’daki geri çekilmeden sonra Odesa’daki faaliyetten de
bahsetmek gerekir. Örgütümüz arkadaşların önemli bir kısmını
Türkiye’ye nakletmek üzere, Mayıs 1 9 1 9 tarihinde Odessa’ya gi­
dildiği zaman, orada Üçüncü Enternasyonal Şubesi’yle işbirliği
yaptı. Beraber getirdiği matbaasında beyannameleri ve (Üçüncü)
Enternasyonal Manifestosu’nu yayınlayarak Türkiye’ye gönderdi.
O zaman başlıca arkadaşlarımız, daha bir takım işçi ve yoksul köy­
lü esirlerle iki gemi içinde memlekete gönderildiler ki, bu arada
merkezi heyet üyelerinden iki arkadaş İstanbul’a gitmişler ve beni
delege olarak Rusya’da bırakmışlardı.
3. Türkistan’da: Dört tarafı düşman kuvvetleriyle sarılmı
olan Odessa çevresinden 12. Ordu Güney Grubuyla zaferle çıkılıp
Moskova’ya gelindiği zaman, Türkiye’de olan bütün olayların Mos­
kova devrimci muhalefetinin dikkatini çektiği görüldü; Antant Dev-
letleri’nin İstanbul’u işgali olayı ve Osmanlı Ordusu’nun kısmen si­
lah bırakmasıyla dağılmaya başlaması üzerine, paylaşım politika­
sının bütün şiddetiyle meydana çıkması, ayaklanma hareketlerine
sebep olmuş ve bu ayaklanmayı yöneten Mustafa Kemal Paşa ise
bolşevikler ile ilişkiye geçme girişimlerinde bulunmuştu. Rusya Ko­
münist Bolşevik Partisi Genel Merkezi ile cereyan eden haberleş­
mede, Türkiye’de başlayan bu müdafaa-i milliye hareketine yardım
edilerek, aynı zamanda devrimci fikirlerin propaganda edilmesi ça­
lışmasına dönük örgüt namına yapılan teklifimiz kabul edilmiş ve
bu teklif kendilerine yazı ile de bildirilmiştir.

74
MERKEZ KOMİTESİ FAALİYETİ HAKKINDA KONUŞMA

Şimdi bizim için Türkiye’ye yakınlaşmak gerektiği halde, güney


sınırı kara kuvvetlerle tamamen kapanmış olduğundan, Türkistan,
İran ve Kafkasya yoluyla uzun bir seyahat zorunluluğu doğdu Tür­
kistan’a ulaştığımızda ise, Hazar Denizi’nin sahillerinde koşulların
seyahata uygun olmaması ve Türkistan İşleri Komisyonu Başkanı
İliyeva Yoldaş tarafından gerekli görülmesi üzerine birkaç arkadaş
Kafkasya yoluyla Türkiye’ye gitmek üzere görevlendirilmiş olmak­
la beraber, Taşkent’te üç ay kadar kalınması gerekliliği doğmuş­
tur.
Bu sırada Türkistan Komünist örgütünün Üçüncü Konferansı
ile burada seçilmiş olan merkezi komitenin faaliyetine katilinmiş;
bir taraftan müslüman emekçiler, arasında uluslararası devrim yo­
lunda fedakarlık hislerinin yayılmasına, diğer taraftan ise mülkiyet
ve şeriat meseleleri etrafında halkın kaderiyle oynayan gerici kuv­
vetlere karşı ve özellikle öteden beri memleketi soymaya alışıp ni­
hayet komünist örtüsü altında gizlenerek işine devam eden sömür­
gecilere karşı mücadeleye ağırlık verilmiştir. Doğuda devrim yolla­
rını açacak ve doğu devrimci ve komünist örgütlerini bir araya top­
layabilecek bir kuruma ihtiyaç öteden beri hissedilmekte olduğun­
dan, Taşkent’te Uluslararası Doğu Tebligat Şurası adıyla bir kuru­
mun oluşturulmasında yol gösterildi.
Bütün kuruculuk işleri tarafımdan yönetilen bu kurum içinde
Çin, Kaşgar, Buhara, Hive, İran, Türkiye komünist örgütlerini top­
lamakta başarılı olunmuş ve az zamanda Türkistan’ın doğu mem­
leketleriyle birleşen bütün sınırlarında ilişki şubeleri açılmış ve dı-
şarda da gizli örgütlenmeye başlanılmıştır. Türk örgütüne ait olmak
üzere burada Şubiri yakınındaki şubeden başka, eski şehirde de bir
şube açılarak Sibirya’dan gelmekte olan esirlerin eğitim ve geçim
işine aracılık edilmiş ve Türkistan Cephesi Başkumandanlığı huzu­
runda Türk kızıl askerlerinden kurulu bir askeri kıta kurulmuştur ki,
bu kıta şimdi Bakü’ye gönderilmiştir.
4. Azerbaycan’da: Türkistan’da açılan örgütler etrafında
toplanan Türk komünistlerinin miktarı 4 0 ’a ulaşmış, Hazar Deni­
zi’nin düşmandan temizlenmesinden sonra bu arkadaşlardan 2 3 ’ü
ile beraber Türkiye'ye ait faaliyetin Kafkasya’ya taşınması karar­

75
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TK P

laştırılarak 2 7 Mayıs 1 9 2 0 tarihinde Bakü’ye gelinmiştir. Bakü’ye


gelir gelmez, örgütümüz ilk defa olarak Türkiye’ye yakınlaştığını ve
kendi kitlesi içinde çalışmak imkanına sahip olduğunu hissetmiştir.
Örgütümüz Bakü ve etrafında Türkiye’den bir veya diğer suretle
gelip toplanmış olan binlerce işçi ve yoksul köylüler ile tuttuğumuz
yola iyi bakan aydınlar, şair ve ressamlar da katıldı. Yolumuza ina­
nan bazı arkadaşlar da örgüte katılarak merkezi büro yeniden fa­
aliyete girdiği gibi, Bakü’de daha önceden örgütlenmesine girişilen
Türk komite veya partisi lağvedilerek, yeni esaslarda yeniden ör­
gütlendi. Bu konuda biraz incelemeye ihtiyaç var:
Bir süreden beri Anadolu ayaklanma hareketini devrimci Rus­
ya ile birleştirmek ve Azerbaycan Şuralar Hükümetini kurmak
amacıyla Kafkas ülkesi Bolşevik komitesiyle beraber çalışan arka­
daşlar, ilk önce bir Türk Komünist Fırkası oluşturarak merkez ko­
mitelerini seçmişlerdir. Şuraya İttihat ve Terakki Hükümeti’nin sa­
vaş zamanında büyük roller oynamış bazı kimseler dışardan getiril­
mişti.
Yakın geçmişleri memleketin son savaş felaketleriyle ilgili olan
bu kişilerle, işçi ve köylü partisini kurmak ve temsil etmek olağan-
dışıydı. Onun için bu örgütün dağıtılmasında tereddüt edilmeyerek
eskiden beri Azerbaycan komünistleriyle beraber çalışmış olan ba­
zı komünist arkadaşların Rusya ve Türkistan’dan gelenlere eklen­
mesiyle oluşan grup, Bakü Örgütü’ne esas olarak kabul edilip, bıı
grupta Türkiye Örgütü’nün Bakü Şubesi oluşturuldu.
Bu şekilde oluşturulan şube, Azerbaycan Bakü Komitesi’ne ka­
tıldı. Böylece oluşturulan şube, faaliyetinde merkezi heyetle birleş­
miş ve üyesi 2 0 0 ’e ulaşmıştır. Kayıt ve tescil esnasında örgüte, te­
mel amaca hizmet etmeyecek bir takım şahısların girdiğinin hisse­
dilmesiyle, bunlar hakkında tasfiye işlemine başlanmıştır. Bakü Ör­
gütü’nün faaliyeti Meclis’e ayrıca sunulacağından, bu bölümde da­
ha fazla ayrıntıya gerek yoktur.
Bakü Örgütü:
Merkezi heyetin faaliyetine gelince, bunu anlamak için bir ke­
re merkezi heyetin esas teşkilatına vakıf olmak gerekir.
Merkezi heyet, örgütlenme, propaganda, yayın, bağlantılar, is­

76
MERKEZ KOMİTESİ FAALİYETİ HAKKINDA KONUŞMA

tihbarat ve askeri şubelerinden, bir de genel yazışma ve mali şube­


sinden meydana gelir.
Örgütlenme Şubesinin Faaliyeti: Bu şube faaliyetini Türki­
ye ve Kafkasya'ya ait olmak üzere üç ay zarfında umulmayacak
derecede genişletmiştir. Ayrıca ayrıntılı görüleceği üzere, bilhassa
İstanbul ve etrafı, maden ocağı bölgeleri ve Karadeniz sahilleri gi­
bi Avrupa emperyalistlerinin istilasına maruz bölgelerde çalışmış
ve Doğu Uluslararası Kongresi ile örgütümüz kongresinde 1 0 0 ’e
yakın temsilci bulunması başarısı gösterilmiştir.
Kafkasya’da kalmış olan Türkiye işçi ve yoksul köylüleri arasın­
da örgütlenme artırılmış ve böylece memleketimizde fikir yayma­
ya hizmet eden önemli bir basamak daha meydana getirilmiştir.
Yeni Şubeler:
Belirtildiği gibi, Anadolu ve Rusya içinde faaliyette bulunmuş,
Anadolu’nun muhtelif yerlerine gönderilmiş arkadaşlar tarafından
aşağıda gösterilen şubeler örgütlenmişti; bu şubeler, temsilcilerini
bugün kongremize göndermiş bulunuyorlar.
İstanbul Şubesi: 1 9 1 9 senesi başlangıcından beri faaliyet ha­
lindedir. Haziran başında Bakü’den iki arkadaş gönderilmişti
(Mithat, Alaaddin). İstanbul Şubesi’nden bugün kongrede çok sayı­
da temsilci bulunuyor.
Zonguldak Şubesi: Abdurrahman ve Ahmet yoldaşlar Hazi­
randa örgütlenme için gönderilmişti; Ereğli ve Zonguldak'ta şube­
ler açarak faaliyette bulunmuşlar ve kongreye temsilciler getirme­
yi başarmışlardır.
Trabzon ve Çevresi: Yusuf Kemal Yoldaş tarafından Trabzon
ve Rize’de şubeler açılmıştır.
Nahcivan Şubesi: Nahcivan’da hem Anadolu ile ulaşımı sağ­
lamak ve ilişki kurmak, hem de orada bir şube açmak üzere Hazi­
ran ortalarında Cemal Yoldaş ile Salih Zeki, Hilmi, Hakkı, Nuret­
tin yoldaşlar gönderilmiş ve orada bir şube açılarak arzu edilen şe­
kilde faaliyette bulunulmuştur.
Salih Zeki Yoldaş’a Erzurum, Sivas, Ankara ve Trabzon çevre­
sinde faaliyette bulunması için vekalet verilmiştir. Yekatrinadar,
Novorossiski, Tuaspe şubeleri, Temmuz sonunda Kuban ve Çurni,

77
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TK P

More (Karadeniz) Kubirnası ile Anadolu’nun Karadeniz sahillerin­


de örgütlenme yapmak, konferansa ve kongreye temsilciler getir­
mek üzere gönderilen Baha Ali Yoldaş’la diğer 2 0 arkadaş tarafın­
dan Yekatrinadar, Novorossiski, Tuapse’de şube açılmış ve Anado­
lu ile bu şubelerden 1 2 5 kadar temsilci getirilmiştir.
Bundan başka Bakü’de bir şube kurulmuştur. Oltu’da bulunan
örgüt ile ilişkide bulunmak üzere Yusuf Ziya ve İran’da Hintliler
arasında propagandada bulunmak üzere Sadık, Kuban ve Rostof
çevresinde yoğun miktarda sivil Türk esirleri bulunduğu anlaşıldı­
ğından, oralara da Nakizade Selahattin, Yurş ve Çinof yoldaşlar
gönderilmiş ve askeri örgüt için binden fazla Türk esir ve askeri
toplanmıştır.
Basım ve Propaganda Şubeleri Faaliyeti:
“Yeni Dünya” Gazetesi: Bakü’da tekrar yayımlanarak, bugüne
kadar 11 sayı çıkmış, her sayıdan 2 0 0 0 adet Azerbaycan’a, 3 5 8
adet Rusya ve İran’a, 3 5 0 adet Türkistan’a gönderilmiştir. Şimdi
her bir sayıdan tedbir olarak 4 -5 0 0 adet depoda mevcut bulunu­
yor.
Yazı ve Çeviri Komisyonu:
Bu isim ile bir komisyon oluşturularak Anayasa, Komünist Par­
tisi Programı, Lenin’in Yaşamı, Lenin’in Burjuva Demokrasisi ve
Proletarya Diktatörlüğü Hakkındaki Tezleri, Komünist Programın
Açıklaması, Komünist Manifesto, Emek ve Sermaye, Bolşevizm
Nedir, Sovyet Hükümeti Nedir ve Nasıl Kurulur, Kızıl Ordu Birlik­
leri, Parti Hücreleri Yönetmeliği, Çocuk Dostu, Okula Kadar Eği­
tim Kurumlan Yönetmelik ve Programları adı ile 12 adet kitap
çevrilmiştir.
Lenin’in Yaşamı, Sovyet Hükümeti Nedir, Komünist (Bolşevik)
Programı, Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlüğü adında­
ki kitaplar basılmış ve diğerleri basılmak üzeredir. Bunlardan baş­
ka Komünizmin Abecesi, Devlet ve Devrim, Altına İbadet, Büyük
Başlangıç, Enternasyonal Tarihi, Mahkeme ve Sosyalizm, Anaya­
sa kitapları da kısmen çevrilerek yakında tamamlanacaktır.
Tablolar: Ressamlarımız tarafından işçi ve yoksul köylülerimi­
zin acı dolu yaşamına dair 2 9 tablo da resmedilmiş ve sergilenmiş­

78
MERKEZ KOMİTESİ FAALİYETİ HAKKINDA KONUŞMA

tir.
Siyasi Kurslar: Bakü Teşkilatı’na bağlı olmak üzere 17 Hazi-
ran’da bir de siyasi parti okulu açılmıştır. Bu okuldan amaçlanan,
işçi ve asker arasında sosyal devrimin ilkelerine hakim yoldaşlar
yetiştirmektir. Okul, 5 0 öğrenci ile öğrenime devam etmiştir. 4 Ey­
lül 1 9 2 0 tarihinde birinci devre tamamlanmış ve 4 3 genç komü­
nist diplomasını almıştır. Okulda okunan dersler şunlardan oluşu­
yordu: Medeniyet Tarihi, Toplumsal Devrim Tarihi, İktisat, Eko­
nomi Politik, Koperatifler, Kızıl Ordu Örgütü, Parti Propaganda ve
Örgütü, Coğrafya, Genel Tarih, Müzik.
İrtibat ve İstihbarat Şubesi’nin Faaliyeti:
Bu şubenin doğuya ait ilişki ve istihbarat faaliyeti, Türkistan’da
kurulup, Pamir’den Hazar Denizi’ne kadar yayılmış olan Uluslara­
rası Doğu Propaganda Şurası aracılığıyla oluşmuş ve yeniden ba­
tıya doğru genişletilerek Nahcivan ve Karadeniz’de tesis olunan
bazı noktalarla bağlantı elde edilmiştir. Bu şube tarafından şimdiye
kadar 3 3 arkadaş işe gönderilmiş, bu duruma dair 2 9 rapor ve
mektup alınmıştır. Bu yazışma içinde ayaklanma hareketlerinin ba­
şında duran kumandan ve valilerden küçük subay, işçi ve askerle­
re varıncaya kadar birçoklarının gönderdikleri mektuplar vardır ki,
bunların içeriği memleketin muhtelif tabakaları arasındaki ruhsal
durumlan açıkça göstermektedir. Türkiye’de kumandan ve valiler,
paşalar da dahil olmak üzere, bolşevizmin kurtarıcı bir kuvvet ola­
rak anlaşıldığını söylesek doğru olur. Yalnız büyük memurlar ko­
münizmin Türkiye’de de azar azar ve yukarıdan aşağıya doğru ve
dağınık/hayali bir usulde uygulamanın mümkün olacağını düşün­
mekte, işçi ve askerler ise, savaşın ve milli savunmanın en büyük
ağırlıkları kendi sırtlarına yüklendiğinden ve zengin sınıfların ken­
dilerini yine istedikleri gibi soyduklarından şikayet ederek buna son
vermek için çare aramaktadırlar.
Özetle, Antanta’ya karşı son azim ve karar ile mücadeleye gi­
rişen Anadolu, toplumsal devrim için doğunun hiçbir tarafında gö­
rülmeyen yetenek göstermektedir. Anadolu’nun Trabzon, Erzu­
rum, Eskişehir gibi şehirlerinde komünistliği açıktan savunan “Al-
bayrak”, “İşçi” adlarıyla gazeteler çıkarılmış ve İstanbul’da komü­

79
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TK P

nist arkadaşlarımız tarafından “Kurtuluş” isminde bir de gazetenin


yayınlanması başarılmıştır. 5 sayısı çıkan bu gazetede Üçüncü En­
ternasyonal ile birlikte çalıştığı açıktan yazılmaktadır ki kongremiz,
bu gazetelerin kurucu ve yazarlarından bazılarını faaliyeti içine al­
mış olmakla gurur duymaktadır.
Askeri Şube’nin Faaliyeti:
Daha Türkistan’da iken Türkiye’de propaganda ve örgütlenme
işleriyle meşgul olmak üzere gönderilen Abit Alim Yoldaş tarafın­
dan Bakü’de Türk esir askerlerinden kurulu bir komünist askeri
birlik oluşturulmak üzere girişimlerde bulunulmuştu. Merkezi kurul,
Bakü örgütlenme işlerini yoluna koyar koymaz, askeri birliği ken­
di idaresine alarak, kumandan ve siyasi komiserler tayin etmiş ve
sevkiyat yönüyle her oluşan askeri birliğin bir kumandanlığa bağ­
lanması gerektiğinden, bu birliğin de 11. Ordu Kumandanlığı’na
bağlanması sağlanmıştır.
Bir süre sonra Türkiye’den alınan haberlerde mümkün olduğu
kadar hızlı yardım edilmesi arzu ve talep edildiğinden, burada bu­
lunan Türkiyeli işçi ve yoksul köylüler ile esirlerden daha birçokla­
rının katılması ve örgütlenmenin tamamlanması sonunda, askeri
birliğin Anadolu’ya gönderilmesi düşünülmüş ve bu maksatla Rus­
ya Şuralar Hükümeti ve 11. Ordu Kumandanlığı ile Şube, görüş
alışverişine başlayıp esas amacını elde etmeyi başarmıştır.
Bu şekilde eski Komünist askeri birliği, bu kızıl fırkanın esas
kadrosuna kabul edilmiş ve Birinci Nişancı Alayı adıyla bir alay
oluşturulmuş, yeni kumandan ve siyasi komiser tayin edilerek par­
ti karargahı da küçük ölçekte oluşturulmuştur. Bundan başka içeri
Rusya’da esirleri toplamak için 2 0 kadar arkadaş gönderilerek
oralardan gönüllü getirilmeye başlanmış ve Azerbaycan Şuralar
Cumhuriyeti içinde ise Türkiyelilerin seferberliği ilan ettirilmiş ve
işe ciddiyetle başlanılmıştır.
Birinci Alay’ın toplamı az zamanda artarak 7 0 0 ’e yakın bir ha­
le geldiği ve seferberlik başarıyla devam ettiği sıralarda, Mosko­
va’daki Anadolu Elçiliği’nin vekili olan İbrahim Tali, bugün 11.
Ordu Kumandanı ve Merkezi Heyet ile görüşmesinde “Türkiye’nin
adama ihtiyacı yoktur, ancak silah ve cephaneye ihtiyacı vardır,”

80
MERKEZ KOMİTESİ FAALİYETİ HAKKINDA KONUŞMA

yolundaki ifadesi üzerine, Ordu Kumandanlığı tarafından seferber­


liğin durdurulması konusundaki düşünceye tarafımızdan uygun ce­
vabı verilerek seferberlik durdurulmuştur. Böylece 1 5 -2 0 bin kişi­
lik silahlı bir kuvvetin istilacılara karşı gönderilmesinden - böylelikle
Anadolu ayaklanmacıları ile arada bir yanlış anlaşılma meydana
getirmemek amacıyla- vazgeçilmiş ve önemli bir fırsat elden kaçı­
rılmıştır. Şimdiki durumda toplamı bine yaklaşan alayın iki haftaya
kadar Anadolu’ya gönderilmesi hazırlıklarıyla uğraşılmaktadır.
Bundan başka askeri şube yanında bir de Esirler Şubesi açılmış
ve Rusya’nın muhtelif yerlerinden gelen esirlerden askerliğe gide­
meyenler arasında isteklendirme işlerine büyük gayret edilerek, bir
taraftan da geçimleri sağlanmış've şimdiye kadar Bakü’ye gelen
1 0 9 9 esirden 3 4 9 kişilik iki kafile Türkiye’ye gönderilmiştir.
Yazmanlık ve Maliye Şubesi’nin Faaliyeti:
Merkezi heyetin 2 6 Mayıs 1 9 2 0 ’den 1 0 Eylül 1 9 2 0 tarihine
kadar devam eden işleri, kayıt defterlerine göre 1 4 0 1 giden, 2 0 2
gelenlerden ibaret olmak üzere 1 6 0 3 kağıt toplamına ulaşıyor. Bu
yazışma içinde parti işleri için 5 2 ve askeri işler için 2 1 kişiye ve­
rilen tasdiknameler vardır.
Maliye İşlerine Gelince:
(Burada Meclis, Suphi Yoldaş'ın sözünü keserek hesaplar
hakkında Meclis'te ayrıntılı bilgi verilmesine m üsaade edilm e­
miş ue hesapları incelem ek ve sonucunu bildirmek üzere Ah­
met Cevat, Yakup ve Abdurrahman yoldaşlardan kurulu bir
komisyon seçmiştir. Bununla beraber Mustafa Suphi Yoldaş,
maliye yönünden örgütün geçirdiği çeşitli dönem leri kısaca an­
lattıktan sonra sözlerini şöyle bitiriyor.)
Bu ayrıntılardan anlaşıldığı üzere, örgütümüzün giderleri büyük
bir tasarruf ve ölçülülük ile karşılanmaktadır. Bunun sebepleri:
1. Türkiye ile ulaşımın son zamanlara kadar pek zor olması do­
layısıyla düzenli olarak para gönderilmesinin sağlanamamış olma­
sı,
2. Memlekette masrafı kontrol edecek yüksek örgütün henüz
mevcut olmaması bakımından, giden propagandacılara asgari
miktarda para verilerek fedakarlık hislerinin gelişmesine çalışılma­

81
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TK P

sı ve nihayet bir kısım tutarın ihtiyat olarak korunması fikirleriyle


açıklanabilir. Halihazırda eksiklikler temin edilmiş olduğu gibi, so­
rumlu arkadaşlarımız da, İstanbul ve Anadolu’da çoğalmış oldukla­
rından, ciddi faaliyet neticesinde kasamız gelir ve giderlerinin hız­
la yükseleceğine şüphe yoktur. Bununla beraber, bizim para har­
camalarında tasarruf, denetim ve ihtiyat prensiplerini terketmeme-
miz gerekir.
Bugün uluslararası devrim çevrelerinden yardım almakla bera­
ber düşünmeliyiz ki, memlekette kara kuvvetlerle çarpışarak ulus­
lararası devrim çevreleriyle ilişkiye girişemeyeceğimiz zamanlar da
gelebilir. Bu gibi zamanlarda sıkıntıya dayanma gücünü şimdiden
kazanmaya çalışmalıyız.
İşte arkadaşlar, böylece size altı senelik savaş ve mücadele tari­
hinin safhalan hakkında bilgi verdiğim gibi, aynı zamanda Türkiye
Komünist Örgütü Merkezi Heyeti’nin çalışmalarının özetini arzet-
miş oldum. Merkez Heyeti, bu faaliyeti ile Türkiye işçi ve yoksul
köylü halkının zalim ve yağmacı hükümet ve devletlerin ayağı al­
tında ezilmiş olan hukuk ve isteklerini uluslararası devrim ufukla­
rında göstermeye muvaffak oldu. Şimdi ise bu hukuk ve istekleri,
kızıl bir bayrak halinde Türkiye ve Rusya’daki komünist arkadaşla­
rımızın birleştikleri bu saygıdeğer kongreye sunmakla görevini ta­
mamlamış oluyor. Bu kongrede birleşerek devrimcilikteki güven ve
güçlerini artıran komünist arkadaşlarımızın, kutsal bayrağımızı ye­
re düşürmeyerek zafer ve kurtuluş yolunda daima ileriye büyük
adımlar atacaklarına ümit ve güvenimiz tamdır. (Sürekli Alkışlar)

82
TKP I. KONGRESİ NİN SONUNDA
MUSTAFA SUPHİ YO LDAŞ'IN
KONUŞM ASI

Örgüt aşamalarını geçiren-ve şimdiye kadar birer grup halinde


yaşayan Türkiye komünistleri, bu kongreden örgütlü ve birleşik bir
parti olarak çıkmakla, yeni bir hayat dönemine ayak basıyorlar.
Partinin önünde duran birinci görev: Bundan sonra memleketimiz
işçi ve yoksul köylüleri arasında fikrimizi süratle yayarak halkın ge­
leceğini kendi eline verecek koşulları ve yetenekleri hazırlamaktır.
Türk komünistleri üç seneden beri Rusya toplumsal devrimi içinde
birçok safhalardan geçtiler.
Zaman oldu ki, karşımıza çıkan kara fikirli gericiler, Türkiye’de
işçi ve yoksul köylü sınıfının mevcut olmadığını, olsa bile, hammal-
ların memurlardan iyi yaşadıklarını söylemekten utanmadılar. Son
zamanlar da ise, bilhassa İstanbul, İzmir, Konya, Erzurum, Ankara
ve Eskişehir’de ortaya çıkan işçi ve yoksul köylü örgütleri seslerini
yükselterek gösterdiler ki, Türkiye’de işçi ve yoksul köylü adı altın­
da devrimci önemli bir sınıf yaşıyor. Ümit ederiz ki, İstanbul ve
Anadolu işçi ve yoksul köylüleri, yakında istilacı ve zalim bütün
kuvvetleri tepeliyerek hayat ve mücadele faaliyetlerini kendi kolla­
rına almak iktidarını göstereceklerdir.
Zaman oldu ki, Türkiye işçi ve yoksul köylüleri, zorba vali, ha­
kim ve paşalar karşısında söz söylemek cesaretini bile göstere­
mediler; fakat son olay gösteriyor ki, İstanbul Hükümeti’nin ve pa­
dişahın İngilizlerle birleşerek memleketi sattıklarını halk pek iyi an­
lıyor; Türkiye’nin ezilen işçi ve yoksul köylüleri ve askerleri, bu al­
çaklığa, bu ihanete karşı, süngüsünü oradaki ağa ve paşaların göğ­

83
OSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TK P

süne çevirmiş, savaşıyorlar. (Alkışlar)


Ve nihayet zaman oldu ki, arkadaşlar, Türkiye’de komünist ör­
gütü olmaz dediler; fakat, Türkiye’nin değişik şehirlerinden gelen
komünist temsilciler, bunun aksini ispat ettiler; Türkiye’de işçi ve
yoksul köylü komünist örgütü gittikçe genişliyor ve güç kazanıyor.
Şimdi Komünist Partisi’nin sömürgeci kuvvetleri ezmeye kararlı iş­
çi halka rehber olacağına hiç şüphe edilemez. (Alkışlar)
Komünizmin önderlerinden Engels, bir eserinde diyor ki: "Yer
yüzündeki teknik zulme alettir. Zaman gelecek ki, tekniğin ile
ri eseri olarak yeryüzünü kan deryaları alacak ve zalim im pa­
ratorların taçlan bu kan deryasına yuvarlanacak, bu tacı yer­
den kaldırıp başına koymaya cesaret ed ecek bir adam bu­
lunmayacaktır. " İşte, bu devir gelip çatmıştır: Rusya’da, Alman­
ya'da, Avusturya’da, Türkiye’de, çarlık, imparatorluk, padişahlık
artık bir daha kurtuluşu olmayacak tarzda yıkıldığı halde, hiç kim­
se cesaret edip de, o taçları başına geçiremiyor.
Vaktiyle halka zulmedenler, bugünkü işçi ve yoksul köylü devri­
mi huzurunda diz çökerek, ezilen halka taraftar ve hizmete hazır
gözüküyorlar. (Alkışlar)
Memleketimizde her türlü derece ve sınıf yalana dayanan
anlaşmalann yerinden oynadığı böyle bir devirde, böyle bir buh­
ran döneminde, işçi halkın geleceğini kendi eline alarak iş görm e­
si bir zorunluluk haline giriyor. Bu işte doğru yolu göstermek gö­
revi Komünist Partisi’nin üzerine düşmektedir. Komünist Partisi
için memleketin başına bela olan dış düşmanları kovmak nasıl bir
görev ise, içerde halkın sırtından geçinen yağmacı asalak sımflan-
nı da hazır yiyicilik halinden çıkarıp yumruk altında çalıştırmak da,
o derece temel bir görevdir. Bu iki görevin temini iledir ki, Komü­
nist Partisi ezilen işçi ve köylü halka karşı hizmetini yerine getirmiş
ve ortadan sınıflar farkı kalkarak toplumsal birliğe, gerçek adalete
ulaşmış olacaktır. Onun için son söz olarak diyelim ki: Yaşasın Tür­
kiye Komünist Partisi!, Yaşasın dünya proletaryasının birliği!,
Yaşasın Üçüncü Enternasyonal!

84
TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ
I. KONGRESİ'NDE KARAR HALİNDE KABUL EDİLEN
SÖMÜRGELER VE MİLLETLER HAKKINDA
MUSTAFA SUPHİ YOLDAŞ'IN SUNUŞU

1. Sömürge, bugünkü haliyle istilacılık devrini geçiren sınai, ma­


li ve ticari tekelciliğin zorunlu bir ürünü olduğu gibi, milli kavga ve
savaşlarda, bugünkü ekonomik ve siyasi şartlardan çıkan birer tra­
jedidir.
Toplumun kaderi, zenginliğe dayanan sermayedarlardan fetih
ve yağmacılıkla şöhret ve iktidar elde eden emirlik ve hükümetler­
le, bunlara satılmış bir avuç memurların ileri gelenlerinden ibaret
bir sınıf azınlığı elinde kaldıkça, bu felaketlere son vermek imkanı
yoktur.
2. Burjuva temelde kurulan hükümetler, fert ve milletlere ait
adalet ve eşitliğe dair birçok söz ettikleri halde, tarihin bize göster­
diği feci olaylar, hele son Avrupa Savaş’ından sonra kararlaştırılan
Versay Antlaşmasfmn, yenilmiş zayıf millet ve memleketleri kısım
kısım ezen ve sömürge haline getirmeye teşebbüs yolunda ortaya
çıkan sonuçlan pekala gösteriyor ki, adalet ve eşitliğe ait bu şiar­
lar, yalancı bir gösterişten başka bir şey değildir.
3. Demek oluyor ki, sermayedarlar, hükümdarlar ve sultanlar­
dan meydana gelen hiç hükmündeki bir azınlığın, insanlığın büyük
çoğunluğunu oluşturan zayıf ve yoksul işçi sınıflara baskı ve zorba­
lık şeklinde ortaya çıkan bu evrensel durumun giderilmesi, ancak
sınıf farkını ortadan kaldırarak yeryüzünde egemen, zalim fertle­
rin, millet ve devletlerin hükmünü bırakmayacak bir büyük devri

85
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TKP

min ortaya çıkması ve gerçekleşmesi ile olabilecektir.


4. Bütün dünya işçi ve yoksul köylüleri arasında meydana çıkan
bu içerikteki toplumsal devrimde, şimdiye kadar başka devletler ve
milletlerin hükmü altında ve sömürge halinde yaşayan millet ve
memleketler işçi ve yoksul köylü sınıflarının, milli ve medeni istek­
lerine karşı hakim durumdaki millet proletaryası tarafından feda­
karlıkta bulunulmalıdır. Ezilen milletler arasında aydınlanma ve uy­
garlığın gelişmesine yardımcı olacak uygar ve milli kurumlara kuv­
vet verilmeli ve bu suretle onlann da samimi olarak devrime yar­
dım esaslan hazırlanmalıdır.
5. Komünist Partisi, devrim hareketinin yeni girdiği geri mem­
leketlerde, emperyalizme karşı varlığını savunan milli kuvvetlere
yardım ederek, bu arada genellikle sermayedarlar idaresine karşı
sınıfsal mücadele hissinin işçi halk içinde derinleşmesine yardımda
bulunmalı ve her durumda örgütün sürekliliğini-bağımsızlığını ko­
rumalıdır.

86
TÜRKİYE'DE KOMÜNİST
TEŞKİLATLARININ BİRLEŞMESİ
HAKKINDA BİR TEKLİF*

Komünist örgütlerin birbirlerinden habersiz ve bağlantısız ola­


rak yahut herhangi bir teorik farklılıktan dolayı, birbirlerine karşı il­
gisiz veya muhalif tutum alarak çalışmalan, toplumsal devrim
amaçlarının başanlmasını olağanüstü ölçüde zorlaştırmaktadır.
Hollanda ve Almanya Komünistlerinin bu nedenle fraksiyonlara
ayrılmış olması, bu memleketlerdeki devrimci hareketlerin büyü­
mesi ve zaferine engel olmuştur. Üçüncü Enternasyonal’in yürüt­
me komitesi, Zinovyef’in ikinci kongrede sunduğu raporda uzun
uzun anlattığı gibi, bu gibi bölünme ve dağılmalara kesin olarak
izin verilmeyeceğini bildirmiştir. Kapitalist dünyaya karşı tek ve dik
bir ihtilal cephesi teşkil ederek zaferi garanti altına almak için, bir
memleket dahilinde bağımsız oluşan komünist gruplarının genel
bir merkezileşme etrafında birleşmesi gereklidir. Bundan dolayı,
gerek İstanbul’daki komünist gruplarının, gerek Anadolu veya
Rusya’daki olaylann etkisiyle birbirinden bağımsız olarak ortaya çı­
kan örgütlerin Türkiye Komünist Fırkası ile birleşmesi ve hep bir­
likte tam bir birliğin gerçekleşmesi ve Türkiye devrimi için çalışan
yoldaşların değişik alanlarda kalarak güçlerini boşa harcamamala-
n ve kaybetmemeleri gerekir. Biz yetki sahibi delege olmak sıfatıy­
la, İstanbul Komünist grubunun Türkiye Komünist Fırkası ile bir­
leşmeye hazır olduğunu ilan ve diğer örgütlenmelerin de aynı
nedenle hareket etmelerini büyük amaçlarımız adına teklif ve rica
ederiz.
Ethem Nejat ve Hilmioğlu Hakkı
* B u teklif K o n g re tarafından oybirliği ile kabul edilmiştir.

87
İSTANBUL'DA
KOMÜNİST VE İŞÇİ HAREKETİ

ETHEM NEJAT

Yoldaşlar! Proletarya, öteden beri dünya kapitalistlerinin esiri


olan Türkiye’nin, 1. Dünya Savaşında sermayedarlığın, yeni ve bü­
yük bir soygununa hedef oldu. Savaşla birlikte, içeride başlayan ve
yeni bir sermayedarlığın kurulmasına neden olan ve hayat pahalı­
lığını ortaya çıkaran akım, savaştan sonra da devam etti. Ateşkes
senelerinde bunu İngiliz, Fransız, Amerika vb. kapitalistler devam
ettirdiler. Bir taraftan takım takım batı kapitalist temsilcileri İstan­
bul’a geldi; diğer taraftan İstanbul’da öteden beri Avrupa kapita­
listlerinin merhametsiz ajanları olan Rum, Ermeni, Yahudi, Levan­
ten ve Türk burjuvazisi fakir sınıfı soymaya başladı: Hayat çekilmez
hale geldi.
Savaş içinde servet biriktiren, sermayedar mevkiine geçen
Türk burjuvazisinin çoğu ellerindeki paraları akılsızca harcamaya
başladılar. Şoven olan batı kapitalistleri Türk sermayedarlarına, so-
fulanna iş vermiyor; onların siyasetlerini kabul etmiyorlardı.
Savaş zenginleri, öteden beri aşın asalak bir lüks hayatı süren
ayrıcalıklı s.nıf, lükse ait eşyalar almak ve sefahat yapmakla büyük
bir israf yapıyorlardı. Bunun için memlekete binlerce balya çikola­
ta, içki, ıtriyat, ipekliler, tuhafiye eşyası, çorap vb. geliyordu. Bu
şekilde proletaryanın alınteri ile kazanılmış toplumsal servet, eğ­
lence düşkünü burjuvalann zevk, eğlence boş hevesleri için Avrupa
kapitalistlerinin eline akıyor: Buna karşın, batıya yapılan ihracat
onda biri bile tutmuyor ve bu şekilde Türkiye halkının öz sermaye­
si Avrupa sermayedarlarının eline gidiyordu. Oysa, İstanbul’da iş

88
İSTANBUL’DA KOMÜNİST V E İŞÇİ HAREKETİ/ ETHEM N EJA T

yapan yerli ve Avrupa burjuvaları, işçinin ücretini pek yükseltme­


ye sebep olduklarını ve işçiye refah verdiklerini söylüyorlardı. S a ­
vaştan önce günlük yirmi kuruş alan işçinin günlüğü ortalama yüz
kuruşa çıkmıştır. Bu yükseliş ile işçi aldatılmak, avutulmak istendi.
Fakat gerçekte bu yükseliş değil, burjuvalar yararına bir indirim idi.
Burjuvalar bu ikiyüzlü (siyaseti?) ortaya koyarak proleterlerin em e­
ğinden daha çok çalıyorlardı. Çünkü yerli ve yabancı sermayedar­
ların yaptıkları tekel ve vurgunculuk, hayatı geçmiş geçim koşulla­
rına göre, yüzde bin beşyüzden ikibine kadar pahalılaştırmıştı. Av­
rupa sermayedarlarının Türkiye’de soygun vekili Düyun-u Umumi-
ye’nin yaptığı istatistik, genel pahalılığın yüzde bin beşyüzelli, bin
yediyüz olduğunu gösterdi.
İstanbul’un proleter ve yarı proleter sınıfları, kapitalizmin ve ka­
pitalistlerin çıkanna hizmet eden hükümetin açık soygunculuğunu
tabiatiyle gördü ve anladı. Vaktiyle İstanbul’da proletarya ve yarı
proletaryanın hayat ve geçimi hiç olmazsa asgari bir derecede te­
min ediliyor; olanaklar elverdiğince giyecek bir şey buluyor ve ai­
lesine ekmek bulabiliyordu. Ve o vakit sınıf çelişkisini duyamıyor,
ezen ve ezilen sınıflar hakkında kafa yormaya gerek duymuyordu.
Fakat savaş ve ateşkes günlerinin müthiş baskı ve iktisadi esareti
(günübirlik geçim sağlamak) yaşayanlara sınıf bilincini, sınıf benli­
ğini, sınıf çelişki ve düşmanlığını hissettirdi. İstanbul’un bütün pro­
leterleri anladılar ki, iki zıt, iki düşman sınıf daima mevcuttur.
Biri eziyor, çalıştırıyor: Diğeri eziliyor hem çalışıyor; biri bütün
ömrünü çalışmak ve üretim ile geçiriyor ve işinden mahrum kaldı­
ğı, ihtiyarladığı ve sakatlandığı ve hayatına son verildiği zaman ai­
lesine sefalet ve açtıktan başka bir şey veremiyor; diğeri bütün öm ­
rünü çalıştırmak, ezmek ve çalışanların emek ürününü asalak ola­
rak yemek ve yutmak ile rahat ve mutlu yaşıyor ve öldüğü zaman
ailesine ve çocuklarına sefahat içinde yaşayabilecek ve birçok pro­
leterleri sömürü zincirine alabilecek bir sermaye bırakabiliyor.
İstanbul proletaryası çok eskiden beri devam eden iktisadi sö­
mürüyü, sınıf çelişkilerini, sanatın düşmanlarını, aç ve çıplak kaldı­
ğını ve soğuktan donduğu ve ailesinin açlıktan verem olduğu ta­
hammül edilemez günde pek derinden öğrendi. Ağızlarda dolaşan

89
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TKP

“vatan” ve “vatanseverlik” kavramlarının çaresiz halkı soymak ve


çalıştırmak için vesile oluşturduğunu, “vatan” ve “milliyet” diye ba­
ğıranların proletaryayı ezenler olduğunu anladı. Proletaryanın ar­
tık sermayedarlığa karşı seferberliğini ilan ederek mücadele, savaş
safına geçmesi lazımdı. İstanbul işçileri bu gerçeklerin, öncüleri
sosyalistler tarafından tekrar edildiğini duydukları zaman sosyal sı­
nıflardaki yerlerini hemen belirlediler. Ve mücadele kararını verdi­
ler. Örgütler oluşturmaya başladılar: Bunun üzerine, bir taraftan
sosyalist fikirler proletarya arasında şiddetle faaliyete egemen olu­
yor, diğer taraftan, “sendikalar, işçi dernekleri ve birlikleri ” oluşu­
yordu.
*

Daha sonra Nejat Yoldaş, İstanbul için yeni bir siyasi yüz
olan bu örgütler hakkında açıklamaya geçiyor:
Sosyalist fikirler proleter sınıf arasında ortaya çıkınca, İstan­
bul’da muhtelif partiler ortaya çıktı.
1-Türkiye Sosyalist Partisi, 2-Sosyal Demokrat Partisi, 3-Tür-
kiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Partisi...
Her nerede işçi hareketi görülse, işçiler düşmanlarını anlayıp
mücadeleye kalkışsa, orada proletaryayı baştan çıkarmak, avut­
mak için yalancı, hain sosyalist partiler kurulur. Bunlar evrimci, re­
formcu demokrat sosyalist olarak meydana çıkar, sermayedarlık
esaretinin devamına sebep ve vesile olurlar. İstanbul’da kurulup il­
lerde şubeler açmaya çalışan Türkiye Sosyalist Partisi ile Sosyal
Demokrat Partisi tamamen bu şekilde sosyalistlerdir. Bunlardan bi­
rincisi, yani Türkiye Sosyalist Partisi, İngiltere kapitalistlerinin ent­
rikasıyla hareket etmiştir. Bu parti son zamanda İngiltere savunu­
culuğu ve övgüleri ile şöhret bulan Hürriyet ve İtilaf Partisi ismin­
deki burjuva partisiyle ortak mesai yaptığını gazetelerde ilan et­
mekle niteliğini ortaya koymuştur. Sosyal Demokrat Partisi de Av­
rupa’daki soşyal demokrat partilerinden daha çok sağ ve bilinçsiz­
dir. Galata’da toplanan bu Sosyal Demokratlar Ferit Paşa hüküme­
tinin topladığı Saltanat Şurası’nda açıkça dediler ki: “Biz Sosyal
Demokratlar, A m erika’da kendi kaderini tayin hakkını çıkaran
insaniyetperuer Wilson'u takdir ederiz ve onun prensiplerini

90
İSTANBUL’DA KOMÜNİST V E İŞÇİ HAREKETİ/ ETHEM N EJA T

kabül ve bu prensipler dahilinde hareket edilmesini talep


ederiz. ” Bu itiraf bir cinnet idi. Bu açıklamada aziz yoldaşlar, baş­
kentte kurulan bu iki partinin tamamen yalancı, aldatan oportünist
sosyalistler olduğu meydana çıkar. Bunların zararı en çok proletar­
yaya dokunduğundan, bunlar bizim en büyük düşmanımız olmalı­
dır. Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Partisi’ne gelince... Onlar tama­
men Marksistlerdir, amaç ve hedeflerine tamamen sadıktırlar. Yol­
daşım Hakkı’nın açıkladığı gibi, bunlar Avrupa’dan, Almanya,
Avusturya-Macaristan ve İsviçre’den gelen kol ve fikir işçilerinin,
İstanbul’un eli nasırlı ve mahrum ezilenlerinin birleşmesinden oluş­
muştur. Parti İstanbul’a merkezini nakil eder etmez, toplumsal dev­
rimin meydana gelmesi için ilk önce: Proletaryanın kesin sınıf bi­
lincini ve toplumsal devrimin' hedefleri hakkında geniş bilgi
edinmesi ve organize olması gerektiğine kesinlikle inandığından,
ilk iş olarak İstanbul işçisini işçi birlikleri etrafında toplamaya me­
sai sarfetti.
Nejat Yoldaş İşçi ve Çiftçi Sosyalist Partisi'nin İstanbul’daki
faaliyetini anlattıktan sonra, İstanbul'da yüksek Marksist fi­
kirlerini yaygınlaştırmak üzere, “Kurtuluş” isminde bir gaze­
te yayınladığını söyledi ve ilave etti.
Baskı ve kağıt fiyatlarının pek yüksek olduğu bir zamanda, hiç­
bir taraftan maddi yardım görmeyen Kurtuluş, kazançlarını sağ­
lamaya yeterli olmayan idealist kol ve fikir işçilerin fedakarlığı ile
yayınlanıyor ve halka ücretsiz dağıtılıyordu.
Parti keza Almanya’da çalışan genç arkadaşlanndan birini işçi
bölgesi olan Eskişehir’e yolladı. Orada birçok baskılar ve zorlukla­
ra uğratılan bu genç arkadaşımız, genç bir sosyalist öğretmen ar­
kadaşıyla “İşçi” ismindeki gündelik sosyalist gazetesini yayınladı.
Gündelik bir sosyalist gazetenin Anadolu’da yayınlanması dikkate
değer bir olay idi. Çünkü: İşçi Anadolu’da birinci defa olarak açık­
tan açığa sosyalist fikirleri yayınlıyordu.
Bu sosyalist partilerden başka, İstanbul’da bir de bizi buraya
gönderen gizli Komünist grubu mevcuttur. Maalesef komünist
grubu İstanbul’daki padişah ve İngiliz hükümetinin zulümleri nede­
niyle açıktan faaliyet yürütemiyor. Şurasını haber vereyim ki, İstan­

91
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TK P

bul Komünist grubu üzerine düşen görevin önemini takdir ederek


her yere girmiş, değişik işçi kitlelerine nüfuz etmiş ve onları kendi
lehine kazanmaya çalışmıştır. Grubun faaliyet derecesi memleket
serbest bir devreye girdiği zaman görülecektir. Bu şekilde grubun
devrimci Rusya ile ilişkiyi kabul ettiğini ve Odesa Üçüncü Enter­
nasyonal Bürosu yönlendirmesiyle Moskova Üçüncü Enternasyo-
nal’in İkinci Kongre’sine davet edildiğimizi söyleyebiliriz.
Yoldaş bundan sonra, Türkiye'nin ve İstanbul'un işçi dernek
ve birlikleri hakkında uzun uzadıya bilgi verdi; ve çeşitli der­
nek ve birliklerin bünye ve niteliğini, işçi ve öğretm enler gre­
vini anlattı ve sonra:
İstanbul işçi birlikleri ve sendikaları Milletvekili Meclisi seçimi
nedeniyle geçen Aralık’ta bir toplantı kararlaştırdılar. Bu toplantı­
ya üç binden fazla işçi delege ve temsilcileri katıldı. Toplantıda se­
çim nedeniyle işçinin hakkı, savunulması ve korunması gerektiği
iddia edilerek, bu nedenle proletaryanın seçim-seçilme hakkını
gaspeden iki dereceli seçim hükümet nezdinde protesto edildi. De­
vam eden işçi (ve) seçim ve toplantılarını idare edenler İşçi ve Çift
çi Sosyalist Partisi mensupları idi. O zamanın hükümeti bu işçi ha­
reketinden kuşkulanarak toplantıları yasakladı. Ve idare edenleri
genel polis teşkilatı vasıtasıyla Divan ı Harb’e verdi.
Toplantılann yasaklanması nedeniyle, her ne kadar işçi istediği
kadar etkili damadıysa da, İstanbul’un proletaryası Meclis'e işçi sa­
vunucusu milletvekillerinin girmesi gerektiğine ikna oldu ve bu ha­
reket, her ne kadar sağlam bir sosyalist değil ise de, bir demirci us­
tasının Meclis’e girmesine vesile oldu. (Alkışlar)
Türkiye’de, bazı memleketlerde olduğu gibi, fikir işçileriyle kol
işçileri arasında muhalefet yoktur. Fikir işçileri kol işçilerine katılı­
yor ve onların haklarını bir ağızdan kabul ediyorlar. Bu sebeple, İs­
tanbul toplumsal devrimi daha güçlü ve ittifaklı bir sima göstere­
cektir. İstanbul öğretmenlerinin yaptığı bilinçli grev -ki on yedi gün
devam etmiştir- çeşitli işçi teşkilatları tarafından tam bir samimiyet­
le tebrik edilmiştir. Sonradan Paris’te sol sosyalistlerle bütün dün­
ya aydınlarından oluşan “Kılaret (Clarte)-Aydınlık” adında bir grup
kurulmuştur. Bu grupta Anatole France gibi toplumsal devrimin

92
İSTANBUL’DA KOMÜNİST VE İŞÇİ HAREKETİ/ ETHEM N EJA T

savunucusu Fransız şairlerinden tutunuz da (Tagore) gibi ezilen do­


ğunun kurtuluşunu dile getiren Hint şairlerine kadar bütün millet­
lerin edebiyatçılan, yazarları, hatipleri, öğretmenleri var.
İstanbul’daki fikir işçisi yoldaşlarımızdan bazı ressamlar, yazar­
lar, öğretmenler, gazeteciler bu Aydınlık grubu ile ilişkiye girişerek,
grubun İstanbul’da bir şube açılmasını sağlıyorlar. Görülüyor ki, İs­
tanbul’daki fikir işçileri hem bütün dünya fikir işçilerini proletarya
bayrağı altına çağıran grupla temas ediyor, hem de kol işçileriyle,
sosyalistlerle yanyana çalışıyorlar.
Ethem Nejat Yoldaş bundan sonra nutkunun nihayetine g e­
liyor:
Yoldaşlar! İstanbul’da Avrupa sermayedarlarının iktisadi ve as­
keri esareti altında inleyen ezilen halk, toplumsal devrimi bütün
heyecanı ve bütün sabırsızlığı ile bekliyor, kurtuluş ve mutluluk gü­
neşinin kendi sınırlarında bir an evvel doğmasını bekliyor! Bizi İs­
tanbul buraya, bu emelleri size bildirmeye ve aynı amaç için birlik­
te çalışmak gerekiğini iletmeye ve Üçüncü Enternasyonal ile ilişki­
yi güçlendirmeye gönderdi. Buradaki yoldaşlarımızın İstanbul’un
devrimci kalbini kabul edeceklerine şüphe yoktur.
Yaşasın Türkiye’nin Toplumsal Devrimi
Yaşasın Üçüncü Enternasyonal.
(Alkışlar.)
(TKF 1. Kongre konuşması- Bakü 1 920)

93
İŞÇİ VE KOMÜNİST HAREKETİ
ÜZERİNE KONUŞMA

HİLMİOĞLU HAKKI YOLDAŞ

Yoldaşlar, Dünya Savaşı sebep olduğu bütün felaketlere, peri­


şanlıklara, sefalete rağmen, bize iki büyük iyilik getirdi. Biri Rus
Çarlığı’nın ve onunla beraber birçok taçların düşmesi, diğeri de
Türk proletaryasının sınıf benliğini, sınıf bilincini hissetmesi oldu.
Türkiyelilerin bir kısmı Rusya’da, diğer bir kısmı da Alman­
ya’da gayet önemli devrimci hadise ve olaylar görmüşlerdir. Biz
Almanya’da gördük ki, savaşı yöneten Türk hükümetlerinin savaş
mühimmatı ve sair eşya almak üzere gönderdiği memurlar, büyük
şehirlerin açık ve kapalı kumarhanelerinden ve eğlence merkezle­
rinden çıkmıyorlar. Öyleleri vardı ki, İstanbul’da az bir süre önce
kötü bir hayat yaşamakta iken, şimdi Berlin caddelerinde otomo­
bil içinde yüzü boyalı kadınlarla dolaşıyor ve bir gecede yüzbinler-
ce mark harcayabiliyordu. Yine öyleleri vardı ki, mesela ilgi göster­
diği bir kadına yalnız hoş görünmek için, önemli bir tiyatroyu onun
şerefine kapatıyor, diğer biri, yüzlük banknotlardan sigara yap­
mak ve yakmak tecrübelerinde bulunuyordu. İttihat ve Terrakki
Partisi’nin birçok garip teşebbüsleri arasında yapay ve baskıcı ted­
birlerle büyük ekonomik girişimlere gücü yeten yeni bir burjuva
topluluğu da vardı. Tabii böyle bir klik vücuda getirmek için, ona
bir de işçi sınıfı ilave etmek gerekecekti. Bunun için Tophane, Zey-
tinburnu, tersane ve sair fabrikaları sanayi okullanna mensup dört
bin kadar genç işçi, fabrikalarda sanat öğrenmek ve staj yapmak
için Almanya ve Avusturya-Macaristan’a gönderildi. Bu genç işçi­

94
ÎŞÇÎ VE KOMÜNİST H A REK ET ÜZERİNE/ HİLMİOĞLU H A KKI

nin büyük bir kısmı Almanya’nın değişik şehirlerine dağıtılmıştı ve


bu gençlerin Alman işçisinin hayatına karışmasına. Alman işçi ör­
gütüyle doğrudan doğruya yüzyüze gelmesine imkan hazırlıyordu.
Berlin’de ve Almanya’nın değişik şehirlerinde büyük Türk memur­
larının ve savaş zenginlerinin sefahat içindeki hayatı devam edip
giderken, bu gençler her gün memleketlerine ait zehir gibi haber­
ler alıyorlardı. O zaman bu genç Türk işçisi, memleketi bütün ge­
leceği ile beraber kumar masasına koyanların daima tekrarından
usanmadıkları “vatan” ve “millet” kelimelerinin gerçek anlamını
anlamaya başlamıştı.
Görülüyordu ki, “Yaşasın vatan” narasıyla bağıranlar, gerçekte
vatanı yağma etmekten, zevk ve eğlenceden başka bir şey düşün­
müyorlardı. Memlekette açlık müthiş bir şekil almış iken ve mem­
leketin çocukları gıdasızlık yüzünden organik hastalıklara uğrar­
ken, Berlin’e gelmiş beyler yüzbinlerce markı ufak bir keyif için ve
ölüme sürüklenen memleketin kaderine karşı tamamıyla lakayt,
sokaklara döküyordu. Bütün bu kılıfına uydurulmuş olan çıplak ve
ebedi gerçek bütün bu soyguncu sınıfların soyulan sınıfları uyut­
mak ve avutmak için kullandığı tarihi yalanlar, Almanya’daki Türk
işçi ve öğrencisi üzerinde şiddetli etkiler uyandırmaktan geri kal­
madı. İşte bu ruh hali altında doğrudan doğruya işçiye dayanan ilk
Türkiye Sosyalist örgütü vücut buluyordu. İşçi ve öğrenci arasında­
ki ruhsal mayalanmadan (bir kelim e okunamıyor) ve mütevazi bir
topluluk meydana getirmek fikriyle, bir kısım öğrencinin teşviki ve
işçiden büyük bir çoğunluğun katılımıyla, Türkiye İşçi ve Sosyalist
Partisi dünyaya geldi.
Almanya’da devrim başladığı zaman Türkiye işçileri Spartakla-
rın yanında yer almaktan çekinmediler ve büyük ideale bağlı, saf
ve yiğit genç devrimcilerimiz (Liebknecht) ve (Rosa Luxemburg) et­
rafında Spartaküs hareketine bilfiil katıldılar. (Alkışlar) Bu genç yol­
daşlar bize uluslararası örgütlerin güçlendirilmesi gerektiğini hisset­
tirmişti. Spartaküs olayları sırasında birkaç genç devrimci arkada­
şımızın şan ve ideal meydanında can verdiklerini gördük ve onla­
rın mezarları önünde onların gittikleri yoldan dönmeyeceğimize
yemin ettik. (Alkışlar.) O devirde Berlin Türk Kulübü, başlarında

95
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TK P

güçlü bir çeneye sahip nasyonalistlerden biri (Hamdullah Suphi


Tannöver. -Mete Tunçay) ile onun kuyruğu olan birkaç kişinin elin­
deydi. Daha sonra, örgütçü birkaç arkadaşımızın etrafında işçi
gençler de kulübe katıldılar. Kulübün Türk kulübü olduğu ve nas­
yonalistlere ait bulunduğunu iddia edenlere karşı, biz onun Türki­
ye işçi ve köylüsüne ait olabileceğini ve onun içinde ancak Türki­
ye Sosyalist işçi ve çiftçilerinin temsilcilerinin toplanmak hakkına
sahip olduğunu iddia ettik ve beylere kapıyı gösterdik. (Alkışlar).
Kulüpte sınıfsal hislerin uyandınlması için genç işçilere gece
dersleri açıldı. Ve bir sendika (işçi derneği) kuruldu. Buna katılan
gençler gerçi değişik meslek ve sınıflara mensup idilerse de, onla-
n, bölmeden bir sendika etrafında toplamaya mecburiyet vardı. İş­
te bu şekilde bir taraftan Türkiye İşçi Derneği, diğer taraftan da
Türkiye İşçi ve Sosyalist Partisi kurulmuş oldu. Parti örgütünü ta­
kiben kendisinin hala organı olan Kurtuluş gazetesini yayınlama­
ya başladı. Bu Almanya’da yayınlanan ilk Türkçe sosyalist gazete
idi. Daha sonra Kurtuluş, Almanya’da Almanca ve Türkiye’de
Türkçe neşredilmeye başlanmıştı. Partinin doktriner karakteri,
söylediğim gibi tamamiyle ortodoks Marksizm’dir. Ve onun ne Al­
man Sosyal-Demokratları ne de Müstakilleriyle ilişkisi vardır. O,
Marksist sıfatını korumak için kendisine yapılan baştan çıkarıcı
“kurlara” karşı daima ilgisiz kalmış, siyasi namusunu büyük kıs­
kançlıkla savunmuştur. Türkiye’nin ilk sayfaları yazılmakta olan
sosyalist tarihi, Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Partisi hesabına
küçük bir leke ile kirlenmemiştir. Biliniz yoldaşlar ki, gerek mem­
lekette ve gerek Almanya’daki arkadaşlarımızın kalbinde sizin his­
settiğiniz büyük bir heyecan yaşıyor. (Alkışlar).
TKP 1. Kongresi’nde Konuşma- Bakü 1 9 2 0
SÖMÜRGELER SORUNU
HAKKINDA KONUŞMA
HİLMİOGLU HAKKI YOLDAŞ

Yoldaşlar!
Üçüncü Enternasyonalin İkinci Moskova Kongresi, Sömürge­
ler Sorununu özel bir önemle görüşme gündemine koydu. Zanne­
diyorum ki burada, Kızıl Enternasyonal’i sarı Enternasyonal’den
ayıran en önemli ayırtedici noktalardan başlıcasına temas ediyoruz:
İkinci Enternasyonal’in 1 9 0 7 ’de Stutgart’da toplanan bir kongresi
de bu meseleyle uğraşmıştı. Aynı mesele karşısında her iki Enter­
nasyonalin aldığı vaziyet bize açıklıkla gösterir ki, onları birbirinden
ayıran şey, aralarında sıra numarası farkı değil, fakat hayati vasıfla­
rın aykmlığından ileri gelen bir fark, bir prensip farkıdır.
Stutgart Kongresi’nde sömürgeler politikasına dair cereyan
eden tartışmalar iki kutup etrafında toplanıyor. HollandalI Von Co-
ol, Alman revizyonistleriyle, Bernstein ve David’le beraber, kapita­
list devletlerin yalnız kolonileri korumalarına değil, fakat yeni ko­
loniler meydana getirmelerine ve eskileri genişletmelerine de taraf­
tardı. Bir sosyalist enternasyonal kongrede önemli örgütleri temsil
eden başların bu kadar açıklıkla emperyalist düşünceler ortaya koy­
masına hayret edeceksiniz. Fakat bu bir gerçektir. Ve onu kapita­
list koloni politikası lehine ileri sürülen delillerle açıktan açığa gör­
mek mümkündür. Onlara göre, Avrupa sanayiine hammaddeler
sağlamak, daima artan sanayi ürünlerine müşteri bulmak, nihayet
Avrupa’da yaşamaya gücü olamayan nüfus fazlasına sosyal baskı­
dan korunmuş sığmaklar, göç ve iş yurtları sağlamak için kolonile­
re gerek vardır. Bundan başka kapitalist koloni politikası, koloniza-
törlerin denetimi altında, koloni halkının medenileşmesini de hazır­

97
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TK P

lar. Van Cool ve kumpanyasına göre, mesela Felemenk Hindiyası


ve Alman Kamerun’u halkı, memleketlerine silahlı ve kahredici bir
zor ile Avrupa’dan ithal edilen medeniyetten dolayı, ek olarak, min­
nettar da olmalıdır, nasıl ki çöllerde tuzağa düşürülerek demir ka­
feslere tıkılan vahşi hayvanlar da sirklerde kırbaç ve şiş tehditi altın­
da gösterebildikleri hünerlerden, topladıklan para ve alkıştan (!) do­
layı eğiticilerine minnettar olmaya mecburdurlar!
Stutgart Kongresi’nin bu orijinal sosyalistleri, nihayet kapitalist
sömürgeler politikasını savunan delilleri marksist bir çerçeve içine
almak marifetini de unutmadılar, sömürgeler evrim kanununa istis­
na oluşturmazlar; onlar da sosyalizme kavuşmak için kapitalizmin
ıstıraplı yolundan geçmeye mecburdurlar!
İliklerine kadar egoist bir burjuva kokan bu zihniyette Avrupa
proletaryasını sömürgeler halkı aleyhine kapitalizmle ittifaka teşvik
eden bir sinizm vardır ki, bu, daha 1 9 0 7 Enternasyonalinde,
1 9 1 4 faciasını hazırlayan uğursuz sebeplerin çoktan doğmuş oldu­
ğunu bize gösterebilirdi.
Revizyonistlerin, proletaryanın enternasyonal kurtarıcı görevi­
ne, bir kelime ile sosyalizme karşı en alçak ihanetleri işte burada­
dır. Bernstein okulu, işçiye sermaye ile birlikte koloni halkını sö­
mürmekte marksist bir zorunluluk olduğunu öğretirken, dünya ça­
pında sosyalizm idealine doğru ilerleyen işçi sınıfına ulusal sınırlar­
dan engeller çıkararak onu ayrı ayrı ve gerici parçalara ayırıyor ve
bu suretle düşmanını daima zayıf düşürmek planını takip eden
uluslararası burjuva stratejisine geniş bir başan sahası hazırlıyordu.
1 9 1 4 senesi Ağustosunun dördüncü günü Alman Sosyal demok­
rasisinin dünya savaşı öngören burjuvazi ile ittifak ettiği bu uğursuz
günü, sosyalizm tarihi unutmayacaktır. Ne ise!...
Stutgart Kongresi’nde sömürge politikasını reddeden diğer ta­
rafa gelince, bu, sömürgeciliğin proletaryanın sınıfsal ahlak ilkele­
rine aykm olduğunu, çünkü sömürge politikasını savunan görüşe
göre, medeniyetçe, daha doğrusu teknik araç itibariyle ileri giden
milletlerin geride kalanlar üzerinde tahakküm etmesini meşru say­
mayı, bundan dolayı insanlığı hakim ve mahkum iki büyük sınıfa
ayırmayı gerektireceğini iddia ediyordu. Bununla birlikte, bu dü­

98
SÖMÜRGELER 80RUNU HAKKINDA KONUŞMA/ HİLMİOĞLU HAKKI

şünceler her durumda önemli bir etki uyandırmadan sönüp gitti.


Onu herkes, insanlığı platonik bir aşkla savunmak isteyen safdil bir
filozof ideolojisi gibi anlamıştı. Ve bütün kongre, sermayeye yeni
ve uzun bir ömür vadeden sömürgeler meselesinde, sosyalizm
aleyhine kurulmuş bir tuzak bulunduğunu göremedi. Bu suretle
İkinci Enternasyonal, bu sosyal yurtseverlere, sosyal emperyalist­
lere, sosyal oportünistlere (bunu) dağıtan bir şirket, “enternasyo-
nalizm”i, bir firma tabelası gibi, anlamından önce reklam gücün­
den yararlanılan görkemli, renkli boş bir söz derecesine indirmiş
oldu.
Üçüncü Enternasyonal, sömürgeler sorununu yalnız teorik ola­
rak ortaya koymakla yetinmedi. O aynı zamanda, gerçek devrim­
ci sıfatıyla bu önemli meseleyi fiilen halletmek çarelerine de giriş­
ti. Moskova Kongresi’nde, sömürgeler sorunu herşeyden önce ik­
tisadi belirleyicilik (determinizm) görüşünden incelendi. Gösterildi
ki, sömürgeler sorunu, ne sadece hammadde meselesi, ne de ku­
ru bir ahlaki olaydır; gösterildi ki kendi içindeki çelişkilerin ve den­
gesizliklerin etkisi altında uçuruma yuvarlanan kapitalizm, kırk yıl­
dan beri dahil olduğu yeni devirde sömürgelere tutunmak suretiy­
le, bu gelecekteki yokoluştan yakasını kurtarmaya ve ömrünü bir
süre daha uzatmaya çabalamaktadır. Ancak sömürgeler politikası,
aynı zamanda insanlığa yeni bir dünyayı fethetmek idealiyle hare­
ket eden proletarya sınıfı halinde taşınan bir etki de gerektirmek­
tedir. Ve bu, sosyal demokrat sınıflarında reformist eğilimleri do­
ğuran, proleteri milli ve vatani “önyargılar’la tarihi rolüne yaban­
cılaştıran sebeplerden en önemlisi olmuştur. Bundan dolayı bir ta­
raftan işçiyi küçük burjuva zihniyetinin uğursuz etkisinden kurtara­
rak ona devrimci görevinde sınıfının tam saflığını iade etmek, di­
ğer taraftan burjuvaziyi son kalesi içinde sıkıştırmak için, proletar­
yanın sömürge halkı ile ittifak yapması, onları emperyalizme karşı
varolan mücadelelerinde fiilen himaye eylemesi gereklidir.
İşte yoldaşlar, görüyorsunuz ki Bakü Doğu Milletleri Konferan­
sı, bu noktadan Moskova Kongresi’nin uygulamalı bir görünüşü
demektir. Sömürgeler meselesi, Türkiye komünistleri için şüphesiz
daha özel bir önemle söz konusudur. Şu dakika Batı emperyaliz­

99
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TK P

mi, Türkiye’yi geniş bir esir deposu haline getirmekle meşgul bu­
lunuyor. Türkiye işçi ve çiftçisi, sömürgeler meselesinin ne olduğu­
nu, ne demek istediğini hala Anadolu’da, Trakya’da, Suriye, Ara­
bistan ve Mezopotamya’da dökülmekte olan kanlardan, hala tutu­
şan ve genişlemekte devam eden yangınlardan öğreniyor.
“Sevr” Antlaşması, dünya savaşının karakterini göstermek ko­
nusunda Versay ve St. German antlaşmalanndan daha kısadır.
Dün zayıf milletlerin kurtuluşu için savaşanlar, bugün bilhassa zayıf
milletler üzerine çullanmışlardır. Anadolu’da Sevr Antlaşmasıyla
Türkiye’ye bırakılan arazi üzerinde bile, güç çevrelerine, tekelci ke­
simlere ayrılmayan yer kalmadı. Bütün Türkiye baştan başa kapi­
talist Avrupa’nın sömürgeler politikası içerisine girmiştir. Demek,
büyük kapitalist devletlerin dünyanın her tarafına taşıdığı medeni­
yetten Türk işçisi ve köylüsü de bundan sonra artık dolayısıyla na­
sibini alacaktır!...
Kapitalist Avrupa’ya göre, sadece sömürge politikası denen
şey, bugün Türkiye’nin bütünü içinde bir dert, müthiş bir dert ola­
rak tahribat yapmaktadır ve bu, Türkiye Komünist Partisi’nin Türk
proletaryasına sınıf benliği vermek ve onu devrimciliğe hazırlamak
hususundaki görevini fevkalade güçleştirmiştir: Berberistan halkı­
na, son senelere kadar kendi memleketlerinin belediye dairelerine
bile söz ve mevki vermeyen Fransa, Adana’daki pamuk işçisinin
devrim teşkilatı vücuda getirmesine nasıl müsade eder?... Bütün
dünya Nil fellahına, Hint “parya”sına, Çin kuli ve Fas bedevisine
verilen hürriyetin derecesini bilir.
Bu açıklamalar, Türkiye komünistliği için sömürgeler meselesi­
nin önemini bütün açıklığıyla izah etmeye yeterlidir zannederim.
Bundan dolayı, her şeyden önce bugünkü sömürgeler mesele­
sinin başlıbaşına nasıl bir mesele olduğunu, hangi ihtiyaçtan doğ­
duğunu ve hangi doğrultuda evrimleşmekte bulunduğunu incele­
mek, Türkiye komünistlerinin en önemli görevlerindendir. Burada,
şüphesiz bu meseleyi bütün sebepleri ve neticeleriyle açıklamaya
kalkışacak değilim. Yalnız sömürgeler meselesi dediğimiz bu muğ­
lak meselenin içyüzüne bir göz atmış olmak için, kısa birkaç söz
söylemek herhalde pek gereksiz değildir.

100
SÖMÜRGELER SORUNU HAKKINDA KONUŞMA/ HİLMÎOĞLU HAKKI

“Marksizm”e göre, sömürgeler politikası demekle, kapitalizmi,


istilacı, “emperyalist” niteliğiyle anlamış oluruz. Şüphesiz tarihin
her devrinde sömürgelere rastlanır. Finike’lilerin, Yunan’lıların ta
eski zamanlarda sömürgeler meydana getirdiğini görürüz. Fakat
bugünkü sömürge sorununun büsbütün ayrı karakteri vardır. Ö n­
ceden sömürge edinmek, ya kendilerini silahlı olarak savunama­
yan milletlerin vergi verme gücünden yararlanmak amacıyla, ya­
ni sırf istilacı emellerle, yahut yabancı memleketlerde küçük tica­
ret kolonileri oluşturmak veyahut yüksek kültürlü zengin memle­
ketlerdeki biriktirilmiş serveti doğrudan doğruya yağma etmek
amaçlanyla olurdu.
Bugünkü sömürgeler politikası ise, kapitalist iktisat sisteminin
zorunlu sonucudur. Biliyoruz ki, serbest rekabet ve kar emellerinin
etkisi altında kapitalist sanayiin üretim gücü, bütün tarihte görül­
memiş bir derecede artmıştır. Fakat plansız bir şekilde, yani mille­
tlerin tüketim gücü dikkate alınmayarak arttırılan üretim, piyasada
aynı nisbette artan bir müşteri kitlesi bulamadı.
Bu, üretim ile tüketim arasında kapitalizmi mahvolmak tehlike­
sine sürükleyen bir dengesizlik meydana getirmeye başladı.
1 8 8 0 ’den itibaren kendini gitikçe daha şiddetli bir şekilde göste­
ren bu tehlike önünde sermayedarlar olağanüstü önlemler almaya
mecburiyet gördüler. Bu tedbirlerden başlıcalannı, rakipler arasın­
daki mücadeleyi tatil etmek üzere, karteller, tröstler ve monopol­
ler meydana getirmek, gümrüklere koruma usülü koymak ve niha­
yet olanaklı olduğu kadar ucuz hammadde getirilmesini ve durma­
dan artan ürünlere fazla müşteri bulmayı mümkün kılacak sömür­
geler elde etmek oluşturur. Fakat bütün bunlar muhtelif memleket­
ler kapitalistleri arasındaki rekabeti, devletler arasında silahlı sava­
şı rekabet alanına taşımaktan başka bir sonucu getirmedi. Milita­
rist yenişim, işte bu rekabetin felakatli şekilleridir.
Yalnız Bağdat Hattı etrafında cereyan eden gürültülü geçmişi,
Fas ve Kongo meselelerini hatırlamak, İngiltere-Almanya, Alnıan-
ya-Fransa devletleri arasındaki askeri rekabetin nereden, nasıl ve
hangi üretim amacı için doğmuş olduğunu bize en açık bir şekilde
ispat edebilir. Görülüyor ki, yoldaşlar, askeri rekabet, iktisadi reka­

101
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TK P

betin son dönemlerini karakterize eden bir zararlı sonuçtur ve sö­


mürge politikası, dediğimiz gibi, kapitalizmin istilacı vasfından baş­
ka bir şey değildir. Bu suretle, dünya savaşını doğuran sebepleri de
bulmuş oluyoruz.
İşte sömürgeler meselesinin içyüzünü görebilmek için yaptığı­
mız şu basit araştırma bile, bizi, doğrudan doğruya sermayenin
yamyam çehresiyle karşılaştırmış oldu.
Eğer bugünün büyük devrimi, şayet bütün dünyayı kapsama
gücünden mahrum kalırsa, diğer tabir ile, eğer bütün dünya bu
çıplak hakikate göz yummakta devam eder ve sermayeye karşı açı­
lan kutsal savaşa katılmaktan çekinirse, hiç şüphe yok, üretim dün­
künden daha pek çok yıkıcı dünya savaşlan doğuracaktır.
Türkiye savaşın başladığı güne kadar yarı-sömürge idi. Türk iş­
çisi ve yoksul köylüsü Avrupa banka gruplarına yine değişik şekil­
ler altında işini, ürününü kaptırıyor ve Osmanlı hükümeti, bu yağ­
macılığa sadece aracılık ediyordu. Bugün Türkiye, tam sömürge
haline gelmektedir ve İstanbul’un padişah hükümeti, Türk işçi ve
köylüsünün düşmanlarıyla açıktan ittifak yapmıştır. Kırım savaşı
esnasında Kari Marx, Rus Çarlığı aleyhine, Türkiye tarafını kayır­
mış ve Türk çiftçisini, Avrupa’nın en saf, en ahlaklı köylü tipi ol­
mak üzere anmıştı. Bugünkü Rusya Şuralar Devleti de, Marx’ın öz
mirasçısı sıfatıyla Avrupa emperyalistleri aleyhine Türk köylüsü ile
birleşiyor. İşte burada da komünizm ile temsil olunan enternasyo­
nalizmin saf ve aydınlık yüzünü görebiliriz.
Sermayenin uluslararası karakterine ve uluslararası yıkımına
karşı enternasyonal bir cephe meydana getirmek! İşte komüniz­
min ilk şiarı ve temel taşı.
Türkiye’nin kurtuluşu, dünyanın kurtuluşu ile yani sermayenin
mahvedilmesiyle mümkün olabilir. Türkiye proletaryasının dünya
proletaryası saflarında yer alması, yalnız kapitalizme karşı açılan
savaşta zafere doğru atılmış yeni bir adım sayılmakla kalmaz! O,
aynı zamanda tarihi bir uyanış, yeni bir bilinç de ifade eder. Bu ne­
denle temenni edelim: Yaşasın Kızıl Enternasyonal, Yaşasın Türki­
ye’nin uyanışı. Yaşasın kurtuluş devrimi, Kahrolsun sermaye!...
(Alkışlar)

102
MUSTAFA S U PH İ'N İN
BAZI KONUŞM A VE YAZILARI
KOMÜNİST ENTERNASYONALİN
KURULUŞ KONGRESİNDE
KONUŞMA (MART 1919)

Moskova’da, dünyanın geleceğini değiştirecek olan bu görkem­


li 111. Enternasyonal’de proletaryanın, ezilen Türk köylülüğünün ve
işçi sınıfının adına, özgürlüğün, eşitliğin, kardeşliğin adına, zalim
ve yırtıcı emperyalizmden çok çekmiş, kapitalizmin pençesi ve ba­
tı uygarlığının şiddeti altında mahvolan silahlı bir halkın adına ko­
nuşmak ne büyük bir mutluluk. Gerçek şudur ki, Türkiye’de diğer
devletlerde olduğu gibi, halkın canına kastedip kanını emen birçok
barbar ve alçaktan başka, bir de sadece Ermenilerin değil, fakir iş­
çi ve köylü kitlesinin de kanını akıtan Osmanlı Padişahları vardır.
Barbarlığı temsil edenler ezilen halk kitleleri değil Osmanlı padi­
şahlarıdır.
Yoldaşlar! Rusya’da bulunan işçi ve köylü temsilcileri Ekim dev-
riminden sonra sermayeye karşı savaşı başlatmayı ve özellikle tem­
silci denen bu açgözlüleri yok etmeyi başarmışlardır.
Bir yıl önce Osmanlı paşaları orduyu Hazar Denizi kıyılarını,
İran’ı, Türkistan’ı işgale göndermeyi tasarladıkları sırada Mosko­
va’da tüm dünyaya mutluluk vadeden bu başkentte, Türk devrim­
cileri bu paşaların maceracı tutkularına baş kaldırmışlardı. Sesimi­
zi boğmak isteyen Moskova’daki Osmanlı elçisi Rus toprakların­
dan derhal atılmamızı istemek için Rusya Cumhuriyeti hükümetini
notalara boğmuş ve müslüman Taşkent, Örenşehir, Kazan halkla­
rı arasında şiddetli bir propagandayı yöneterek çalışmamızı yok et­
meye dört elle sarılmıştı.
Burjuva gazetelerde bizlere karşı yöneltilen makalelerde: “As­
ya’nın en ucuna dek uzanan müslüman dünya, Osmanlı ordusu­

104
KOMÜNİST ENTERNASYONAL’DE KONUŞMA

nun zaferini kutlarken, Türk Tatar milletine duyulan bu en kutsal


inançla alay eden bu insanlar kimlerdir? Hangi dilden ve milletten­
dirler?” gibi sorular yer alıyordu. Ama elçilik müslüman doğu dün­
yasını ikiyüzlü sorularıyla aldatmak isteyince biz, Türk komünistle­
ri dünyanın vatanımız, insanlığın da milletimiz olduğunu büyük bir
ciddiyetle bildirdik.
Böylece, Devrimin kızıl bayrağını korkusuzca çektikten sonra,
Osmanlı emperyalizmine katılan gruplara karşı çıkmayı, onlara
tepki göstermeyi kararlaştırdık. Bir süre için düşüncelerimizin ger­
çekleşmesini sağlayacak olan bu yolu izleyenler sadece bizdik.
Ama şimdi bütün Doğu bizimle beraber yürüyor. Yoldaşlar, aç göz­
lü Fransız ve İngilizler Osmanlı emperyalistleriyle beraber İstan­
bul’u ele geçirince, hakkımızda söylenen yalanlar etkisini yitirdi ve
herkes ezilen mutsuz halk için büyük Rus devriminden daha iyi bir
müttefik olmadığını açıkça anladı.
1 9 0 8 ’den itibaren Türk gençliğinin bir kısmı halkın kurtuluşu­
nu sosyal bir devrimden başka bir şeyde bulamayacağını anlamış­
tı. Ama o sıralar sosyalist çalışma kısıtlanmıştı. Ezilen halkın ko­
runması için yükselen, keder içindeki Jaures’in güçlü sesi boşuna
nefes tüketiyordu. Arkadaşlarından sadece birkaçı giriştikleri işe
sırt çevirmediler ve burada, Rusya’da devrimci Türk ocağını örgüt­
lediler. Doğu’daki gerekli ekonomik ve sosyal değişimin sosyal
devrimle gerçekleşebileceği yolundaki inançları Ekim olaylarından
sonra iyice pekişti.
Sizlere bu inancın halen Türk proletaryası ve aydınları arasın­
da varolduğunu ispatlayan bir örnek vereceğim. Devrim ertesinde,
İstanbul Üniversitesi, Nobel Ödülü’nün kime verileceği sorusunu
sorduğu zaman Türk gençliği profesörlerin yaptığı baskıya rağmen
yoldaş Lenin’i seçti; ve bu, sosyal devrim fikirlerinin Doğu’da ne
kadar etkili olduğunu bir kez daha ispatlıyordu. Büyük saygın usta­
mız ve onun eylemleri, tüm devrimci dünyayı etkilemektedir ve
Türk gençliği de yaptıkları seçimle devrimci dünyaya bağlı olduk­
larını göstermişlerdir.
Türk halkının Rus devrimine olan sempatisinden bahsetmeye­
ceğim bile. Rusya’daki sosyal devrimin kahramanları halkımızca

105
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TK P

biliniyor: dünya sosyalist devrimi uğruna birçok kurban feda ettiler,


artık savaş alanlannda tek başlarına değiller ve Türk proleter kitle­
si gerçekten varlık kazanmıştır, tüm aydınlanyla birlikte onların ha­
yatını yaşamaktadır ve kalbi onlarınkiyle birlikte aynı uyum içinde
atmaktadır.
Bu kahramanlar bu kötülük dünyasında, Türk proletaryasında
başlayan derin bir isyanın olgunlaştığından, bu proletaryanın sava­
şa atılmak için kardeşlerinin, Rus yoldaşlarının savaş çığlığını bek­
lediğinden emin olabilirler.
Yoldaşlar! Bunu sizlere Orta Doğu’da, Türk halkı içinde, bütün
kalpleriyle Rus devriminden yana olan gerçek devrimciler olduğu­
nu göstermek için söyledim. Şimdi hemen bu hareketin dünya
devrimiyle olan ilişkileri sorununa geçeceğim. Derinden inanıyo­
rum ki, Doğu’daki devrimin, Batı’daki devrimle dolaysız bağları bu­
lunmaktadır. Biz, Türk devrimcileri derinden inanıyoruz ki, Do­
ğu’daki devrim sadece Doğuyu Avrupa emperyalizminden kurtar­
mak için değil, aynı zamanda Rus devrimine destek olmak için de
zorunludur.
Yoldaşlar, çok açıktır ki Fransız-İngiliz kapitalizminin başı Avru­
pa’da olsa da, gövdesi Asya’nın verimli topraklarındadır. Biz Türk
sosyalistleri için önemli ve birinci görev Doğu’daki kapitalizmin kö­
künü kazımaktır. Ancak bu yolla Fransız-İngiliz üretimini ham
maddeden yoksun bırakabiliriz. Türkiye, İran, Hindistan ve Çin,
Fransız-İngiliz endüstrisine kapılarını kapayarak, onu Avrupa bor-
salarına akma imkanından yoksun bırakacak, böylece iktidarın
proletaryanın eline geçmesi ve sosyalist düzenin yerleşmesiyle so­
nuçlanacak, eli kulağında bir bunalıma yol açacaktır. Buna ulaş­
mak için bölgesel devrimci hareketin ajitasyon yürütmesi ve Doğu
halklarının Fransız-İngiliz emperyalizmine karşı ayaklanmaları la­
zımdır. Ama Doğuyu nasıl devrimci kılacağız? Sık sık Doğu soru­
nunun tartışıldığı, Doğu halklarının manevi hayatlarından sözedil-
diği, bunların daha iyi incelenmesi isteğinin ifade edildiği toplantı­
lara katıldım. Çarlık rejimi Doğu’yu işte böyle inceliyordu. Söz ko­
nusu olan doğu halklarını sömürmek için en iyi yolların bulunma-
sıydı. Bu sorunu bugün inceliyorsak, bu, ezilen Doğu’yu kurtarmak

106
KOMÜNİST ENTERNASYONAL’DE KONUŞMA

içindir. Doğu’nun bilimsel incelenmesine vakit ayırarak, silahları­


mızı sıkıca ellerimizde tutmamız, Doğu’da devrimci bir ocağın ör­
gütlenmesi amacımızı gözden kaçırmamamız lazımdır. Doğu halk­
larının Avrupa sermayesine başkaldınşı, Rus devrimi için olduğu
kadar bugün tüm ülkelerin proleterlerini harekete geçiren -ki bu da
onu İngiltere ve Amerika’nın sürekli tehdidi altına sokmakta ve bi­
zim, yani Doğu’nun yardımının beklenmesini zorunlu kılmaktadır-
genç Alman devrimi için de yararlıdır.
Bu nedenle Doğu halkları arasında devrimci ocakların kurulma­
sı III. Enternasyonal’in acil görevi olmalıdır. Güçlü ve genç Rus Kı­
zıl Ordusu’nun bağrında, gelişen Türk askeri örgüt hücreleri kurul­
maktadır. Bugün çeşitli Rus cephelerinde, Sovyetlerin gücünü ko­
rumak amacıyla kızıl ordunun yanında dövüşen bin kadar Türk için
büyük bir yarar belirmektedir.
Coğrafi konumundan dolayı, Türkiye daima Asya ve Avrupa
arasında bir bağ oluşturmuş ve kapitalizmin dolaysız baskısı altın­
da ezilmiştir.
Bütün bunlar bizlere dünya devriminin gelecek safhasında Türk
proletaryasının önemli bir yer işgal ettiğini gösteriyor.
Eminiz ki Türk proletaryası dünya sosyal devrimine dayanak ol­
mak ve onu ilerletmek için bütün gücünü kullanacaktır.

Preimer Congres d e I'International Communiste


EDI, Paris 1974, s. 266-68

107
]

TÜRKİYE'NİN EZİLEN İŞÇİ VE


YOKSUL KÖYLÜLERİNE

MUSTAFA SUPHİ

Fedakar yoldaşlar,
Şimdiye kadar, sizieri esaret zincirlerine bağlayarak jandarma
ve tahsildarların merhametsiz kamçıları altında bin türlü eziyetler­
le ömrünüzü heder eden zalimler, size kah hükümet ve devletten
bahsettiler.
Neticede bu hükümet ve devlet, haram yiyici vali ve hakimler­
le bunlann ortağı olan bey ve ağaların keselerini doldurmak ve
yoksulu ise açlıktan öldürmekten başka bir işe yaramadı.
Kah din ve şeriatten bahsettiler: Din ve şeriat maneviyatınızı
bozarak ruhunuzu düşürmekten, başınıza gelen her felaketi, bu fe­
laketin sebep ve sorumlulan meydanda dururken kader ve kısme­
te bağlayan zalimlerin hükmünü yürütmekten başka bir iş görm e­
diler. Yıldızdan yıldıza çalışarak bin türlü zahmetlerle çalıştığınız
tarlalarda yetişen çelimsiz mahsule elkoyanların, bir öşür yerine
bin öşür almasına ses çıkarmayıp sizi bir lokma ekmeğe muhtaç,
aç ve sefil bıraktılar. Millet için fedailik davasında bulunanlar, 15
Temmuz’dan sonra geçen bu on kadar senelik devrim tarihimizde
milletin sırtına dayanarak bütün kuvvet ve saltanatlarını Türkiye iş­
çi ve yoksul köylülerine borçlu oldukları halde, biraz rahata, biraz
refah ve saadete can atan bu zavallı halkı dünyanın büyük kıtasın­
da sınırdan sınıra sürüklediler. Kah Yemen ve Arabistan’ın kızgın
sahralarında açlık ve susuzluk ve kah Anadolu veya Kürdistan’ın
karlı dağlarında soğuktan telef etmeye, asırlardan beri dost yaşa­
makta olan bu milletin yoksulunu birbirlerine kırdırmaya sebep ol­
dular; bu yetmiyormuş gibi, sonunda yetim halkımızı büyük Avru­
pa savaşının öldürücü sağanakları içine sürüp atarak başımıza bu­

108
TÜRKİYE’NİN IŞÇl VE YOKSUL KÖYLÜLERİNE

günkü felaketi getirmiş, millete olan borçlarını böylece ödemiş ol­


dular. Bugün aziz ve ezilen İstanbul’umuzun hisarları dibinden yük­
selen bir ses işitiyoruz. Bu sesin bize “Vatan, İslam, Hilafet” sözle­
rini tekrar ederken, vatanı, islamı, hilafeti yine kanımız pahasına
sattığını görüyoruz.
Bugün Osmanlı Padişahlığı, eski saltanat ve bağımsızlığını bü­
yük Avrupa savaşındaki yenilgiden sonra tamamen kaybettiği gibi,
son padişah Sultan Vahdettin, taç ve tahtını Dolmabahçe Sara-
yı’nın içinde de olsa korumak için, islamiyeti ve hilafeti, İngiliz Kra-
lı’nın himaye ve korumasına teslim etti. Şimdi Padişah hazretleri,
güya vatanı, milleti, islamiyeti kurtarmak amacıyla Yunan Ordula­
rına Küçük Asya’nın kapılannı açarak, bir taraftan da Şeyhülislam,
Avrupa ve Amerika talancılarına karşı hakkını savunan isyancılar
hakkında fetva vererek bunlan dinsizlik ve ihanetle itham ediyor.
İşçi ve yoksul köylü yoldaşlar!
Yağmacı İtilaf devletlerinin gücüne dayanan hainler, vatan ve
milletten, padişahtan, halifeden, Kur’andan bahsetseler de, sizler
artık Yunan Kralı’ndan dine ve millete gelecek habere tabii inan­
mayacaksınız.
Bu sefil ve pis heriflerin hangi amaca hizmet ettikleri artık gü­
neş gibi karşınızda apaçık duruyor.
Arkadaşlar! Bu sonuncu felaketler bizim başımıza ne kadar pa­
halıya mal olsa da, yalnız bir yandan dinci, milletçi, vatancı foyası­
nı meydana koyduğu, hakkı hakikati bize apaçık anlattığı için, ge­
leceğimize büyük faydalar da vermediler değil. Biz şimdi üzerimi­
ze düşen görevi pek iyi anlıyoruz. Elimizde kalan bir parça toprak­
la bir dilim ekmeği, bu zalim yağmacı Avrupa ve Amerika em per­
yalistlerine kaptırmamak, bu gözü doymaz, emperyalist ve utan­
maz Yunan istilacılarına karşı mücadelede sonuna kadar vazgeç­
memek kutsal görevimizdir; istilacılara kuyruk olup memleket ve
halkımızı kulluğa düşürmeye çalışan İstanbul Hükümeti’ne karşı
başkaldıran ve Rusya İşçi ve Köylü Şuralar Cumhuriyeti ile kol ko­
la giden Anadolu İsyancılar Hükümeti’ne her türlü yardımı yap­
mak birinci işimizdir. Biz bu görevi yerine getirmekle, hem içerde
varlığımızı göstermiş, hem de dışarda emperyalistlerle uğraşan bü­

109
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TK P

tün işçi ve yoksul köylü kuvvetlerine önemli bir hizmet görmüş ola­
cağız. Biz bu görevi görmekle, mücadeledeki başanmız oranında
sesimizi yükseltmek hakkını kazanmış olacağız. Memleketimizdeki
yeni hükümet ve devlet yapısının kurulduğu gün, bu yapının işçi ve
yoksul köylü eliyle meydana geldiğini bilerek onun içinde hakim
olacak kuvvetin yine işçi ve yoksul köylü olmasını talep edeceğiz.
İşçi ve yoksul köylü kardeşler!
Bütün bu kanlı, felaketli davalardan aldığımız öğüdü hiçbir za­
man hatırdan çıkarmayınız. Unutmayınız ki, siz hayır ve selamete,
şimdiye kadar sırtınızdan geçinen zalim ve asalak ağalar ve paşa­
lar, kalın enseli çorbacılar eliyle kavuşamazsınız. İşçi ve yoksul köy­
lünün hayatta mahkum olduğu açlık, karanlık ve kulluktan kurtul­
ması, ancak işçi ve yoksul köylü eliyle meydana gelecektir.
Onun için sizler, başkasının emek hakkıyla geçinmeyen, dünya­
da kendi gücüne, kendi hakkına dayanan işçi ve yoksul köylüler,
bütün bu savaş ve mücadele sırasında kendi aranızda birleşerek ör­
gütünüzü kuvvetlendirmeye çalışınız ve iyice biliniz ki, siz birleşip
kuvvetlenip varlığınızı hissettikçe, dileğinize yaklaşmış olacak ve
mutlu bir günde sizi dışarıdan, içeriden yemeye çalışan zalimleri
ezerek yaşadığınız toprak üzerinde hürriyet ve hayatınıza sahip ve
hakim olacaksınız.
Onun için birleşiniz, ey Türkiye’nin ezilen işçi ve yoksul köylü­
leri!
Birleşiniz de, yaşam hakkınız ve hürriyetinizin sembolü olan
kırmızı bayrağı bütün dünya proletaryasının devrim ufuklarına
doğru yükseltiniz!

110
BÜTÜN DÜNYA
İŞÇİ VE KÖYLÜSÜNÜN ORTAK VATANI
MUSTAFA SUPHİ

Şimdiki Rusya, din, millet ve renk farkı olmaksızın bütün dün­


ya işçi ve yoksul köylüsünün ortak vatanı. Bolşevikler Ekim devri-
minden sonra bütün Rusya’yı yoksul düşmanı zalim kapitalistlerin,
yani altın kuvvetine dayanan zenginlerin iktidarından temizlediler.
Hem de Rus padişahı, Rus bankeri, Rus fabrikacısı, Rus çiftlik sa­
hibi olmak üzere, işçi ve yoksul köylü sırtında yaşayan despotları
ezerekten bütün ezilen insanlar için böyle bir ortak vatan, yeni bir
dünya yarattılar.
Eski dünya ve eski vatanda yönetim, kuvvet, baht, mutluluk
sanki yalnız çarlar, han ve hakanlar, şehzade ve paşalar, bey ve
ağalar, fabrikatörler, banker ve tüccarların meşru malı, meşru bir
hakkı idi. Bütün yerler, bütün fabrikalar, bütün saray ve konaklar,
bağlar, bahçeler, güller, bülbüller, hep hep bu gözleri doymaz, in­
san kanı emmekten usanmaz adam kılıklı canavarların; tarlalarda
yıldızdan yıldıza çalışmak, karanlık fabrikalarda, yeraltı maden
ocaklarında, demiryollarında hayvan gibi çalışmak ve en sonunda
bir günlük yaşayabilecek yiyeceğini bile elde edememek, bir yeri
sakat olsa dilencilik yapmak, öldüğünde yetim çocuklarını ve genç
karısını yabancılar ve zenginler elinde esir bırakıp ölüp gitmek, bü­
tün bu felaketler, her işçi ve her zavallı köylünün alnında yazılı fa­
cialar, bütün dünya işçi ve köylüsünün göz yaşlan...
Rusya’da Bolşevikler toplumsalı devrim ile böyle acımasız bir
dünyayı yıktılar. Ve bütün yasaların, bütün mahkemelerin ve bütün
papaz ve mollaların, bütün jandarma ve polis alaylarının din, allah
ve millet adından utanıp sıkılmaksızın korudukları ve silah kuvve­
tiyle savundukları böyle adaletsiz bir dünyayı altüst ettiler.

111
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TK P

Şimdi Rusya’da bu yer ve çiftlikler, kendi gücüyle, kendi alnının


teriyle çalışan köylünün, bankalar ve bütün fabrikalar ezilen işçile­
rin elinde.
Rusya’da daha önce “param var, binlerce altınım var” diye ka-
banp yürüyen zenginler, şimdi bir hırsız gibi gizli deliklerinden hi-
lekar gözlerle bir türlü inanmak istemedikleri bu yeni dünyayı sey­
rediyorlar. Bellerinde eskiden kalma binlerce altın olduğu halde
kendilerini göstermemek için yırtık gömleklerle dolaşıyorlar. Şim ­
di zenginlik, tarlasında çalışıp hiçbir paraya ve ağaya pay verme­
yen köylünün; şimdi bütün mal ve meta, bunları bilgi ve becerisiy­
le, kolunun kuvvetiyle meydana getirip kimseye faiz ve vergi ver­
meyen işçinin...
Şimdi işçi ve köylü hükümeti. Bütün ordu ve bütün kızıl asker­
ler, işçi ve köylü hükümetinin omuzuna bakıyor.
Şimdi devrim mahkemeleri, iş bırakan veya vergi vermeyen iş­
çi ve köylüyü öldürmek için değil, zalim çarlar, padişahlar, general­
ler ve paşaları tepelemek için kuruluyor. Şimdi okul, yalnız zengin
bey ve paşa çocukları için değil, bütün işçi ve yoksul köylü çocuk­
ları için hem eğitim, hem hayat ve hem de ışık ocağı...
Kısaca; Bolşeviklerin şimdi Rusya’da ve ilerde bütün dünyada
yaşatmak istedikleri sosyal devrim, alnının teriyle geçinen ezilen iş­
çi ve köylü halkın dünya devriminden beklediği büyük bayram; bu
devrimi yaratan Rusya ise, bütün dünya işçi ve köylüsünün ortak
vatanı!
Yaşasın toplumsal devrim!
Yaşasın bütün dünya ezilen insanlarının ortak vatanı olan So s­
yalist Rusya!
SOSYALİZM İÇİN SAVAŞ*
MUSTAFA SUPHİ

Türkiye’nin ezilen işçi ve köylülerine,


1. Ancak sermaye, para iktidannın devrilmesi ve yalnız sosya­
list devrimin bütün dünyaya.yayılması, sana tam ve sağlam bir öz­
gürlük verecektir. Sen ancak, sermayedarların, toprak sahipleri­
nin, paşa ve ağalann güç ve iktidannı yıktığın ve bütün kuvvetinle
sosyalist devrimi kendi memleketinde savunduğun ve yaydığın tak­
dirde, uluslararası devrimin ilerlemesine yardım etmiş olursun.
2. Türk, Müslüman, yabancı, her ne olursa olsun büyük veya
küçük sermayedar ve zenginlerle birlik ve ittifak yapma!
3. Uluslararası yayılmacılık ve emperyalizme elinden geldiğin­
ce karşı dur. Memleketin içinde hiçbir bölük yabancı asker kalma­
sın.
İngiliz ve Fransız emperyalistlerine ve onların yardımcısı, yar­
dağı olan Yunan Ordusuna bir karış verme. Onlara hiçbir demir­
yolu, hiçbir fabrika, hiçbir liman, iskele terk etme. Yabancı madra­
bazlarının, senin kanını emen bölüklerin memlekette dolaşmasına
karşı dur.
4. Fransa, İngiltere, Amerika emperyalistlerinin yapacağı barış­
tan sakın ve bil ki, onlann isteyecekleri tazminat ve eski borçlara
dair ortaya koyacakları hesaplar, senin belini bükecek ve elinde,
avucunda ne varsa, hepsini kaybedecektir.
5 . Devrim düşmanlarıyla uzlaşmaya razı olan ikiyüzlü ihanetle­
re ve Fransızlar tarafına geçmeyi yahut onlarla beraber diğer dev­

• M u stafa S u p h i’nin bu yazısının yazıldığı yıllarda T ü rk İşçi ve K öylü K o m ü n ist T eşk ilatı im za
sıyla ve B ü tü n D üny anın P ro letary ası B irleşiniz! üst başlık ilavesiyle bildiri o la ra k dağıtıldığı a n
(aşılm aktadır. (B kz. M e te T u n cay , T ü rk iy e ’de S o lu n T arih in d en . T a rih ve T o p lu m Ş u b a l 1 9 9 0 )

113
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TK P

letlere karşı “ulusal savaş” açmayı kabul eden ve savunan ikiyüzlü


dolandırıcılara el verme. Memleketini yeniden emperyalist savaşı­
na sokmaktan ve ana toprağını yeniden siperlerle sardırarak bağ­
rını yırtmaktan sakın. Kendi zaferleriyle İngiltere ve Fransa’da dev­
rimi durdurmaya ve Alman, Macar devrimini de sonuçsuz bırakma­
ya kasteden Lloyd Georg’lara ve Clemenceau’lara yardım etme.
6. Sermayedarlar, generaller, papazlar ve gerici mollalarla bir­
likte işçi halka karşı giden ve Rusya İşçi Halk Cumhuriyeti’ni yıka­
rak onun yerine zenginler, sermayedarlar cumhuriyetini veya daha
doğrusu Çarlar devletini kurmak isteyenlerden kaç! Bunlar bütün
dünya işçi halkını kesip doğradıktan sonra şimdilik kendilerine eği­
lim gösteren ikiyüzlü sosyalistleri dahi çiğneyip geçecek ve serma­
yedarların, çiftlik ağalarının tapındıklan despot padişahın, kralın,
çarın tahtını ensene bindireceklerdir.
7. Emperyalist hükümetlerin bugün milletimiz ve hukukumuz
üzerine saldıran ordularına karşı savaşa kalk! Fransızların parayla
satın alarak üzerimize yolladıklan bütün alçak kuvvetlere silah çek!
Yoksul işçi halk,
Silahını eline al! Tüfek atmasını biliyorsan, silahını temiz tut.
Atmasını bilmiyorsan, gizli talim bölüklerine git, yazıl.
8. Yoksul işçi halk!
Elindeki tüfeği yalnız üstümüze yürüyen düşmana değil, savaş
ve devrim meydanından kaçarak halka ihanet edenlere ve serma­
yedarların, zenginlerin işine fayda getirenlere atmaktan çekinme!
9. Devrim cephesini ve arkadaşlarımızın kendi aralarında ver­
dikleri kardeş sözünü tutmalarını teşvik et ve onlara bu yolda ör­
nek olmak için kendi güvendiğin, imanlı arkadaşlarını zalimlere
karşı duran savunma çetelerine gönder. Devrimcilerin bugün yapa­
cakları iş, gelecekteki Türkiye Kızılordusu’nun güçlü temelini kura­
caktır.
10. Yoksul ve sıkıntı çeken yoldaş!
İyi bil ki, büyük zenginler, despot paşalar ve ağaların keselerin­
de Fransız ve İngilizlerden aldıkları pek çok altınlar vardır. Onlar bu
altınla, sana karşı kuvvet hazırlamaya, seni ezmeye çalışıyorlar.
Yoksul halkın işine, onun kurduğu ve kuracağı hükümete karşı du­

114
SOSYALİZM İÇİN SAVAŞ

ranları kurşuna diz. İşçi ve köylü meclislerine karşı her el kaldıra­


na on kurşunla cevap ver.
11. Yoksul ve ezilen Türk yoksul köylüsü! Sabrettiğin yeter!
Genel dünya devrimiriin öngünündesin. Kendi hakkını alacağın za­
man da kalk. Kendini göster. Türkiye’nin zulüm ve eziyet içinde
yaşayan diğer halklanna elini uzat. İşçi ve köylü meclislerini, ken­
di iktidar ve saltanatını kur.
Rusya’da işçi kardeşlerin hükümeti ele aldı. Fakat şunu da bil
ki, sen daha galip değilsin. Türkiye’de burjuvazinin, zenginlerin
gözleri, Fransız, İngiliz kasasından ümidini kesmedi. Düşman son
derece şeytan ve kuvvetli.
12. Ey Türkiye’nin ezilen işçi ve köylüleri!
İlkönce bir şeyi hatırından çıkarma:
Avrupa ve Türkiye’deki bütün sermayedarlar, zenginler; paşa­
lar, ağalar, papaz ve gerici mollalar, büyük generaller Türkiye’de
hükmettikçe sermaye ve para esirliği ortadan kalkmaz ve işçi köy­
lü halkı kendi devlet ve iktidarına ulaşamaz.
Haydi eline silahı al. Bütün dünya yoksul ve ezilen işçilerinin
başladıkları sosyalizm savaşında ileri saflara geç!

115
ONBEŞLER İÇİN

Yangınlara fazla bakan g özler yaşarmaz,


Alnı kızıl yıldızlı baş secd ey e varmaz,
D öğüşenler ölenlerin tutmaz yasını.

Yine fa k a t bir yıldırım zulm eti yırtsa,


Sağır göğün koynundaki çanı haykırtsa,
Anıyoruz göğsünüzün son sayhasını.

Eski cihan, yeni cihan ön ü n de eğil!


A ram ızdan birkaç yoldaş ayırm ak değil,
H er ne yapsan varacağız em elim ize!

Karadeniz... bunu duysun derinliklerin:


O ateşli göğüsleri delen hançerin
Kabzasını alacağız biz elim ize!

Batum, 1 9 2 2

Nazım HİKMET
Vala NURETTİN

116
PORTRE
MUSTAFA SUPHİ

Mustafa Suphi, 9 Temmuz 1882’de Trabzon vilayetine bağlı Giresun ka­


zasında doğmuştur. Babası, birçok yerde valilik yapmış Osmanlı bürokrat­
larından, Mevlevizade Saadetlü Ali Rıza Efendi’dir. Annesi ise Samsun eş­
rafından, Belediye Reisi Halil Hilmi Efendinin kızı Memnune Hanım'dır. Ay­
rıca bir kaynakta, Mustafa Suphi'nin bir kız kardeşi olduğu ve Tevfik Fikret’in
şiirlerinden etkilenerek Selimiye önlerinde vapurdan atlayarak intihar ettiği
yazılmaktadır. Ailece asıl memleketleri Samsun’dur.
Mustafa Suphi, babası memur olduğu için ilk öğrenimini Kudüs ve
Şam'da, orta öğrenimini ise Erzurum'da yapmıştır.
Mustafa Suphi, İstanbul'da Galatasaray Lisesi'ni bitirdikten sonra İstan­
bul Hukuk Fakültesi’ne girmiş ve 26 Mayıs 1906 da mezun olmuştur. İstan­
bul Hukuk Fakültesi’nden sonra Mustafa Suphi Paris’te Siyasal Bilgiler Fa-
kültesi'nde (L'Ecole Libre des Sciences Politigues) öğrenim görmüş bura­
dan da 30 Haziran 1910’da mezun olmuştur.
Mustafa Suphi bu okulda, “Osmanlı Memleketlerinde Tarım Kredisi Teş­
kilatının Bugünü ve Geleceği” konulu bitirme tezini hazırlamıştır. Bu tez
1911de Fransa’nın “Güney Tarım Kredisi Kongresi"nde incelenmiş, sonra
Roma Uluslararası Tarım Enstitüsü’nde okunmuş ve ödüllendirilmiştir. Mus­
tafa Suphi, 1910 yılında İttihatçı olarak yurda dönmüştür. İttihat ve Terak-
ki'nin üst düzey yöneticilerinden Dr. Nazım’ın iddialarına göre, Mustafa Sup­
hi İT’nin Selanik Kongresi'ne Anadolu delegesi olarak katılmıştır. (Tanin,
1944) Aynı iddia, Rasih Nuri İleri'nin Mustafa Suphi ile ilgili bir kitaba yazdı­
ğı önsözde de yer almaktadır. Avrupa'daki seyahatleri sırasında Tanin Ga­
zetesi muhabirliği yapmış, ayrıca Serveti Fünun(Ekim 1910- Aralık 1911) ve
Hak Gazetelerine de yazılar yazmıştır. Yüksek Ticaret okulunda hukuk bilgi­
leri, Yüksek Öğretmen Okulunda ve Galatasaray Lisesinde iktisat okutmuş­

117
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TKP

tur. Ayrıca Mustafa Suphi, İstanbul'da Trabzon eski milletvekili Hafız Meh­
met ile birlikte bir yazıhane açarak iş ortaklığı da yapmıştır. “Sosyoloji Ne­
dir?" ve "Uygarlaşma Görevi” adında biri çeviri, biri telif iki eseri yayınlanmış­
tır.
Mustafa Suphi 1912'den itibaren ittihat ve Terakki’ ye muhalif olmaya
başlamıştır. Çünkü bu dönemde Yusuf Akçura ve Ferit Tek'in kurduğu "Mil­
li Meşrutiyetperverler Fırkası”na katılmış, aynı kişilerle fikirlerini yaymak için
Ferit Tek'in sahibi olduğu "İfham" gazetesinin müdürü olmuştur.
Haziran 1913'te, Sadrazam Mahmut Şevket Paşa’nın bir suikast sonu­
cu öldürülmesi üzerine, birçok tutuklama olmuş, İfham Gazetesi'ndeki bir
yazı suikastle ilgili görülmüş, Mustafa Suphi ve Ferit Tek görevlerinden alı­
nıp diğer muhaliflerle birlikte Sinop’a sürülmüşlerdir. Mustafa Suphi bir ara
İstanbul'a geri gönderilmişse de, sonra yeniden Sinop’a sürülmüştür.
RUSYA’YA KAÇIŞI
Sinop’tan kaçmak için arkadaşlan ile plan yapmış, gidilecek yeri Rusya
olarak belirlemişlerdi. Kendilerine bazı kayıkçılar yardım edecekti. Denize
açıldıktan sonra Rusya’ya giden bir gemiye binilecekti. Ancak birçok aksilik
çıkmış, bir yelkenliyi silah zoruyla Sivastopol yakınlarına gitmeye zorlamış­
lar ve sahile çıkınca Rus makamlarına teslim olmuşlardı. Mayıs 1914'te 12
arkadaşı ile birlikte Sivastopol'a gelen Mustafa Suphi, Kırım Türkleri tarafın­
dan büyük bir ilgi ile karşılanmıştı. Subayev'in belirttiğine göre, gözetim al­
tında tutulmak üzere “Kazan Gazetesi” binasına yerleştirilmişlerdi. Bazı ya­
zarlara göre, Mustafa Suphi'nin Kırım'a kaçış amacı, oradan Avrupa'ya geç­
mekti. Fakat Sinop’tan Kırım’a kaçanlar arasında bulunan A. B. Kuran’a gö­
re, Mustafa Suphi daha Sinop'ta iken, kendisine Kafkasya'ya geçmek ve
orada bir gazete çıkarmak istediğini söylemişti. Böylece İttihat ve Terakki
Hükümeti’ne karşı muhalefetine devam edebilecekti. Mustafa Suphi’nin Kı­
rım'dan Bakü'ye gitmesi ve buradaki gazetelerde makaleler yazması bu id­
diayı doğrulamaktadır.
Mustafa Suphi Temmuz 1914’te, Kırım'dan ayrılıp Bakü’ye gitmiştir. Ge­
lişinin ertesi günü İkbal gazetesini ziyaret etmiştir. Bir süre ikbal ve Basiret
Gazetesine yazılar vermiştir. Mustafa Suphi'nin Bakü'den tam olarak ne za­
man ayrıldığına dair kesin bir bilgi yoktur. 1914 Ağustosunun sonları oldu­
ğu düşünülmektedir. Mustafa Suphi'nin Bakü'den Batum'a geldiği anlaşıl­
mıştır.
SAVAŞ ESİRLİĞİ VE BOLŞEVİZM’İN ETKİLERİ
O dönemde Osmanlı Devleti, Almanya ile birlikte Rusya'ya karşı Kaf-
kaslar'da savaşa başlamıştı. 29 Ekim 1914'te Karadeniz'e açılan Türk do­
nanması Ruslar’ın Sivastopol, Odessa, Novorossiski ve Kefe deniz üsleri­

118
POPTRE - MUSTAFA SUPHt

ne saldırması ile birlikte, Osmanlı-Rus Savaşı başlamıştı. Kasım 1914’te


Ruslar Kafkasya sınırını geçmişti. Savaşla birlikte Rus makamları, Türk
esirlerin Rusya’nın iç bölgelerine sürülmesi ve bütün savaş esirlerinin tutuk­
lanması kararını almıştı. Mustafa Suphi de Batum'da yakalanarak Mosko­
va'nın güneyinde yer alan Kaluga’ya gönderildi.
9 Eylül 1915'te Kaluga valisinin, Osmanlı vatandaşlarının ve esirlerinin
Ural'a gönderilmesi hakkında Petersburg’dan aldığı emir üzerine, Mustafa
Suphi de Ural'a gönderilir. Ural'da diğer Türk savaş esirleriyle birlikte fabri­
kalarda çalıştırılır. Aynı dönemlerde Bolşeviklerle ilişki kurmaya başlamış ve
Marksist yayınlara yoğunlaşmıştır. 1915 yılı içerisinde de Rus Sosyal De­
mokrat İşçi Partisi’ne katılıp, savaş esirleri arasında faaliyetlerde bulunmuş­
tur. Ekim Devrimi’yle birlikte Türkiye’deki Sosyalistleri harekete geçirmek
amacıyla çalışmalara başlamıştır. 1918 Şubat sonları-Mart başları gibi Mos­
kova'ya gelen Mustafa Suphi, Müslüman Komiserliği ile temasa geçmiş ve
oradaki Mollanur Vahitov, Şerif Manatov, Alimcan ibrahimov gibi Müslüman
komünistlerle görüşerek, Bolşevizmi yaymak üzere harekete geçmiştir.
Müslüman Komiserliği, başında Stalin’in bulunduğu “Milliyetler Komiserli-
ği”nin bir şubesidir. Bu hareketin başında bulunan Mollanur Vahitov, Ka-
zan'ın Bolşeviklerce geri alınması sırasındaki (1918) çatışmalarda ölmüş ve
bunun üzerine Kasım 1918'de 1. Müslüman Komünistleri Kurultayı toplanıp
Müslüman Komiserliği için seçim yapmıştır. Mart 1919'da bu organ Doğu
Halklan Komünist Teşkilatları bürosuna dönüştürülmüştür.
YENİ DÜNYA VE TÜRKİYE KOMÜNİST TEŞKİLATI
Müslüman Komiserliği’nden Şerif Manatov ile tanışan Mustafa Suphi
Devrimci Sosyalist bir gazete çıkarmak istediğini anlatmış, bunun üzerine
Şerif Manatov ve arkadaşlan Mustafa Suphi'yi Stalin’le tanıştırmış ve Sta­
lin’in de onayıyla YENİ DÜNYA-adlı Osmanlı Türkçesinde gazete çıkmaya
başlamıştır. Yeni Dünya’nın ilk sayısı Nisan 1918’de çıktı. Başında “Mosko­
va Merkez Müslüman Sosyalistler Komitesinin Naşir-i Efkarı" olduğu yazı­
lıydı. Sağ tarafında Arap harfleriyle Yeni Dünya, sol tarafındaysa Rusça ola­
rak “Noviy Mir"(Yeni Dünya) yazmaktaydı. Fiyatı 30 kapik, adresi ise Mos­
kova, Kremlevskaya Naberajnaya, Dom No. 9 du. Yeni Dünya haftada bir
defa yayınlanacaktı.
Yeni Dünya'nın ilk yedi sayısı, “Merkez Müslüman Sosyalistleri Komite-
si’nin Türkçe Naşir-i Efkan” olarak çıkmış, sekizinci sayıdan itibaren Türk
Sosyalist Komünistleri Naşir-i Efkarı (fikir yayıcısı)" olarak yayına devam et­
miştir. Onbirinci sayıda (Aralık 1918) ise, Yeni Dünya’nın Bolşevik Parti’nin
Türk Teşkilatı’nın yayın organı olduğu açıkça belirtilmiştir. Yeni Dünya’nın
çıkış amacı, Türkiye’de komünist örgütlenmeyi oluşturmak, Ekim Devrimi ile

119
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TKP

oluşan sovyetlerin propagandasını yapmak, Marksist-Leninist ideolojiyi yay­


maktı.
Yeni Dünya’nın ilk sayısında çıkan, Mustafa Suphi’nin "Cenuptaki Türk
Yoldaşlarına, Türk Kardaşlarına” başlıklı yazısı, Türkiye’deki İttihat ve Te-
rakki'yi hedef alıyor ve oldukça sert teşhir ve eleştirilerde bulunuyordu.
Onuncu sayının ağırlığını, Moskova’da yapılan Birinci Müslüman Komünist­
leri Kurultayı oluşturmaktaydı. Kurultayla ilgili olarak Mustafa Suphi’nin de
bir makalesi yer alıyordu.
Mustafa Suphi, 1918 Haziranında Kazan’a gelip Türk Sosyalistleri ile
toplantı yapmış, Rusya'daki devrimin oluşması için çalışmalar yapan çeşitli
uluslardan devrimciler arasında Türklerin de olmasını gerekli görüldüğün­
den, silahlı Türk Kızıl Bölüğü kurulması konusunu görüşmüş ve bununla
Cevdet Ali görevlendirilmiştir. Bu bölük Kazan’ın Çeklerin saldırılarına karşı
savunulmasında önemli başarılar elde etmiştir. Ayrıca Mustafa Suphi, Tür­
kiye'deki sosyalistlerle Rusya'nın çeşitli bölgelerinde bulunan Türk sosya­
listlerini bir teşkilat etrafında toparlamak ihtiyacı doğduğundan, bir konfe­
rans düzenlenmesine karar vermiştir. Başkanlığını Mustafa Suphi'nin yaptı­
ğı Türk Sosyalistleri Konferansı, 22 Temmuz 1918’de Müslüman Komiserli­
ğinin Moskova'daki binasında açılmıştır.
Aynca Türkiye'li olmadığı halde düzenlenmesinde önemli rol alan Müs­
lüman Komiserliği'nden Mollanur Vahit, Alimcan İbrahim, Firdevs ve Berhan
Mansur'da oy hakkıyla konferansa katılmışlardır. Dinleyici olarak gelen Bol­
şevik Parti, Enternasyonalist Grubundan vekiller ve bazı komünist yayınlar­
dan gelen muhabirlerle katılanların sayısı 20-30'u bulmaktaydı.
23 Temmuz 1918’de yapılan ikinci toplantıda daimi başkanlık seçimi ya­
pılmış ve Mustafa Suphi konferans başkanlığına, Cevdet Ali ikinci başkan­
lığa, Ethem Necati de sekreterliğe seçilmiştir. Seçimden sonra Türk Sosya­
listleri Konferansı’nın toplanması sebebiyle RKP Merkez Komitesine, Lenin
ve Troçki’ye telgraflar çekilmiştir. Dört gün süren konferansta 1. Emperya­
list Paylaşım Savaşının Türkiye üzerine etkileri, Türkiye'deki çeşitli milletle­
rin birbirleriyle ilişkileri, Türkiye Sosyalist Fırkası'nın programı, Türkiye’deki
sosyalistlerin Sovyetler'e bakışı görüşülmüş, ayrıca Türk esirleri arasında
propaganda faaliyeti yürütenlerin raporları dinlenmiştir. Konferansta prog­
ram görüşmeleri yapılmamış, daha sonraki kongreye bırakılmıştır. Fakat
belirsizliğe sebep vermemek için, program konusunda Türk komünistlerinin
Rus komünistlerinin programını aynen kabul ettiğine dair ve Türkiye’de ya­
pılan devrimci mücadelede Rus komünistlerinin programının model alınaca­
ğını belirten bir karar alınmıştır. Aynı zamanda teşkilatın propaganda şube­
si oluşturulmuş ve birçok broşür, kitap; Türkçe, Arapça ve Farsçaya çevril­
miştir. Teşkilatın Kazan ve Rizan’da şubeleri açılmış ve Türkiye’de teşkilat­

120
PORTRE - MUSTAFA SUPHİ

lanma oluşturabilmek için orada ilişkiye geçilen komünistlere görev verilmiş­


tir.
5 Kasım 1918'de Moskova'da Birinci Müslüman Komünistleri Kurultayı
yapılmış, kurultay altı gün sürmüştür. Bu kurultaya Rusya’nın çeşitli bölge­
lerinden 42 delege katılmıştır. Kurultayda Müslüman Komünistlerin Doğu’da
uygulayacağı çalışmalar görüşülmüş, Türk proletaryasını temsilen 5 delege
ile katılan Mustafa Suphi konuşma yapmıştır.
22 Ocak 1919’da Mustafa Suphi ve Türk Komünist Teşkilatı Kırım’a gel­
miştir. Moskova’da on üç sayısı çıkan Yeni Dünya bu gelişmeyle birlikte ya­
yınına Kırım’dan devam etmiş, Kırım’da yayınlandığı süre içinde Türkiye'ye
gizli olarak sokulmaya da başlanmıştır. Mustafa Suphi, Kırım’da Milli Fırka
ile gizli çalışmalara başlamış, iki ay içinde bir konferans düzenlenmiş ve bu
konferansa 17 şehir ve köy teşkilatından 30’dan fazla kişi katılmıştır. Mus­
tafa Suphi, TKT 1. Kongresine sunduğu raporda, bu çalışmalar neticesinde
Kırım’da Komünist sayısının 400’ü geçtiğinin belirlendiğini kaydetmiştir. O
dönemlerde Kırım’ın olumsuz koşullan kendini hissettirmiş, İngiliz ve Fran­
sız Donanmaları tarafından desteklenen Denlkin kuvvetleri Kırım’ı tekrar
ele geçirince, Mustafa Suphi ve Teşkilat 1919 Nisanının sonları gibi Ode-
sa’ya geçmiştir
Odesa’da Türk proletaryasına seslenen birçok bildiri yazılmış ve gizli
yollardan Türkiye'ye sokulmuştur. Bu bildirilerin gizli gönderilmesi esnasın­
da, kendisi de gitmek istemişse de Denikin kuvvetlerinin Odesa’ya saldırı­
ya geçmesiyle geri dönmek zorunda kalmış, Odesa’dan Kiev’e, oradan da
Moskova'ya gitmiştir.
Mustafa Suphi, Ocak-Mayıs 1919'da Kırım ve Odesa faaliyetleri arasın­
da Moskova'ya geçmiş ve Lenin'in başkanlık ettiği Komünist Enternasyo­
nalin Birinci Kongresi'ne katılmıştır. Bu kongreye TKT delegesi olarak katı­
lan Mustafa Suphi, Ekim Devrimi ni öven bir konuşma yapmış, Komünist
Enternasyonalin görevleri arasında Doğu Halkları arasında Devrim Ocak­
ları kurmak olduğunu söylemiştir. Ayrıca Moskova'da bulunduğu süre için­
de, Rus Komünist Partisi'nin sekizinci Kongresine de katılmıştır. (18-23
Mart 1919)
Aynı dönemlerde Türkiye'de bağımsızlık hareketleri başlamıştı ve TKT
Türkistan, İran veya Kafkasya yoluyla Türkiye’ye geçmek için planlar yapı­
yordu. 1920 başları gibi Türkistan'a geldiklerinde, Hazar Denizi kıyılarının
yolculuğa uygun olmadığını gördüler. Ayrıca Türkistan’da Bolşevikler için
durum iyi değildi, bu nedenle oradaki Komünist İşleri Komisyonu Başkanı
Eliava, Mustafa Suphi’yi Taşkent'te alıkoymuştu. Arkadaşlarının bir kısmı
ise, Kafkasya yolu ile Türkiye'ye gönderildi. TKT'nin yayını çıkmaya Taş­
kent'te de devam etmiştir. Mustafa Suphi 27 Temmuz 1920’de Azerbaycan

121
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TK P

Komünist Partisi Merkez Komitesine yazdığı raporda, RKP tarafından Tür­


kistan'da oluşturulan, “Doğu Komünist Teşkilatı" içerisinde yaptığı çalışma­
ları anlatmıştır. Sonradan bu teşkilatın daha verimli çalışması açısından
teşkilat Türk Şubesi, İran Şubesi gibi bölümlenmiş; Türk Şubesi'nin başına
Mustafa Suphi getirilmiştir. Ayrıca Mustafa Suphi Türkistan'da Türk savaş
esirlerinden oluşan kızıl askeri kıta oluşturulması çalışmalarına yönelmiştir.
Bakü’ye geçtiği dönemde de, bu kıtanın Türkiye’ye gönderilmek üzere Ba-
kü'ye getirilmesi konusunda, Türkistan Cephesi Komutanı Frunze’yle gö­
rüşmüştür. Mustafa Suphi Taşkent’te üç ay kadar kalmış, daha sonra Ba­
kü’ye geçmiştir. Azerbaycan’ın sovyetleştirilmesinden sonra da, TKT Türki­
ye’ye yakın olmak için 27 Mayıs 1920’de Bakü’ye taşınmıştır. 20 Haziran
1920'de Yeni Dünya Bakü'de yayınına başlamıştır. Yeni Dünya, Rusya'nın
çeşitli bölgelerinde bulunan Türk esirleri arasında parasız dağıtılmış ve bu
yayın aracılığıyla Bolşevizm propagandası yapılmıştır. O dönemde Rus­
ya'da binlerce savaş esiri dışında İttihat muhalifi mülteciler de vardı. Türk
savaş esirleri arasında yapılan Bolşevizm propagandası çalışması olumlu
sonuçlar vermişti. 28 Nisan 1920’de Azerbaycan'a giren 11. Kızılordu için­
de Osmanlı savaş esirlerinden oluşturulmuş grupların bulunduğu, Azerbay­
can’ın sovyetleştirilmesinde Türk esir ve subayların önemli rol oynadığı Le-
nin, Kirov ve Ordjenikidze’nin yazılarında da belirtilmiştir.
TKTNİN BAKÜ’DEKİ FAALİYETLERİ
Mustafa Suphi 27 Mayıs 1920’de Bakü’ye geldiğinde, ondan öncesinde
Türk Milli Mücadelesinin başarıya ulaşması ve bunun için Bolşeviklerden
yardım alınması gerektiğinden, Kazım Karabekir’in görevlendirilmesi üzeri­
ne kurulan sahte komünist partisi vardı. Bu parti, Azerbaycan’ın sovyetleş-
tirilmesi için gönderilen 11. Kızıl Ordu içerisinde de faaldi. Mustafa Suphi
Bakü’ye gelince, Azerbaycan Sovyet Hükümeti ve sahte komünist partisi ile
ilişkiye girdi. Hatta bu partinin yayın organı olan Yeni Yol’da da yazıları çık­
mıştı. Ancak kısa sürede bu partinin iç yüzü anlaşılmış, İttihatçılar tasfiye
edilmiştir. Mustafa Suphi, tasfiyeden önce parti içindeki gençleri kazanmak
amacıyla çalışmalar da yapmış, Yakup, Süleyman Nuri, Salih Zeki, Hilmi gi­
bi komünistler örgütlenmeye katılmışlardır. Örgütün genişleme çalışmaları
sonucu; TKT Merkez Bürosu ve TKT Bakü Komitesi oluşturulmuştur. TKT
İstanbul'la da ilişki kurmuş, propagandacılarla İstanbul'daki komünistlerin
teşkilatlanmasına maddî, manevi destek olmuştur. TKT tarafından Anka­
ra'ya, oradaki çeşitli komünist gruplarla ilişkiye geçmesi amacıyla Süleyman
Sami gönderilmiş, Ankara ve Eskişehir'de yapılan görüşmeler sonucunda,
bu gruplar Süleyman Sami'den para ve Komintern’e bağlanmak konusunda
yardım istemişler, Süleyman Sami de, onları Eylül’de yapılacak Birinci

122
PORTRE - MUSTAFA SUPHÎ

Kongre'ye davet etmiştir.


Trabzon ve çevresinde de, Bolşevizm propagandaları yapılıyordu. TKT
tarafından buralarda komünizm propagandası yapmak, örgütlenmek ve Ba-
kü Kongresi için delege götürmek amacıyla Salih Zeki, Yusuf Kemal, Baha
Ali gönderilmişlerdi.
BAKÜ, DOĞU HALKLARININ BİRİNCİ KONGRESİ
Komünist Enternasyonal’in ikinci kongresine TKT iki üye ile katılmıştı ve
Doğu Halklarının Birinci Kongresi çalışmalarında faal olarak yer almışlardı.
Ancak bir başka alanda da, Bolşeviklerin öncülük ettiği enternasyonalist bir
örgütlenme için gayretler vardı.
Doğu’nun şartları, proletaryanın örgütlenme düzeyi ve bilinci bakımın­
dan oldukça geriydi. Sanayi ve sendikal faaliyetler gelişmemişti. Bundan
dolayı, Doğu Halklarının temsilcilerini-bir araya getirerecek, Sovyetlerin em­
peryalistlere karşı verilen savaşımında yanlarında olacaklarını belirtecek bir
kongre düzenlenmesi, Moskova'da konuşulmaya başlanmıştı. Kongre fikri,
Komünist Enternasyonal’in icra Komitesi’nin 18 Haziran 1920 tarihinde ya­
pılan toplantısında ele alınmış ve Bakü'de yapılmasına karar verilmişti. Ko-
mintern İcra Komitesi, Kongre hazırlıkları için Stasova ve Ordjenikidze'yi
görevlendirmişti. Hazırlıkları yapmak üzere bir örgütlenme bürosu oluşturul­
muştu. Bu büronun bazı toplantılanna Mustafa Suphi de katılmıştı.
Sovyetler'in, kongreye Türkiye’den katılacak delegeler için, TBMM'ye
değil de doğrudan halka çağrı bildirisi göndermesini M. Kemal tepki ile kar­
şıladı. Resmi olarak delege gönderemeyeceklerinden Moskova'da bulunan
Dr. İbrahim Tali kongreye gözlemci olarak katılması için görevlendirildi. Ay­
rıca Erzurum ve Trabzon'da heyetler oluşturularak Bakü’ye gönderildi. 1 Ey­
lül 1920’de açılan kongrenin Şeref Başkanlığına Lenin, Troçki ve Zinoviyev
seçilmişti. Çeşitli ülkelerin delegelerinden oluşan Başkanlık Divam'nda
Mustafa Suphi de yer alıyordu. Kongre’de konuşma yapan Zinovyev konuş­
masının bir bölümünü Türkiye’de ki M. Kemal hareketine ayırmıştır. Bolşe-
vikler için de, Türkiye’li komünistler için de, Anadolu'da yürütülen hareketin
komünist bir hareket olmadığı açıktı. Durum böyle olsa bile, emperyalist
devletlere karşı verilen savaşta M. Kemal hareketine destek verilecekti.
Türkiye’de sovyetlerin kurulmasını sağlayacak olansa, bu iş için halkı yön­
lendirebilecek komünist faaliyeti yürütenler olacaktı. Mustafa Suphi ve
TKTya düşen görev bu anlamda çok önemliydi.
Kongre sonucunda Doğu Halklarıyla ilgili faaliyetlerin hızlandırılması ile
ilgili olarak Propaganda ve Hareket Sovyeti kurulması, Şark İli adıyla üç dil­
de bir yayın çıkarılması, Doğulu emekçilere komünist ideolojiyi anlatmak
amacıyla, Sosyal ilimler Üniversitesi’nin kurulması gibi birçok karar alınmış­

123
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ: TKP

tır. Kongre, 7 Eylülde Enternasyonal Marşı’nın okunmasıyla kapandı.


TÜRKİYE KOMÜNİST TEŞKİLATLARININ BİRİNCİ KONGRESİ
Türkiye Komünist Teşkilatlarının Birinci Kongresi, 10 Eylül 1920'de Ba-
kü'de Kızıl Ordu Kulübü'nde açılmıştır. Kongreye 74 kişi katılmıştır. Musta­
fa Suphi resmi açılış konuşmasını yapmış, sonra Nerimanov kongreyi teb­
rik konuşması yapmıştır. Kongrede İstanbul Komünistlerini temsilen Hilmi-
oğlu Hakkı konuşma yapmıştır. Konuşmalarınn bitiminde Enternasyonal
Marşının okunmasıyla kapanan birinci oturumdan sonra, 11 Eylül'de yapı­
lan ikinci oturumda başkanlık Divanı seçimleri yapılmıştır. Seçime göre
Başkanlık Divanı, Mustafa Suphi, Mehmet Emin, Abid Alim, Cevat Dursu-
noğlu, Süleyman Nuri, Nazmi, İsmail Hakkı'da oluşmuş; gözlemci olarak da
Ali Haydar Karayev, Stasova, Celal Korkmazov başkanlık divanına seçil­
mişlerdir. TKP Programı Kongre’nin 4 ., 5. Oturumunda ve 6. Oturumun bi­
rinci bölümünde ele alınmıştır. Mustafa Suphi program hakkında ayrıntılı
açıklamalar yapmış her maddesi üzerinde ayrı ayrı durmuştur. Program bir­
çok konuya ilişkin olarak 11 maddelik bir giriş, 12 bölüm ve toplam 49 mad­
deden oluşmaktaydı.
Türkiye Komünistleri Birinci Kongresi 15 Eylül 1920'de kapanmış, Tür­
kiye ve Rusya'da bulunan komünist grup ve teşkilatların TKP içinde birleş­
tirilmesi kararlaştırılmış, Merkez Komite oluşturulmuştur.
Bu kararla birlikte TKP Anadolu'ya geçmek için girişimlerde bulunmuş,
bu konuda da TBMM'yi haberdar etmişti. Bunun öncesinde, TBMM'nin Sov­
yet Rusya’dan çıkarları olması nedeniyle, Sovyetlerle iyi ilişkiler içinde ol­
ması ve komünist faaliyetlere önemli bir engel çıkarmaması etkili olmuştur.
TKP'den gelecek heyetle ilgilenecek kişi olarak, Kazım Karabekir gö­
revlendirilmişti. Kendilerinin neleri beklediğinden habersiz olan TKP, İsmail
Hakkı, Süleyman Nuri ve Ahmet Cevat Emre den oluşan bir Dış Komite'yi
Bakü'de bırakarak yola çıktılar. TKP ilk olarak Kars'a, iki grup halinde gel­
mişti. 28 Aralık 1920'de gelen ilk grupta Mustafa Suphi, Ethem Nejat ve üç
kişi daha bulunmaktaydı. Birkaç gün sonra gelen ikinci grupta 13 kişi bulun­
maktaydı. Mustafa Suphi ve yoldaşları Kars’ta üç haftaya yakın kalmışlar ve
burada TBMM’nin Moskova büyükelçisiyle de görüşmüşlerdi. Daha sonra,
22 Ocak 1921'de Erzurum'a geçmişler, burada aleyhlerinde düzenlenen
tertipler sonucuunda protestolarla karşılaşmışlar, geldikleri gibi trenle Trab­
zon’a doğru yola çıkartılmışlardır. Bu arada Kemal Hükümeti tarafından,
herhangi bir TKP’linin Türkiye'ye girmesi yasaklanmıştır. Aynı dönemlerde
de Moskova'ya gidip gelen TBMM yetkilileri, bu durumu, halkın tepkisiyle
açıklayarak ilişkileri germemeye özen göstermektedir. Erzurum’dan Trab­
zon’a kadar olan güzergahta aynı plan uygulanmış, halkın yiyecek ve yata­

124
PORTRE - MUSTAFA SUPHİ

cak yer sağlaması engellenmiştir. Mustafa Suphi ve yoldaşlan Bayburt, Gü­


müşhane ve Torul'da aynı sorunlarla karşılaşmış ve Maçka'ya ulaşmışlar­
dır. Maçka’da ajan olduğu anlaşılan Süleyman Sami ve Mehmet Emin has­
ta oldukları bahanesi ile, bu partililerden ayırt edilmiştir. 28 Ocak 1921 Cu­
ma günü, bir müfreze ile Maçka’dan Trabzon’a hareket edilmiştir. Trab­
zon’dan bir motora bindirilip sınır dışı edilmişler, daha sonra da Kemalist ik­
tidarın katillerince öldürülmüşlerdir.

Kaynakça
ASLAN Yavuz Türkiye Komünist Fırkası’nın Kuruluşu ve Mustafa Suphi, Türk Tarih
Kurumu, Ankara, 1997
TUNCAY Mete Eski Sol Üzerine Yeni Bilgiler, İstanbul, 1994
ERDEM Hamit Mustafa Suphi Bir Yaşam Bir Ölüm, Sel Yay.
MAKALE : Emel Akal, Şefik Hüsnü'nün Bir Konuşmasında ve İttihat ve Terakki Erka­
nının Yazışmalarında Mustafa Suphi, TOPLUMSAL TARİH, EKİM 2001
KANAT Dilek A. Mustafa Suphi İlk Yazılar, 1908-1910, Amaç Yay. , İstanbul, 1989
AYKOL Hüseyin Türkiye'de Sol Örgütler, Pelikan Yayınevi, İstanbul, 1996
TO KER Metin Solda vc Sağda Vuruşanlar, Akis Yay. , Ankara, 1971

125
KOMİNTERN ÜYESİ TKP:
ÜSTÜ ÖRTÜLEN GELENEĞİMİZ

D e v rim c i-k o 'n lin is t konum lanm anın b o ş :>ca ö z e lliğ i, k o m ü n ist
h areke tin tarihsel b ir hareke t olduğunun b ilin ce çıkartılm asıdır.

Tarihsellik, hem onun b ir geleneği, d e v rim c i b !r varo lu şu n v e

;şçı harc:<eîmin en ilen d ü z e y in in bırTKimınl tem s.l etm esinde;


nem de geleceğe uzanan oir p e rs p e k tifi taşımasında somutlaşır.

Geleneği konusunda acık ga sahip olmayan b ir komünist hareket

oiamayacag: gibi, gelenekle kendini vareden, geiecek p e rs p e k tifi

olm ayan Cm kom ünist hareket de düşünülem ez. Belli b ir zaman

diTîmı içinde o rta y a çıkan kom ünist hareket, kendinden önceki

b irik im e dayanarak, onu h a re k e t noktası alarak o rta y a çıkar;

ama ö te y a -d a n da, g e çm işin olum suz d e n e yim le rin i, sınıflar

savasının o rta y a çıkaroıgı yeni özellikle ri d iya le k tik m ate ryalist

y ö n te m le s ü z g e ç te n g e ç ire re k g e le c e k p e rs p e k tifin i o rta y a

koyarak, p ro le ta ry a h areke tine y o l g ö ste rir.

K om intem ’in kurucu üyesi TKP’nin tarihsel niteliği v e program atik

bakışının önem i v e özgünlüğü, ancak bu p e rs p e k tif te m e lin d e

ele alındığında b ir anlam kazanır.

Вам также может понравиться