Академический Документы
Профессиональный Документы
Культура Документы
MARMARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İLAHİYAT ANABİLİM DALI
ARAP DİLİ VE BELÂĞATI BİLİM DALI
Semira YAYAR
İstanbul, 2006
T.C.
MARMARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İLAHİYAT ANABİLİM DALI
ARAP DİLİ VE BELÂĞATI BİLİM DALI
Semira YAYAR
İstanbul, 2006
ÖNSÖZ
Arap dili tarihte yer alan en eski ve en zengin dillerden biridir. Hz. Peygamber
(s.a.v.)’in tebliğ ettiği İslam dininin Arap toplumunda neşv-ü nemâ bulması, mukaddes
kitap Kuran-ı Kerîm’in Arap diliyle nâzil olması ve yine Hz. Peygamber’in söz, fiil ve
takrîrlerinden müteşekkil hadis kültürünün bu dille vârid olması, Arap dilinin önemini
artıran ve ona ivme kazandıran en önemli unsurlardır. Ayrıca Arap dili, sahip olduğu bu
özelliklerinden dolayı kendi özünü sürekli muhafaza edebilmiştir. İslam topraklarının
fetihlerle genişlemesi ve İslam ana kaynaklarının bu dilde kaleme alınmış olması, Arap
dilini sadece Arapların kullandığı bir dil olmaktan çıkararak onu evrensel bir dil olma
özelliğine kavuşturmuştur. İslam dininin yayılması, değişik kültür ve milletlere mensup
Müslüman ilim adamlarını bu dili öğrenmeye ve bu dilde eserler vermeye itmiştir.
Böylece, Arap dili ve belâgatına kazandırılan bu çalışmalar, dilin zenginliğine ve
gelişimine katkıda bulunmuştur. Osmanlı devletinin uzun bir dönem İslam
coğrafyasında hükümrân olması ve Arap dilini kültür ve edebiyat dili olarak tercih
etmesi de bu dilin geniş bir alanda etkin ve rağbet gören bir dil olarak kullanımını ve bu
dilde önemli eserler neşredilmesini sağlayan bir diğer önemli etken olmuştur.
Arap dili ve belâgatında geniş yer tutan önemli konulardan biri olması;
özellikle de Kuran-ı Kerîm’de çokça kullanılan bir üslûp olarak karşımıza çıkması
hasebiyle “istisna konusunu” araştırma mevzûmuz olarak tercîh ettik.
I
Birinci bölümde, istisnânın tanımını ele aldık istisnâ cümlesinin unsurları ile
istisnânın çeşitli kriterlere göre tasnif edilen kısımlarını incelemeye çalıştık.
Dördüncü bölümde ise; kendi alanlarında önemli bir konuma sahip olan
istisnâya, belâgat ve fıkıh ilimleri açısından özet olarak değinmeye çalıştık.
Semira YAYAR
İstanbul-2006
II
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ........................................................................................................................ I
İÇİNDEKİLER...........................................................................................................III
KISALTMALAR........................................................................................................ VIII
GİRİŞ BÖLÜMÜ
ARAP DİLİNE DAİR İLK FİLOLOJİK ÇALIŞMALARA
GENEL BİR BAKIŞ
I. Arap Dilinde İlk Filolojik Çalışmalar............................................................... 1
II. Nahiv ve Sarf İlimleri..........................................................................................3
A. Nahiv İlmi (Sentaks)....................................................................................... 3
B. Sarf ilmi (Morfoloji)........................................................................................4
C. Nahiv ve Sarf İlimlerin Doğuşu ve Gelişimi...................................................4
III. Dil Mektepleri......................................................................................................7
A. Basra Dil Mektebi........................................................................................... 7
B. Kufe Dil Mektebi.............................................................................................8
C. Bağdat Dil Mektebi....................................................................................... 8
D. Endülüs Dil Mektebi....................................................................................... 9
E. Mısır Dil Mektebi............................................................................................9
I. BÖLÜM
İSTİSNÂ “ﺀ
ُ ﺴ ِﺘ ﹾﺜﻨﹶﺎ
”ﺍﻻ
I. Tanım....................................................................................................................10
II. İstisna Cümlesinin Unsurları............................................................................. 12
A. Müstesnâ “ﺴ ﹶﺘ ﹾﺜﻨﹶﻰ
ﻤ ”ﺍﻟ......................................................................................... 12
B. Müstesnâ Minh “ﻪ ﺴ ﹶﺘ ﹾﺜ ﹶﻨﻰ ِﻤ ﹾﻨ
ﻤ ”ﺍﻟ.......................................................................... 13
C. İstisnâ Edatları.................................................................................................13
III
III. İstisnâ’nın Kısımları (Çeşitleri)......................................................................... 15
A. Müsbet ya da Menfi Olması Bakımından İstisnâ............................................15
1. Mûceb İstisnâ............................................................................................. 15
2. Gayr-ı Mûceb İstisnâ.................................................................................. 18
a. İstisnânın Nefy İle Oluşmasına Dair Bazı Örnekler.............................. 18
b. İstisnanın Nehy İle Oluşmasına Dair Bazı Örnekler............................. 18
c. İstisnanın İstifhamla Oluşmasına Dair Bazı Örnekler........................... 18
B. Müstesnânın Cinsi Bakımından İstisnâ........................................................... 19
1. Muttasıl İstisnâ “ل
ُﺼ
ِ ﻤﺘﱠ ﺀ ﺍﻟ ﺴ ِﺘ ﹾﺜﻨﹶﺎ
”ﺍﻻ............................................................... 20
a. Muttasıl-Mûceb İstisnâ.......................................................................... 22
b. Muttasıl-Gayr-ı Mûceb İstisnâ...............................................................22
2. Munkatı‘ (Munfasıl İstisnâ)........................................................................23
a. Munkatı’ Mûceb İstisnâ......................................................................... 27
b. Munkatı’ Gayr-ı Mûceb İstisnâ............................................................. 27
C. Müstesnâ Minh’in Zikredilmesi Bakımından İstisnâ...................................... 28
1. Tam İstisnâ................................................................................................. 28
a. Tâm Muttasıl Mûceb İstisnâ.................................................................. 29
b. Tâm Muttasıl Gayr-ı Mûceb İstisnâ.......................................................29
c. Tâm Munkatı’ Mûceb İstisnâ.................................................................30
d. Tâm Munkatı’ Gayr-ı Mûceb İstisnâ..................................................... 30
2. Müferrağ İstisnâ......................................................................................... 32
a. Müferrağ Muttasıl Mûceb İstisnâ.......................................................... 38
b. Müferrağ Muttasıl Gayr-ı Mûceb İstisnâ...............................................40
c. Müferrağ Munkatı’ Mûceb İstisnâ......................................................... 40
d. Müferrağ Munkatı’ Gayr-ı Mûceb İstisnâ............................................. 41
II. BÖLÜM
İSTİSNÂ EDATLARI
KULLANIMLARI VE ÖZELLİKLERİ
I. İstisnâ Edatları.................................................................................................... 42
A. İstisnâ Edatlarının Kısımları........................................................................... 42
1. Harf Olan İstisnâ Edatları...........................................................................42
IV
2. İsim Olan İstisnâ Edatları........................................................................... 43
3. Fiil Olan İstisnâ Edatları.............................................................................43
4. Hem Fiil Hem Harf Olan İstisnâ Edatları...................................................43
II. İstisnâ Edatlarının Kullanımları ve Özellikleri................................................43
A. Harf Olan İstisnâ Edatları................................................................................43
1. “ﻻ
“ ”ِﺇ ﱠillâ”................................................................................................... 43
a. “ﻻ
”ِﺇ ﱠnın Müstesnâsının İ’rabı..................................................................45
(1) Mansûb Olması............................................................................... 45
(2) “ﻻ
”ِﺇ ﱠnın Müstesnâsının Mansûb veya Bedel Olması...................... 48
(3) “ﻻ
”ِﺇ ﱠnın Müstesnâsının Harekesini Âmiline Göre Alması...............52
(a) Fâil olması.................................................................................. 52
(b) Nâibu’l-fâil olması......................................................................53
(c) Mef’ulün-bih olması................................................................... 53
(d) Mef’ulün-li eclih olması............................................................. 53
(e) Mef’ulün-fih olması....................................................................53
(f) Mef’ulü mutlak olması................................................................ 53
(g) Hal olması...................................................................................53
(h) Temyiz olması............................................................................ 53
(l) Haber olması................................................................................53
b. “ﻻ
”ِﺇ ﱠnın Üslupta Tekrarlanması..............................................................54
(1) “ﻻ
”ِﺇ ﱠnın Te’kid Amaçlı Tekrarlanması............................................ 55
(2) Te’kid Amacı Dışında “ﻻ
”ِﺇ ﱠnın Tekrarlanması................................ 58
c. “ﻻ
”ِﺇ ﱠnın “ﻴﺭ ﻏ
” ﹶMânasında Kullanılması................................................. 62
d. “ﻻ
”ِﺇ ﱠAnlamındaki “ﺎ”ﹶﻟﻤ.......................................................................... 66
e. Vasıf “ﻻ
”ِﺇ ﱠsı............................................................................................ 67
B. İsim Olan İstisnâ Edatları................................................................................ 70
1. “ﻴﺭ ﻏ
” ﹶ........................................................................................................... 70
2. “”ﺴِﻭﻯ......................................................................................................... 75
3. “ﻴﺭ ﻏ
” ﹶve “ ”ﺴِﻭﻯArasındaki Farklar............................................................76
4. “ﻴﺭ ﻏ
” ﹶve Benzerlerinin Müstesnâsına Tâbii Olan Kelimelerinin Hükmü (İrabı)..80
V
C. Hem Fiil, Hem de Harf Olan İstisnâ Edatları “ﺎﺸﹶﺎ ﺤ،ﺍﻋﺩ
،ﻼ
ﺨﹶ
” ﹶ....................... 81
1. “ﻼ
ﺨﹶ
” ﹶ............................................................................................................81
2. “ﺍﻋﺩ
”............................................................................................................85
3. “ﺎﺸﹶﺎ”ﺤ..........................................................................................................87
D. Sadece Fiil Olan İstisnâ Edatları “ﻴﺱ ”ﹶﻟ, “ﻥ
”ﻻ ﻴﻜﹸﻭ...........................................93
1. “ﻴﺱ ”ﹶﻟ........................................................................................................... 93
2. “ﻥ
”ﻻ ﻴﻜﹸﻭ......................................................................................................98
E. Şibh-ü İstisnâ...................................................................................................99
1. “ﺎﻴﻤ ﺴ
ِ ”ﻻ.......................................................................................................99
a. “ﺎﻴﻤ ﺴ
ِ ”ﻻile İlgili Genel Hükümler.........................................................101
2. “ﺩ ﻴ ﺒ ”.............................................................................................................105
III. BÖLÜM
NAHİV EKOLLERİNİN İSTİSNÂ KONUSUNDAKİ
İHTİLAF NOKTALARI
I. İstisnâ ve Çeşitleri Hakkındaki İhtilafları…………….................................... 107
A. “İstisnâ”nın Ne Olduğu Konusundaki Fikir Ayrılıkları.................................. 107
B. İstisnânın Çeşitleri Konusundaki İhtilafları.................................................... 110
C. Müstesnâ’yı Nasbeden Âmil Konusundaki İhtilafları.....................................112
II. İstisna Edatları Hakkındaki İhtilafları............................................................. 115
A. “ﻻ
”ِﺇ ﱠEdatı Hakkındaki İhtilaflar......................................................................115
B. “ ”ﺴِﻭﻯEdatı Hakkındaki İhtilaflar.................................................................. 116
C. “ﺎﺸﹶﺎ ”ﺤEdatı Hakkındaki İhtilaflar...................................................................116
D. “ﻼ
ﺨﹶ
” ﹶEdatı Hakkındaki İhtilaflar.................................................................... 117
E. “ﻴﺱ ”ﹶﻟve “ﻥ
”ﻻ ﻴﻜﹸﻭEdatları Hakkındaki İhtilaflar............................................118
IV. BÖLÜM
BELÂGAT VE FIKIH İLİMLERİ
AÇISINDAN İSTİSNÂ
I. Belâgat İlmi Açısından İstisnâ........................................................................... 119
A. Belâgat İlmi.....................................................................................................119
B. Belâgat İlminde İstisnâ....................................................................................120
VI
1. Lûgavî İstisnâ............................................................................................. 124
2. Sınâî İstisnâ................................................................................................ 124
3. Belâgat İlminde Ele Alınan Diğer İstisnâ Çeşitleri.................................... 130
a. Hasr İstisnâsı..........................................................................................130
b. Mânevi İstisnâ........................................................................................132
c. Sayı (Adet) İstisnâsı...............................................................................133
d. Gayr-i Mûceb İstisnâ............................................................................. 134
II. Fıkıh İlmi Açısından İstisnâ............................................................................... 135
A. Tahsîsin Tanımı……………………………………………………………...136
1. Tahsîs..........................................................................................................136
B. Fıkıh İlminde İstisnânın Tanımı ve İstisnâ İle İlgili Genel Görüşler.............. 137
VII
KISALTMALAR
VIII
GİRİŞ BÖLÜMÜ
1
Ahmed Abdulgafur ‘Attar, Mukaddimetu’s-Sıhah, s. 11; Fehmi Abdurrahman, Medresetü’l-arab,
İstanbul 1304/1868, s. 18; Mehmet Fehmi, Tarih-i edebiyât-ı arabiyye, İstanbul 1322, s. 79.
2
Şevkî Dayf, el-Medârisu’n-nahviyye, Dımaşk, 1416/1997, s. 20.
1
bilinçlendirmesi ile, Arap diline sâhip çıkma ve onu doğru kullanma çabası oldukça
artmıştır.
Hz. Peygamber’e (s.a.v.) indirilen Kur’an-ı kerîm, edebî bir dil şâheseridir.
Sahâbelerin peygamber hadislerini öğrenmeye çalışırken gösterdikleri olağanüstü dikkat,
şüphesiz hadis lafızlarının doğruluğu ile de alâkalı idi.
Hz. Peygamber’in işâretiyle, Hz. Ali (r.a.) tarafından girişilen dilin doğru
kullanılması ve doğru öğrenilmesi gayretleri ve Ebu’l-Esved ed-Düelî’nin (v. 79/688-
689) çalışmalarıyla iyice gelişen dil çalışmaları, “nahiv” ilminin ortaya çıkması ve
gelişmesi, daha sonraki zamanlarda dil ekollerinin oluşumuna da zemin hazırlamıştır.3
İlk kurulan ekol, Ebu’l-Esved ed-Düelî’nin kurucusu olduğu Basra ekolüdür.
Daha sonra değişik görüş ve delillendirmeleriyle bu ekole tepki olarak ortaya çıkan
Kûfe ekolü de Ebû Ca‘fer Muhammed b. Ebi Sâre er-Ruâsî (v. 187/803) kuruculuğunda
faydalı çalışmalara imza atılmasına vesîle olmuştur.4
H. III. yy’da artık ekoller oluşmuş durumdaydı. Bu arada dil çalışmaları
“nahiv” (sentaks) çatısı altında değerlendirilemeyecek kadar genişlemiş olduğundan
morfoloji “sarf” ile ayrı bir alan olarak ilgilenilmeye ve dilde uzmanlaşılmaya
başlanıldı.5
Bağdat’ta, hicri IV asrın başlarından itibaren Basra ve Kûfe ekollerinin başarılı
bir şekilde meczedilmesi ile özgün bir ekol olan Bağdat ekolü ortaya çıktı. H. III. asrın
sonlarında farklı bir tavra, dil anlayışına sahip olan Mısır ve Endülüs ekollri daha çok
kıymetli şerhlerin yazılmasında öncü olmuşlardır.6
Kur’an-ı kerîm gibi bir dil hârikası ve insanları hayrân bırakan hadis külliyâtı
ile bayraklaştırılan dil ve onun insan hayatındaki önemi, islâm anlayışıyla Arap dilinin
gelişimi için lokomotif görevini ifâ etmiştir.7
3
İbnu’n-Nedim, el-Fihrist, Beyrut 1994, s. 61; el-Kıftî, İnbâhûr-rûvat ’ale enbâhi’n-nûhât, Beyrut,
1406/1986, I, 39-40; İbn Usfûr, el-Mukarreb, (thk. Adil Ahmed Abdulmevcûd-Ali Muhammed
Muavvaz), Beyrut 1998, s. 5.
4
İbnu’n-Nedim, a.g.e., s. 89.
5
M. Nihat Çetin, “Arap maddesi”, DİA, III, 296.
6
Şevkî Dayf, el-Medârisu’n-nahviyye, s. 245 vd. .
7
Bkz. Şevkî Dayf, a.g.e., s. 9-150.
2
II. Nahiv ve Sarf İlimleri
A. Nahiv İlmi (Sentaks)
Bir terim olarak Arapçanın dilbilgisi kurallarını inceleyen ilim için kullanılan
cihet, yön, kasıt, yönelmek, kastetmek, bir yana yönelmek, -e doğru, gibi, göre vb.
anlamlara gelir.8
Istılahî anlamı itibariyle ise nahiv; “kelimenin cümle içindeki durumuna göre
i’rabını (el-i’râb) ele alan ilim dalıdır.” şeklinde ta‘rif edilir.9
Cümle içinde yer alan kelimeler, mu’rab (sonu değişen) ve mebnî (sonu
değişmeyen) olmak üzere iki kısma ayrılır. İşte nahiv ilminin içerdiği kurallar mu’rab
olsun mebnî olsun bu kelimelerin cümle içindeki görevlerini ve i’rab durumlarını
açıklamaktadır.10 Asım Efendi, nahiv kelimesini açıklarken; “Onunla Arabçanın yeri ve
metodu anlaşılır” diyerek, nahvin Arap dilindeki konumunun önemini
vurgulamaktadır. 11
“Nahiv” kelimesinin, Arapça dilbilgisine ad olmasıyla ilgili
rivayetlerden biri şöyledir: Hz. Ali (r.a.), dil hatalarına karşı birtakım tedbirler düşünür
ve bu hatalardan dolayı oluşan kaygılarını kendisi ile paylaştığı Ebü’l-Esved ed-
Düelî’ye; “.ﻭ
ﺤ ﻫﺫﹶﺍ ﺍﻟ ﱠﻨ ﺢ
“ ”ﹸﺍ ﹾﻨişte bu şekilde yürüt, bu minval üzere yap” talimatını verir.
8
İbn Manzûr, Lisânü’l-arab, Beyrut (ts.), XV, 309-310; Mütercim Asım Efendi, Kâmus Tercümesi,
İstanbul 1304/1886-87, IV, 1193-1194.
9
İbn Manzûr, a.g.e., XV, 309-310; İbn Usfûr, el-Mukarreb, s. 5; Tehânevî, Keşşâfu ıstılahâti’l-fünûn,
Beyrut 1998, I, 24-25.
10
İbn Manzûr, a.g.e., XV, 309-310; İbn Usfûr, el-Mukarreb, s. 5.
11
Mütercim Asım Efendi, a.g.e, IV, 1194.
12
İbnu’l-Enbârî, Nûzhatü’l-elibbâ fi tabakâti’l-udebâ, Bağdat 1959, s. 18; İbnu’n-Nedim, a.g.e., s. 61; İbn
Usfûr, el-Mukarreb, s. 6.
13
Şevkî Dayf, a.g.e., s. 20.
3
Hicri I. asrın sonuna kadar nahiv ilmi, sarf ilmini de bünyesinde barındıracak
şekilde gelişmiş, daha sonra sarf ilmi müstakil bir ilim dalı haline gelmiştir. Nahiv
kelimesi başlangıçta morfoloji ve sentaksı içine alan geniş manasıyla gramer karşılığı
olarak kullanılıyordu. Ancak III. (IX) yüzyılda morfoloji sarf adıyla hemen hemen ayrı
bir ıhtisâs sahası haline geldi ve nahiv daha çok sentaksı ifade etti.14
B. Sarf ilmi (Morfoloji)
Sarf “ﻑﺼﺭ
”ﺍﻟ, sarafa “ﻑ
ﺭ ﹶ ”ﺼfiilinden türemiş bir kelimedir. Sözlük anlamı
olarak döndürme, uzaklaştırma, sarfetme, bir halden başka bir hale çevirme, döviz
bozma, çekim vb. anlamlara gelir.15
Istılahî manası bakımından ise sarf; “istenilen manayı elde etmek için
kelimenin aldığı şekiller hakkında bilgi veren ilim dalıdır.” Şeklinde ta‘rif edilir. Başka
bir ifadeyle; fiili kök ve tasriflerini (çekimlerini) isim ve sıfatların yapılışı, müennes-
müzekker, müfred, tensiye ve cemilerinin oluşumunu vb. durumları kapsayarak
kelimelerin şekilleri ile detaylı bir şekilde meşgul olur. Bu ilme “Tasrif ilmi” de denir.16
C. Nahiv ve Sarf İlimlerin Doğuşu ve Gelişimi
14
Çetin M. Nihat, DİA, a.g.m., III, 296.
15
İbn Manzûr, a.g.e., IX, 189; ez-Zebîdî, Tâcü’l-arûs, (thk. İbrahimu’t-Terazî), Beyrut 1987, XXIV, 13;
Mütercim Asım Efendi, a.g.e, III, 640; İbn Usfûr, el-Mukarreb, s. 7-8.
16
İbn Usfûr, el-Mukarreb, s. 7-8; Muhammed Muhyiddin Abdûlhamid, Durûsu’t-tasrif, Beyrut 1990, s.
4-5.
17
Aclûnî, İsmail b. Muhammed, Keşfûl-hâfa ve müzîlü’l-ilbas ‘amma iştehere minel’l-ehâdîs’ala
elsineti’n-nâs, Beyrut, 1985, I, 201.
4
konuşmalar varsa, onları da düzeltiyordu. Ashab da O’nu örnek alarak hatasız
konuşmaya çalışıyor, onlar da hatalı konuşanları uyarmaktan çekinmiyorlardı.18
Hz. Peygamber’den (s.a.v.) sonra İslam âleminin fetihlerle genişlemesi, diğer
milletlerin islamı seçip Arapçayı öğrenmeye yönelmeleri, birçok gramer ihlallerinin ve
hatalarının ortaya çıkmasına neden oluyordu. Kıraatta ve günlük konuşmalarda “lahn”
olarak adlandırılan harf ve hareke yanlışlarının yapılması arttı. Sahabî ve onlardan sonra
gelenler, Hz. Peygamber’den (s.a.v.) öğrendiklerini koruma çabasına girdiler. Kur’an-ı
Kerim ve hadislerin Arapçaya kazandırdığı gelişmenin sürdürülebilmesi amacıyla,
islâmî ilimlere paralel olarak, Nahiv, Sarf, Belagat ve Lugat gibi ilimler ortaya çıktı.19
Dil kurallarının tesbiti ile konuşma hatalarının önüne geçilmesini
düşünenlerden biri Hz. Ali (v. 40/661) (r.a.) idi. Hz. Ali, bu konu ile ilgili birtakım
hazırlıklar yapıyor ve görüştüğü kimselerle fikir alış verişinde bulunuyordu. 20 Aynı
düşüncelere sahip olan Ebû’l-Esved ed-Düelî de (v. 79/688-689) bu tür hatalarla
karşılaşmaktan şikayetçi oluyordu. Hz. Ali, Ebu’l-Esved’e nahiv ilminin ana hatları
hakkında bilgi vermiştir.21 Böylece ilk defa Ebû’l-Esved ed-Düelî. Hz. Ali’nin kendisine
öğrettiği ilk kaidelerle çalışmaya başladı. Bazı çevreler tarafından Nahiv ilminin bu
şekilde başladığı ve daha sonra geliştiği kabul edilir.22 Nahiv ilminin kurucuları olarak
Nasr b. Asım el-Leysî (v. 90/708) ve Abdurrahman b. Hürmüz (v. 117/735) gibi
alimlerin olduğu iddia edilse bile, bunların Ebû’l Esved’in talebeleri oldukları kabul
edilir.23 Bu konu hakkında aksi görüş beyan edenler, görüşlerini ispat edecek ilmi bir
delil gösterememişlerdir.24
Mısır ekolü mensupları da bazı tashih ve nakillerden sonra nahiv ilmini ilk
kuranın Hz. Ali olduğunu kabûl ederler. Bu yeni ilmi Hz. Ali’den Ebu Esved, ondan Nasr
b. Âsım el-Basrî, ondan da Ebû Âmr b. Âla devralmıştır. Daha sonraları bu ilim, Halil b.
18
İbnu’l-Enbârî, a.g.e., s. 19-20; Mütercim Asım Efendi, a.g.e, I, 103.
19
İbnu’l-Enbârî, a.g.e., s. 19-20.
20
İbnu’l-Enbârî, a.g.e., s. 18.
21
İbnu’l-Enbârî, a.g.e., s. 21; Hüseyin Küçükkalay, Kur’an Dili Arapça, s. 147; el-Kıftî, a.g.e.,
1406/1986, I, 39-40; 42.
22
İbnu’l-Enbârî, a.g.e., s. 18; Suyuti, el-Müzhir, II, 397; Mehmet Zihni Efendi, el-Müktedab mine’l-
müntehab fi ta’li’mi’l-lügati’l-Arap, İstanbul 1304, s. 8; el-Kıftî, a.g.e., 1406/1986, I, 41.
23
İbnu’l-Enbârî, a.g.e., s. 19.
24
Muhammed Muhtar, Tarihun nahvil-Arabî, s. 44.
5
Ahmed’in, Halil b. Ahmed’den de Sibeveyh’in kanalıyla, Ebu’l Hasan Said b. Mes‘ade
el- Ahfeş’e intikal etmiş ve ondan sonra gelen dilciler tarafından sistemleştirilmiştir.25
İlk dönemlerde, ilim dallarının sınırlarının tâyin edilmemiş ve birbirlerinden
ayrılmamış olmasından dolayı âlimler, Arap dili konularını, birbirinden ayırmadan,
ilimlerin sistematiğine dikkat etmeden bir arada ele alıyorlardı. Bu ilk dönemlerde sarf
ile ilgili konularda incelenen diğer konular içerisinde ele alınıyordu.26
Daha sonraki dönemlerde ilimler tedrici olarak birbirinden ayrıldı. Nahiv
sentaksı, sarf da morfolojiyi ele alan müstakil birer ilim haline geldiler.27 Lûgat ilmi ise,
bunların yanında sınırları daha belirgin bir ilim dalı olmuştur.28
Sarf ilminin kimin tarafından kurulduğu konusu tartışmalı olmakla birlikte,
Muhammed Muhyiddin Abdülhamid “Durüsu’t-Tasrif” adlı eserinde konuyla ilgili şu
bilgileri aktarır: “Araştırmacılar nezdinde, Kufe alimlerinin ilklerinden ve önderlerinden
biri olan Ebu Müslim Mu’azu’l-Herrâ (v. 65/187) sarf İlminin kurucusu olarak meşhur
olmuştur.” Müellif, bu görüşü belirtmekte, fakat bunun kesin olarak doğru olmadığını
söylemektedir. Çünkü sarf ilminin konuları, ondan önce nahiv ilminin konuları içinde
yer alıyordu. Fakat rahatlıkla denilebilir ki, Mu’az sarf konularını diğer ilimlerden
ayırarak inceleyen ve bu konuda eser veren ilk kişidir. Ondan sonra gelen alimler onun
yöntemini benimseyerek, onun yolundan gitmişlerdir. 29 Fakat bu müellifin eserleri,
günümüze ulaşamamıştır.30
Kesin olmamakla birlikte, genel görüşe göre; Ebu Osman Bekr b. Habib el-
Mazinî (v. 246/860-861)’nin “et-Tasrîf” adlı eseri müstakil olarak te’lif edilen ilk sarf
kitabıdır. Fakat bu kitabın günümüze kadar ulaşmış olan ilk müstakil sarf eseri olma
özelliği tartışmasızdır.31 Sibeveyhin el-Kitab-ı da bir sistematik ve uyum içinde kaleme
alınmış olmakla birlikte son bölümü sarfa ayrılmıştır.32
25
el-Kıftî, a.g.e., 1406/1986, I, 41-42.
26
Muhammed Muhyiddin Abdülhamid, a.g.e., s. 45.
27
İbn Manzûr, a.g.e., XV, 309-310.
28
Çetin M. Nihat, DİA, a.g.m., III, 296.
29
Muhammed Muhyiddin Abdülhamid, a.g.e., s. 8-9.
30
Hayreddîn Zirikli, el-A‘lâm, VII, Beyrut 1992, s. 258.
31
Taşköprüzâde, Miftâhu’s-sa‘âde, Beyrut 1985, I, 128; Katip Çelebi, Keşfu’z-zunûn, Beyrut 1990, I, 412.
32
Muhammed Muhyiddin Abdülhamid, a.g.e., s. 8; Bkz. Sibeveyh, el-Kitap, V, 240-394.
6
III. Dil Mektepleri
A. Basra Dil Mektebi
Ebu’l-Esved ed-Düelî’nin gayretlerinin bir sonucu olarak ortaya çıkan gramer
ve lügat çalışmaları, hicri I. Asrın başlarında ilk önce Basra’da daha sonra Kufe’de
gerçekleşmiştir. Ebü’l-Esved ve onun en meşhur talebeleri; Anbese b. Madan ile Yahya
b. Ya’mer (v. 129/746) ve Anbese’nin talebesi olan Abdullah b. Ebi İshâk el-Hadramî
(v. 127/745) gibi dilcilerin “Basra Dil Mektebi”ni oluşturdukları kabul edilmektedir.33
Basra dil mektebinde; Abdullah b. Ebi İshâk (v. 127/745), Halil b. Ahmed el-
Ferahidî (v. 175/791), Halil b. Ahmed’in talebesi olan Ebu Bişr Amr b. Osman es-
Sibeveyh (v. 180/796), İsa b. Ömer es-Sakafî (v. 294/811), Ebu Zeyd el-Ensârî
(v. 215/830), Ebu’l-Hasen Said b. Mes’ade el-Ahfeş (v. 215/830-31), el-Esmaî
(v. 255/868-9), el-Müberred el-Ezdî (v. 285/898) gibi dil çalışmalarının gelişmesine
yardımcı olmuş dilciler yetişmiştir.34
İsa b. Ömer es-Sakafî’nin “Kitabu’l Camii ve Kitabül-Mükemmel” adlı eseri
günümüze ulaşmasa da, es-Sakafî’nin talebesi olan İmam el-Halil b. Ahmed el-
Ferâhidî’nin eserleri günümüze ulaşmıştır. Ferâhidî Arûz’un ilk kurallarını koyan
kişilerdendir. el-Ferâhidî’den Nahvi öğrenen ve “Sibeveyh” adıyla meşhur olan Ebu
Bişr Amr b. Osman’ın “el-Kitab” adlı eseri, Basra Mektebi’nin kıymetli eserlerindendir.
Carullah ez-Zemahşerî (v. 538/1143-44) ve Ebû-Hayyân en-Nahvî el-Endelüsî
(v. 745/344-45) gibi nahivciler bu esere şerh yazmışlardır. Basra mektebinin
müntesiplerinden bazıları, “İlelün-nahv” ve “et-Tasrif” isimli eserlerin müellifi Ebu
Osman Bekr b. Osman el-Mazinî (v. 246/860-61); “er-Reddü Ale’s’-Sibeveyh” ve “el-
Kâmil”in müellifi Ebü’l-Abbas el-Müberred el-Ezdî (v. 285/898) “Kitabül Muhtasar
fi’n-nahv” ve “Kitabü’l-iştikâk”ın yazarı Ebü İshak İbrahim b. Muhammed ez-Zecâc
(v. 316/928) “Kitabü’l-Usül fi’n Nahv” ve “Kitabü’l-Mü’caz” adlı eserlerin müellifi Ebu
Bekr b. As-Serrâc ve “Şerhu Kitabu Sibeveyh” ismiyle Sibeveyh şarihleri arasında
bulunan Ebu Said el-Hasen b. Abdullah b. el-Marzüban es-Sirafî’dir. (v. 368/980).35
33
Abdurrahman Fehmi, Medresetü’l-arab, s. 34; Çetin M. Nihat, DİA, a.g.m., III, 296; Hulûsi Kılıç,
Türkçe’de Arap Lexicographie’si Çalışmaları, s. 6 vd.
34
Abdurrahman Fehmi, a.g.e., s. 37-42; Ahmet Turan Arslan, İmam-ı Biıgivi Hayatı ve Eserleri ve
Arapça Tedrisatındaki Yeri, İstanbul 1992, s. 132-133.
35
Şevkî Dayf, a.g.e., s. 59-150; Çetin M. Nihat, DİA, a.g.m., III, 296, 297.
7
Bu mektebin çalışma tarzı, dinleme ve ağızdan derleme şeklinde olan semaa ve
kıyasa dayanmaktadır. Bu mektebin müntesipleri itinalı bir şekilde seçtikleri fasih
bedevilerden dil ve edebiyat malzemelerini derliyor, seyrek rastlanılan nâdir ve şaz olan
şekillere değil de, sık kullanılan kelimeleri kıyasa esas alarak kaidelerin tesbitine
gidiyorlardı.36
B. Kufe Dil Mektebi
Kufe mektebi, Basra mektebine karşı muhalefet ve eleştirisel yaklaşım
temeline dayanarak oluşmuştur. Bu mektebin Ebu Cafer Muhammed b. Ebu-Sâre er-
Rusaî (v. 187/803) tarafından kurulduğu kabul edilir. er-Rusai’nin “Kitabü’l-faysal” adlı
eseri günümüze kadar ulaşmıştır. 37 Ebu’l Hasan Ali b. Hamza el-Kîsâî (v. 189/805),
“Kitabü’l-mesadir ve Kitabü’l-huruf” adlı kitabı ile Basra ve Kufe dilcilerinin
görüşlerini birleştiren Ebu Zekeriyya Yahya b. Ziyâd (v. 207/823) “Kitabü’l-hudûd”
isimli eserleri ile bu mektepte yer almışlardır.38
Bu mektebin mensupları, Basra ekolünde olduğu gibi semâ’a (dinlemeye ve
ağızdan derlemeye) ve kıyasa dayanmaktadırlar. Fakat Kufeliler semâ’ın kaynağını
seçmekte aynı itinayı göstermedikleri gibi, şâz ve nâdir de olsa duydukları her şeyi
kıyaslarına delil yapabiliyorlardı.39
C. Bağdat Dil Mektebi
Daha önceleri Basra ve Kufe’lilerin yöntemlerini izleyen Bağdat’lı dilciler,
hicri II. Asırdan itibaren hükümet merkezinin Bağdat’a taşınmasıyla birlikte yeni bir
mektebin kuruluşuna zemin hazırladılar. Hicri IV. asrın başlarında bu iki mektebin
görüşlerini birleştirerek sentez bir oluşum olan “Bağdat dil mektebi”ni kurdular. “el-
Cümel ve Kitabü’l izah” adlı eserin müellifi Ebu’l-Kasım ez-Zeccâcî (v. 338/949), “el-
İzâh ve et-tekmile”nin müellifi Ebu Ali el-Fârisî (v. 377/949), sarf ilminin mimarı olarak
kabul edilen “et-Tasrifü’l Mülûkî” ve bunun şerhi olan “Şerhu Tasrifi’l-mâzini ve el-
Hasâis fi ilmi Usüli’l-Arabiyye” gibi eserleri bulunan İbn Cinni (v. 392/1002) bu
mektebin ilk temsilcilerindendir. Sonraki dönemlerde yetişen “el-Keşşâf” ve “el-
Mufassal”ın müellifi, Ebu’l-Kasım Mahmud b. Ömer ez-Zemahşerî (v. 538/1144),
36
Çetin M. Nihat, DİA, a.g.m., III, 296
37
İbnu’n-Nedim, a.g.e., s. 89.
38
Çetin M. Nihat, DİA, a.g.m., III, 296.
39
Çetin M. Nihat, DİA, a.g.m., III, 296.
8
İbnu’ş-Şecerî (v. 542/1148), lügat alimi, dilci ve tarihçi Ebü’l-Berekât Abdurrahman b.
Muhammed el-Enbârî (v. 577/1181) gibi dilciler, bu mektebi devam ettirmişlerdir.40
D. Endülüs Dil Mektebi
Hicri III. asrın sonlarında ortaya çıkan Endülüs dil mektebi, daha çok eski
çalışmalar üzerinde durmuş, bunun yanı sıra, yeni görüşler ve tasniflerle eski eserleri ele
alıp onları hülâsa veya şerh etmiştir.41
Kendisinden önceki nahivcilere nazaran çokça hadisle istişhâdda bulunan İbn
Malik (v. 672/1274) ve Ebû Hayyân en-Nahvî (v. 745/1344), bu mektebin önemli
temsilcileridir. İbn Malik “el-Elfiyye” ve “el-Kâfiyetü’ş-şâfiye”, Ebu Hayyân da
“Kitabü’l-idrâk” adlı eserleri te’lif ettiler.42
E. Mısır Dil Mektebi
Endülüslüler gibi daha çok Basra ve Kufe dilcilerinin eserlerini tasnifle meşgul
olan “Mısır dil mektebi” bu dilcilerin görüşlerine az da olsa yeni görüşler ilave eder.
Fakat bu faaliyetleri, kendilerine has kaidelere sahip müstakil bir mektep kurmalarına
yetmez. “el-Kafiye” ve “eş-Şâfiye” eserlerinin sahibi İbnü’l-Hâcib (v. 646/1249) ile
“Muğni’l-lebîb” ve “Katru’n-Nedâ” gibi pek çok eserin müellifi olan İbn Hişâm
(v. 761/1360), ve Ebu’l Hüseyin Vellâd b. Muhammed et-Temîmî (v. 263/876) bu
mektebin meşhur dilcilerindendir.43
40
Şevkî Dayf, a.g.e., s. 245-276.
41
Şevkî Dayf, a.g.e., s. 288-230.
42
Şevkî Dayf, a.g.e., s. 288-310.
43
Abdü’l-Sâlim, el-Medresetü’n-nahviyye fi Mısr ve’ş-Şâm, s. 56-59, 352-365; Çetin M. Nihat, DİA,
a.g.m., III, 297.
9
I. BÖLÜM
I. Tanım
mastarıdır. 44 “ ” ﹶﺜﻨﹶﻰlugatte, “katlamak, kıvrıp bükmek, iki katını almak, çift yapmak”
sonra gelen ismi, önceki kısmın dahil olduğu genel hükmün dışında bırakmaktır. Başka
bir ifadeyle, istisnâ edatlarından sonraki kelimeyi (müstesnâ) öncesindeki hükümden
çıkarmaktır. 46 Mehmed Zihni Efendi de istisnâyı “Bir hükmü makablinden ayırmaktır.”
şeklinde ta‘rif eder.47
44
Şihâbeddin el-Karâfi, el-İstiğnâ fî ahkâmi’l-istisnâ, Bağdat 1982, s. 95.
45
Mustafa el-Galâyînî, Câmiu’d-durûsi’l-arabiyye, Beyrut 1966, III, 123; Bkz. Şihâbeddin el-Karâfi,
a.g.e., s. 90.
46
Muhammed Said İsbir-Bilâl Cüneydî, eş-Şâmil, s. 85; Azize Fevâl Bâbestî, el-Mu’cemü’l-mufassal fi’n-
nahvi’l-Arabi, I, 80-81.
47
Mehmet Zihni Efendi, a.g.e., s. 247; Azize Fevâl Bâbestî, a.g.e., I, 81.
10
Cümlesinde “ﻡ “ ”ﺍﻟﻘﹶﻭkavm”in dahil olduğu hüküm, gelme eylemidir. “ﺩﹰﺍ ﻴ ﺯ
”
Cümlesi verilebilir.
şeklindedir.49
Muhammed Esad en-Nadiri’nin “Nahvü’l-lugati’l-Arabiyye” adlı eserinde
48
Muhammed el-Antâkî, el-Muhît fi asvâti’l-arabiyyeti ve nahviha ve sarfiha, Beyrut, II, 325.
49
İbn Usfûr , Şerhü Cümeli’z-Zeccâci, Beyrut, II, 380.
11
dolayı, ayrı tutma, uzaklaştırma karşılığındaki “sarf” anlamındadır. Istılâhî manası ise
illa “ﻻ
”ِﺇ ﱠve benzerlerinden bir tanesi ile öncesine dahil olan veya dahilmiş gibi görünen
“.ﻤﹰﺎ ﺴﻠِﻴ
ﻻ
ﻥ ِﺇ ﱠ
ﻭﻋﻭ
ﺩ ﻤ ﺀ ﺍﻟ ﺎ“ ”ﺠSelim hariç, davetliler geldi.”
“. ﺏ
ﺤﻘﹶﺎ ِﺌ
ﻻ ﺍﻟ
ﻥ ِﺇ ﱠ
ﻭﺎ ِﻓﺭﻤﺴ ﺩ ﺍﻟ ﺎ“ ”ﻋÇantaları hariç, yolcular döndü.”
“. ﻼ
ﺠﹰ ﺭ ﻻ
ﻡ ِﺇ ﱠ ﺀ ﻗﹶﻭ ﺎ“ ”ﺠKavim hariç, (bir) adam geldi.”
“.ﻤﹰﺎ ﺴﻠِﻴ
ﻻ
ل ِﺇ ﱠ
ٌﺠ ﺭ ﻡ “ ”ﻗﹶﺎSelim hariç, bir adam kalktı” gibi cümleler kullanılamaz.53
50
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, Nahvü’l-lügati’l-arabiyye, Beyrut, s. 675.
51
Muhammed Hayr Hilvânî, en-Nahvu’l-müyesser, Şam 1418/1997, II, 455.
52
Mecdi Vehbe-Kâmil el-Mühendis, Mu’cemü’l-mustalehâti’l-Arabiyye, s. 354.
53
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 675.
12
B. Müstesnâ Minh “ﺴ ﹶﺘ ﹾﺜﻨﹶﻰ ِﻤ ﹾﻨ ُﻪ
”ﺍﻟ ُﻤ
faydası yoktur. İstisnâ da çıkartılanın yâni müstesnânın nass ya da açık bir şekilde
nassın yerine konan bir kelime olması gerekmektedir.
3. Bizzat anlamı belirsiz olan bir kelimenin istisnâ edilmesi caiz değildir.
“. ﻻ
ﺎ ﹰﻻ ِﺭﺠ
ﻡ ِﺇ ﱠ ﻡ ﺍﻟﻘﹶﻭ “ ”ﻗﹶﺎAdamlar hariç, kavim kalktı” diyemeyiz. Çünkü adamlar “ﻻ
ﺎ ﹰ” ِﺭﺠ
kavmin yarısı olabileceği gibi, daha az veya daha fazla olabilir. Bu durumda bunun da
istisnâda hiçbir faydası yoktur.55
C. İstisnâ Edatları
Belli başlı istisnâ edatları şunlardır:
“ﻼ
ﺨ ﹶ
ﺎ ﹶ ﻤ،ﺍﻋﺩ
ﺎ ﻤ،ﻴﻜﹸﻭﻥ ﻻ،ﻴﺩ ﺒ ،ﺎﻴﻤ ﺴ
ِ ﻻ،ﺎﺸﹶﺎ ﺤ،ﺍﻋﺩ
،ﻼ
ﺨﹶ ﹶ،ﻯﺴﻭ
ِ ،ﻴﺭ ﻏ
ﹶ،ﻻ
”ِﺇ ﱠ
54
Azize Fevâl Bâbestî, a.g.e., II, 978; Ahmed el-Hâşimî, el-Kavaidu’l esâsiyye lil-lugati’l-arabiyye,
Beyrut, s. 215.
55
İbn Hasan Ali b. Mü’min b. Muhammed b. Ali b. Asfür el-İşbilî, a.g.e., II, 384.
13
“.ﺭ ﹰﺓ
ﺸﻋﹾ
ﻻ
ل ﻤِ َﺌﺔﹰ ِﺇ ﱠ
ِ ﺎﻥ ﺍﻟﻤ
ﺕ ِﻤ
“ ”َﺃ ﹾﻨ ﹶﻔ ﹾﻘ ﹸMaldan onu hariç, yüzünü infâk ettim” diyen bir insan,
“.ﻥ
ِ ﻻ ﺍ ﹾﺜﻨﹶﻴ
ﺏ ِﺇ ﱠ
ٍ ﹶﺔ ﹸﻜ ﹸﺘﺴﻌ
ِﺕ ﺘ
ﻴ ﹸﺸ ﹶﺘﺭ
“ ”ﺍ ﹾİki tane hariç, dokuz kitap aldım” diyen bir kişi de, yine
benzetilen, “ﻻ
”ِﺇ ﱠve benzerlerinden birinin öncesindeki manadan sonrasının çıkarılması
demek değil; aynı zamanda edatın öncesinde gelen olumlu veya olumsuz durumun
kabulüne muhalif olamak demektir.57
Müstesnâyı oluşturan bu üç unsuru, örnek cümlelerle şöylece gösterebiliriz:
.ﻪ ﻥ ِﻤ ﹾﻨ
ِ ﺤﺘﹶﻴ
ﺼ ﹾﻔ
ﻻ
ِﺇ ﱠ ﺏ
ﺍﻟ ِﻜﺘﹶﺎ ﺕ
ﺭ ْﺃ ﹸ “ ﹶﻗİki sayfa dışında kitabı okudum.”
56
Abbâs Hasan, en-Nahvü’l-vâfi, Kahire 1973, II, 315.
57
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 316.
58
Nusreddin Bolelli, Arapça Dilbilgisi Sarf-Nahiv ve Terimleri, s. 667.
14
.ﺓﹰﺭﺸﺠ
ﹶ ﻻ
ِﺇ ﱠ ﺭ ﺎﺸﺠ
ﻷﹾَﺍ ِﺕﺭ“ َﺃ ﹾﺜﻤBir ağaç hariç, ağaçlar meyve verdi.”
59
Muhammed Mehdi Allâm, Mustalahatu’n-nahvi’l-arabîyyi, Lübnan 1990, s. ?.
60
Azize Fevâl Bâbestî, a.g.e., II, 972; Ahmed Kabbiş, el-Kâmil fi’n-nahv ve’s-sarf ve’l-i’rab, s. 151; M.
Meral Çörtü, Arapça Dilbilgisi Sarf, İstanbul 2001, s. 161-164.
15
Bu ta‘rifin daha iyi anlaşılabilmesi için tanımda geçen ıstılahî kavramları
kısaca ele alalım:
Nehiy “ﻲ
ُ ﻬ ( ”ﺍﻟﻨﱠyasaklama): Bir işin yapılmamasını istemeye (emretmeye), yâni
yasaklamaya nehiy denir. Nehye, emrin olumsuzu da denilebilir. Bir işin yapılmaması emri,
karşıdaki kimseden yâni “muhatab” dan isteniyorsa buna “nehy-i hazır” “ﺭ
ﻀ
ِ ﺎﻲ ﺍﻟﺤ
ﻬ ”ﺍﻟﻨﱠ
karşımızda olmayan bir kimseye yâni gâıbe veriyorsak “nehy-i gâib” “ﺏ
ﻲ ﺍﻟﻐﹶﺎ ِﺌ
ﻬ ”ﺍﻟﻨﱠdir.
Nefy “ﻲ
ُ ( ”ﺍﻟﻨﱠ ﹾﻔolumsuzluk):
Nefye tahsîs edilen “ﺎ ﻤ، ﻻ،ﻴﺱ ”ﹶﻟvb. edatlarından biriyle yapılan nefiy çeşidine
“Nefy-i sarîh” denir. Bu özel edatlar olmaksızın yapılan nefye ise “Nefy-i gayri sarîh”
denir ki mûceb istisnânın ta‘rifinde zikredilen şibh-i nefydir. Şibh-i nefyin çeşitleri
bulunmaktadır. Bunlar:
mümkün olmayan bir şeyin sorulması olayıdır. Burada istifham edatı ile, nefy edatı gibi
söze menfi anlam verilir. Buna istifham-ı ibtâlî “ﺒﻁﹶﺎﻟِﻲ ﻡ ﺍﻹ ﺎﺴ ِﺘ ﹾﻔﻬ
”ﺍﻻde denir.62
vardır?”63
61
Çörtü M. Meral, Arapça Dilbilgisi Sarf, s. 161-164; Fadıl Kâsım b. Hûseyin el-Havârizmî, Şerhu’l-
mufassal fi san‘ati’l i’râb, I, 455.
62
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 316.
63
en-Nisa, 4/87.
16
“. ﻥ
ﺎﻟﱡﻭﻻ ﺍﻟﻀ
ﺒ ِﻪ ِﺇ ﱠ ﺭ ﻤ ِﺔ ﺤ
ﺭ ﻥ
ﻁ ِﻤ
ﻴ ﹾﻘ ﹶﻨ ﹸ ﻥ
ﻤ ﻭ “ ”ﻗﹶﺎﻟﹸﻭﺍDedi ki: Sapıtmışlardan başka kim
sorudaki amaç, fâilin yaptığı iş sebebi ile kınanması, azarlanması amaçlanır. Örnenğin
“. ل
ِﻁِ ﺎﻰ ﺒِﺎﻟﺒﻴﺘﹶﺎﻤ ل ﺍﻟ
َ ﺍﻤﻭ ﺃ“ ”ﺃﺘﹶﺄ ﹸﻜﻠﹸﻭﻥBatıl yollarla yetimlerin mallarını mı yiyorsunuz?”
edatı yerine konulması ile mümkün olur ve mana değişmez. Bu istifham edatı genellikle
“ل
ْ ﻫ ” olur.
“. ﻥ
ﺎﺤﺴ
ﻻ ﺍﻹ
ﻥ ِﺇ ﱠ
ِ ﺎﺤﺴ
ﺀ ﺍﻹ ﺍﺠﺯ
ل
ْ ﻫ ” İyiliğe, iyilikten başka karşılık olur mu?66
64
el-Hicr, 15/56.
65
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 316.
66
er-Rahmân, 55/60.
67
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 317.
68
el-Bakara, 2/249.
69
Ali el-Cârim, Mustafa Emin, en-Nahvü’l vadıh fi kavâidi’l-lügati’l-arabiyye, Mısır 1974, I, 84.
17
“.ﺎﻴﻬ ﻭ
ِ ﺩ ﹾﺍ ﻴ ﻥ
ﻤ ﺕ
ﻴ ﹾ ﻋ
ﺎ ﹶﻗ ﹶﺔ َﺃﺤﻤ
ﻻ ﺍﻟ
ﺏ ِﺒ ِﻪ ِﺇ ﱠ
ﻁ
ﺴ ﹶﺘ ﹶ
ﻴ ﺀ ﺍﺩﻭ ﺍ ٍﺀ ”ِﻟ ﹸﻜلﱢ ﺩHer hastalığın bir çaresi vardır,
sadece ahmaklık hariç, onu tedâvi etmeye çalışan kişinin tüm çabalarını boşa çıkardı.
(elini kolunu bağladı).70
“.ﺩﹰﺍ ﺤ
ِ ﻻ ﻭﺍ
ل ِﺇ ﱠ
ِ ﺤ ﹾﻔ
ﻥ ﻟ ﹾﻠ
ﻭﻋﻭ
ﺩ ﻤ ﺭ ﺍﻟ ﺨ
ﺎ ﺘﹶﺄ ﱠ ”ﻤBiri dışında, davetliler törene geç kalmadılar.
“.ﻡ ﺴﻠِﻴ
ﻻ
ﺭ ِﺇ ﱠ ﻀ
ﺤ
ﺎ ”ﻤSelim dışında kimse bulunmadı.
“. ﻕ
ﺤﱠ ﻻ ﺍﻟ
ﻊ ِﺇ ﱠ ”ﻻ ﹶﺘ ﱠﺘ ِﺒHaktan başkasına tabi olma.
“ﺭ
ﺎﺨﻴ
ﻻ ﺍﻷ ﹾ
ﺏ ِﺇ ﱠ
ﺤ
ِ ﺎ ”ﻻ ﹸﺘﺼİyilerden başkalarıyla arkadaşlık etme.
“. ﻥ
ﻭﺭﻁﻬ
ﻤ ﹶ ﻻ ﺍﻟ
ﻪ ِﺇ ﱠ ﺴ
ﻤ ﻴ ”ﻻKur’ânâ manevî hadeslerden temizlenmiş olanlardan başkası
dokunamaz.72
c. İstisnânın İstifhamla Oluşmasına Dair Bazı Örnekler
dir…73
70
Ahmed Muhtar Ömer, Mustafa en-Nahhas Zehran, en-Nahvü’l-esâsî, Kuveyt 1412/1992, s. 371.
71
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 676.
72
el-Vakıa, 56/79.
73
el-Enbiya, 21/3.
18
“ﺩﹰﺍ ؟ﺯﻴ
ﻻ
ﺩﹰﺍ ِﺇ ﱠﺕ َﺃﺤ
ﺒ ﹶ ﺭل ﻀ
ْ ﻫ ” Zeyd’den başka birisine vurdun mu?
“ﺩﺍﹰ؟ ﻭﹶﻟ
ﻻ
ﻥ ِﺇ ﱠ
ﻭ ﻭﺩﻋﺭ ﺍﻟﻤ ﺨ
ل ﺘﹶﺄ ﱠ
ْ ﻫ ” Bir çocuk, dışında davetliler geç kaldı mı?
Burada dikkat edilmesi gereken başka bir husus daha var ki o da “manevî nefy”
dir. Bu nefyde, nefy edatlarından herhangi biri bulunmaz. Ancak cümle manası
itibariyle olumsuzdur. Yâni cümlenin olumsuz olduğu, hükmü ifade eden kelimenin
“.ﺭﹰﺍ
ﻻ ﹸﻜﻔﹸﻭ
ﺱ ِﺇ ﱠ
ِ ﺭ ﺍﻟﻨﹶﺎ ﻰ ﺃ ﹾﻜ ﹶﺜﻭﺍ ﻓﹶﺄﺒﻴﺫﱠﻜﱠﺭ ﻡ ِﻟ ﻬ ﻴ ﹶﻨﻩ ﺒ ﺭ ﹾﻓﻨﹶﺎ ﺼ
ﺩ ﻭﹶﻟ ﹶﻘ ” “Andolsun bunu, insanların öğüt
itibariyle olumsuzdur.
Bu konuyla ilgili detaylı bilgi, ileride ilgili kısımda zikredilecektir.
B. Müstesnânın Cinsi Bakımından İstisnâ
İstisnâ, müstesnânın, müstesnâ minh ile aynı cinsten olup olmamasına göre iki
ana kısma ayrılır. “Muttasıl istisnâ” ve “Munkatı‘ istisnâ” olarak adlandırılan bu iki ana
kısım da kendi içlerinde istisnânın mûceb veya menfî olması şeklinde iki alt kısmı
ayrılır.
74
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 317.
75
et-Tevbe, 9/32.
76
el-Furkan, 25/50.
19
1. Muttasıl İstisnâ “ل
ُﺼ
ِ ﺴ ِﺘ ﹾﺜﻨﹶﺎ ُﺀ ﺍﻟ ُﻤﺘﱠ
”ﺍﻻ
Müstesnâ, müstesnâ minh ile aynı cinsten ise, veya onun bir kısmı ise buna
“muttasıl istisnâ” denir.77
“(Resûlüm!) Onlara acı azabı müjdele * İman edip salih amel işleyenler başkadır; onlar
için arkası kesilmeyen bir mükâfat vardır.”78 Bu âyetteki istisnâ çeşidi, mutasıl istisnâdır;
müstesnâ minh olan “ﻡ ’ ”ﺍﻟﻘﹶﻭn fertlerinden biri olduğu için onun bir cüzü (ba’z) dür.
“. ﺏ
ٍ ﻯ ِﻜﺘﹶﺎﺴﻭ
ِ ﺏ
ﺕ ﺍﻟ ﹸﻜ ﹸﺘ
ﺃ ﹸ“ ” ﹶﻗﺭBir kitap dışında kitapları okudum.” cümlesinde müstesnâ
minh “ﺏ
”ﺍﻟ ﹸﻜ ﹸﺘkitaplardır. Kitapların sayısı birden çok olup müstesnâ bunların bir
tanesidir.
“.ﺎﺓﹰ ِﻤ ﹾﻨﻬﺭﺸﺠ
ﻻ ﹶ
ﺭ ِﺇ ﱠ ﺎﺸﺠ
ﺕ ﺍﻷ ﹾ
ﺴﻘﹶﻴ ﹸ
” “Bir ağaç hariç ağaçları suladım.” Örneğinde de aynı
durum söz konusudur. Ağaç, içinde bulunduğu ağaç kümesinin bir parçasıdır.81
77
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 382.
78
el-İnşikak, 84/24-25.
79
Âtıf ez-Zeyn, el-İ’rab fi’l-Kur’ân’il-Kerim, Beyrut, 1405/1985, s. 106.
80
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 382.
81
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 318.
20
2. Müstesnâ minh, kısımları bulunan müfredir ve istisnâ bu kısımlarla gerçekleştirilir.
“.ﻪ ﺠ
ﻭ ﻻ ﺍﻟ
ﻡ ِﺇ ﱠ ﺴ
ﺠِ ﺕ ﺍﻟ
ﻏﻁﱠﻴ ﹸ
” ﹶYüz hariç, bedeni örttüm.83
Bazı kaynaklar, bu ikinci kısmı ba’ziyetin içine dahil etmeyip “cüziyyet” adı
altında ayrı tutmaktadırlar. Ve şöyle bir muttasıl istisnâ tanımı getirmektedirler:
Muttasıl istisnâ; müstesnânın, müstesnâ minhten “ba’z” ve yahut “cüz” olması olayıdır.
“. ﻼ
ﻻ ﹶﻗﻠِﻴ ﹰ
ل ِﺇ ﱠ
َ ” ﹸﻗ ِﻡ ﺍﻟﹶﻠﻴBir kısmı hariç, geceleyin (namaz için) kalk. 84 “ل
َ ( ”ﺍﻟﹶﻠﻴgece) olan
müstesnâ minh, fertleri olan çoğul bir kelime değil; aksine cüzlerden meydana gelen “kül”dür:
Yâni başı, ortası, sonu, büyük bir kısmı, küçük bir kısmı gibi cüzleri vardır. Müstesnâ olan
“ﻼ
“ ” ﹶﻗﻠِﻴ ﹰaz” da bu cüzlerden, kısımlardan bir cüzdür.85
Muttasıl istisnâ, aynı cinsten yapılan bir istisnâ olduğu için, genelleme
(ta’mim)’den sonra tahsîsi sağlar. 86 Aynı zamanda muttasıl istisnâ, “hakikî istisnâ”
“ﻲ
ﺤﻘِﻴ ِﻘ
ﺀ ﺍﻟ ﺴ ِﺘ ﹾﺜﻨﹶﺎ
ِ ”ﺍﻻolarak da isimlendirilir. Çünkü bu istisnâ, ba’zın (parçanın) kül’den
“ ﺩ ﹰﺓ ﺎﺸﻬ
ﻡ ﹶ ﻬ ﺍ ﹶﻟﺒﹸﻠﻭ ﻻ ﹶﺘ ﹾﻘﺩ ﹰﺓ ﻭ ﺠ ﹾﻠ
ﻥ
ﻴ ﺎ ِﻨﻡ ﹶﺜﻤ ﻫ ﻭ ﺩ ﺠﹸﻠ
ﺍ ِﺀ ﻓﹶﺎﻬﺩ ﺸ
ﻌ ِﺔ ﹸ ﺒ ﺭ ﺍ ﺒِﺄﺄ ﹸﺘﻭﻡ ﻴ ﹶﻟﺕ ﹸﺜﻡ
ِ ﺼﻨﹶﺎ
ﺤ
ﻤ ﻥ ﺍﻟ
ﻭ ﻤ ﺭ ﻴ ﻥ
ﻴ ﺍﱠﻟ ِﺫﻭ
“Namuslu kadınlara (zina suçu) atıp da sonra (bu suçlarını ispat için) dört şahit
82
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 325-326.
83
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 318.
84
el-Müzemmil, 73/2.
85
Muhammed Hayr Hilvânî, a.g.e., II, 456.
86
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 124.
87
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 326.
21
getirmeyenlere seksen değnek vurun ve artık onların şahitliğini asla kabul etmeyin.
Onlar yoldan çıkmış (fâsık) kimselerdir. Ancak tövbe edip kendilerini düzeltenler hariç.
Çünkü Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir”88
zamanda konumunun bir önceki âyette geçen “ﻡ ﻬ ”ﹶﻟzamirinden bedel olarak cer olduğu
da zikredilir.89
Muttasıl istisnâ, mûceb (olumlu) ve gayri mûceb (olumsuz) olmak üzere iki
kısımdır:
a. Muttasıl-Mûceb İstisnâ
Müstesnânın, müstesnâ minh ile aynı cinsten veya onun bir cüz’ü olması aynı
zamanda içerisinde nefy, nehy ve isitifhâm olmaması durumudur. Kısacası hem muttasıl,
hemde mûceb (olumlu) olmasıdır.
“... ﺱ
ﺒﻠِﻴ ﻻ ﺇ
ﻭﺍ ِﺇ ﱠﺩﺠ ﹶﻓﺴ...” “... İblis hariç, hepsi secde ettiler...”91
“ﺤ ٍﺩ
ِ ﺍﺭ ﹶﻨﺹٍ ﻭ ﺹ ﻏﹶﻴ
ِ ﻭﺕ ﹸﻜلﱠ ﺍﻟ ﱡﻨﺼ
ﻤ ﹸ “ ” ﹶﻓ ِﻬBir metin hariç, bütün metinleri anladım.”92
88
en-Nûr 24/4-5.
89
Âtıf ez-Zeyn, a.g.e., s. 106.
90
el-Bakara, 2/24.
91
el-Bakara, 2/34; el-A’raf, 7/11; el-İsrâ, 17/61; el-Kehf, 18/50; Tâ-hâ, 20/116.
92
Bolelli Nusreddin, Arapça Dilbilgisi Sarf-Nahiv ve Terimleri, s. 674.
93
Bolelli Nusreddin, Arapça Dilbilgisi Sarf-Nahiv ve Terimleri, s. 670.
22
“.ﻡ ﺤﻜِﻴ
ﻡ ﺍﻟ ﻌﻠِﻴ ﺕ ﺍﻟ
ﻙ ﺃ ﹾﻨ ﹶ
ﻤ ﹶﺘﻨﹶﺎ ﺇ ﱠﻨ ﻋﱠﻠ
ﺎﻻ ﻤ
ﻡ ﹶﻟﻨﹶﺎ ِﺇ ﱠ ﻋ ﹾﻠ
ِ ﻻﺎ ﹶﻨﻙﺒﺤ ﺴ
“ ”ﻗﹶﺎﻟﹸﻭﺍDediler ki; Seni tesbih ederiz,
senin bize bildirdiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphe yok ki alîm, hakîm olan
sensin.”94
“.ﻤﹰﺎ ﻼﻻ ﺴ
ﺎ ﹶﻟﻐﹾﻭﹰﺍ ِﺇ ﱠﻥ ﻓِﻴﻬ
ﻭﻤﻌ ﺴ
ﻴ “ ”ﻻOnda selam hariç, boş bir söz (saçmalık) işitmezler.”96
Lağv “ ”ﺍﻟﱠﻠﻐﹾﻭburada istenilmeyen, çirkin, boş söz anlamındadır. Selam ise onun ba’zı
“.ﻡ ﺍ ِﺘ ِﻬﺎﺭﺴﻴ
ﻻ
ﻴﻭﻑﹸ ِﺇ ﱠﺭ ﺍﻟﻀ ﻀ
ﺤ
” Arabaları hariç, misafirler hazır bulundular (geldiler). Bu
“.ﺨﺸﹶﻰ
ﻴ ﹾ ﻥ
ﻤ ﺓﹰ ِﻟﻻ ﹶﺘ ﹾﺫﻜِﺭ
ﺸﻘﹶﻰ * ِﺇ ﱠ
ﻥ ِﻟ ﹶﺘ ﹾ
ﺁ ﺍﻟ ﹸﻘﺭﻴﻙ ﹶﻠﺯ ﹾﻟﻨﹶﺎ ﻋ ﺎ ﺃ ﹾﻨ“ ”ﻤBiz, Kur’ân’ı sana, güçlülük
çekesin diye değil, anacak Allah’tan korkanlara bir öğüt olsun diye indirdik.”98
94
el-Bakara, 2/32.
95
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 382, 447.
96
Meryem, 19/62.
97
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 318.
98
Tâ-hâ, 20/2-3.
23
Aslında bu üslup, istisnâ üslubu olmaktan ziyade “istidrâk” üslubudur.
Kelime itibariyle “istidrâk”, bir şeyi düzeltmek, doğrultmak, sıraya, düzene
koymak, zararı, yanlışı telafi etmek, eksik olan bir şeye ilâve etmek, eklemek, bir olayı,
hadiseyi önceden görüp tedbir almak anlamına gelir. Bu istisnâ türünde de amaç, sözü
işitenin kapılabileceği olası bir yanlış anlamayı gidermektir. Yoksa amaç, muttasıl
istisnâda olduğu gibi, cüz’ün kül’den çıkarılması değildir. Munkatı‘ istisnânın “istidrâk”
(azabından), merhamet sahibi Allah’tan başka koruyacak kimse yoktur...” 100 Yâni
“ﻡ ﺤ
ِ ﺭ ﻥ
ﻤ ﻥ
ِﹶﻟﻜ ”ﻭşeklindedir.
müstesnâ, (halkını yok ettiğimiz ülkelerden) herhangi bir ülke halkı, keşke (kendilerine
azap gelmeden) iman etse de bu imanları kendilerine fayda verseydi...”101
“ﻥ
ﻤ ﻴﻼﹰ ِﻤ ِﻻ ﹶﻗﻠ
ﺽ ِﺇ ﱠ
ِ ﺭ ﺎ ِﺩ ﻓِﻲ ﺍﻷﻥ ﺍﻟ ﹶﻔﺴ
ِﻋ ﻥ
ﻭﻴ ﹾﻨﻬ ﻴ ٍﺔ ﺒ ِﻘ ﻡ ﺃُﻭﻟﹸﻭ ﺒِﻠ ﹸﻜ ﻥ ﹶﻗ
ﻥ ِﻤ
ِ ﻭﻥ ﺍﻟ ﹸﻘﺭ
ﻥ ِﻤ
ﹶﻓﻠﹶﻭﻻ ﻜﹶﺎ
99
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 326.
100
Hud, 11/43.
101
Yunus, 10/98.
102
Yunus, 10/98.
24
“... ﷲ
ُ ﺒﻨﹶﺎ ﺍ ﺭ ﻴﻘﹸﻭﻟﹸﻭﺍ ﻥ
ﻻﺃ
ﻕ ِﺇ ﱠ
ﺤﱟ
ِﻴﺭ ﻡ ﺒِ ﹶﻐ ﺎ ِﺭ ِﻫﻥ ِﺩﻴ
ﻭﺍ ِﻤﺨ ِﺭﺠ
ُﺃ ﹾ...” “Onlar, başka değil,
Görüldüğü üzere, eşyalar yolcuların cinsinden olmasa da, onlara ait olması
hasebiyle aralarında bir bağ vardır. Dolayısı ile “yolcular geldi” denildiğinde eşyaların
da onlarla birlikte olduğu düşüncesine kapılmak ihtimal dahilindedir. Fakat böyle bir
üslupla bu olasılık engellenmiş olmaktadır.
hariç, kavim geldi.” örneklerinde olduğu gibi marife veya nekre-i müfide olarak
kullanılabilir.105
Eğer müstesnâ ile müstesnâ minh arasında herhangi bir bağ bulunmazsa, istisnâ
ilişkisiyle bir arada olmaları caiz değildir. Mesela;
“. ﺎﺭﹰﺍﺤﻤ
ِ ﻻ
ﻡ ِﺇ ﱠ ﺀ ﺍﻟﻘﹶﻭ ﺎ“ ” ﺠBir eşek hariç, kavim geldi” denilemez. Bu örnekte cüz’ün
103
Hac, 22/40.
104
Sibeveyh, a.g.e., II, 325.
105
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 134-135.
25
zikreder. “.ﺎﺭﹰﺍﺤﻤ
ِ ﻻ
ﺩﹰﺍ ِﺇ ﱠ ﺤ
ﺕ ﺃ
ﻴ ﹸ ﺃﺎ ﺭ ”ﻤBir eşek haricinde kimseyi görmedim. el-Ferrâ bu
cümlede “ﺎﺭﹰﺍﺤﻤ
ِ ” “eşek” kelimesini “ﺩﹰﺍ“ ”ﺃﺤkimse” kelimesinden değil de görme
“. ل
َ ﺒ ﺒ ﹾﻠ ﻻ ﺍﻟ
ﺏ ِﺇ ﱠ
ﺕ ﺍﻟﺫﱢﺌﺎ
ِ ﻭ ﻋ
” “Bülbüller hariç, kurtlar uludu.”107
“.ﺭﹰﺍﻻ ﹶﻨﻬ
ﻡ ِﺇ ﱠ ﺕ ﺍﻟﻘﹶﻭ
ﺃﻴ ﹸ“ ”ﺭBir nehir hariç, kavmi gördüm.”
anlamsızdır.
Kısacası, munkatı‘ istisnâ, müstesnâ minh arasındaki bağın tam olarak
kesilmesi anlamını ifade etmemektedir. Aksine aralarında bir bağın olduğunu, fakat bu
bağın muttasıl istisnâda olduğu gibi cüz’iyyet, külliyet ilişkisi şeklinde olmadığını ifade
etmektedir.110
Munkatı‘ istisnâda dikkat edilmesi gereken diğer bir husus da, onda istisnâ
edatı olarak, fiil olan istisnâ edatlarının kullanılmamasıdır. Çünkü fiil olan bu istisnâ
edatları, sadece tam-muttasıl istisnâda kullanılmaktadırlar.111
Ahmed el-Hâşimî’nin “el-Kavaidû’l-Esasî li’l-lugati’l-Arabiyye” adlı eserinde
106
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 374.
107
Muhammed Hayr Hilvânî, a.g.e., II, 457.
108
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 327.
109
Fâdıl Sâlih es-Sâmirrâî, Meâni’n-Nahv, Ammân 1423/2003, II, 213.
110
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 318; Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 326; Ahmed Muhtar Ömer, Mustafa en-
Nahhas Zehran, a.g.e., s. 371.
111
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 319.
112
Ahmed el-Hâşimî, a.g.e., s. 217.
26
Muttasıl istisnânın kullanımı yaygın olandır. Munkatı‘ istisnânın kullanımı ise
nâdirdir.113
Bu istisnâ çeşidiyle ilgili detaylı bilgi çalışmamızın gelecek kısımlarında
zikredilecektir.
Munkatı‘ istisnâ iki kısma ayrılır: gibi.
a. Munkatı‘ Mûceb İstisnâ
Munkatı‘ istisnânın olumlu olması, yâni cümlenin başında nefy, nehy veya
istifhâm edatlarından birinin olmaması durumudur.
“.ﻡ ﻫ
ﺩ ﺎﺠﻴ
ِ ﻻ
ﻥ ِﺇ ﱠ
ﺎﺭﺴ ﺭ ﺍﻟ ﹸﻔ ﻀ
ﺤ
” “Atları hariç, süvariler geldi.”116
“. ﺏ
ﻻ ﺍﻟ ﹸﻜ ﹸﺘ
ﺭ ِﺇ ﱠ ﺍ ﹶﻗﺕِ ﺍﻟﺩﺤ ﹶﺘﺭ
“ ”ﺍKitaplar hariç, ev yandı.”117
“. ﻼ
ﻴ ﹰ ﺴ ِﺒ
ﺒ ِﻪ ﺭ ﱠﺘﺨِ ﹶﺫ ﺇﻟﹶﻰﻥ ﻴ
ﺀ ﺃ ﻥ ﺸﹶﺎ
ﻤ ﻻ
ﺠ ٍﺭ ِﺇ ﱠ
ﻥ ﺃ
ﻴﻪِ ِﻤ ﹶﻠﻡ ﻋ ﺄﹸﻟ ﹸﻜﺎ ﺃﺴل ﻤ
ْ “ ” ﹸﻗDe ki: Buna karşılık,
sizden, Rabbine doğru bir yol tutmayı dileyen kimseler (olmanız) dışında, herhangi bir
ücret istemiyorum.”118
günahı gerektiren bir şey işitirler! Ancak bir söz (işitirler ki, o da): ‘Selâm (olsun!),
selâm (olsun!)’dur.”119
113
Reşîd eş-Şertûnî, a.g.e., IV, 223; Ahmed el-Hâşimî, a.g.e., s. 216.
114
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 676.
115
Muhammed Hayr Hilvânî, a.g.e., II, 456.
116
Çörtü M. Meral, Arapça Dilbilgisi Sarf, s. 161-164.
117
Bolelli Nusreddin, Arapça Dilbilgisi Sarf-Nahiv ve Terimleri, s. 670.
118
el-Furkan, 25/57.
119
el-Vakıa, 56/25-26.
27
“... ﻥ
ﻅﻉ ﺍﻟ ﱠ
ﺎﻻ ﺍ ﱢﺘﺒ
ﻋ ﹾﻠ ٍﻡ ِﺇ ﱠ
ِ ﻥ
ﻡ ِﺒ ِﻪ ِﻤ ﻬ ﺎ ﹶﻟ ﻤ...” “... Zanna tâbi olmaktan başka, onların bu
- “ﻻ
”ِﺇ ﱠdan sonransının öncesiyle alâkalı olması bakımından munkatı‘ istisnâ.
“ﺎﺭﹰﺍﺤﻤ
ِ ﻻ
ﺩﹰﺍ ِﺇ ﱠﺕ ﺃﺤ
ﺃﻴ ﹸﺎ ﺭ“ ”ﻤEşek hariç, kimseyi görmedim.”121
- “ﻻ
”ِﺇ ﱠdan sonransının öncesiyle alâkalı olmaması bakımından munkatı‘ istisnâ
“ﻥ
ﻻ ﺍﻟﻜﹶﺎ ِﻓﺭِﻴ
ﻥ ِﺇ ﱠ
ﻭﺴِﻠﻤ
ﻤ ﺀ ﺍﻟ ﺎﺎ ﺠ“ ”ﻤMüslümanlar gelmedi, ancak kafirler geldiler.”123
“.ﺴﻤِﻴﺭﹰﺍ
ﻻ
ﻡ ِﺇ ﱠ ﻭ ﺭ ﺍﻟ ﹶﻘ ﻀ
ﺤ
” “Semir hariç, kavim geldi.”126
“.ﻡ ﻻ ﺍﻟ ِﻌ ﹾﻠ
ﻕ ِﺇ ﱠ
ٍ ﺹ ﹸﻜلﱡ ﺸﹶﻲ ٍﺀ ﺒِﺈ ﹾﻨﻔﹶﺎ
ﻴ ﹾﻨﻘﹸ ” “İlim hariç, her şey harcama ile azalır.”128
120
en-Nisa, 4/157.
121
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 447.
122
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 474.
123
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 450.
124
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 316; Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 126; Mehmet Zihni Efendi, a.g.e., s. 247.
125
Muhammed Hayr Hilvânî, a.g.e., II, 457.
126
Bolelli Nusreddin, Arapça Dilbilgisi Sarf-Nahiv ve Terimleri, s. 667.
127
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 316.
128
Bolelli Nusreddin, Arapça Dilbilgisi Sarf-Nahiv ve Terimleri, s. 667.
28
“.ﺭ
ﻤﺩِﻴ ﻻ ﺍﻟ
ﻥ ِﺇ ﱠ
ﻭﻌﱢﻠﻤ ﻤ ﺭ ﺍﻟ ﻀ
ﺤ
” “Müdür hariç, öğretmenler geldi.”129
“.ﻻ ﺨﹶﺎﻟِﺩﺍﹰ
ﺀ ﺍﻟﺘﹶﻼﻤِﻴ ﹸﺫ ِﺇ ﱠ ﺎ“ ”ﺠHalit dışında, öğrenciler geldi.”130
“. ﻙ
ﻻ ﺃﺨﹶﺎ
ﻥ ِﺇ ﱠ
ﻭﺎ ِﻓﺭﻤﺴ ﺩ ﺍﻟ ﺎ“ ”ﻋKardeşin hariç, yolcular geri döndü.”131
“.ﺼﺤِﻴ ﹶﻔﺔﹰ
ﺍﻋﺩ
ﻭ ِﻡ ﻴ ﻑ ﺍﻟ
ﺤ ﹶ
ﺼ ﺕ
ﺃ ﹸ“ ” ﹶﻗﺭBir gazete hariç, bu günkü gazeteleri okudum.”132
“.ﺩﹰﺍ ﻻ ﺨﹶﺎِﻟ
ﺏ ِﺇ ﱠ
ﺩ ﺍﻟﻁﱡﻼ ﺎﺎ ﻋ ”ﻤya da “ﺩ ﻻ ﺨﹶﺎِﻟ
ﺏ ِﺇ ﱠ
ﺩ ﺍﻟﻁﱡﻼ ﺎﺎ ﻋ“ ”ﻤHalit dışında, öğrenciler geri
dönmediler.”133
“.ﺠ ٍﺔ
ﺎﺩﺠ ﺭ ﺏ ﻏﹶﻴ
ﻌﹶﻠ ل ﺍﻟﺜﱠ
َ ﺎ َﺃ ﹶﻜ“ ”ﻤTilki, bir tavuktan başkasını yemedi.”134
129
Bolelli Nusreddin, Arapça Dilbilgisi Sarf-Nahiv ve Terimleri, s. 667.
130
Hasan Akdağ, Arap Dilinde Edatlar, Konya 1999, s. 63.
131
Bolelli Nusreddin, Arapça Dilbilgisi Sarf-Nahiv ve Terimleri, s. 667.
132
Bolelli Nusreddin, Arapça Dilbilgisi Sarf-Nahiv ve Terimleri, s. 667.
133
Tâhir Yusuf el-Hatip, el-Mu’cemu-l-mufassal fi’l-i‘rab, Beyrut, s. 57.
134
Bolelli Nusreddin, Arapça Dilbilgisi Sarf-Nahiv ve Terimleri, s. 674.
29
c. Tâm Munkatı‘ Mûceb İstisnâ
Bu istisnâ çeşidinde; müstesnâ minh zikredilmiştir, istisnâ tâmdır. Müstesnâ,
müstesnâ minhten ba’z değildir. Aralarında ba’ziyet ilişkisi yoktur. Yâni istisnâ
mûnkatı‘dır. Cümle olumludur.
gelmedi.135
hayvanlar) zikredilmiştir. İstisnâ tâmdır. Ayrıca müstesnâ olan “ ” ﹶﻜﻠﹾﺒ ﹰﺎköpek ile müstesnâ
minh aynı değillerdir. Bu sebeple müstesnâ, müstesnâ minhten ba’z olmamıştır. İstisnâ
munkatı‘dır. Cümle de mûcebdir.
geldi.138
Not: Müstesnâ minh ya birden fazla olmalı ya ûmumi manalı olmalı yâhut
kısımları bulunan müfred olmalıdır.
Bir ismin umûmi mânâlı olması için nefy, nehy veya istifhamdan, sonra nekre
olarak gelmesi gerekir.
“.ﺩ ﺤ
ﺀ َﺃ ﺎﺎ ﺠ“ ”ﻤHiç kimse gelmedi.”
135
Akdağ Hasan, a.g.e., s. 64.
136
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 134.
137
Meryem, 19/62.
138
Akdağ Hasan, a.g.e., s. 64.
30
“.!ﺍﹰﺩﺏ َﺃﺤ
ﻀ ِﺭ
“ ”ﻻ ﹶﺘHiç kimseyi dövme!”
“.ﺩ؟ ﺤ
ﻙ َﺃ
ﺩ ﻋ ﹾﻨ
ِ ل
ْ ﻫ ” “Yanında (hiç) kimse var mı?”
Kısımları bulunan müfred ise; sahifeleri olan kitap, saatleri olan gün, günleri
olan hafta, ay, mevsim, mevsimleri olan sene, seneleri olan ömür… gibi isimlerdir.139
Müstesnâ minh ma’rife veya nekre-i müfide olmalıdır. Müphem olmamalıdır.140
“.ﻬﻡ ﻼ ِﻤ ﹾﻨ
ﺠ ﹰ
ﺭ ﻻ
ﻡ ِﺇ ﱠ ﺀ ﻗﹶﻭ ﺎ”ﺠ, “.ﻻ ﺨﹶﺎﻟِﺩﺍﹰ
ل ِﺇ ﱠ
ٌ ﺎﺀ ِﺭﺠ ﺎ”ﺠ 142
ile “.ﻬﻡ ﻻ ﻁﹶﺎﻟِﺒﺎﹰ ِﻤ ﹾﻨ
ﺏ ِﺇ ﱠ
ﻼ
ﻁﹼﺭ ﹸ ﻀ
ﺤ
”,
“.ﺴﻌِﻴﺩﹰﺍ
ﻻ
ﺩ ِﺇ ﱠ ﺤ
ﺀ َﺃ ﺎﺎ ﺠ“ ”ﻤSaid’den başka kimse gelmedi.”144
“.ﺎﺌِﺤ ﹰﺎﻻ ﺴ
ﻥ ﺒِﺎﻵﺜﹶﺎ ِﺭ ِﺇ ﱠ
ﻭ ﻤ ﻬ ﹶﺘ ﻤ ﻥ
ﻭ ﺤ
ﺎ ِﺌﻴ ﹶﻨﺔِ ﺴ ِﺩﻲ ﺍﻟﻤ
ل ِﻓ
َ ﻭ “ ” ﹶﺘﺠBir turist hariç, tarihi eserlere önem
“.ﻔ ﹰﺎﻀﻴ
ﻻ
ﻙ ِﺇ ﱠ
ﺩ ﻋ ﹾﻨ
ِ ﺍﻑ ﻜﹶﺎ ﹸﻨﻭ
ﻭ ﹲ ﻴ ﻀ
ﺭﻨِﻲ ﺍ“ ”ﺯBir misafir hariç, senin yanında bulunan
139
M. Meral Çörtü, Arapça Dilbilgisi Nahiv, İstanbul 2001, s. 251.
140
İbn Hasan Ali b. Mü’min b. Muhammed b. Ali b. Asfür el-İşbilî, a.g.e., II, 384; Mustafa el-Galâyînî,
a.g.e., III, 124-125; Muhammed Said İsbir-Bilâl Cüneydî, a.g.e., s. 86.
141
Çörtü M. Meral, Arapça Dilbilgisi Nahiv, s. 77.
142
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 124.
143
Muhammed Said İsbir-Bilâl Cüneydî, a.g.e., s. 86.
144
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 124.
145
Muhammed Said İsbir-Bilâl Cüneydî, a.g.e., s. 86.
146
Muhammed Said İsbir-Bilâl Cüneydî, a.g.e., s. 86.
31
“.ﷲ
ِ ﺩ ﺍ ﺒ ﻋ
ﻻ
ﺩ ِﺇ ﱠ ﺤ
ﺭ َﺃ ﻀ
ﺤ
ﺎ“ ”ﻤAbdullah haricinde kimse hazır bulunmadı.” 147 ifadeleri
doğrudur
Ma’rife olmayan ve tahsîs ifade etmeyen nekre de istisnâ yapılmaz. Yâni
müstesnâ ma’rife ya da hususilik kazanmış nekre olmalıdır.148
hususîlik kazanmış nekradır. Nekra isim, sıfatla, izafetle, temyizle veya şibh-i izafetle
hususîlik kazanabilir.149
“.ﺠﻼﹰ
ﺭ ﻻ
ﻡ ِﺇ ﱠ ﺀ ﺍﻟﻘﹶﻭ ﺎﻼ“ ”ﺠ
ﺠ ﹰ
ﺭ ﻻ
ِﺇ ﱠﻭﻥ ﺤ ﹶﺘﻔِﹸﻠ
ﻤ ﺀ ﺍﻟ ﺎ”ﺠ150 Bu ifadeler yanlıştır.
“.ﻋ ٍﺩ
ِ ﻭ ﻤ ﺭ ﹶﺘﺒِﻁﹰﺎ ِﺒ ﻤ ﻼ
ﺠﹰ ﺭ ﻻ
ِﺇ ﱠﻭﻥ ﺤ ﹶﺘﻔِﹸﻠ
ﻤ ﺭ ﺍﻟ ﻀ
ﺤ
” “Randevusu olan adam hariç davetli olanlar,
“ﻡ ﺎِﻟﻻ ﺴ
ﺭ ِﺇ ﱠ ﻀ
ﺤ
ﺎ ”ﻤSalim’den başkası bulunmadı (gelmedi).153
147
Muhammed Said İsbir-Bilâl Cüneydî, a.g.e., s. 86.
148
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 12.
149
Muhammed Said İsbir-Bilâl Cüneydî, a.g.e., s. 86; Çörtü M. Meral, Arapça Dilbilgisi Sarf, s. 514-515.
150
Muhammed Said İsbir-Bilâl Cüneydî, a.g.e., s. 86.
151
Muhammed Said İsbir-Bilâl Cüneydî, a.g.e., s. 86.
152
Reşîd eş-Şertûnî, a.g.e., IV, 223; Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 317.
153
Fâdıl Sâlih es-Sâmirrâî, a.g.e., II, 213.
154
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 317; Fâdıl Sâlih es-Sâmirrâî, a.g.e., II, 213.
32
“.ﺩ ﻴ ﺯ
ﻻ
ﺒﻨِﻲ ِﺇ ﱠ ﺭ ﻀ
ﺎ“ ”ﻤBana Zeyd’den başkası vurmadı” ifadesi doğru olabilir. Çünkü,
“.ﺍﺒﹰﺎﺼﻭ
ل
َ ﻭﻗﹶﺎ ﻥ
ﻤ ﺤ
ﻪ ﺍﻟﺭ ﹶﻟﻥ َﺃﺫِﻥ
ﻤ ﻻ
ِﺇ ﱠﻭﻥ ﻤ ﹶﺘ ﹶﻜﱠﻠﺼ ﱠﻔﹰﺎ ﻻ ﻴ
ﻼِﺌ ﹶﻜ ﹸﺔﺍﻟﻤﺡ ﻭ
ﻭ ﻡ ﺍﻟﺭ ﻭ ﻴﻘﹸ ﻡ ﻭ ﻴ ” “Ruh
(Cebrail)ve melekler saf saf olup duruğu gün, Rahman’n izin verdiklerinden başkaları
konuşmazlar, konuşan da doğru söyler.”157
ﷲ
ِ ﺏﺍ
ِ ﻲ ِﻜﺘﹶﺎ
ﺽ ِﻓ
ٍ ﻌ ﺒ ﻭﻟﹶﻰ ِﺒ ﻡ ﺃ ﻬ ﻀ
ﻌ ﺒ ﺎ ِﻡﺭﺤ ﺍ ﺍﻷﻭﹸﻟﻭ ﺃﻡ ﻭ ﻬ ﺎﹸﺘﻤﻬ ﻪ ُﺃ ﺠ
ﺍﺯﻭ ﺃﻡ ﻭ ﺴ ِﻬ
ِ ﻥ ﺃ ﹾﻨ ﹸﻔ
ﻥ ِﻤ
ﻴ ﻤ ْﺅ ِﻤ ِﻨ ﻭﻟﹶﻰ ﺒِﺎﻟ ﻲ ﺃ
”ﺍﻟﱠﻨِﺒ
“ﺭﹰﺍﻁﻭ
ﺴﹸ
ﻤ ﺏ
ِ ﻓِﻲ ﺍﻟ ِﻜﺘﹶﺎﻥ ﹶﺫﻟِﻙ
ﻓﹰﺎ ﻜﹶﺎﺭﻭ ﻌ ﻤ ﻡ ﺎ ِﺌ ﹸﻜﻭِﻟﻴ ﺍ ﺇﻟﹶﻰ ﺃﻌﹸﻠﻭ ﻥ ﹶﺘ ﹾﻔ
ﻻﺃ
ﻥ ِﺇ ﱠ
ﻴ ﺠ ِﺭ
ِ ﺎﻤﻬ ﺍﻟﻥ ﻭ
ﻴ ﻤ ْﺅ ِﻤِﻨ ﻥ ﺍﻟ
ِﻤ
“.ﻥ
ﻭ ﻌﹸﺜ ﺒ ﻴ ﻥ
ﺎﻥ ﺃﻴ
ﻭ ﺭ ﻌ ﺸ
ﻴ ﹾ ﺎﻭﻤ ﷲ
ُﻻﺍ
ِﺇ ﱠﻴﺏ ﺽ ﺍﻟ ﹶﻐ
ِ ﺭ ﺍﻷﺕ ﻭ
ِ ﺍﻤﻭ ﺴ
ﻥ ﻓِﻲ ﺍﻟ
ﻤ ﻡ ﻌﹶﻠ ﻴ ل ﻻ
ْ “ ” ﹸﻗDeki: Göklerde
155
Nureddin Abdurrahman el-Cami, el-Fevâidu’d-dıyâiyye şerhu Kâfiyeti ibn Hacib, İstanbul, I, 260.
156
Sebe’, 34/23.
157
el-Nebe’, 78/38.
158
el-Ankebut, 29/46.
159
el-Ahzâb, 33/6.
160
en-Neml, 27/65.
33
“... ﻡ ﺭ ِﻤ ﹾﺜﹸﻠ ﹸﻜ
ﺸ
ﺒ ﹶ ﻻ
ﻫﺫﹶﺍ ِﺇ ﱠ ل
ْ ﻫ ...” “... Bu (Muhammed), sâdece sizin gibi bir beşer değil
midir...”161
Müferrağ istisnâ, nefy, edatı olmaksızın, sadece anlamca olumsuz kelimelerle
de oluşturulabilir.
“.ﺭﹰﺍ
ﻻ ﹸﻜﻔﹸﻭ
ﺱ ِﺇ ﱠ
ِ ﺭ ﺍﻟﻨﱠﺎ ﺒﻰ ﺃ ﹾﻜ ﹶﺜ ﹶﻓَﺄ... ” “(Fakat) … İnsanların birçoğu nankörlükten başka bir
şeye yanaşmamaktadır.”162
( ﻻ
ِﺇ ﱠ- vb. ) mülgadır, yâni i’rab hükmü iptal edilmiş sayılır. Bu durumda müstesnâ,
harekesini ami’line yâni cümledeki konumuna göre alır. Buna göre “ﻻ
”ِﺇ ﱠdan sonraki
isim;
Fail olabilir
“... ﷲ
ُ ﻻﺍ
ﻪ ِﺇ ﱠ ﻡ ﺘﹶﺄﻭِﻴﹶﻠ ﻌﹶﻠ ﻴ ﺎﻭﻤ ... ” “(Halbuki) … Onun te’vilini ancak Allah bilir…”166
161
el-Enbiyâ, 21/3.
162
el-Furkan, 25/50.
163
et-Tevbe, 9/32.
164
Yusuf, 12/79.
165
Fâdıl Sâlih es-Sâmirrâî, a.g.e., II, 214.
166
Âl-i İmran, 3/7.
167
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 236.
34
Mef’ulün bih olabilir
“... ﻲ
ﻰ ﺇﹶﻟﻭﺤﺎ ﻴﻻ ﻤ
ﻊ ِﺇ ﱠ ﻥ َﺃﺘﱠ ِﺒ
ﺇ...” “… Doğrusu (ben) ancak, bana vahyedilene tâbi
olurum…”169
“ﺩﹰﺍﺯﻴ
ﻻ
ﺕ ِﺇ ﱠ
ﻤ ﹸ ﺭ ﺎ ﺃ ﹾﻜ“ ”ﻤZeyd’den ikramda bulunmadım.”170
“... ﺭ
ٍ ﺎﻥ ﹶﻨﻬ
ﻋ ﹰﺔ ِﻤ
ﺎﻻ ﺴ
ﺒ ﹸﺜﻭﺍ ِﺇ ﱠ ﻴ ﹾﻠ ﻡ ﻥ ﹶﻟ
ﻭﻋﺩ
ﻭﺎ ﻴﻥ ﻤ
ﻭﻴﺭ ﻡ ﻭ ﻴ ﻡ ﻜﹶﺄ ﱠﻨﻬ...” “… Onlar, uyarıldıkları
şeyi (azabı) gördüklerinde (sanki dünyada) sadece gündüzün bir saati kadar kalmış
gibidirler…”171
“.ﺎﺎﻫﻀﺤ
ﻭ ﻴ ﹰﺔ َﺃ ﺸ
ِﻋ ﻻ
ﺒﺜﹸﻭﺍ ِﺇ ﱠ ﻴ ﹾﻠ ﻡ ﺎ ﹶﻟﻭ ﹶﻨﻬ ﺭ ﻴ ﻡ ﻭ ﻴ ﻡ ﻬ “ ”ﻜﹶﺄ ﱠﻨOnu görecekleri gün, sanki onlar
(dünyada) bir akşam veya onun kuşluk vaktinden başka kalmamış gibidirler.”172
Mübtedaya haber olabilir
“.ل
ٌ ﻭﺭﺴ ﻻ
ﺩ ِﺇ ﱠ ﻤ ﺤ
ﻤ ﺎﻭﻤ ” “Muhammed ancak bir peygamberdir.”173
Nâibû’l-fail olabilir
“.ﺴﻘﹸﻭﻥ
ِ ﻡ ﺍﻟﻔﹶﺎ ﻻ ﺍﻟﻘﹶﻭ
ﻙ ِﺇ ﱠ
ﻬﹶﻠ ﻴ ل
ْ ﻬ ﹶﻓ...” “… Hiç fasıklar topluluğundan başkası helâk edilir
mi.”175
168
el-Bakara, 2/9.
169
el-Ahkâf, 46/9.
170
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 236.
171
el-Ahkâf, 46/35.
172
en-Nâzıât, 79/46.
173
Âl-i İmran, 3/144.
174
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 236.
175
el-Ahkâf, 46/35.
35
Müfarrağ istisnâ türünde illa “ﻻ
”ِﺇ ﱠdan önceki âmilin, ma’mülünü, “illa”dan
“.ﺩ ﺤ
ِ ﺍﻻ ﻭ
ِﺇ ﱠ... ﺎ ﹶﺘ ﹶﻜﱠﻠﻡ“ ”ﻤBiri hariç, … (kimse) konuşmadı.”
“.ﺍﺤِﺩﹰﺍﻻ ﻭ
ِﺇ ﱠ... ﺕ
ﺩ ﹸ ﻫ ﺎ ﺸﹶﺎ“ ”ﻤBiri hariç, … (kimseyi) görmedim.”
“.ﺍﺤِﺩﹰﺍﻻ ﻭ
ِﺇ ﱠ... ﺕ
ﺒ ﹸ ﺎ ﹶﺫﻫ“ ”ﻤBiri hariç, … (kimseye) gitmedim.” Örneklerinde boş bırakılan
“.ﺩ ﺤ
ِ ﺍﻻ ﻭ
ﺱ ِﺇ ﱠ
ﺍﻟﻨﱠﺎﺎ ﹶﺘ ﹶﻜﱠﻠﻡ“ ”ﻤBiri hariç, insanlardan kimse konuşmadı.”
“.ﺍﺤِﺩﹰﺍﻻ ﻭ
ﺱ ِﺇ ﱠ
ﺕ ﺍﻟﻨﱠﺎ
ﺩ ﹸ ﻫ ﺎ ﺸﹶﺎ“ ”ﻤBiri hariç, insanlardan kimseyi görmedim.”
“.ﺍﺤِﺩﹰﺍﻻ ﻭ
ﺱ ِﺇ ﱠ
ﺕ ﺍﻟﻨﹶﺎ
ﺒ ﹸ ﻫ ﺎ ﹶﺫ“ ”ﻤBiri dışında insanlardan hiç kimseyle görüşmedim.”
“.ﻥ
ﻴ ﻤ ِﺒ ﺭ ﻻ ﹶﻨﺫِﻴ
ﺎ ﺃﻨﹶﺎ ِﺇ ﱠﻭﻤ ﻲ
ﻰ ﺇﹶﻟﻭﺤﺎ ﻴﻻ ﻤ
ﻊ ِﺇ ﱠ ﻥ َﺃ ﱠﺘ ِﺒ
ِﺇ...” “... Doğrusu ben ancak bana
olurum). Yâni bana vahyolunandan başka hiçbir şeye tâbi olmam demektir. Bu cümlede
varolduğu takdir edilen kelime, “”ﺸﹶﻴﺌ ﹰﺎ ‘şey’dir. İkinci kısımda olan
“.ﻥ
ﻤﺒِﻴ ﺭ ﻻ ﹶﻨﺫِﻴ
ﺎ ﺃﻨﹶﺎ ِﺇ ﱠ( ”ﻭﻤBen sadece apaçık bir uyarıcıyım) cümlesinde ise takdir edilen
değilim” demektir. Aynı durumu aşağıdaki şiir örneğinde daha iyi görebiliriz.
176
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 327; Reşîd eş-Şertûnî, a.g.e., IV, 223.
36
ﻡ ﻤ ﹾﻜ ﹸﺘﻭ ﺱ
ِ ﺍ ِﻡ ﺍﻟﻨﱠﺎﺩ ِﻜﺭ ﻋ ﹾﻨ
ِ ﺭ ﺴ
ﻭﺍﻟ ٍﻑﺸﺭ
ﻻ ﹸﻜلﱡ ﺫِﻱ ﹶ
ﺭ ِﺇ ﱠ ﺴ
ِ ﻡ ﺍﻟ ﻴ ﹾﻜﺘﹸ ﻻ
“.ٍﻑﺸﺭ
ﻻ ﹸﻜلﱡ ﺫِﻱ ﹶ
ﺭ ِﺇ ﱠ ﺴ
ﺱ ﺍﻟ
ِ ﻥ ﺍﻟ ﱠﻨﺎ
ﻡ ِﻤ ﻴ ﹾﻜﺘﹸ ﻻ
“ ” ﹶSırrı, her bir şeref sahibi hariç, insanlar
saklamaz.”
Ki sır, insanların değerli (yüce) olanlarının yanında saklıdır.178
“ﻻ
”ِﺇ ﱠdan sonrasıyla tamamlanır.179
Bu konuyla ilgili olarak “hasr” ifadesi yerine bazı kaynaklarda, aynı anlam
ifade etmek üzere “kasr”182 sözü zikredilmiştir.183
177
el-Ahkâf, 46/9.
178
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 317.
179
Reşîd eş-Şertûnî, a.g.e., IV, 323.
180
Hasr “ﺭﺤﺼ
”: Çevrelemek, kuşatmak, sınırlamak, parantez içine almak, tek tek söyleme, yoğunlaşma,
kapalılığı gideren ve aynı i’rabı alan sözdür. “Bkz. Çörtü M. Meral, Arapça Dilbilgisi Nahiv, s. 359.”
182
Kasr, sözlükte; “hapsetmek” veya “tahsîs etmek” mânâsına gelir. Nitekim; bir şeyi kendine tahsîs
etmektir. Yâni bir şeyin başkalarında bulunmayıp ancak bir şeyde bulunduğunu söylemektir. Bir
denilir. “Bkz. Nusreddin Bolelli, Belâgat, Beyân-Me‘ânî-Bedî ‘İlimleri Arap Edebiyatı, İstanbul 2001,
37
Aynı zamanda bu üslubun ‘tevehhüm ve inkârı’ gidermek amacıyla kullanıldığı
bilgisi yer almaktadır.
“.ﻡ ﺴ
ِ ﻻ ﻗﹶﺎ
ﻪ ِﺇ ﱠ ﺒ ﺭ ﻀ
ﺎ“ ”ﻤOna Kasım’dan başkası dövmedi” ifadesi, muhataba, Kasım’ın
dövme eylemini inkârına cevap niteliği taşıyabilmektedir. Bunun gibi, uzaktan geldiği
geldi” demek değildir. Birinci ibare ikinciye göre daha kuvvetli ve kesindir. Çünkü sadece Zeyd’in
gelişini haber vermekle yetinmemekte, bu ‘gelme’ olayını Zeyd’le hasr edip (sınırlayıp) onun dışındaki
insanların gelmiş olma ihtimalini tamamen ortadan kaldımaktadır. “Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II,
327” Görülüyorki burada hasr (sınırlandırma) vasıtasıyla bir te’kid (pekiştirme, kuvvetlendirme) olayı
söz konusudur.
183
Fâdıl Sâlih es-Sâmirrâî, a.g.e., II, 25.
184
Fâdıl Sâlih es-Sâmirrâî, a.g.e., II, 216.
185
Şâz: Genel kabul görmeyen, daha ziyade halk (ammi) Arapçasında kullanılan kuraldır. Mühmel:
Modern Arapça’da bulunmayan eski bir kullanım tarzıdır.
186
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 676.
38
“.ل
ُ ﻭﻻ ﺍﻟ ﹶﻜﺴ
ﺏ ِﺇ ﱠ
ﺴ
ﺭ ” “Tembel hariç, başarısız oldu.” Bu cümlede anlatım bozukluğu
vardır. Çünkü bu cümlede, tembel birinin dışında herkesin başarısız olduğu, tembelin
ise başarılı olduğu anlamı bulunmaktadır.
“.ﺩﹰﺍﺯﻴ
ﻻ
ﺕ ِﺇ ﱠ
ﺒ ﹸ ﺭ ﻀ
” “Zeyd haricinde (herkese) vurdum.”
“... ﷲ
ِ ﻥ ﺍ
ﺏٍ ِﻤﺀ ﺒِ ﹶﻐﻀ ﺎﺩ ﺒ ﺯﹰﺍ ﺇﻟﻰ ﻓِ َﺌﺔٍ ﹶﻓ ﹶﻘﺤﻴ
ﻤ ﹶﺘ ل ﺃﻭ
ٍ ﻓﹰﺎ ِﻟ ِﻘﺘﹶﺎﺤﺭ
ﻤ ﹶﺘ ﻻ
ﻩ ِﺇ ﱠ ﺭ ﺒ ﺩ ﻤ ِﺌ ٍﺫ ﻭﻡ ﻴ ﻭﱢﻟ ِﻬ ﻴ ﻥ
ﻤ ”ﻭ
“(Tekrar) Savaşmak için bir tarafa çekilme veya diğer bölüğe ulaşıp mevzi tutma
durumu dışında, kim öyle bir günde onlara arka çevirirse muhakkak ki o, Allah’n
gazabını hak etmiş olarak döner...”188
Daha önce de zikrettiğimiz gibi, yapı bakımından olumlu olup mânâca olumsuz
olan müferrağ istisnâ çeşidi de bu gruba girebilir. Şu örneklerde olduğu gibi.
“.ﻻ ﹸﻜﻔﹸﻭﺭﹰﺍ
ﻥ ِﺇ ﱠ
ﻭﻰ ﺍﻟﻅﱠﺎِﻟﻤ ﻓﹶﺄﺒ...” “… Fakat zâlimler, inkârdan başka bir şey kabul
etmediler.”190
Ancak bazı durumlarda müferrağ istisnânın mûceb olarak kullanıldığı
görülmektedir.
Hazfedilen müstesnâ minhten kastedilenin manasının ne olduğuna dair
kârinenin bulunması halinde;
187
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 676.
188
el-Enfal, 8/16.
189
et-Tevbe, 9/32.
190
el-İsra, 17/99.
39
“.ﻡ ﹶﻜﺫﹶﺍ ﻭ
ﻴ ﻻ
ﺕ ِﺇ ﱠ
ﺭ ْﺃ ﹸ “ ” ﹶﻗŞu gün hariç, diğer günlerde okudum.” Örneğinde kastedilen
“.ﻥ ﺍﻟﻘﹶﻭﻡِ؟
ﻙ ِﻤ
ﺒ ﺭ ﻀ
ﻥ
ﻤ ” “Sana kavimden kim vurdu?” sorusuna ; “.ﺩ ﻴ ﺯ ﻻ
ﺒﻨِﻲ ِﺇ ﱠ ﺭ ﻀ
” “Zeyd
haricinde herkes bana vurdu” şeklinde cevap verilebileceği zikredilir. Çünkü cevabı
veren kişinin mahzuf müstesnâ minhi soruyla zikredilmiştir ve cevaba bir kârine teşkil
etmektedir.
Müferrağ istisnânın mûceb kullanımı dilciler tarafından kabûl görmeyip,
müferrağ istisnâda tercih edilen gayr-ı mûceb olmasıdır.191
b. Müferrağ Muttasıl Gayr-ı Mûceb İstisnâ
Bu istisnâ çeşidinde; müstesnâ minh hazfedilmiştir, Müstesnâ, müstesnâ
minhten ba’zdır (muttasıldır). Cümle olumsuzdur (gayr-ı mûcebdir).
“. ل
ُ ﻭﻻ ﺍﻟ ﹶﻜﺴ
ﺏ ِﺇ ﱠ
ﺴ
ﺭ ﺎ“ ”ﻤTembelden başka kimse başarısız olmadı.”
“. ﺭ
ﻻ ﺍﻷﺨﹾﻴﺎ
ﺕ ِﺇ ﱠ
ﺒ ﹸ ﺤ
ﺎﺎ ﺼ“ ”ﻤİyilerden başkasıyla arkadaşlık etmedim.”192
“.ﻡ ﺍ ِﺘ ِﻬﺎﺭﺴﻴ
ﻻ
ﺭ ِﺇ ﱠ ﻀ
ﺤ
” “Geldi, arabaları hariç.” Örneğinde olduğu gibi.
191
Nureddin Abdurrahman el-Cami, a.g.e., I, 260.
192
Ali el-Cârim, Mustafa Emin, a.g.e., I, 84.
40
d. Müferrağ Munkatı‘ Gayr-ı Mûceb İstisnâ
Bu istisnâ türünde; müstesnâ minh hazfedilmiştir. Müstesnâ, müstesnâ minhten
ba’z değildir. Cümle olumsuzdur.
“.ﻡ ﺍ ِﺘ ِﻬﺎﺭﺴﻴ
ﻻ
ﺭ ِﺇ ﱠ ﻀ
ﺤ
ﺎ“ ”ﻤArabaları hariç (kimse) gelmedi.”
“. ﻑ
ﺠ ﹸ
ﻋﺏ ﺃ
ﻻ ﹶﻜ ﹾﻠ
ﺕ ِﺇ ﱠ
ﺎ ﹶﺎ ﻤ(“ ”ﻤSürüden) çelimsiz köpekten başka (hayvan) ölmedi.”
41
II. BÖLÜM
İSTİSNÂ EDATLARI
KULLANIMLARI VE ÖZELLİKLERİ
I. İstisnâ Edatları
İstisnâ edatları istisnâyı meydana getiren üç temel unsurdan biridir.
Kaynaklarda istisnâ edatlarının sayısı hakkında tam bir mutabakat söz konusu değildir.
Bazı kaynaklar bu edatları altı, bazıları sekiz, bazıları dokuz, bazıları da on tane olarak
belirtmişlerdir. En kapsamlı haliyle istisnâ edatları şunlardır:
١٩٣
“ﻼ
ﺨ ﹶ
ﺎ ﹶ ﻤ،ﺍﻋﺩ
ﺎ ﻤ،ﻴﻜﹸﻭﻥ ﻻ،ﻴﺱ ﹶﻟ،ﻴﺩ ﺒ ،ﺎﻴﻤ ﺴ
ِ ﻻ،ﺎﺸﹶﺎ ﺤ،ﺍﻋﺩ
،ﻼ
ﺨﹶ ﹶ،ﻯﺴﻭ
ِ ،ﻴﺭ ﻏ
ﹶ،ﻻ
”ِﺇ ﱠ
“ﻻ
”ِﺇ ﱠve “ﺎﺸﹶﺎ ”ﺤdır. “ﻻ
”ِﺇ ﱠnın dilciler tarafından harf olduğuna dair bir mutabakat
söz konusu olsa da “ﺎﺸﹶﺎ ”ﺤiçin aynı durum söz konusu değildir. Bazılarına göre “ﺎﺸﹶﺎ”ﺤ
harf, bazılarına göre de “ﺎﺸﹶﺎ ”ﺤfiildir.194 ( Bu konuyla ilgili geniş bilgi çalışmamızın
193
Abdullah b. Hişâm el-Ensârî, Evdahu’l-mesâlik ilâ Elfiyeti ibn Mâlik, II, 249-254.
194
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 103.
42
ilerleyen kısımlarında “ﺎﺸﹶﺎ ”ﺤbaşlığı altında zikredilecektir). Genel kabul gören görüş
Bunlar, “ﺭﻏﻴ
” ﹶve “ﻯﺴﻭ
ِ ” “ﻯﺴﻭ
” “ﺍﺀﺴﻭ
” dır.195
“ﺍﻋﺩ
” ve “ﻼ
ﺨﹶ ” ﹶhem fiil hem harftir. Fakat fiiliyet yönü daha ağır basar. “ﻼ
ﺨ ﹶ
”ﹶ
ve “ﺍﻋﺩ
” kendinden sonra gelen kelimeyi nasb ederelerse fiil, cer ederlerse harftir.196
Burada dikkat edilmesi gereken husus, bu edatların “ﺎ ”ﻤsız bulunmaları gerektiğidir.197
1. “ﻻ
“ ”ِﺇ ﱠillâ”
“ﻻ
”ِﺇ ﱠnın harf olduğu noktasında ittifak vardır.198 Bu edat, tek kelime halinde
“ﻻ
”ِﺇ ﱠya, da “mudğame” adı veridir.199
195
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 103.
196
İbn Hasan Ali b. Mü’min b. Muhammed b. Ali b. Asfür el-İşbilî, a.g.e., II, 38.
197
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 103.
198
Sibeveyh, a.g.e., II, 309; Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 103.
199
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 133.
43
Biz konumuz itibariyle tek kelime halinde olan “ﻻ
”ِﺇ ﱠüzerinde duracağız. Fakat
öncelikle şunu belirtmekte fayda vardır: Bir şart edatı olan “ﻥ
”ﺇile, nefy edatı olan
Bir şart edatı olduğundan, kendisinden sonra devamlı “şart-cevap” adı verilen iki fiil
(cümlesi) bulunur. 200 Bu fiiller mûzari’ ise, sonralarını cezmeder. “ ”ﻻda cümleyi
( Allah’ın emirlerini) yerine getirmesseniz, yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesat
olur.”201
“. ﺏ
ﺴ
ﺭ ﺩ ﹶﺘ ﺠ ﹶﺘ ِﻬ
ﻻ( ﹶﺘ+ﻥ
ﻻ )ﺇ
“ ”ِﺇ ﱠEğer çalışmazsan sınıfta kalırsın.”202 cümlelerindeki “ﻻ
”ِﺇ ﱠnın
sadece vb. anlamlarda kullanılır. Daha önce de belirttiğimiz gibi bu edat harftir. 203
Sûkun üzere mebnîdir. İrabda mahalli yoktur.204 En önemli ve en çok kullanılan istisnâ
edatıdır. 205 Gerek konuşma dilinde, gerekse edebî metinlerde bir istisnâ edatı olarak
“ﻻ
”ِﺇ ﱠnin kullanımına sıkça rastlamaktayız. Kur’an-ı Kerim’de de en çok kullanılan
gibi.
200
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 134.
201
el-Enfal, 8/73.
202
Akdağ Hasan, a.g.e., s. 66.
203
Muhammed Said İsbir-Bilâl Cüneydî, a.g.e., s. 360.
204
Tâhir Yusuf el-Hatip, a.g.e., s. 56.
205
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 327.
44
“.ﻡ ﻙ ﹶﻜﺭِﻴ
ﻤﹶﻠ ﻻ
ﻫﺫﹶﺍ ِﺇ ﱠ ﻥ
ﺸﺭﹰﺍ ﺇ
ﹶﻫﺫﹶﺍ ﺒ ﺎ ﻤ...” “… Bu bir beşer değil … Bu ancak üstün bir
melektir.”206
“... ﺱ
ﺒﻠِﻴ ﻻ ﺇ
ﻭﺍ ِﺇ ﱠﺩﺠﻡ ﹶﻓﺴ ﺩ ﻭﺍ ﻵﺠﺩ
ﺴ
ﻼﺌِ ﹶﻜﺔِ ﺍ
ﹶ ”ﻭﺇ ﹾﺫ ﹸﻗ ﹾﻠﻨﹶﺎ ﻟِ ﹾﻠﻤHani biz meleklere: Adem’e secde
“.ﻴﺩ ﺯ
ﻻ
ﻡ ِﺇ ﱠ ﺎ ﻗﹶﺎ“ ”ﻤZeyd’den başkası ayağa kalkmadı.”209
isim
“.ﻭﻡ
ﻴﻘﹸ ﻻ
ﺩ ِﺇ ﱠ ﻴ ﺯ ﺎ“ ”ﻤZeyd ancak ayağa kalkandır.”211
Muzâri fiil
“.ﻻ ﻗﹶﺎﻡ
ﺩ ِﺇ ﱠ ﻴ ﺯ ﺎ ”ﻤdenilemez.212
Mazi fiil
a. “ﻻ
”ِﺇ ﱠnın Müstesnâsının İ’rabı
“ﻻ
”ِﺇ ﱠın müstesnâsının i‘rabında üç durum söz konusudur.
Mansûb olur.
Mansûb veya Bedel olur.
Harekesini kendisinden önceki âmiline göre alır.213
(1) Mansûb Olması
“ﻻ
”ِﺇ ﱠnın müstesnâsının üç durumda mansûb olması zorunludur (vacibtir).
206
Yusuf, 12/31.
207
el-Bakara, 2/34.
208
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 171.
209
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 171.
210
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 171.
211
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 171.
212
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 171.
213
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 677.
45
Birincisi: Cümle tâm ve mûceb olursa, müstesnâ ister muttasıl veya
munkatı‘ olsun, ister müstesnâ minhten önce ya da sonra gelsin, müstesnânın mansûb
“. ﺭ
ِ ﺨﺩِﻴ
ﺏ ﺍﻟ ﱠﺘ ﹾ
ﻁﺒِﻴ
ﻻ ﹶ
ﺀ ِﺇ ﱠ ﺎﻁﺒ
ِ ﺍﻷﺝﺨﺭ
“ ” ﹶAnestezi doktoru hariç, doktorlar çıktılar.”
“. ﻭ
ِﺤ ﺴﺘﹶﺎ ﹶﺫ ﺍﻟ ﱠﻨ
ﻻ ُﺃ
ﺎﺘِ ﹶﺫ ﹶﺓ ِﺇ ﱠﺕ ﺍﻷﺴ
ﺃﻴ ﹸ“ ”ﺭNahiv (gramer) öğretmeni hariç, öğretmenleri gördüm.”
“. ﺭ
ﺍ ِﺌﺠﺯ
ﻻ ﺍﻟ
ﻲ ِﺇ ﱠ
ﺭ ِﺒ ﻌ ﺏ ﺍﻟ
ِ ﻤ ﹾﻐ ِﺭ ﻼﺩِ ﺍﻟ
ﺕ ﺇﻟﻰ ﺒِ ﹶ
ﺭ ﹸ ﺎ ﹶﻓ“ ”ﺴCezayir dışında, Mağrib Arap ülkelerine
yolculuk ettim.”216
“.ﺩﹰﺍﺯﻴ
ﻻ
ﻡ ِﺇ ﱠ ﻭ ﺭ ﺍﻟ ﹶﻘ ﺎ“ ”ﺴZeyd hariç, kavim yürüdü.”217
“.ﺀ ﺎﻁﺒ
ِ ﺨﺩِﻴ ِﺭ ﺍﻷ
ﺏ ﺍﻟ ﱠﺘ ﹾ
ﻁﺒِﻴ
ﻻ ﹶ
ِﺇ ﱠﺝﺨﺭ
“ ” ﹶAnestezi doktoru hariç, doktorlar çıktılar.”
“.ِﺴﺌِﹶﻠﺔ
ﻕ ﺍﻷ
ﺍ ﹶﻻ ﺃﻭﺭ
ﻥ ِﺇ ﱠ
ِ ﺎﻤ ِﺘﺤ ﻻ
ِ ﻭﺍ ﺍﺍ ِﻗﺒﻤﺭ ﺭ ﻀ
ﺤ
” “Sınav gözetmenleri geldi, ancak soru
kağıtları gelmedi.”
“. ﺏ
ﺤﻘﹶﺎ ِﺌ
ﻻ ﺍﻟ
ﺤﹶﻠﺔِ ِﺇ ﱠ
ﺭ ﺱ ﺍﻟ
ِﻼﺒ
ﹶﺕ ﻤ
ﺩ ﹾ ﻋ
ِ “ ”ُﺃÇantalar müstesnâ, yolculuk elbiseleri hazırlandı.”
214
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 319; Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 126; Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e.,
s. 677.
215
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 319-320.
216
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 677-678.
217
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 144.
46
Munkatı‘ istisnâda müstesnânın, müstesnâ minhten önce zikredilmesine
örnek:
kağıtları gelmedi.”
“.ِﺤﹶﻠﺔ
ﺭ ﺱ ﺍﻟ
ِﻼﺒ
ﹶﺏ ﻤ
ﺤﻘﹶﺎ ِﺌ
ﻻ ﺍﻟ
ﺕ ِﺇ ﱠ
ﺩ ﹾ ﻋ
ِ “ ”ُﺃÇantalar müstesnâ, yolculuk elbiseleri hazırlandı.”
“.ﺩ ﺤ
ﻙ َﺃ
ﺎﻻ ﺃﺒ
ﺎ ِﺇ ﱠﻴﻬ ﺎ ِﻓ“ ”ﻤOnda babandan başka kimse yoktur.”218
“. ﻕ
ﻴ ﹲ ﺼ ِﺩ
ﻙ
ﺎﻻ ﺃﺒ
ﺎ ﻟِﻲ ِﺇ ﱠ“ ”ﻤBabandan başka arkadaşım yoktur.”219
İkincisi: cümle tâm ve gayr-ı mûceb olur, aynı zamanda müstesnâ, müstesnâ
minhten önce gelirse müstesnânın mansûb olması vaciptir.220
el-Kûmeyt bin Zeyd’in şu beyti buna güzel bir örnektir:
ﺏ
ﻫ ﻤ ﹾﺫ ﻕ
ﺤﱢ
ﺏ ﺍﻟ
ﻫ ﻤ ﹾﺫ ﻻ
ﻲ ِﺇ ﱠ
ﺎ ِﻟﻭﻤ ﻌ ﹲﺔ ﺸ
ِ ﺩ ﻤ ﺤ
لﺃ
َﻻﺁ
ﻲ ِﺇ ﱠ
ﺎ ِﻟﻭﻤ
“.ﺩ ﺤ
ﻙ َﺃ
ﻻ ﺃﺨﹶﺎ
ِﺇ ﱠﺢﺎ ﹶﻨﺠ“ ”ﻤKardeşinden başka kimse başarılı olmadı.”
“.ﺩﹰﺍﻙ َﺃﺤ
ﻻ ﺃﺨﹶﺎ
ﺕ ِﺇ ﱠ
ﻴ ﹸ ﺃﺎ ﺭ“ ”ﻤKardeşinden başka kimseyi görmedim.”
“.ٍﺩﻙ ﺒِ َﺄﺤ
ﻻ ﺃﺨﹶﺎ
ﺕ ِﺇ ﱠ
ﺭ ﹸ ﺭ ﻤ ﺎ“ ”ﻤKardeşinden başka kimseye uğramadım.”222
Not: Müstesnâ minhten önce gelen müstesnânın, ister mûceb, ister gayr-ı
mûceb olsun nasbı vaciptir. Çünkü “istisnâ üzere mansûb” olmadığı takdirde bedel
olması gerekmektedir ki bu da imkansızdır. Bunun da sebebi şudur: Bedel tâbidir.
Tâbinin de matbu’unun önüne geçmesi caiz değildir.
218
Sibeveyh, a.g.e., II, 335.
219
Sibeveyh, a.g.e., II, 335.
220
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 126; Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 678.
221
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 126; Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 678.
222
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 678.
47
Üçüncüsü: Cümle tâm ve gayr-ı mûceb, istisnâ da munkatı‘ ise, müstesnânın
mansûb olması vaciptir.
“... ﻥ
ﻅﻉ ﺍﻟ ﱠ
ﺎﻻ ﺍ ﱢﺘﺒ
ﻋ ﹾﻠ ٍﻡ ِﺇ ﱠ
ِ ﻥ
ﻡ ِﺒ ِﻪ ِﻤ ﻬ ﺎ ﹶﻟ ﻤ...” “... Onların o konuda zanna uymaktan başka
söz konusudur.
Ancak bu üçüncü durumda konuda müstesnânın nâsb vucubiyetini
Temimoğulları kabûl etmez. Onlara göre nasb olabileceği gibi, bedel de olabilir.224
Ciran el-‘Avd’in şu beyti buna güzel bir örnektir:
“. ﺱ
ﻴ ﻻ ﺍﻟﻌ
ﺭ ﻭِﺇ ﱠ ﻌﺎﻓِﻴﻻ ﻴ
ِﺇ ﱠ- ﺱ
ﺎ َﺃﻨِﻴ ِﺒﻬﻴﺱ ﺩ ٍﺓ ﹶﻟ ﺒ ﹾﻠ “ ”ﻭNice beldeler vardır ki onda hiç dost
(2) “ﻻ
”ِﺇ ﱠnın Müstesnâsının Mansûb veya Bedel Olması
olarak i’rab edilmesi, ya da istisnâ üzere mansûb olması caizdir. Bu konuda istisnânın
muttasıl ya da munkatı‘ olması durumu değiştirmez.226
“.ﺞ
ﺴ ﹶﻨ ﹾﻔ ﺃﻭ ﺒ- ﺞ ﹶﻨ ﹾﻔﺴﻻ ﺍﻟﺒ
ﺭ ِﺇ ﱠ ﺎﺯﻫ ﺢ ﺍﻷ
ﻡ ﹶﺘ ﹶﺘ ﹶﻔ ﱠﺘ “ ”ﹶﻟMenekşe hariç, çiçekler açmadı.”
“.ل
َ ﻭ ﻻ ﺍﻷ
ِﺇ ﱠﻋﻠﹶﻰ ﺍﻟﻘﹶﺎ ِﺩﻤِﻴﻥ
ﺕ
ﻤ ﹸ ﺴﻠﱠ
ﺎ“ ”ﻤGelenlerden birincisi hariç, kimseye selam
vermedim.”227
Bu tür cümlelerde zikredilen her iki durum câiz olsa da, daha uygun görülen
seçenek müstesnânın bedel olarak kullanılmasıdır.228
223
en-Nisa, 4/157.
224
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 678.
225
Sibeveyh, a.g.e., II, 322; Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 679.
226
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 127; Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 679.
227
Ali el-Cârim, Mustafa Emin, a.g.e., I, 84.
228
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 127; Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 679.
48
“. ﻥ
ﺎﻟﱡﻭﻻ ﺍﻟﻀ
ﺒ ِﻪ ِﺇ ﱠ ﺭ ﻤ ِﺔ ﺤ
ﺭ ﻥ
ﻁ ِﻤ
ﻴ ﹾﻘ ﹶﻨ ﹸ ﻥ
ﻤ ﻭ ...” “… Dalalete düşenlerden başka, Rabbinin
“... ﻙ
ﺃ ﹶﺘﻤﺭ ﻻ ﺍ
ﺩ ِﺇ ﱠ ﺤ
ﻡ َﺃ ﺕ ِﻤ ﹾﻨ ﹸﻜ
ﻴ ﹾﻠ ﹶﺘ ِﻔ ﹾ ﻭﻻ...” “… Karın hariç, içinizden hiç kimse geri dönüp
bakmasın…”231
“... ﷲ
ُ ﻻﺍ
ﺏ ِﺇ ﱠ
ﺭ ﺍﻟ ﱡﺫﻨﹸﻭ ﻴ ﹾﻐ ِﻔ ﻥ
ﻤ ﻭ...” “... Allah’tan başka günahları kim bağışlayabilir…”232
“.ﺩ ﻻ ﺨﹶﺎِﻟ
ﻭ ِﻡ ِﺇ ﱠ ﻕ ﺍﻟ ﹶﻘ
ﻼﹸ
ﺨ ﹶ
ﺕ ﺃﹾ
ﺩﹶﻟ ﹾ ” ﹶﺘﺒya da “.ﻻ ﺨﹶﺎﻟِﺩﺍﹰ
ﻭ ِﻡ ِﺇ ﱠ ﻕ ﺍﻟ ﹶﻘ
ﻼﹸ
ﺨ ﹶ
ﺕ ﺃﹾ
ﺩﹶﻟ ﹾ “ ” ﹶﺘﺒHalit hariç, halkın
“ﻻ
”ِﺇ ﱠdan sonra müstesnânın lafzen bedel olabilmesine imkân yoksa, bu
“ ”ﻻcinsi nefy eden edattır. İlâh “ ”ﺇﹶﻟﻪkelimesi onun ismidir ve sonu feth üzere mebnîdir.
Haberi ise gizli (müstetir) bulunan “mevcudun” “ﺩ ﻭﻭﺠ ”ﻤkelimesidir ve mecburen
hazfedilmiş durumdadır. Allah “ ”ﺍﷲlafzı, mübdel minh olan ve feth üzere mebnî olan
229
el-Hicr, 15/56.
230
en-Nisa, 4/66.
231
Hud, 11/81.
232
Âl-i İmran, 3/135.
233
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 128.
49
ilah “ ”ﺇﹶﻟﻪkelimesinin fetha harekesine hamlen okunsa bu defa nefy-i cins mânası illa
“ﻻ
”ِﺇ ﱠedatıyla kaldırılmıştır. Allah “ ”ﺍﷲkelimesi “ﺩ ﻭﻭﺠ ”ﻤkelimesinde müstetir olan
zamire bedeldir veya “ ”ﻻve isminin mahalli irabına hamledilerek merfû okunur. Çünkü
ziyaret etmedi” örneğinde Halit “ ”ﺨﹶﺎﻟِﺩkelimesinin mübdel minhi olan “ٍﺩﻥ َﺃﺤ
“ ” ِﻤmin
te’kid için getirilmiştir ve zâidedir. Bu ancak menfî bir üslûba mahsustur. Fakat nefy
örneğinde müstesnânın mübdel minhin lafzına tâbi olarak lafzen bedel olduğunu
görüldüğü üzere aynı durum söz konusudur. Burada da nefyi te’kid için getirilen zâid
“ ”ﺏharfi cerri, asliyedir ve bu şekilde gelebilir. Harfi cer ile asliye olan harfi cer
234
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 127.
235
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 129.
50
karıştırılmamalıdır. Aksi takdirde müstesnânın irabı ve dolayısıyla mânası yanlış olur.
Cümledeki harfi cer zâide olunca, müstesnâ minhin mahalline mutabakat şarttır.
Şayet cümledeki harfi cer asliye olunca, müstesnâ minhin lafzına mutâbakat
uygundur.236
Unutulmamalıdır ki; tam ve gayr-ı mûceb istisnâ’da müstesnânın müstesnâ
minhden önce gelmesi durumunda, istisnâ üzere mansûb olmak zorundadır. Örneğin;
“.ﺩ ﺤ
ﻻ ﺨﹶﺎﻟِﺩﺍﹰ َﺃ
ﺀ ِﺇ ﱠ ﺎﺎ ﺠ“ ”ﻤHalit’ten başka kimse gelmedi.” cümlesinde olduğu gibi.
“. ﺭ
ﺼِ ﻙ ﻨﹶﺎ
ﻭﻻ ﺃﺒ
ﺎ ﻟِﻲ ِﺇ ﱠ“ ”ﻤBenim babandan başka yardımcım yok’’ 238 Bu şiir de aynı
“. ﻊ
ﻥ ﺸﹶﺎ ِﻓ
ﻭﻻ ﺍﻟ ﱠﻨ ِﺒﻴ
ﻥ ِﺇ ﱠ
ﻴ ﹸﻜ ﻡ ﺇﺫﹶﺍ ﹶﻟ، ﻋ ﹰﺔ
ﺸﻔﹶﺎ
ﻙ ﹶ
ﻥ ِﻤ ﹾﻨ
ﻭﺭﺠ ﻴ ﻡ ﻬ “ ”ﻷ ﱠﻨNitekim onlar senden şefaat
“ﻙ
ﻭ”ﺃﺒ. İkincide de “ﻥ
ﻭ ”ﺍﻟ ﱠﻨ ِﺒﻴdır. Örneklerin asılları şöyledir;
“. ﻙ
ﻭﻻ ﺃﺒ
ﺭ ِﺇ ﱠ ﺼ
ِ ﺎ ﻟِﻲ ﻨﹶﺎ ”ﻤve “.ﻥ
ﻭﻻ ﺍﻟ ﱠﻨ ِﺒﻴ
ﻊ ِﺇ ﱠ ﻥ ﺸﹶﺎ ِﻓ
ﻴ ﹸﻜ ﻡ ”ﺇ ﹾﺫ ﹶﻟ
236
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 129.
237
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 130.
238
Sibeveyh, a.g.e., II, 337.
239
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 130.
240
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 131.
51
(3) “ﻻ
”ِﺇ ﱠnın Müstesnâsının Harekesini Âmiline Göre Alması
öncesindeki âmiline göre hareke alır. Müferrağ istisnâda müstesnâ minh mevcut
boş bırakılmıştır. 241 Bu istisnâ türü müferrağ olduğu için gayrı mûceb olması tercih
edilmektedir.
“... ﻥ
ﺴﺤ
ﻻ ﺒِﺎﱠﻟﺘِﻲ ﻫِﻲ ﺃ
ﺏ ِﺇ ﱠ
ِ ل ﺍﻟ ِﻜﺘﹶﺎ
َ ﻫ ﺎ ِﺩﻟﹸﻭﺍ ﺃ“ ”ﻭﻻ ﹸﺘﺠEhli kitapla ancak en güzel yoldan
mücâdele edin...”242
“.ﻥ
ﻭ ﺍﻟﻅﱠﺎِﻟﻤﻭﻡ ﻻ ﺍﻟ ﹶﻘ
ﻙ ِﺇ ﱠ
ﻬﹶﻠ ﻴ ل
ْ ﻫ ...” “... Zâlim toplumdan başkası mı helâk olur.”243
“... ﻕ
ﺤﱠ
ﻻ ﺍﻟ
ﷲ ِﺇ ﱠ
ِ ﻋﻠﹶﻰ ﺍ
ﻭﻻ ﹶﺘ ﹸﻘﻭﹸﻟﻭﺍ...” “… Allah hakkında doğrudan başkasını
söylemeyin…”244
“.ِﻴﺭ ﺨ
ﻻ ﻓِﻲ ﺍﻟ ﹶ
ﺕ ِﺇ ﱠ
ﻴ ﹸ ﻌ ﺴ
ﺎ“ ”ﻤHayırdan başkasına koşmadım.”
“. ﻕ
ﺩ ﹶ ﺼ
ﻻ ﺍﻟ
ﺏ ِﺇ ﱠ
ﺤ
ِ “ ”ﻻ ُﺃDoğruluktan başka bir şeyi sevmem.”
“.ﻥ
ﻭﺠ ﹶﺘ ِﻬﺩ
ﻤ ﻻ ﺍﻟ
ﺢ ِﺇ ﱠ
ﺠ ﻴ ﹾﻨ “ ”ﻻÇalışkanlardan başkası başarılı olmaz.”
“. ﻉ
ﺴ ِﺭ
ﻤ ﺩ ﺤ
ِ ﺍﻻ ﻭ
ﺨﻁﹶﺄ ِﺇ ﱠ
ﺎ ﺃ ﹾ“ ”ﻤAceleci kimseden başkası hatâ etmedi.”
“.ﷲ
ِ ﺩ ﺍ ﺒ ﻋ
ﻻ
ﺤ ٍﺩ ِﺇ ﱠ
ﻥﺃ
ﺀﻨِﻲ ِﻤ ﺎﺎ ﺠ“ ”ﻤBana Abdullah’tan başkası gelmedi.”246
241
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 679.
242
el-Ankebut, 29/46.
243
el-En’am, 6/47.
244
en-Nisa, 4/171.
245
Mehmet Zihni Efendi, a.g.e., s. 248; Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 679.
52
“. ﺏ
ٍ ﻼ
ﻁﱠﻼ ﹶﺜ ﹸﺔ ﹸ
ﻻ ﹶﺜ ﹶ
ﺏ ِﺇ ﱠ
ﺎ ﻏﹶﺎ“ ”ﻤÜç öğrenciden başkası kaybolmadı.”
“. ﻥ
ﻭﺠ ﹶﺘ ِﻬﺩ
ﻤ ﻻ ﺍﻟ
ﺢ ِﺇ ﱠ
ﺠ ﻴ ﹾﻨ ل
ْ ﻫ ” “Çalışkanlardan başkası başarılı olabilir mi?”247
“. ﺏ
ﻻ ِﻜﺘﹶﺎ
ﺉ ِﺇ ﱠ
َ ﺎ ﹸﻗ ِﺭ“ ”ﻤBir kitaptan başkası okunmadı.”
“.ﺩﹰﺍﺯﻴ
ﻻ
ﺕ ِﺇ ﱠ
ﻴ ﹸ ﺃﺎ ﺭ“ ”ﻤSadece Zeyd’i gördüm.”
“.ﻀﻌِﻴﻔ ﹰﺎ
ﻅ ﱠﻨﺎﹰ
ﻻ ﹶ
ِﺇ ﱠﻅﻥ
ﺎ ﺃ ﹸ“ ”ﻤAncak zayıf bir zanda bulunuyorum.”
“.ﺭُﺃ
ﻴ ﹾﻘ ﻭﻻ ﻭﻫ
ﻪ ِﺇ ﱠ ﻴﺘﹸ ﺃﺎ ﺭ“ ”ﻤOnu sadece okurken gördüm.”
246
Mehmet Zihni Efendi, a.g.e., s. 240.
247
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 679.
53
“.ﺤﻜﹶﻤ ﹰﺎ
ﻻ
ﺱ ِﺇ ﱠ
ﺭﺌِﻴ ﺍﻟﻴﺱ “ ”ﹶﻟBaşkan hakemden başka bir şey değildir.” Burada da mûstesnâ
de “ﻻ
”ِﺇ ﱠbulunur.
“.ﺢ
ﺼ ﹾﻠ
ﺕ ﺍﻟ
ﻻ ﹶﻗﺒِ ﹾﻠ ﹶ
ﷲ ِﺇ ﱠ
َ ﻙﺍ
ﺩ ﹸﺘ ﺸ
“ ”ﻨﹶﺎ ﹶSenden Allah adına barışı kabûl etmenden başka bir şey
istemiyorum.”
“. ﻕ
ﺤﱠ
ﺕ ﺍﻟ
ﻌ ﹶ ﻻ ﺍ ﱠﺘﺒ
ﷲ ِﺇ ﱠ
ِ ﻙ ﺒِﺎ
ﺄ ﹾﻟ ﹸﺘ“ ”ﺴSenden Allah adına hakka tâbi olmandan başka bir şey
istemiyorum.”
Bu üslûbta “ﻻ
”ِﺇ ﱠdan sonraki cümle, mûevvel mastardır ve “ﻻ
”ِﺇ ﱠdan önceki
“. ﺢ
ﺼ ﹾﻠ
ل ﺍﻟ
َ ﻥ ﹶﺘ ﹾﻘﺒ
ﻻﺃ
ﷲ ِﺇ ﱠ
َُ ﻙ ﺍ
ﺩ ﹸﺘ ﺸ
ﺎ ﻨﹶﺎ ﹶ”ﻤ
“. ﻕ
ﺤﱠ
ﺍﻟﻥ ﹶﺘ ﱠﺘﺒِﻊ
ﻻﺃ
ﷲ ِﺇ ﱠ
ِ ﻙ ﺒِﺎ
ﺄ ﹾﻟ ﹸﺘﺎ ﺴ”ﻤ
b. “ﻻ
”ِﺇ ﱠnın Üslupta Tekrarlanması
İstisnâ cümlesinde “ﻻ
”ِﺇ ﱠnın tekrarlandığı müşâhade edilir. Bu tekrar iki amaçla
yapılır. Bunlardan biri te’kid (te’kid) amaçlı, diğeri ise cümlede diğer bir istisnânın
bulunduğunu dile getirmek, ifâde etmektir.249
“.ﻙ
ﺴ
ﻻ ﻜﹶﺄ
ﻻ ﻜﹶﺄﺴﹰﺎ ِﺇ ﱠ
ﺱ ِﺇ ﱠ
ﺕ ﺍﻟ ﹸﻜﺅُﻭ
ﻸ ﹸ“ ”ﻤBir bardak, senin bardağın hariç, bardakları
doldurdum.”250
248
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 680.
249
Muhammed Hayr Hilvânî, a.g.e., II, 461.
54
“. ﻙ
ﺱ ﺃﺨِﻴ
ﻻ ﻜﹶﺄ
ﻙ ِﺇ ﱠ
ﺴ
ﻻ ﻜﹶﺄ
ﺱ ِﺇ ﱠ
ﺕ ﺍﻟ ﹸﻜﺅُﻭ
ﻸ ﹸ“ ”ﻤBardağın ve kardeşinin bardağı hariç,
bardakları doldurdum.”251
“.ﻻ ﺨﹶﺎﻟِﺩﺍﹰ
ﺩﹰﺍ ِﺇ ﱠﺴﻌ
ﻻ
ﺱ ِﺇ ﱠ
ﺀ ﺍﻟﻨﱠﺎ ﺎ“ ”ﺠSa‘d ve Halit hariç, insanlar geldiler.”252
(1) “ﻻ
”ِﺇ ﱠnın Te’kid Amaçlı Tekrarlanması
yeni bir istisnâ da oluşturmaz. Sadece birinci kelimenin te’kidini sağlar. Bu da “ﻻ
”ِﺇ ﱠnın
“. ﻙ
ﻻ ﺃﺨِﻴ
ﺩﹰﺍ ِﺇ ﱠ ﻴ ﺯ ﻻ
ﺤ ٍﺩ ِﺇ ﱠ
ﺕ ﺒِﺄ
ﺭ ﹸ ﺭ ﻤ ﺎ“ ”ﻤKardeşin Zeyd’den başka kimseye uğramadım.”
cümlesinde, “ﻙ
”ﺃﺨِﻴkardeşin’’ kelimesi, “ﺩﹰﺍ ﻴ ﺯ ” “Zeyd’’ kelimesinden bedeldir. İkinci
“ﻻ
”ِﺇ ﱠnın burada hiçbir etkisi yoktur. Aynı şekilde, “.ﺭﹰﺍ ﺒ ﹾﻜ ﻻ
ﻻ ﺍﻟ ﹶﻔﺘﹶﻰ ِﺇ ﱠ
ﻡ ِﺇ ﱠ ﺕ ِﺒ ِﻬ
ﺭ ﹸ ﺭ ﻤ ﺎ”ﻤ
“.ﺭﹰﺍ
ﻤ ﻋ
ﻻ
ﺩﹰﺍ ﻭِﺇ ﱠ ﻴ ﺯ ﻻ
ﻡ ِﺇ ﱠ ﻭ ﻡ ﺍﻟ ﹶﻘ “ ”ﻗﹶﺎZeyd ve Amr hariç topluluk ayağa kalktı” cümlesi de atfa
250
Muhammed Hayr Hilvânî, a.g.e., II, 461.
251
Muhammed Hayr Hilvânî, a.g.e., II, 461.
252
Muhammed Hayr Hilvânî, a.g.e., II, 461.
253
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 338; Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 131; Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e.,
s. 680.
254
Muhammed Muhyiddin Abdûlhamid, Şerhu İbn Âkil, I, Beyrut, (t.s.), 604-605; Ali Yılmaz, a.g.e., s.
102.
255
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 338.
55
“.ل
َ ﻁﻔﹶﺎ
ﻻ ﺍﻷ ﹾ
ﺀ ﻭِﺇ ﱠ ﺎﻻ ﺍﻟ ﱢﻨﺴ
ﺏ ِﺇ ﱠ
ﺎ ِﻨﺯ ﺍﻷﺠ ﺠ
ِﺤ
” “Kadın ve çocuklar hariç, yabancılar gözaltına
alındılar” Bu örnekte “ﺀ ﺎ“ ”ﺍﻟ ﱢﻨﺴkadınlar” kelimesi mansûb müstesnâdır. Vav atıf harfidir,
ikinci “ﻻ
”ِﺇ ﱠise, birinciyi te’kid için gelmiştir. “ل
َ ﻁﻔﹶﺎ
“ ”ﺍﻷ ﹾÇocuklar” kelimesi de “ﺀ ﺎ”ﺍﻟ ﱢﻨﺴ
Merve arasında sa’y ve Kabeyi tavaftan başka yaptığı bir şey yoktur.”257 Bu beytin aslı
kelimenin harekesi veya i’rabı açısından herhangi bir etkisi yoktur. Bu nedenle
hazfedilebilir.Varlığı ve yokluğu birdir.259
Örneğin “ﺭﺸِﻴﺩ
ﻥ ﺍﻟ
ﻭﺎﺭ ”ﻫHarun er-Reşid, “ﺩ ﺍﻷﻤِﻴﻥ ﺤﻤ
ﻤ ” Muhammed el-Emin
“.ﺩ ﺭﺸِﻴ
ﻻ ﺍﻟ
ﻥ ِﺇ ﱠ
ﻭﺎﺭﻻ ﻫ
ﻡ ِﺇ ﱠ ﻭ ﺀ ﺍﻟ ﹶﻘ ﺎ“ ”ﺠHarun Reşid haricinde, kavim geldi.”
256
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 680.
257
Sibeveyh, a.g.e., II, 341.
258
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 132; Muhammed Muhyiddin Abdûlhamid, a.g.e, I, 606.
259
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 338-339.
56
“.ﻥ
ﻻ ﺍﻷﻤِﻴ
ﺩﹰﺍ ِﺇ ﱠ ﻤ ﺤ
ﻤ ﻻ
ﺀ ِﺇ ﱠ ﺨﹶﻠﻔﹶﺎ
ﺭ ﺍﻟ ﹸ ﻬ ﺸ ﹶﺘ
“ ”ﺍِ ﹾMuhammed Emin haricinde, halifeler meşhûr oldu.
(bilindi)” tarzında bir kullanım söz konusu olabilir. Bu iki örnekte de ikinci “ﻻ
”ِﺇ ﱠyeni bir
“ﻥ
ﻭﺎﺭ”ﻫ “Hârun”, “”ﺍﻷﻤِﻴﻥ “el-Emîn” kelimesinden de amaçlanan “ﺩﹰﺍ ﻤ ﺤ
ﻤ ”
bakımından etki etmemiştir. Bu kelimelerin her biri birinci müstesnâdan bedel kül minel
kül veya “atfı beyân” olarak i’rab alır. Eğer tekrarlanan illa “ﻻ
”ِﺇ ﱠyı hazfedecek olursak;
“.ﺩ ﺭﺸِﻴ
ﻻ ﺍﻟ
ﻥ ِﺇ ﱠ
ﻭﺎﺭﻻ ﻫ
ﻡ ِﺇ ﱠ ﻭ ﺀ ﺍﻟ ﹶﻘ ﺎ“ ”ﺠHarun Reşid haricinde, kavim geldi.” Bu örnekte ise
“.ﻥ
ﻻ ﺍﻷﻤِﻴ
ﺩﹰﺍ ِﺇ ﱠ ﻤ ﺤ
ﻤ ﻻ
ﺀ ِﺇ ﱠ ﺨﹶﻠﻔﹶﺎ
ﺍﻟ ﹸﺭﺸ ﹶﺘﻬ
“ ”ﺍِ ﹾMuhammed Emin haricinde, halifeler meşhûr oldu.
“. ﻲ
ﺭ ِﺒ ﻌ ﻻ ﺍﻟ
ﺩﹰﺍ ِﺇ ﱠﺤﻤ
ﻤ ﻻ
ﻥ ِﺇ ﱠ
ﺎ ِﻓﺭِﻭﻤﺴ ﻊ ﺍﻟ ﺠ
ِ ﺭ ﺎ“ ”ﻤMuhammed el-Arabî hariç, yolcular
dönmediler.”
“. ﻲ
ﺭ ِﺒ ﻌ ﻻ ﺍﻟ
ﺩﹰﺍ ِﺇ ﱠﺤﻤ
ﻤ ﻻ
ﻊ ِﺇ ﱠ ﺠ
ِ ﺭ ﺎ“ ”ﻤMuhammed el-Arabî hariç, (yolcular) dönmediler.”
260
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 338-339.
261
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 680.
57
(2) Te’kid Amacı Dışında “ﻻ
”ِﺇ ﱠnın Tekrarlanması
hazfedilemez. Eğer hazfedilirse; cümlenin mânası -bâzı kelimelerle biraz olsun anlaşılsa
dahî- tam olarak anlaşılamaz, yâni yeni istisnâ ve cümlenin kastettiği mâna açığa
Bu tür tekrarın bâzı şekilleri ile hükümleri vardır. Bunları maddeler halinde şu
şekilde sıralayabiliriz:
1. İstisnâ, müferrağ istisnâ ise yâni müstesnâ minh mahzufsa, âmilin müstesnâların
herhangi birisinde etkisini göstermesi (meşgûl edilmesi) diğerlerinin nasbı gerekir.263
“.ﻻ ﻁﹶﺎﺭِﻗﺎﹰ
ﺩﹰﺍ ِﺇ ﱠﺤﻤ
ﻤ ﻻ
ﺩ ِﺇ ﱠ ﻻ ﺨﹶﺎِﻟ
ﺀ ِﺇ ﱠ ﺎﺎ ﺠ“ ”ﻤSadece Hâlit, Muhammed ve Tarık geldi”
cümlesinde âmil “ﺀ ﺎ ”ﺠfiilidir ve “ﺩ ”ﺨﹶﺎِﻟismi üzerinde amel etmiştir, diğerleri
“.ﺒﻜﹾﺭﹰﺍ ﻻ
ﺭﹰﺍ ِﺇ ﱠ ﻤ ﻋ
ﻻ
ﺩ ِﺇ ﱠ ﻴ ﺯ ﻻ
ﻡ ِﺇ ﱠ ﺎ ﻗﹶﺎ“ ”ﻤZeyd, Amr ve Bekr hariç hiç kimse ayağa
kalkmadı”.265
“.ﺴﻤِﻴﺭﹰﺍ
ﻻ
ﻻ ﹶﻜﺭِﻴﻤﹰﺎ ِﺇ ﱠ
ﺏ ِﺇ ﱠ
ﻻ ﹶﻟﺒِﻴ
ﺭﻨِﻲ ِﺇ ﱠ ﺍﺎ ﺯ“ ”ﻤBeni, Lebib, Kerim ve Semir’den başkası
262
Muhammed Muhyiddin Abdûlhamid, a.g.e, I, 607; Abbâs Hasan, a.g.e., II, 339; Mustafa el-Galâyînî,
a.g.e., III, 132.
263
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 342; Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 132; Mehmet Zihni Efendi, a.g.e, s. 251.
264
Yılmaz Ali, Arapça’da Nahiv ve Belagat Açısından Te’kid, İstanbul 2000, s. 102-103, (Basılmamış
Doktora Tezi).
265
Mehmet Zihni Efendi, a.g.e, s. 251.
266
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 681; Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 131.
267
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 340.
58
Fakat bu kesin bir kural değildir. Âmil herhangi başka bir mustesnâda da amel
edebilir.
“.ﺭﹰﺍﻋﻤ
ﻻ
ﺩ ِﺇ ﱠ ﻴ ﺯ ﻻ
ﻡ ِﺇ ﱠ ﺎ ﻗﹶﺎ”ﻤ, veya “.ﺭ ﻤ ﻋ
ﻻ
ﺩﹰﺍ ِﺇ ﱠﺯﻴ ﻻ
ﻡ ِﺇ ﱠ ﺎ ﻗﹶﺎ ”ﻤÖmer ve Zeyd haricinde kimse
birinin mutlaka nasb edilmesi gerekir. Çünkü bir fiilin iki fâili bulunamaz. Bu durumda
birinin nasbı diğerinin refi’ vacip olur.269
2. Tam, mûceb veya gayr-ı mûceb istisnâlarda müstesnâ, müstesnâ minhten önce
gelmişse, tümünün nasbı gerekir.270
“. ﺏ
ﻼ
ﺩﹰﺍ ﺍﻟﻁﱡ ﱠﺯﻴ ﻻ
ﺩﹰﺍ ِﺇ ﱠﺤﻤ
ﻤ ﻻ
ﻻ ﺨﹶﺎﻟِﺩﺍﹰ ِﺇ ﱠ
ﺀ ِﺇ ﱠ ﺎ“ ”ﺠHâlid, Muhammed ve Zeyd haricinde talebeler
gelmiştir.
“.ﻡ ﺍﻫِﻴﺒﺭ ﻻ ﺇ
ﻻ ﺨﹶﺎﻟِﺩﺍﹰ ِﺇ ﱠ
ﻡ ِﺇ ﱠ ﻭ ﺀ ﺍﻟ ﹶﻘ ﺎ“ ”ﺠHalit ve İbrahim dışındaki topluluk geldi.”
“.ﺴﻤِﻴﺭﹰﺍ
ﻻ
ﻻ ﹶﻜﺭِﻴﻤﺎﹰ ِﺇ ﱠ
ﻻ ﹶﻟﺒِﻴﺒﹰﺎ ِﺇ ﱠ
ﺀ ِﺇ ﱠ ﺼ ِﺩﻗﹶﺎ
ﺀ ﺍﻷ ﺎ“ ”ﺠLebib, Kerim ve Semir dışında arkadaşlar
geldi.”273
268
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 150.
269
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 150.
270
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 340.
271
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 340.
272
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 132; Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 680.
273
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 680.
59
4. Tam ve gayrı mûceb istisnâlarda müstesnâlar, müstesnâ minh’den sonra gelmişlerse,
birisi hariç tümü nasb edilir.274
“.ﻻ ﻁﹶﺎﺭِﻗﺎﹰ
ﺩﹰﺍ ِﺇ ﱠﺤﻤ
ﻤ ﻻ
ﺩ ِﺇ ﱠ ﻻ ﺨﹶﺎِﻟ
ﺏ ِﺇ ﱠ
ﻁﻼﱠ
ﺍﻟ ﹸﺏﺎ ﹶﺫﻫ“ ”ﻤHalit, Muhammed ve Tarık hariç,
talebeler gitmedi.” Bu durumda tercih edilen uygulama, birincinin bedel olarak tabi
olması, diğerlerinin de nasb edilmesidir.
“.ﺴﻤِﻴﺭﹰﺍ
ﻻ
ﻻ ﹶﻜﺭِﻴﻤﺎﹰ ِﺇ ﱠ
ﺏ ِﺇ ﱠ
ﻻ ﹶﻟﺒِﻴ
ﺀ ِﺇ ﱠ ﺼ ِﺩﻗﹶﺎ
ﺭﻨِﻲ ﺍﻷ ﺍﺎ ﺯ“ ”ﻤArkadaşlardan beni, Lebib, Kerim ve
“. ﺦ
ﻤﺭِﻴ ﹶ ﻻ ﺍﻟ
ِﺇ ﱠﺭﻻ ﺍﻟ ﹶﻘﻤ
ﺱ ِﺇ ﱠ
ﻤ ﺸ
ﻻ ﺍﻟ ﱠ
ﻡ ِﺇ ﱠ ﻭﺕ ﺍﻟ ﱡﻨﺠ
ﺒ ﹾ ﺎ ﻏﹶﺎ“ ”ﻤGüneş, ay ve mars hariç gök cisimleri
batmadılar.”276
tekrarlanan “ﻻ
”ِﺇ ﱠyeni bir istisnâ oluşturuyorsa, arkasında mutlaka müstesnâ gelmelidir
ve müstesnâ minhi olmalıdır. Peki bu müstesnâ minh nerededir? Acaba olması gereken
bu müstesnâ minh, ilk zikredilen müstesnâ minh midir? Yoksa bu müstesnâ minh,
tekrarlanan “ﻻ
”ِﺇ ﱠnın hemen önündeki müstesnâ mıdır? Böylelikle tekrarlanan ﻻ
ِﺇ ﱠdan
“.ﻴﻨ ﹰﺎﺤﺴ
ﻻ
ﻭﺩﹰﺍ ِﺇ ﱠﺤﻤ
ﻤ ﻻ
ﺎﻟِﺤ ﹰﺎ ِﺇ ﱠﻻ ﺼ
ﻥ ِﺇ ﱠ
ﺎ ِﻤﻠﹸﻭﺭ ﺍﻟﻌ ﺒ ﱠﻜ ” “Salih, Mahmud ve Hüseyin haricinde
Peki; müstesnâ minhi nerededir? Acaba müstesnâ minhi ilk zikredilen “ﻥ
ﺎ ِﻤﻠﹸﻭ”ﺍﻟﻌ
274
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 132.
275
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 680.
276
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 340.
60
“işçiler” mi, yoksa hemen önündeki ilk müstesnâ olan “ﺎﻟِﺤ ﹰﺎ“ ”ﺼSalih” kelimesi midir?
“ﻭﺩﹰﺍﺤﻤ
ﻤ ” “Mahmud” kelimesi midir? Bunlar da değilse hangisidir?
öncekinden istisnâsı mümkünse, -sayılarda olduğu gibi- iki durum söz konusudur.
Ya her bir müstesnânın hemen bir öncekinden istisnâ edilmesi, ya da tüm
müstesnâların birden ilk müstesnâ minhden istisnâ edilmesi.277
“.ﻻ ﻭﺍﺤِﺩﹰﺍ
ﻥ ِﺇ ﱠ
ﻴ ﻻ ﺍ ﹾﺜ ﹶﻨ
ﻌ ﹰﺔ ِﺇ ﱠ ﺒ ﺭ ﻻ ﺃ
ﺓﹰ ِﺇ ﱠﺸﺭ
ﹶﺕ ﻋ
“ ”َﺃ ﹾﻨ ﹶﻔ ﹾﻘ ﹸDört, iki ve bir hariç, on infâk ettim”
cümlesinde müstesnâların hepsinin on’dan çıkarılması câiz olur. Bu durumda dört, iki
ve bir’i toplarız ve toplamı on’dan çıkarırız. Geriye kalan infâk edilen meblağdır. Oda
üç’tür. Yâni; 10 − (4 + 2 + 1) = 3 .
Aynı şekilde her bir müstesnâyı öncekinden istisnâ etmek sûretinde de sonuca
ulaşabiliriz. 10 − 4 = 6; 6 − 2 = 4; 4 − 1 = 3 278
“ﻻ
ﻥ ِﺇ ﱠ
ﻴ ﻻ ﺍ ﹾﺜ ﹶﻨ
ﻻ ﺜﹶﻼ ﹶﺜ ﹲﺔ ِﺇ ﱠ
ﻌ ﹲﺔ ِﺇ ﱠ ﺒ ﺭ ﻻ ﺃ
ﺴ ﹲﺔ ِﺇ ﱠ
ﻤ ﺨ
ﻻ ﹶ
ﺴ ﱠﺘ ﹲﺔ ِﺇ ﱠ
ِ ﻻ
ﻌ ﹲﺔ ِﺇ ﱠ ﺒ ﺴ
ﻻ
ﻴ ﹲﺔ ِﺇ ﱠ ﺎ ِﻨﻻ ﹶﺜﻤ
ﻌ ﹲﺔ ِﺇ ﱠ ﺴ
ﻻ ِﺘ
ﺭ ﹲﺓ ِﺇ ﱠ ﺸ
ﻋﹾ ﻲ
ﻋﹶﻠ
ﻪ ﹶﻟ
ﺍﺤِﺩﹰﺍ“ ”ﻭOnun bana dokuz hariç sekiz hariç yedi hariç altı hariç beş hariç dört hariç üç
277
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 574-575.
278
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 340.
279
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 340-342; Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 575.
61
Te’kid amacı olmaksızın tekrarlanan “ﻻ
”ِﺇ ﱠile ilgili zikredilen hükümleri
1. Eğer, “ﻻ
”ِﺇ ﱠte’kid dışında tekrarlanmışsa, müferrağ istisnâ haricinde ve her durumda
sonraki müstesnâları nasb eder, müferrağ istisnâda ise âmil herhangi bir müstesnâda
amel eder diğerleri de nasb edilir. Amel edilecek müstesnânın ilk müstesnâ olması
tercih edilir.
2. Tam gayr-ı mûceb istisnâda eğer müstesnâlar, müstesnâ minhten sonra gelirse,
bunlardan birinin bedel olarak seçilip tâbi kılınması, diğerlerinin de nasb edilmesi
câizdir.280
c. “ﻻ
”ِﺇ ﱠnın “ﻴﺭ ﻏ
” ﹶMânasında Kullanılması
asıl olan sıfat olmasıdır. 281 Fakat buna rağmen birbirlerinin yerine kullanıldıklarını
“ﻻ
”ِﺇ ﱠedatı, “ﻴﺭ ﻏ
” ﹶmânasında kullanıldığında, istisnâî mânası kalkar ve ondan
280
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 340-342.
*
ﺭ ﻴ ﻏ
( ﹶve mânası ile ilgili geniş bilgi çalışmamızın ilerleyen kısımlarında, konu başlığı altında
zikredilecektir).
281
Muhammed Said İsbir-Bilâl Cüneydî, a.g.e., s. 630; Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 138.
282
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 135; Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 682; Fâdıl Sâlih es-
Sâmirrâî, a.g.e., II, 226.
283
Muhammed Said İsbir-Bilâl Cüneydî, a.g.e., s. 162.
284
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 135.
62
“... ﺩﺘﹶﺎ ﺴ
ﷲ ﹶﻟ ﹶﻔ
ُ ﻻﺍ
ﻬ ﹲﺔ ِﺇ ﱠ ﺎ ﺁِﻟﻥ ﻓِﻴ ِﻬﻤ
“ ”ﻟﹶﻭ ﻜﹶﺎEğer o ikisinde Allah’tan başka ilahlar bulunmuş
sebeple, “ﷲ
َ ”ﺍlafzı istisnâ üzere mansûb olmaz.286
doğru olmaz. Çünkü istisnânın geçerli olmadığı yerde bedel de geçerli olmaz. Bu
konumda cümle istisnâ olmuş olsa dahi bedel yapılamazdı. Çünkü cümle olumludur.
Bilindiği üzere tam mûceb istisnâlarda nasb vâciptir. İstisnâ yapıldığı taktirde mânası;
“.ﺩﺘﹶﺎ ﺴ
ﷲ ﹶﻟ ﹶﻔ
ُ ﻓِﻴﻬِﻡ ﺍﻴﺱ ﹶﻟ،ﻬ ﹲﺔ ﺎ ﺁِﻟﻥ ﻓِﻴ ِﻬﻤ
“ ”ﻟﹶﻭ ﻜﹶﺎEğer o iksinde aralarında Allah’ın olmadığı
“.ﻥ
ﺨِﻠﺼِﻴ
ﻤ ﹾ ﻻ ﺍﻟ
ﻫ ﹾﻠﻜﹶﻰ ِﺇ ﱠ ﻥ
ﺎ ِﻤﻠﹸﻭﺍﻟﻌ ﻭ،ﺎ ِﻤﻠﹸﻭﻥﻻ ﺍﻟﻌ
ﻫ ﹾﻠﻜﹶﻰ ِﺇ ﱠ ﻥ
ﻭﺎِﻟﻤﺍﻟﻌ ﻭ،ﻭﻥﺎِﻟﻤﻻ ﺍﻟﻌ
ﻫ ﹾﻠﻜﹶﻰ ِﺇ ﱠ ﺱ
”ﺍﻟﻨﱠﺎ
“İnsanlar helâk oldu âlimler hariç, âlimler de helâk oldu ilmiyle amel edenler hariç,
ilmiyle amel edenler de helâk oldu ihlâslı samimî olanlar hariç”288 hadis-i şerifinde de
maksat şöyledir;
“.ﻫ ﹾﻠﻜﹶﻰ
ﻥ
ﺨِﻠﺼِﻴ
ﻤ ﹾ ﺭ ﺍﻟ ﻴ ﻏ
ﻥ ﹶ
ﺎ ِﻤﻠﹸﻭ ﻭﺍﻟﻌ،ﻫ ﹾﻠﻜﹶﻰ ﻥ
ﺎ ِﻤﻠِﻴﺭ ﺍﻟﻌ ﻴ ﻏ
ﻥ ﹶ
ﻭﺎِﻟﻤ ﻭﺍﻟﻌ،ﻫ ﹾﻠﻜﹶﻰ ﻥ
ﺎِﻟﻤِﻴﺭ ﺍﻟﻌ ﻴ ﻏ
ﺱ ﹶ
”ﺍﻟﻨﱠﺎ
“Âlimlerden başka insanlar helâk oldu, ilmiyle amel edenlerden başka âlimler helâk oldu,
ihlâslılardan başka da ilmiyle amel edenler helâk oldu.”
Çünkü cümle tam-mûceb istisnâdır. Bu hadisin istisnâ yapılması câiz olabilir. Fakat
yukarıda zikredilen âyetin “nasb” ile istisnâ yapılması câiz değildir.
285
el-Enbiyâ, 21/22.
286
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 135-136.
287
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 135-136.
288
Aclûnî, İsmail b. Muhammed, a.g.e., II, 415.
63
“.ﻪ ﺒ ﺎ ِﻗﺩ ﹶﻓﻌ ﻴ ﺯ
ﻻ
ﺩ ِﺇ ﱠ ﺤ
ﻡ ﺃ ﻥ ﻗﹶﺎ
“ ”ﺇEğer Zeyd’den başkası ayağa kalkarsa, onu
* “ﻴﺭ ﻏ
” ﹶasıl itibariyle muğâyere (değişiklik) ifâde eder, Şu âyet-i kerîmede olduğu gibi;
“... ﻋ ﹾﻠ ٍﻡ
ِ ِﻴﺭ ﻡ ﺒِ ﹶﻐ ﻫ ﺀ ﺍﻫﻭ ﻭﺍ ﺃﻅﹶﻠﻤ
ﻥ ﹶ
ﻊ ﺍﱠﻟﺫِﻴ ﺒ ل ﺍﱠﺘ
ِ ﺒ ” Hayır! Zulmedenler (nefsâni) arzularına
bilgisizce uydular...290
değildir.”291
durumda “ﻻ
”ِﺇ ﱠnın kullanımı doğru olamaz. Fakat bazen “ﻴﺭ ﻏ
” ﹶnın “ﻻ
”ِﺇ ﱠmânasında
hükmünü alır.292
“ﻴﺭ ﻏ
” ﹶ, Munkatı‘ olsun, munfasıl olsun, mûceb-gayr-ı mûceb olsun, müferrağ
olsun, müstesnâ, müstesnâ minhten önce gelsin, sonra gelsin fark etmeden tüm istisnâ
çeşitlerinde kullanılabilir.294
289
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 331.
290
er-Rum, 30/29.
291
Kâf, 50/31.
292
Fâdıl Sâlih es-Sâmirrâî, a.g.e., II, 227.
293
Sibeveyh, a.g.e., II, 343.
294
Fâdıl Sâlih es-Sâmirrâî, a.g.e., II, 227.
64
ﺽ
ِ ﺭ ﺍﻷﺎ ِﺀ ﻭﺴﻤ
ﻥ ﺍﻟ
ﻡ ِﻤ ﺯ ﹸﻗ ﹸﻜ ﺭ ﻴ ﷲ
ِ ﺭ ﺍ ﻴ ﻏ
ﻕ ﹶ
ٍ ﻥ ﺨﹶﺎِﻟ
ل ِﻤ
ْ ﻫ ﻡ ﻋﻠﹶﻴ ﹸﻜ
ﷲ
ِ ﹶﺔ ﺍﻌﻤ ِﻭﺍ ﻨﺱ ﺍ ﹾﺫ ﹸﻜﺭ
ﺎ ﺍﻟﻨﱠﺎﻴﻬ”ﻴﺎ ﺃ
“.ﻥ
ﻭ ﻓﹶﺄﻨﱠﻰ ﺘﹸﺅ ِﻓﻜﹸﻭ ﻫ ﻻ
ِﺇ ﱠ“ ﻻ ﺇﹶﻟﻪEy insanlar!. Allah’ın üzerinizde olan nimetini hatırlayınız.
Allah'tan başka sizi göklerden ve yerden rızıklandıran bir Hâlık var mıdır?. O’ndan
başka ilâh yoktur. O hâlde nereden dondurulmuş oluyorsunuz?”295
. “ﻥ
ﺅ ﹶﻓﻜﹸﻭ ﻜﹶﺎﻨﹸﻭﺍ ﻴﻋ ٍﺔ ﹶﻜ ﹶﺫﻟِﻙ
ﺎ ﺴﻴﺭ ﻏ
ﺎ ﹶﻟ ِﺒﺜﹸﻭﺍ ﹶﻥ ﻤ
ﻭﺠ ِﺭﻤ
ﻤ ﻡ ﺍﻟ ﺴ
ِ ﻴ ﹾﻘ ﻋ ﹸﺔ
ﺎﻡ ﺍﻟﺴ ﻡ ﹶﺘﻘﹸﻭ ﻭﻭﻴ ”
“Ve o gün ki, kıyâmet kopar, günahkârlar -dünyada- bir saatten başka
kalmadıklarına yemin ederler. İşte onlar -doğru sözden-böylece çevirilir kimseler
olmuşlardı.”296
ل
ٍ ﻡ ِﺒﻠﹶﻴ ﺄﺘِﻴ ﹸﻜﷲ ﻴ
ِ ﺭ ﺍ ﻴ ﻏ
ﻪ ﹶ ﻥ ﺇﹶﻟ
ﻤ ﻤ ِﺔ ﻭ ِﻡ ﺍﻟﻘِﻴﺎﺩﹰﺍ ﺇﻟﹶﻰ ﻴﺭﻤ ﺴ
ﺭ ﺎﻡ ﺍﻟﱠﻨﻬ ﻋﻠﹶﻴ ﹸﻜ
ﷲ
ُ لﺍ
َ ﻌﻥ ﺠ
ﻡ ﺇ ﺃﻴﹸﺘل ﺃﺭ
َ ” ﻗﹶﺎ
“.ﻥ
ﻭﺼﺭ
ِ ﺒ ﻥ ﻓِﻴ ِﻪ ﺃﻓﹶﻼ ﹸﺘ
ﺴ ﹸﻜﻨﹸﻭ
“ ﹶﺘDe ki: Söyleyiniz, eğer Allah sizin üzerinize gündüzü dâimî
kılacak olsa, Allah'tan başka hangi mâbuttur ki, size kendisinde istirahat edecek
olduğunuz bir geceyi getiriverir. Hâlâ görmüyor musunuz?”297
“.ﻊ
ﻀﺭِﻴ
ﻥ
ﻻ ِﻤ
ﻡ ِﺇ ﱠ ﺎﻁﻌ
ﻡ ﹶ ﻬ ﹶﻟﻴﺱ ”ﹶﻟOnlar için kuru bir dikenden başka bir yiyecek yoktur.298
Bu örnekte “.ﻊ
ﻀﺭِﻴ
ﻥ
ِﻤﻴﺭ ﻏ
” ﹶdenilmesi doğru olmaz, çünkü “ﻴﺭ ﻏ
” ﹶlafzî değil mânevî bir
“ﻴﺭ ﻏ
” ﹶcar ve mecrûrun önüne gelmez. Aynı şekilde, “.ﻁﻠﹶﺒﹰﺎ ِﻟ ﹾﻠ ِﻌ ﹾﻠ ِﻡ
ﻻ ﹶ
ﺕ ِﺇ ﱠ
ﺠ ْﺌ ﹸ
ِ ﺎ“ ”ﻤBen ancak
295
Fâtir, 35/3.
296
er-Rum, 30/55.
297
el-Kasas, 28/72.
298
el-Ğaşiye, 88/6.
65
bazen kendi özel manasını da barındırabilir. Yâni, “ﻻ
”ِﺇ ﱠile mâna bakımından tam bir
mutabakat arzetmeyebilir.
bir uygunluk ifâde etmezler. Birinci örnekte “ﻡ “ ”ﻗﹶﺎkalkma” fiili sadece “ﻤ ٍﺩ ﺤ
ﻤ ”
“Muhammed” için isbat edilmiştir. Diğerleri ise nefy edilmişlerdir. İkinci cümlede ise;
bu anlamla birlikte başka bir anlam da içermektedir. O da “Muhammed” in
dışındakilerin kalkmadığıdır. Kalkma eylemi Muhammed’in dışındakiler için nefy
edilmiştir. Vurgu, Muhammed’in dışındakilerin kalkmadığı yönündedir. Aynı şekilde
“.ﷲ
َ ﻻ ﺍ
ﺩ ِﺇ ﱠ ﺒ ﻌ “ ”ﻻ ﹶﺘAncak Allah’a kulluk et! ve “.ﷲ
ِ ﺍﻴﺭ ﻏ
ﺩ ﹶ ﺒ ﻌ “ ”ﻻ ﹶﺘAllah’tan başkasına
kulluk etme.” örnekleri de mânaca tam bir uygunluk göstermezler. Birinci örnekte
istenilen sadece Allah’a kulluk edilmesidir. İkincisi ise birincisinin mânasını içerdiği
gibi, Allah’tan başkasına kulluğu nehy eden bir mâna da içermektedir. Allah’ın dışında
her şeye, putlara, taşlara, ağaçlara vb. şeylere de kulluğu yasaklamaktadır. Sanki cümle
“putlara, taşlara, ağaçlara vb. şeylere de kulluk etmeyin” anlamındadır. Yâni: cümlenin
vurgusu bu yöndedir. Birincisinde ise vurgu sadece Allah’a kulluk edilmesi
yönündedir.299
d. “ﻻ
”ِﺇ ﱠAnlamındaki “ﺎ” ﹶﻟﻤ
Nadiren de olsa Arap dilinde “ﺎ ”ﹶﻟﻤedatı, “ﻻ
”ِﺇ ﱠmânasında kullanılmaktadır. Bu
durumda cümle olumsuz olmak zorundadır. Ayrıca dahil olduğu cümlede kendisiyle
anlam genişlemesi yapılmamalı, aksine anlam daralması olmalıdır.300
“. ﻅ
ﺎ ِﻓ ﹲﺎ ﺤﻴﻬ ﻋﹶﻠ
ﻤﺎ ل ﹶﻨ ﹾﻔﺱٍ ﹶﻟ
ُ ﻥ ﹸﻜ
“ ”ﺇGözetip koruyanı olmayan hiçbir nefis yoktur.”301
299
Fâdıl Sâlih es-Sâmirrâî, a.g.e., II, 228.
300
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 681; Mehmet Zihni Efendi, a.g.e., s. 252-253.
301
et-Târık, 86/4.
66
“.ﻥ
ﻭﻀﺭ
ﺤ
ﻤ ﻴﻨﹶﺎﻊ ﹶﻟﺩ ﺠﻤِﻴ
ﺎﻥ ﹸﻜلﱡ ﱠﻟﻤ
ﺇ(“ ”ﻭOnlar mahşer günü hep birlikte) ancak
kerimelerde “ﻥ
”ﺇnefiy edatıdır. “ﺎ ”ﱠﻟﻤda, “ﻻ
”ِﺇ ﱠmânasında kullanılmıştır. Bu edat,
yukarıdaki âyetlerde olduğu gibi, bir isim cümlesinde kullanılılır. Fiil cümlesinde
kullanıldığında ise fiil, lafzen mâzi, mânen gelecek zamanı ifade eder.
“.ﻑ
ﻭ َﹶﻤ ﹾﻠﻬ ﺕ ﺍﻟ
ﻏ ﹾﺜ ﹶ
ﺎ ﺃ ﹾﷲ ﹶﻟﻤ
َ ﻙﺍ
ﺩ ﹸﺘ ﺸ
“ ”ﻨﹶﺎ ﹶAllah adına senden sadece çaresize (yardıma muhtaç
istemedim.”303 şeklindedir.
Kasem cümlesinin fiili hazfedilir:
“.ﺕ ﹶﻜﺫﹶﺍ
ﻌ ﹶ ﹶﻨﺎ ﺼﷲ ﹶﻟﻤ
ِ “ ”ﺒِﺎAllah adına ne olur, bu işi yap.”304
e. Vasıf “ﻻ
”ِﺇ ﱠsı
Kendisinden sonra gelen kelimeye bitişerek sıfat türünden olan yeni bir kelime
kullanılan “ﻻ
”ِﺇ ﱠile karşılaştırmamız daha iyi olacaktır.
302
Yâsîn, 36/32.
303
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 681.
304
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 681.
305
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 328.
67
Eğer bu örnekte bizden “ﻲ
ﺴ ﹾﻠ ِﻜ
ِ ” kelimesini i’râb etmemiz istenseydi; şüphesiz;
onu “ل
ٍ ﺎ ”ﺍ ﱢﺘﺼkelimesinin sıfatı olarak i’râb edecektik. Aynı şekilde şu kullanım tarzını
da görüyoruz:
“.ﺎﻬﻤ ﻴ ﹶﻨﻲ ﺒ
ﺴ ﹾﻠ ِﻜ
ِ لﻻ
ٍ ﺎﻤ ِﺔ ﺍ ﱢﺘﺼ ﻋﻠﹶﻰ ﺇﻗﹶﺎ
ﻴ ﹸﺔ ﺒﻨﹶﺎ ِﻨ ﹸﺔ ﻭﺍﻟﱡﻠﻭ ِﺭﻴﻥ ﺍﻟﺴ
ِ ﹶﺘﺎﺤﻜﹸﻭﻤ
“ ”ﺍ ﱠﺘ ﹶﻔ ﹶﻘﺕِ ﺍﻟLübnan ve Suriye
gibi “ﻲ
ﺴ ﹾﻠ ِﻜ
ِ ”ﻻkelimesi “ﻲ
ﺴ ﹾﻠ ِﻜ
ِ ” kelimesi gibi tek bir kelimedir. Her ikisi de “ل
ٍ ﺎ”ﺍ ﱢﺘﺼ
kelimesine sıfat olarak gelmişlerdir. Aralarındaki tek fark; ikinci kelimenin, birinci
kelimeyle zıt anlam taşımasıdır. Bu zıt anlamı da nefy harfi olan “ ”ﻻdan alınmıştır. Bu
“. ﻲ
ﻼ ِﻗ
ﺨﹶﺭ ﻻ ﺃ ﹾ ﻤ ﻫﺫﹶﺍ ﺃ ” “Bu ahlâkî bir durum değildir.”307
“. ﻲ
ﻼ ِﻗ
ﺨﹶ ﻻ ﺃ ﹾﻫﺫﹶﺍ ﹶﻓ ﹶﺘﻰ ” “Bu, ahlâksız bir gençtir” 308 gibi. Bu örneklerde geçen “”ﻻ,
“ﻲ
ﺴ ﹾﻠ ِﻜ
ِ ”ﻻ, “ﻲ
”ﻻ ﺃﺨﹾﻼ ِﻗgibi kullanımların her biri, tek bir kelimeymiş gibi kabul edilir.
İngilizce’de kullanılan kelimelerin önüne gelerek olumsuzluk ifâde eden “in” ve “im”
takıları “ ”ﻻgibidir. Birleştikleri kelime ile tek bir kelime haline gelirler; “capable”,
“ﻲ
ﺴ ﹾﻠ ِﻜ
ِ ”ﻻyerine “ﻲ
ﺴ ﹾﻠ ِﻜ
ِ ﻻ
”ِﺇ ﱠgibi. Aynı şekilde “ahlâkının azlığıyla tanınan bir adamın
de “.ﻲ
ﻼ ِﻗ
ﺨ ﹶ
ﻻﺃﹾ
ل ِﺇ ﱠ
ُﺠ ﺀ ﺍﻟﺭ ﺠﺎ
” ifadesiyle anlatılırdı. İkinci kullanımın irabı şu şekildedir.
306
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 328-329.
307
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 329.
308
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 329.
68
ﺀ ﺎ = ﺠMâzi fiil,
ل
ُﺠ = ﺍﻟﺭMerfu isimdir, fâildir.
“ﻻ ﺃﺨﹾﻼﻗِﻲ
”ِﺇ ﱠTek kelime hâlinde “ل
ُﺠ ”ﺍﻟﺭnun sıfatıdır, merfûdur.309
1. Mevsûfunun cemi münker (çoğul nekra) veya şibhi münker olması gerekir.
“ ﺍﷲﻴﺭ ﻏ
“ ” ﹶAllah’tan başka” şeklindedir. Burada istisnânın olması doğru olmaz. Çünkü
Allah’ın olmadığı ilahlar olsaydı, her ikisi de fesâda uğrardı” şeklinde olurdu. Yâni
buradan:
Şibhi münker ise, kelimenin “cins için gelen ”ﺍلtakısıyla mârife olmasıdır.
“.ﻥ
ﻭﺎِﻟﻤﻻ ﺍﻟﻌ
ﻫ ﹾﻠﻜﹶﻰ ِﺇ ﱠ ﺱ
“ ”ﺍﻟﻨﱠﺎÂlimler hariç, insanlar helâk oldu.” Fakat nahivcilerin
2. (Çoğul) cemî değilse, çoğul anlamına gelen tekil kelime de kullanılabilir. Örneğin;
“.ﺩ ﻻ ﺨﹶﺎِﻟ
ﺩ ِﺇ ﱠ ﺤ
ل َﺃ
َ ﺎ ﺃ ﹾﻗﺒ“ ”ﻤHâlit’ten başka kimse karşılamadı.”
309
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 328-330.
310
el-Enbiyâ, 21/22.
311
Fâdıl Sâlih es-Sâmirrâî, a.g.e., II, 224-225.
69
Sîbeveyh “ﻻ
“ ”ِﺇ ﱠilla” ile her türlü nekrenin vasıflandırılmasını câiz görür. Şu
mutlaka yenilirdik.”312
kullanılamayacağıdır.313
B. İsim Olan İstisnâ Edatları
edat, mâna açısından istisnâ için kullanılırlar ve açık bir şekilde cümlenin hüküm ve
mânasına ortak olurlar. “Başka, ... dan başkası, gayrı, olmayan, hariç, ...” vb.
anlamları taşırlar.315
Şimdi bunları ayrı ayrı ele alarak inceleyelim:
1. “ﻴﺭ ﻏ
”ﹶ
mânaya sahiptir.316
“.ﺭﻙ
ﻴ ﻏ
ﻑ ﹶ
ﻴ ﹲ ﻀ
ﺭﻨِﻲ ﻀ
ﺤ
” “Bana senden başka bir misafir geldi.”317
312
Sibeveyh, a.g.e., II, 331.
313
Fâdıl Sâlih es-Sâmirrâî, a.g.e., II, 225.
314
Sibeveyh, a.g.e., II, 309.
315
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 343; Muhammed Hayr Hilvânî, a.g.e., II, 464.
316
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 345; Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 137; Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e.,
s. 681; Muhammed Said İsbir-Bilâl Cüneydî, a.g.e., s. 630.
317
Muhammed Said İsbir-Bilâl Cüneydî, a.g.e., s. 630.
70
“.ﺴﻌِﻴ ٍﺩ
ﺭ ﻴ ﻏ
ﹶﺎ ِﺒﻘﹸﻭﻥﻤ ﹶﺘﺴ ﻉ ﺍﻟ
ﺭ ﺴ
“ ”ﺃSâid dışında, tüm yarışçılar koştular.” Örneğinde
İbrahim’den başka bir şahıstır. İkinci örnekte de kendisine uğranan adam, Ali’nin
dışında bir adamdır.319
Sıfat olan mecrûruna örnek;
“... ﷲ
ِ ل ﺍ
ِ ﺴﺒِﻴ
ﻥ ﻓِﻲ
ﻭﺎ ِﻫﺩﻤﺠ ﺍﻟﺭ ِﺭ ﻭ ﻀ
ﺭ ﺃﻭﻟِﻲ ﺍﻟ ﻴ ﻏ
ﻥ ﹶ
ﺅ ِﻤﻨِﻴﻥ ﺍﻟﻤ
ِﻤﻭﻥﻋﺩ
ِ ﺴﺘﹶﻭﻱ ﺍﻟﻘﹶﺎ
ﻴ ﻻ
”ﹶ
“Müminlerden özürlü olmayıp da harbe gitmeyenler, Allah yolunda cihad edenler ile bir
“.ل
ٍ ﻁﻭِﻴ
ﻴﺭِ ﹶ ﻏ
ل ﹶ
ٍﺠ ﺭ ﺕ ِﺒ
ﺭ ﹸ ﺭ ﻤ ” “Uzun olmayan bir adama uğradım.”321 cümlesinde “ل
ٍ ﻁﻭِﻴ
”ﹶ
“ﻴﺭ ﻏ
” ﹶve “ﻯﺴﻭ
ِ ”, “ﻻ
”ِﺇ ﱠanlamında istisnâ için kullanılar.322 İsim olan bu iki edat “ﻻ
”ِﺇ ﱠ
318
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 343.
319
Fâdıl Sâlih es-Sâmirrâî, a.g.e., II, 226.
320
en-Nisa, 4/95.
321
Fâdıl Sâlih es-Sâmirrâî, a.g.e., II, 226.
322
Muhammed Said İsbir-Bilâl Cüneydî, a.g.e., s. 630.
71
İkincisi: İsim olan bu istisnâ edatlarının harekelenmesi ve irabı. Çünkü bu
edatlar, isim olduklarından dolayı tüm isimlerde olduğu gibi mutlaka, irâbî bir hükme
sahip olmalıdır. Bu edatlar, cümledeki konumlarına göre merfu, mensûb ve mecrûr
olabilirler.323
Bu isim edatlarının:
1. Müstesnânın irâbı ve harekesi konusunda tek bir kural vardır, o da şudur: Müstesnâ,
daima bu edatın muzafun ileyhi olarak irâb alır ve cer ile harekelenir. Yâni müstesnâ
olarak alması gereken harekeyi kendisi almaz, edatı alır. Burada dikkat edilmesi
gereken bir husus vardır. Müstesnâ mutlaka müfred olmalıdır. Yâni cümle veya şibhi
cümle olmamalıdır. İsim olan edat ise muzaftır. Şu örneklerde olduğu gibi.324
“A”: Cümle olumlu, müstesnâ minhü zikredilir.
“.ﺴﻌِﻴ ٍﺩ
ﻴﺭ ﻏ
ﻥ ﹶ
ﺎ ِﺒﻘﹸﻭﺘﺴﻉ ﺍﻟﻤ
ﺭ ﺴ
“ ”ﺃSâid haricinde, yarışmacılar hızlandılar.”
“.ﺤ ٍﺩ
ِ ﺍ ﻭﻴﺭ ﻏ
ﻥ ﹶ
ﻭ ﺍﻟﻔﹶﺎ ِﺌﺯ“ ” ﹶﻓﺭِﺡBiri hariç, kazananlar sevindiler.”
“.ٍﺠﻡ
ﹶﻨﻴﺭ ﻏ
ﻡ ﹶ ﻭﺕِ ﺍﻟ ﹸﻨﺠﺭﻅﻬ
“ ” ﹶBir yıldız haricinde, yıldızlar göründüler.”
yarşmacılar hızlanmadılar.”
“.ﺴﻌِﻴ ٍﺩ
ﺭ ﻴ ﻏ
ﻥ ﹶ
ﺕ ﺍﻟﻔﹶﺎ ِﺌﺯِﻴ
ﺃﻴ ﹸﺎ ﺭ ”ﻤya da “.ﺴﻌِﻴ ٍﺩ
ﻴﺭ ﻏ
ﻥ ﹶ
ﺕ ﺍﻟﻔﹶﺎ ِﺌﺯِﻴ
ﺃﻴ ﹸﺎ ﺭ“ ”ﻤSâid hariç,
kazananları görmedim.”
“.ٍﺠﻡ
ﺭ ﹶﻨ ﻴ ﻏ
ﻡ ﹶ ﻭﺕ ﺍﻟ ﱡﻨﺠ
ﺭ ﹸ ﻅ
ﺎ ﹶﻨ ﹶ ”ﻤya da “.ٍﺠﻡ
ﹶﻨﻴﺭ ﻏ
ﻡ ﹶ ﻭﺕ ﺍﻟ ﱡﻨﺠ
ﺭ ﹸ ﻅ
ﺎ ﹶﻨ ﹶ“ ”ﻤBiri hariç, yıldızlara
bakmadım.”
“C”: Cümle olumsuz, müstesnâ minhü zikredilmemiştir.
“ﺴﻌِﻴ ٍﺩ
ﺭ ﻴ ﻏ
ﹶ... ﻉ
ﺭ ﺴ
ﺎ ﺃ“ ”ﻤSâid’den başkası hızlanmadı.”
“ﺴﻌِﻴ ٍﺩ
ﻴﺭ ﻏ
ﹶ... ﺕ
ﺃﻴ ﹸﺎ ﺭ“ ”ﻤSâid’den başkasını görmedim.”
323
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 343; Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 330.
324
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 343; Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 330.
72
“ﺴﻌِﻴ ٍﺩ
ِﻴﺭ ﻟِ ﹶﻐ... ﺕ
ﺭ ﹸ ﻅ
ﺎ ﹶﻨ ﹶ“ ”ﻤSâid’den başkasına bakmadım.”325
“.ﺎ ِﺩﺤﺴ
ﺎ ﹶﺘﺔِ ﺍﻟﺸﻤ
ﹶﻴﺭ ﻏ
ﹶ،ﻭﻥﻋﻠﹶﻰ ﺍﻟ ﹶﻔﺘﹶﻰ ﻭ ﹶﺘﻬ
ﺭ ﻤ ﺩ ﹶﺘ ﺏ ﹶﻗ
ِ ﺎ ِﺌﻤﺼ “ ” ﹸﻜلﱡ ﺍﻟHasetçilerin, onun kötü
hallerine sevinmeleri hariç, başına gelen tüm musibetler genç için kolay ve önemsiz
görünür.”328
Cümle tam-gayr-ı mûceb (olumsuz) olduğunda; edatın istisnâ üzere nasbı veya
müstesnâ minhe tâbi olması (bedel olarak irâb alması) câizdir. Daha önce
zikredilen “B” grubundaki örneklerde olduğu gibi.329
Fakat tercih edilen seçenek mâ kabline (öncesine) tâbi olarak irâb almasıdır.
“... ﷲ
ِ ل ﺍ
ِ ﺴﺒِﻴ
ﻥ ﻓِﻲ
ﻭﺎ ِﻫﺩﻤﺠ ﻭﺍﻟ ﺭ ِﺭ ﻀ
ﺭ ُﺃﻭﻟِﻲ ﺍﻟ ﻴ ﻏ
ﻥ ﹶ
ﻤ ْﺅ ِﻤﻨِﻴ ﻥ ﺍﻟ
ِﻤﻭﻥﻋﺩ
ِ ﺴ ﹶﺘﻭِﻱ ﺍﻟﻘﹶﺎ
ﻴ ”ﻻ
“Mü’minlerden özürlü olmayıp da harbe gitmeyenler Allah yolunda cihâd edenler ile
325
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 344.
326
Mehmet Zihni Efendi, a.g.e., s. 225.
327
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 344.
328
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 344.
329
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 344; Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 138-139; Mehmet Zihni Efendi, a.g.e., s.
256.
73
bir olmazlar…” 330 âyet-i kerimesinde “ﺭ
ﻴ ﻏ
” ﹶlafzı “ﻭﻥﻋﺩ
ِ ‘ ”ﺍﻟﻘﹶﺎe sıfat olarak merfu;
“ﻥ
ﻤ ْﺅ ِﻤﻨِﻴ ” mü’mine kelimesine sıfat olarak mecrûr ve istisnâ üzere mansûb olabilir.331
“ﺩ ﺤ
ﻴ ٍﺩ َﺃ ﺯ ﻴﺭ ﻏ
ﺀ ﹶ ﺎﺎ ﺠ“ ”ﻤZeyd’den başka biri gelmedi.”333 örneğinde olduğu gibi
Aynı şekilde;
olmuştur.
330
en-Nisa, 4/95.
331
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 139; Mehmet Zihni Efendi, a.g.e., s. 256.
332
Mehmet Zihni Efendi, a.g.e., s. 255.
333
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 344.
334
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 344.
335
Mehmet Zihni Efendi, a.g.e., s. 225.
336
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 344-345; Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 139.
337
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 345.
74
“. ﺨﹶﺎِﻟ ٍﺩﻴﺭ ﻏ
ﺕ َﹶ
ﻴ ﹸ ﺃﺎ ﺭ“ ”ﻤHâlit’ten başkasını görmedim” örneğinde edat mef’ûlün bih
2. “ﻯﺴﻭ
ِ ”
“ﻯﺴﻭ
ِ ”, “ﻴﺭ ﻏ
” ﹶgibi asıl itibariyle isimdir.340 “ﻯﺴﻭ
ِ ”nın üç okunuş biçimi vardır;
“ﻭﻯ
ﺴ ” şeklinde “ ”ﺱharfinin ötreli haliyle okunması,
“ﻯﺴﻭ
ِ ” şeklinde “ ”ﺱharfinin kesreli okunması,
“ﻭﻯ
ﺴ ” şeklinde “ ”ﺱharfinin üstün okunması.341
kâidelerine göre müstesnânın harekesidir. Yâni bu edattan sonraki kelime muzâfün ileyh
ile bittiğinden hareke alması mümkün değildir. İ’râbı istenirse; cümledeki durumuna
göre elif-i maksûre “‘ ”ﻱye hareke takdîr edilir. Yâni; bu edat, diğer ismi maksûrlar gibi
338
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 139; Bkz. Muhammed Said İsbir-Bilâl Cüneydî, a.g.e., s. 631-362.
339
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 139.
340
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 103.
341
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 139; Muhammed Said İsbir-Bilâl Cüneydî, a.g.e., s. 535.
75
“ﻯﺴﻭ
ِ ”nın sonundaki elife fethâ takdîr edilir.
“. ﺏ
ٍ ﻯ ِﻜﺘﹶﺎﺴﻭ
ِ ﻡ ﻲ ﺍﻟﻴﻭ
ﻋِﻠ
ﺃﺎ ﹶﻗﺭ“ ”ﻤAli bugün bir kitaptan başkasını okumadı.” 342
“ﻯﺴﻭ
ِ ” istisnâ edatı olmanın yanı sıra sıfat ta olabilir.
“. ﻙ
ﻯ ِﻜﺘﹶﺎ ِﺒﺴﻭ
ِ ﺒﹰﺎ ﻥ ِﻜﺘﹶﺎ
ﺩ ﺍﻵ “ ”ُﺃﺭِﻴŞimdi, senin kitabından başka bir kitap istiyorum.”
“. ﻙ
ﺍ ِﺭ ﺴِﻭﺍﺕ ﻓِﻲ ﺍﻟﺩ
ﺃﻴ ﹸﺎ ﺭ“ ”ﻤEvde senden başkasını görmedim.” gibi.343
Not: “ﻯﺴﻭ
ِ ” “ﻴﺭ ﻏ
” ﹶmanasında kullanılınca isim olur. “ﻻ
”ِﺇ ﱠmanasında
3. “ﻴﺭ ﻏ
” ﹶve “ﻯﺴﻭ
ِ ” Arasındaki Farklar
“ﻴﺭ ﻏ
” ﹶve “ﻯﺴﻭ
ِ ”’nın ortak noktalarının yanı sıra farklılıkları da vardır. Bu
farklılıklar şunlardır;
1. “ﻴﺭ ﻏ
” ﹶzarf olmaz, fakat “ﻯﺴﻭ
ِ ” mekân zarfı olabilir. Şu örnekte olduğu gibi 345
“. ﻙ
ﻭﺍ ﺴ
ِ ﺀ ﺍﻟﺫِﻱ ﺎ“ ”ﺠSenin yerine geçen adam geldi.”
Bu durumda edat, mevsûlün sılası olur. Çünkü sıla ancak cümle veya şibhi
cümle olur. Bu cümlenin takdiri;
342
Akdağ Hasan, a.g.e., s. 250.
343
Akdağ Hasan, a.g.e., s. 250.
344
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 103.
345
Fâdıl Sâlih es-Sâmirrâî, a.g.e., II, 230.
76
“. ﻙ
ﻤﻜﹶﺎ ِﻨ ﺭ ﻓِﻲ ﺴ ﹶﺘ ﹶﻘ
ﺀ ﺍﱠﻟﺫِﻱ ﺍ ﺎ“ ”ﺠSenin yerine yerleşen adam geldi” şeklindedir. “ﻙ
ﺍﺴﻭ
ِ”
burada “ﻙ
ﻋ ﹾﻨ
ﻭﻀﹰﺎ ﻋ
ِ ” “yerine” mânasında mecâzî olarak kullanılmıştır. Ancak Ebû
2. “ﻴﺭ ﻏ
” ﹶnın istisnâda kullanımı “ﻯﺴﻭ
ِ ”nın istisnâda kullanımından daha azdır. “ﺭ ﻴ ﻏ
” ﹶnın
“. ﻲ
ﻋِﻠ
ﻴﺭ ﻏ
ل ﹶ
ٍﺠ ﺭ ﻋﻠﹶﻰ
ﺕ
ﺒ ﹾﻠ ﹸ “ ”َﺃ ﹾﻗAli dışındaki bir adama yöneldim.” örneğinde olduğu
gibi.347
“.ل ِﺒ ِﻪ
َﺨ ﹶ ﺍﱠﻟﺫِﻱ ﺩﻴﺭ ﻏ
ﺠ ٍﻪ ﹶ
ﻭ ﺔِ ِﺒﺤ ﹶﻜﻤ
ﻥ ﺍﻟﻤ
ﺀ ِﻤ ﺒﺭِﻱ ﺝ ﺍﻟ
ﺭ ﺨ
“ ” ﹶMâsum, mahkemeye girmiş olduğu
olmadan belirsizdir. Ancak sılası ile belirlilik kazanabilir. Şu âyet-i kerime buna
güzel bir örnektir.
“.ﻥ
ﺎﻟﱢﻴﻡ ﻭﻻ ﺍﻟﻀ ﻋﻠﹶﻴ ِﻬ
ﺏ
ِ ﻭﻤ ﹾﻐﻀ ﻴﺭِ ﺍﻟ ﻏ
ﻡ ﹶ ﻋﻠﹶﻴ ِﻬ
ﺕ
ﻤ ﹶ ﻌ ﻥ َﺃ ﹾﻨ
ﻁ ﺍﱠﻟﺫِﻴ
ﺍ ﹶﺼﺭ
ِ * ﻡ ﺴ ﹶﺘﻘِﻴ
ﻤ ﻁ ﺍﻟ
ﺍ ﹶﺼﺭ
ﻫ ِﺩﻨﹶﺎ ﺍﻟ ”ﺇ
“(Rabbimiz) bizi dosdoğru yola ilet (hidâyet eyle), kendilerine nimet verdiğin kimselerin
yoluna; gazâb edilmiş olanların ve dalâlete düşenlerin yoluna değil!” 349 Bu âyet-i
belirli kavimlerdir. Bu, istisnâ değildir. Eğer istisnâ olsaydı, nasbı zorunlu olurdu.
346
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 346.
347
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 346.
348
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 346.
349
el-Fâtihâ, 1/6-7.
77
“ﻴﺭ ﻏ
” ﹶmüstesnâ minh olması mümkün olmayan nekre bir isimden sonra
“.ﺎِﻟ ٍﻡﺭ ﻋ
ﻴ ﻏ
ل ﹶ
ٌﺠ ﺭ “ ” ﹶﻗﺩِﻡÂlim olmayan bir adam geldi.”
“.ٍﻼﺡ
ﻴﺭِ ﺴِ ﹶ ﹶﻜ ﹶﺔ ﺒِ ﹶﻐﺭﻌﻲ ﺍﻟﻤ
ﻋِﻠ
ل
َﺨ ﹶ“ ”ﺩAli savaşa silahsız girdi.”
“ﻴﺭ ﻏ
” ﹶzikredilen iki maddede olduğu gibi sıfat olursa “muğâyere” mânası taşır.
“.ﻋﻠﹶﻰ ﹶﺫﻟِﻙ
ﺭ ﻴ ﹾﻘ ِﺩ ﻻﺭﻙ ﻴ ﻏ
“ ” ﹶSenden başkası buna güç yetiremez.”350
Haber olabilir:
“.ل
ٍ ﻬ ِﻤ ﻤ ﺭ ﻴ ﻏ
ﺕ ﹶ
“ ”ﺃ ﹾﻨ ﹶSen ihmâl eden değilsin.”351
“ﻴﺭ ﻏ
” ﹶve “ﻯﺴﻭ
ِ ”nın çoğunlukla istisnâ için kullanıldığını belirtmiştik. “ﻯﺴﻭ
ِ”
istisnâ dışında nekre veya şibh-i nekra olarak geldiği gibi şu tarzda da kullanılabilir;
Mübteda olarak gelebilir:
“.ﻉ
ﺭ ﺴ
ﻤ ﹶﺘ ﻙ
ﺍﺴﻭ
ِ ” “Senin dışındakiler koşuyor.”353
“.ﻋ ﹰﺎﺴﺭ
ﻤ ﹶﺘ ﻙ
ﺍﺴﻭ
ِ ﺕ
ﺃﻴ ﹸ“ ”ﺭSenin dışındakileri koşarken gördüm.”354
350
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 330.
351
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 330.
352
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 330.
353
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 347.
78
“. ﺕ
ِ ﺸﻜِﻼ
ﻤ ﹾ ﺔِ ﺍﻟﺎﹶﻟﺠﻤﻌ ﺩ ﻋ ﹾﻨ
ِ ﺒ ِﺭ ﺼ
ﻯ ﺍﻟﺴﻭ
ِ ﻊ ﻴ ﹾﻨ ﹶﻔ “ ”ﻻSorunların çözümü (tedâvisi) ânında,
“ﻴﺭ ﻏ
” ﹶkelimesinin bir de “ ”ﻻve “ﻴﺱ ”ﹶﻟile kullanılış şekli vardır. Bu tür
“.ﻴﺭ ﻏ
ﹶﻴﺱ ﻡ ﹶﻟ ﺍ ِﻫﺩﺭ ﹸﺓﺸﺭ
ﹶﻋ ﹾﻨﺩِﻱ ﻋ
ِ ” “Bende on dirhem var, başka yok” örneğinde olduğu gibi.
itibariyle müstesnâdır.358
3. “ﻴﺭ ﻏ
” ﹶda muğâyere anlamı varken “ﻻ
”ِﺇ ﱠda mûsâvat (eşitlik) anlamı vardır. “ﻯﺴﻭ
ِ”
anlamı; “Bana Zeyd olmayan (Zeyd’den başkası) bir adam geldi” şeklindedir. İkincinin
anlamı ise, “Bana Zeyd’in yerini dolduran (Zeyd’in değerinde veya vekili olan) bir
kazanmıştır.
354
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 347.
355
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 347.
356
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 347.
357
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 139; Akdağ Hasan, a.g.e., s. 295.
358
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 331.
79
4. “ﻴﺭ ﻏ
” ﹶve Benzerlerinin Müstesnâsına Tâbii Olan Kelimelerinin Hükmü
(İrabı)
mecrûr olarak gelir. Çünkü mûzâfün ileyhtirler. Fakat müstesnâlarından sonra tâbîleri
bulunursa iki durumun câiziyeti söz konusudur.
Birincisi: Mecrûr olan müstesnânın lafzına riâyet edilerek cer edilmesi:
“. ﻥ
ٍﺴﺤ
ﻤ ٍﺩ ﻭ ﺤ
ﻤ ﻴﺭ ﻏ
ﻥ ﹶ
ﺢ ِﻟ ﹾﻠﻔﹶﺎ ِﺌﺯِﻴ
ﺕ ﺍﻟ ِﻤ ﹶﻨ
ﻤ ﹾ ﺩ “ ” ﹸﻗÖdüller, Muhammed ve Hasan hariç
İkincisi: “ﻻ
‘ ”ِﺇ ﱠnın müstesnâsının harekesi ile harekelenmesi:
“ﻴﺭ ﻏ
” ﹶnın müstesnâsına, “ﻻ
”ِﺇ ﱠnın gelmesiyle oluşan yeni durumun gerekliliğine göre
hareke verilir. Daha sonra yeni harekesiyle harekelenir. Fakat bu işlemin yapılabilmesi
için müstesnâ minhin mevcut olması zorunludur.
“ﻴﺭ ﻏ
” ﹶile mansûb olması câizdir
“. ﻥ
ٍﺴﺤ
ﻭ ﻭ ٍﺩﺤﻤ
ﻤ ﻴﺭ ﻏ
ﻥ ﹶ
ﺢ ِﻟ ﹾﻠﻔﹶﺎ ِﺌﺯِﻴ
ﺕ ﺍﻟ ِﻤ ﹶﻨ
ﻤ ﹾ ﺩ ” ﹸﻗ, veya “. ﹶﻨﺎﹰﺴﻭ ٍﺩ ﻭﺤﺤﻤ
ﻤ ﻴﺭ ﻏ
” ﹶşeklinde
“ﻴﺭ ﻏ
” ﹶedatının müstesnâsının cer olamsı gerekir ve burada “ﻴﺭ ﻏ
” ﹶedatının müstesnâsıdır.
359
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 347-348.
80
Nahivciler bu i’râbı; “ﻋﻠﹶﻰ ﺍﻟﺘﱠﻭﻫِﻴ ِﻡ
ﺏ
ﺍﻋﺭ
“ ”ﺍﻹtevhîm (vehm) üzere i’râb” ya da
1. “ﻼ
ﺨﹶ
”ﹶ
“ﻼ
ﺨ ﹶ
” ﹶaslı itibâriyle lâzım fiildir.361 Örneğin;
“.ﻫِﻠ ِﻪ
ﻥﺃ
ﺕ ِﻤ
ﻴ ﹸﻼ ﺍﻟﺒ
ﺨﹶ“ ” ﹶEv, sahiplerinden boşaldı” yâni “evde kimse kalmadı” mânasında
“ﻼ
ﺨ ﹶ
” ﹶ, “ﻻ
”ِﺇ ﱠmânasında da kullanılır. Bu durumda “hâriç, dışında, başka,
konusudur:
mahalli yoktur.365
“. ﻲ
ﻋِﻠ
ﻼ
ﺨﹶﻡ ﹶ ﺀ ﺍﻟﻘﹶﻭ ﺎ“ ”ﺠAli dışında, kavim geldi.”366
“. ﺽ
ٍ ﻤﺭِﻴ ﻼ
ﺨﹶﻰ ﹶﺭﻀ ﻤ ﺏ ﺍﻟ
ﻁﺒِﻴ
ﺹ ﺍﻟ ﱠ
“ ” ﹶﻓﺤBir hasta hariç, doktor hastaları muâyene etti.”367
360
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 347-348.
361
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 331; Fâdıl Sâlih es-Sâmirrâî, a.g.e., II, 235.
362
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 331.
363
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 139.
364
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 108-109.
365
Tâhir Yusuf el-Hatip, a.g.e., s. 180.
366
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 139.
81
“.ﺭ ِﺩ
ﻭ ﻼ ﺍﻟ
ﺨﹶﺭ ﹶ ﺎﺯﻫ ﺕ ﺍﻷ
ﻁ ﹾﻔ ﹸ
“ ” ﹶﻗ ﹶGül hariç, çiçekleri kopardım.” Bu örneklerin müstesnâları
“.ﺩﹰﺍﺯﻴ
ﻼ
ﺨﹶﺏ ﹶ
ﻼ
ﺭ ﺍﻟﻁﱡ ﱠ ﻀ
ﺤ
” “Zeyd dışında, öğrenciler hazır bulundular.”
“.ﻥ
ِ ﻼ ﹶﻓﺘﹶﺎﺘﹶﻴ
ﺨﹶﺏ ﹶ
ﻼ
ﺭ ﺍﻟﻁﱡ ﱠ ﻀ
ﺤ
” “İki genç kız hariç, öğrenciler hazır bulundular.”368
“.ﻭ ِﻡ
ﺭ ﹶﻓ ﹶﺔ ﺍﻟ ﱠﻨ ﻏ
ﻼ ﹸ
ﺨﹶﺕ ﹶ
ِ ﻴﻑ ﺍﻟﺒ
ﹶﻏﺭ
ﺕ ﹸ
ﺨ ﹾﻠ ﹸ
ﺩ ﹶ ” “Yatak odası dışında, evin odalarına girdim.”369
“ﻼ
ﺨ ﹶ
” ﹶfiil olarak kabul edildiğinde, kendisinden sonra gelen müstesnâlar
“.ﺩﹰﺍﺯﻴ
ﻼ
ﺨﹶ
ﺏ ﹶ
ﻼ
ﺭ ﺍﻟﻁﱡ ﱠ ﻀ
ﺤ
” “Zeyd hariç, öğrenciler hazır bulundular” örneğinde; “ﻼ
ﺨﹶ
” ﹶ: elif
üzerinde takdiri fethayla mâzi, mebni fiildir. Fâili ise müstetir gizli zamir olan “ﻭ
ﻫ ” “o” dur.
Eğer “ﻼ
ﺨ ﹶ
” ﹶnın önünde “ﺎ ”ﻤyoksa “ﻼ
ﺨ ﹶ
” ﹶharfi cer olarak da kabul edilebilir. Bu
takdirde, müstesnâsı mecrûr olur. Ayrıca câmid mâzi fiil olarak kabul edilebilir. Bu
367
Bolelli Nusreddin, Arapça Dilbilgisi Sarf-Nahiv ve Terimleri, s. 676.
368
Tâhir Yusuf el-Hatip, a.g.e., s. 181.
369
er-Rummânî en-Nehavî (thk. Abdulfettah İsmail Şibli), Meânîl-huruf, Trablus-Lübnan 1988, s. 114.
370
Bolelli Nusreddin, Arapça Dilbilgisi Sarf-Nahiv ve Terimleri, s. 675.
371
Tâhir Yusuf el-Hatip, a.g.e., s. 181.
372
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 140.
82
durumda da müstesnâsı, mefulün bihi olarak nasb edilir. Fâili de daha önce belirtildiği
gibi müstetir zamirdir.
Fakat “ﻼ
ﺨ ﹶ
” ﹶnın önüne masdar “ﺎ”ﻤsı geldiğinde, “ﻼ
ﺨ ﹶ
”ﻤﺎ ﹶnın fiil olarak kabul
edilmesi zorunlu olur. Sonrasındaki ismin (müstesnâ) de mef’ûlü bihi olarak nasb
edilmesi vâciptir.373
“.ﺩﹰﺍﺯﻴ
ﻼ
ﺨﹶﺎ ﹶﺏ ﻤ
ﻼ
ﺭ ﺍﻟﻁﱡ ﱠ ﻀ
ﺤ
” “Zeyd dışında öğrenciler hazır bulundular (geldiler)”
örneğinde;
“ﺎ”ﻤ: Masdar harfidir. Sükûn üzere mebnîdir. İ’râbda mahalli yoktur. “ﻼ
ﺨ ﹶ
” ﹶ:
Mâzi fiildir. Elif, üzerine takdîr edilen fethâ üzere mebnîdir. Fâili “ﻭ
ﻫ = o” olarak takdir
bulundular.”
Ya da zarf olarak nasb mahallindedir. Takdîri ise;
(vakit) geldiler.”375
“. ل
ٌ ﺍ ِﺌﺎﹶﻟﺔٍ ﺯﻤﺤ ﻻ
ﻭ ﹸﻜلﱡ ﹶﻨﻌِﻴ ٍﻡ ﹶ * ل
ٌﻁِ ﺎﷲ ﺒ
َ ﻼﺍ
ﺨ ﹶ
ﺎ ﹶﻲ ٍﺀ ﻤ
ﺸ
“ ”َﺃﻻ ﹸﻜلﱡ ﹶDikkat edin, Allah’tan başka
373
Tâhir Yusuf el-Hatip, a.g.e., s. 181; Reşîd eş-Şertûnî, a.g.e., IV, 326; Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s.
107-108; Muhammed Said İsbir-Bilâl Cüneydî, a.g.e., s. 480.
374
er-Rummânî en-Nehavî, a.g.e., s. 114.
375
Tâhir Yusuf el-Hatip, a.g.e., s. 181; Reşîd eş-Şertûnî, a.g.e., IV, 326.
83
“.ﻼ ﺍﻟﻌِ ﹶﻨﺏ
ﺨﹶﺎ ﹶﻪ ﻤ ﺍ ِﻜ ﺍﻟ ﹶﻔﻭﺤﺏ
ِ “ ”ُﺃÜzüm hariç, meyveleri severim.”377
Not: Nahiv âlimlerinden bâzıları, istisnâda edatın önüne gelen “ﺎ”ﻤnın mânayı
te’kid (pekiştirme) için gelen “zâid ﺎ ” ﻤolduğu görüşündedirler. Delilleri ise; “ﺎ”ﻤnın
Edatın önüne gelen “ﺎ”ﻤyı “masdar ﺎ”ﻤsı olarak kabul eden nahivcilerin delili
“.ﺩﹰﺍﺤﻤ
ﻤ ﻼ
ﺨﹶل ﹶ
ُ ﺎﺭﺠ ﺀ ﺍﻟ ﺎ“ ”ﺠMuhammed dışında adamlar geldi.” cümlesinin mânası,
sonra almıştır.
“.ﺩﹰﺍﺤﻤ
ﻤ ﻼ
ﺨﹶﺎ ﹶل ﻤ
ُ ﺎﺭﺠ ﺀ ﺍﻟ ﺎ ”ﺠörneği ise; “Adamlar, aralarında Muhammed olmadığı vakit
geldiler.” şeklinde zarf mânalı veya “Adamlar aralarında Muhammed olmadığı halde
geldiler.” şeklinde “hâl” mânalı olmaktadır. Ayrıca istisnâ mânasını direk almaktadır.379
Not: “ﻼ
ﺨ ﹶ
” ﹶzikredilecek olan şu mânalarda mutasarrıf (çekimli) mâzi fiil olarak
da gelebilir:
“ﻍ
ﹶ“ ” ﹶﻓﺭboş olmak, boşaldı” mânasına; örneğin:
“. ﻥ
ﻤﻜﹶﺎ ﻼ ﺍﻟ
ﺨﹶ“ ” ﹶYer boşaldı.”
376
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 684; Tâhir Yusuf el-Hatip, a.g.e., s. 181.
377
Bolelli Nusreddin, Arapça Dilbilgisi Sarf-Nahiv ve Terimleri, s. 676.
378
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 141.
379
Fâdıl Sâlih es-Sâmirrâî, a.g.e., II, 236.
84
“.ﺩ ﻴ ﺯ
ﻼ
ﺨﹶ“ ” ﹶZeyd, işini bitirdi” mânasında gelebilir gibi.
“. ﻥ
ِ ﺒ ﻋﻠﹶﻰ ﺍﻟﱠﻠ
ﺩ ﻴ ﺯ ﻼ
ﺨﹶ“ ” ﹶSütü sadece Zeyd yedi.”
“. ﺏ
ﺎﺸﺒ
ﻼ ﺍﻟ ﱠ
ﺨﹶ“ ” ﹶGençlik mâzide kaldı (geçti).”
“. ﺱ
ِ ﺭ ﺩ ﺕ ِﻟ ﹾﻠ
ﻭ ﹸ ﺨﹶﻠ
“ ” ﹶKendimi dersi verdim.”380
2. “ﺍﻋﺩ
”
gelebilir;
1. Câmid mâzi fiil olarak kabul edilebilir; bu durumda, kendinden sonra gelen
müstesnâyı nasb eder.381 Fâili kendisinde bulunan müstetir (gizli) zamirdir. Bu zamir,
edattan önce zikredilen fiilin masdarına râcidir. Örneğin;
380
Tâhir Yusuf el-Hatip, a.g.e., s. 182.
381
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 107-108.
85
“.ﺍ ﺨﹶﺎﻟِﺩﺍﹰﻋﺩ
ﺏ
ﺭﻜﹶﺎ ﺍﻟﺎ ﹶﻓﺭ“ ”ﺴHâlid dışında, yolcular gittiler (yolculuk ettiler).” cümlesinde
“ﺍﻋﺩ
”: Câmid fiildir. Elif üzerine takdîr edilen fetha üzere mebnîdir. Fâili ise kendisinde
2. “ﺍﻋﺩ
” harfi cer olarak kabul edilebilir.382 Bu takdirde sükûn üzere mebnîdir. İ’râbda
“ﺍﻋﺩ
”nın bu iki durumuyla ilgili örnekler:
“.ﺍ ﻭﺍﺤِﺩﹰﺍﻋﺩ
ﻡ ﻬ ﺏ ﺍﻟﺘﹶﻼﻤِﻴ ﹶﺫ ﹸﻜﻠﱠ
ﺤ
ِ “ ”ﻨﹸBirinden başka, bütün öğrencileri severiz.”
3. “ﺍﻋﺩ
”nın zorunlu olarak mâzi fiil kabul edilmesi, “ﻼ
ﺨ ﹶ
” ﹶda olduğu gibi “ﺍﻋﺩ
”nın da
önüne masdar “ﺎ”ﻤsı gelmesiyle olur. Bu takdirde mutlaka mâzi fiil olarak kabul
“.ﺍ ﺨﹶﺎﻟِﺩﹰﺍﻋﺩ
ﺎﺏ ﻤ
ﻼ
ﺭ ﺍﻟﻁﱡ ﱠ ﻀ
ﺤ
” “Hâlid dışında öğrenciler hazır bulundular.”384
382
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 108-109.
86
“. ل
ِﺨ ﺍﻟ ﱠﻨ ﹾﺭﺸﺠ
ﺍ ﹶﻋﺩ
ﻤﺎ ﺭ ﺎﺸﺠ
ﺕ ﺍﻷ ﹾ
ﺴ ﹸ
ﺭ ﻏ
“ ” ﹶHurma ağacı hâriç, ağaçları diktim.”
“. ﻙ
ﺨ ﹶﺘ
ﺍ ُﺃ ﹾﻋﺩ
ﺎﺕ ﻤ
ﺎ ﹸﺕ ﺍﻟﻁﱠﺎِﻟﺒ
ﹾﺤ“ ” ﹶﻨﺠKız kardeşin hariç, kız öğrenciler başarılı oldular.”
geziye katıldı.”385
4. “ﺍﻋﺩ
”nın çekimli mâzi fiil olarak kullanılması: “ﺍﻋﺩ
”, istisnâ mânası dışında “geçti,
“ﻭﹰﺍﻋﺩ
،ﻭﻌﺩ ﻴ ،ﺍﻋﺩ
” gibi.386
“. ﺏ
ِ ﻌ ﻤ ﹾﻠ ﺏ ﻓِﻲ ﺍﻟ
ﻋ
ِ ﺍ ﺍﻟﻼﻋﺩ
” “Oyuncu, sahada koştu.”
“. ﺭ
ﻬ ﺩ ﺍﻟ ﱠﻨ ﻴ ﺯ ﺍﻋﺩ
” “Zeyd, nehri geçti.”
“.ﺭ
ﻬ ﺕ ﺍﻟ ﱠﻨ
ﻭ ﹸ ﺩ ﻋ
” “Nehri geçtim.”388
3. “ﺎﺸﹶﺎ”ﺤ
Cer harfi olan bu kelime, kendisinden sonra gelen isimlerin son harflerinin
harekelerini cer yapar. Kelime, bu yönüyle cer harfleri arasında yer alırsa da anlamı
383
Tâhir Yusuf el-Hatip, a.g.e., s. 276; Akdağ Hasan, a.g.e., s. 275.
384
Tâhir Yusuf el-Hatip, a.g.e., s. 276.
385
Bolelli Nusreddin, Arapça Dilbilgisi Sarf-Nahiv ve Terimleri, s. 676.
386
Nureddin Abdurrahman el-Cami, a.g.e., I, 256; Tâhir Yusuf el-Hatip, a.g.e., s. 276; Muhammed el-
Antâkî, a.g.e., II, 331.
387
Nureddin Abdurrahman el-Cami, a.g.e., I, 256; Tâhir Yusuf el-Hatip, a.g.e., s. 276; Muhammed el-
Antâkî, a.g.e., II, 331.
388
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 331.
87
yönünden istisnâ edatları arasında yer alır. 389 İstisnâ mânasında kullanılan “ﺎﺸﹶﺎ”ﺤnın
“ﺤﺸﹶﺎ
،ﺎﺵﹶ ﺤ،ﺎﺸﹶﺎ ”ﺤşeklinde üç çeşit ifâde biçimi vardır.390
“.ﺤ ٍﺩ
ِ ﺍﺎﺸﹶﺎ ﻭﺕ ﺤ
ِ ﺎﺩﺭِﻴﺒ ﺏ ﺍﻟ ﱠﺘ
ل ﺍﻟﻁﱠﺎِﻟ
ﺤ َﱠ
” “Öğrenci biri hariç, alıştırmaları çözdü.”393
İstisnâ konusunda “ﺎﺸﹶﺎ”ﺤnın bâzı nahiv âlimleri tarafından mâzi fiil olarak da
kullanıldığı görülür.396 Bu durumda ondan sonraki isim (müstesnâ) mansûb olur ve fâili
“.ﺩﹰﺍﺯﻴ
ﺎﺸﹶﺎﻡ ﺤ ﺍﻟﻘﹶﻭﺏ“ ” ﹶﺫﻫZeyd hariç, kavim gitti.”398
“.ﺎﺸﹶﺎ ﺨﹶﺎﻟِﺩﺍﹰﺏ ﺤ
ﻼ
ﻡ ﺍﻟﻁﱡ ﱠ “ ”ﻗﹶﺎHâlid dışında, öğrenciler ayağa kalktılar.”399
“.ﺩﹰﺍﺯﻴ
ﺎﺸﹶﺎﻡ ﺤ ﺕ ﺍﻟﻘﹶﻭ
ﺒ ﹸ ﺭ ﻀ
” “Zeyd hariç, kavmi dövdüm.”400
389
er-Rummânî en-Nehavî, a.g.e., s. 126; Akdağ Hasan, a.g.e., s. 183.
390
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 332.
391
er-Rummânî en-Nehavî, a.g.e., s. 126.
392
Akdağ Hasan, a.g.e., s. 183.
393
Bolelli Nusreddin, Arapça Dilbilgisi Sarf-Nahiv ve Terimleri, s. 678.
394
er-Rummânî en-Nehavî, a.g.e., s. 126; Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 109; Sibeveyh, a.g.e., II, 349-350.
395
Akdağ Hasan, a.g.e., s. 182.
396
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 109-110.
397
er-Rummânî en-Nehavî, a.g.e., s. 126; Akdağ Hasan, a.g.e., s. 182.
398
er-Rummânî en-Nehavî, a.g.e., s. 126.
399
Akdağ Hasan, a.g.e., s. 182.
400
Fâdıl Sâlih es-Sâmirrâî, a.g.e., II, 238.
88
“ﺎﺸﹶﺎ”ﺤyı fiil kabul eden el-Müberred ve bâzı dil âlimlerinin delilleri ise;
en-Nabîğa’nın şu beytidir:
ِﺩﻥ َﺃﺤ
ﻭﺍ ِﻡ ِﻤ ﻷ ﹾﻗ
َﻥﺍ
ﺎﺸِﻲ ِﻤﻻ ُﺃﺤ
ﻭ ﹶ ﻪ ﻬ ﺸ ِﺒ
ﻴ ﹾ ﺱ
ِ ﻼ ﻓِﻲ ﺍﻟﻨﱠﺎ
ﻋﹰِ ﻯ ﻓﹶﺎﻻ َﺃﺭ
ﻭ ﹶ
“ﺎﺸﹶﺎ”ﺤnın önüne masdar “ﺎ”ﻤsının gelmesi pek nâdirdir. Hattâ bunun caiz
olmadığı dahî söylenir ki; doğru olan görüş de budur. Nitekim Sîbeveyh gibi “ﺎﺸﹶﺎ”ﺤyı
Çünkü; “ﺍﻋﺩ
” ve “ﻼ
ﺨ ﹶ
” ﹶfiildirler. “ﺎﺸﹶﺎ ”ﺤise fiil olarak gelmez. Fakat buna rağmen
“ﺎﺸﹶﺎ”ﺤyı istisnâda mâzi fiil olarak kabul eden nahiv âlimlerine göre “ﺎﺸﹶﺎ”ﺤnın önüne
masdar “ﺎ”ﻤsı gelebilir. Bu durumda fiil olması kesinleşir. Sonraki ismin (müstesnâ)
“. ﻕ
ِ ﻭﺡ ﺍﻟﺴ
ﺎ ِﺭﻤﺴ ﺎﺸﹶﺎﺎ ﺤﺡ ﻤ
ﺎ ِﺭﻤﺴ ﺩ ﺍﻟ “ ”ُﺃﺸﹶﺎ ِﻫÇarşı tiyatrosu hariç, tiyatroların oyunlarını
seyrederim.”
Sonuç olarak istisnâ için kullanılan “ﺎﺸﹶﺎ”ﺤnın harf veya fiil olarak kabul
edilmesi, kendisinden sonraki ismin (müstesnâ olarak) harekelenmesi ile ilgilidir. Yâni,
anlamı her durumda aynıdır, değişmez.403
“ﺸ ﺎ
ﺎ ﹶ ”ﺤedatı daha çok müstesnâyı, müstesnâ minh’in dâhil olduğu hükümden
401
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 142.
402
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 355; er-Rummânî en-Nehavî, a.g.e., s. 126; Akdağ Hasan, a.g.e., s. 182.
403
Akdağ Hasan, a.g.e., s. 169.
89
“.ﺴﻠِﻴﻤ ﹰﺎ
ﺎﺸﹶﺎﻼﻤِﻴ ﹸﺫ ﺤ
ل ﺍﻟ ﱠﺘ ﹶ
َ ﻫﻤ “ ”َﺃSelim hariç, öğrenciler ihmâlkâr davrandılar.”405
Burada dikkat edilmesi gereken bir husus vardır; “tenzih etmek” mâna
itibâriyle bir şahsın veya nesnenin kötü bir durumdan berî, uzak olduğunu beyân etmek
demektir. Bu nedenle müstesnâ minh’e dâhil durum iyi ise burada “ﺎﺸﹶﺎ ”ﺤmüstesnâyı
tenzîh etmek için gelmemiştir. Çünkü müstesnâ minhin dâhil olduğu fiil “ﺼﻼ ﹸﺓ
”ﺍﻟ
“.ﺴﻠِﻴﻤ ﹰﺎ
ﺎﺸﹶﺎﻼﻤِﻴ ﹸﺫ ﺤ
ل ﺍﻟ ﱠﺘ ﹶ
َ ﻫﻤ “ ”َﺃSelim dışında öğrenciler ihmâlkâr davrandılar.” Örneğinde
“ﺵ
ﺤﺎ ﹶ
” edatı müstesnâyı yâni Selim’i “ihmâlkârlık” gibi bir eylemde diğer öğrencilere
“.ﺩﹰﺍﺯﻴ
ﺎﺸﹶﺎﺩ ﺤ ﺠﻨﹸﻭ
ﺏ ﺍﻟ
ﺭ ﻫ ” “Zeyd hariç, askerler kaçtı.”407
“.ﻙ
ﺎﺸﹶﺎ ﺃﺨﹶﺎﺩ ﺤ ﻻ
ﻭ ﹶ ﻕ ﺍﻷ
ﹶﺭ ”ﺴya da “.ﻙ
ﺎﺸﹶﺎ ﺃﺨِﻴﺩ ﺤ ﻻ
ﻭ ﹶ ﻕ ﺍﻷ
ﹶﺭ“ ”ﺴKardeşin hariç, çocuklar
hırsızlık ettiler.”409
404
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 141; Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 684.
405
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 141.
406
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 141.
407
Bolelli Nusreddin, Arapça Dilbilgisi Sarf-Nahiv ve Terimleri, s. 677.
408
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 683.
409
Muhammed Hayr Hilvânî, a.g.e., II, 465.
90
İstisnâdaki “tenzîh mânası dışında “ﺵ
ﺎ ﹶ ”ﺤCenâb-ı Hakk’ı eksik sıfatlardan
“ﷲ
ِ ﺎﺸﹰﺎ ﺤ،ِﺵ ﷲ
ﺎ ﹶ ﺤ،ِﺎﺸﹶﺎ ﷲ ﺤ،ِﺵ ﺍﷲ
ﺎ ﹶ ﺤ،ِﺎﺸﹶﺎ ﺍﷲ ”ﺤgibi.410
“... ﺍﹰﺸﺭ
ﹶﻫﺫﹶﺍ ﺒ ﺎﷲ ﻤ
ِ ﺵ
ﺎ ﹶﻥ ﺤ
ﻭ ﹸﻗ ﹾﻠ... ” “… Cenâb’ı Allah’ı tenzih ederiz, (ama) bu bir beşer
değildir…”412
“... ﻭ ٍﺀﻥ ﺴ
ﻋﻠﹶﻴ ِﻪ ِﻤ
ﻤﻨﹶﺎ ﻋِﻠ
ﺎﷲ ﻤ
ِ ﺵ
ﺎ ﹶﻥ ﺤ
ﹸﻗ ﹾﻠ...” “… Allah için hâşâ! Biz O’nun hakkında
hiçbir kötülük bilmiş değiliz …”413 (Hiç bir kötülükten haberdâr değiliz).
“ﺸ ﺎ
ﺎ ﹶ ”ﺤTürkçe’de de tenzih anlamında değiştirilmeksizin kullanılmaktadır.414
Not: “ﺵ
ﺎ ﹶ ”ﺤistisnâ dışında çekimli fiil olarak sadece tenzîh için kullanıldığında
cer edilir.
da câizdir.415
“ﺵ
ﺎ ﹶ“ ”ﺤayırdı, seçti, istisnâ etti” mânalarında çekimli müteaddî bir fiil olarak
410
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 332.
411
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 142.
412
Yusuf, 12/31.
413
Yusuf, 12/51.
414
Akdağ Hasan, a.g.e., s. 182.
415
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 141.
416
Akdağ Hasan, a.g.e., s. 183; Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 141-142; Abbâs Hasan, a.g.e., II, 353.
91
“.ٍﺩﻥ َﺃﺤ
ﻼﺏِ ِﻤ
ﻁ ﹶ
ﻥ ﺍﻟ ﱡ
ﺎﺸٍﻲ ِﻤﻻ ُﺃﺤ
ﻭ ﹶ ” “Öğrencilerin hiç birini ayırıp seçmem, istisnâ
etmem.”417
etmiyorum.”
“.ﻕ
ﺤﱢ ﺍﻟﻴﺭ ﻏ
ل ﹶ
َ ﻥ ﹶﺘﻘﹸﻭ
ﻙﺃ
ﺸ
ِ ﺎ“ ”ُﺃﺤHak olandan başkasını söylemenden seni tenzîh ederim.”418
Çekimli (müteâddî) fiil olan “ﺎﺸﹶﺎ ”ﺤönüne “ﺎ ”ﻤgetirilmesi suretiyle olumsuz
“. ﻲ
ﺱ ﺇﹶﻟ
ِ ﺏ ﺍﻟﻨﱠﺎ
ﺤ
ﻤ ﹸﺔ َﺃ ﺎ“ ”ُﺃﺴUsâme bana insanların en sevimlisidir.”419
“.ﺎﺭﻫ
ﻴ ﻏ
ﹶﺔ ﻭﻻ ﹶﺎﺸﹶﺎ ﻓﹶﺎﻁِﻤﺎ ﺤ“ ”ﻤNe Fâtıma’yı ne de bir başkasını istisnâ etti” demiştir.420
“ﺎﺸﹶﺎ”ﺤ, “ﺍﻋﺩ
” ve “ﻼ
ﺨﹶ ” ﹶile ilgili hükümleri genel olarak özetleyecek olursak:
1. Bu üçü “ﻻ
”ِﺇ ﱠmânasında istisnâ edatı olarak kullanılan câmid mâzi fiillerdir. Harfi cer
olarak da kullanılabilirler.421
2. Şâyet fiil olarak kabul edilirlerse, kendilerinden sonra gelen müstesnâlar mef’ûlü bih
olarak mansûb olur.422
3. Harfi cer olarak kabul edilirlerse, kendilerinden sonra gelen isim harfi cerle lafzen
mecrûr olur. Mahallen de mansûb olur.423
4. “ﻼ
ﺨ ﹶ
” ﹶve “ﺍﻋﺩ
” çoğunlukla mâzi fiil olarak kullanılırken “ﺎﺸﹶﺎ ”ﺤdaha çok harfi cer
olarak kullanılır.
417
Akdağ Hasan, a.g.e., s. 183.
418
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 142.
419
Buhârî, Sahih-i Buharî/Megâzi, V, 84; İbrahim Canan, Hadis Ansiklopedisi Kütüb-i Sitte, XII, 322-325.
420
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 142.
421
Muhammed Said İsbir-Bilâl Cüneydî, a.g.e., s. 480.
422
Muhammed Said İsbir-Bilâl Cüneydî, a.g.e., s. 480.
423
Muhammed Said İsbir-Bilâl Cüneydî, a.g.e., s. 480.
92
5. “ﻼ
ﺨ ﹶ
” ﹶve “ﺍﻋﺩ
”nın başına masdar “ﺎ”ﻤsı gelince bu ikisi sadece fiil kabul edilirler.
nâdir de olsa “ﺎﺸﹶﺎ”ﺤnın önüne “ﺎ ”ﻤgelebilir. Fakat tercih edilen görüş “ﺎ ”ﻤalmaması
yönündedir.
kabul edilirler. Harfi cer kabul edildiklerinde müteallâkları (bağlı oldukları fiiller
veya şibhi fiiller) yoktur.
8. Bu üç edatın bulunduğu istisnâ cümlelerinin tâm ve muttasıl olması gerekir. Bu
edatların müreffağ ve munkatı‘ istisnâlarda kullanılması doğru değildir. Cümle ister
olumlu, ister olumsuz olsun fark etmez.
9. Bu edatlar, harf olarak kabul edildiklerinde müfred-müzekker olmaları gerekmektedir.
Çünkü “ﻻ
”ِﺇ ﱠnın mânasını alıp istisnâ ve câmidlik (çekimli-mutasarrıf olmama)
hususunda “ﻻ
”ِﺇ ﱠya benzemişlerdir. Cümle ise, ya müstesnâ minh’den hâldir, ya da
isti’nâfîdir.424
Sadece fiil olan istisnâ edatları nakıs fiillerden olan iki fiille sınırlıdır. Bunlar,
1. “ﻴﺱ ” ﹶﻟ
424
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 139, 142; Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 683-684; Muhammed
Said İsbir-Bilâl Cüneydî, a.g.e., s. 480.
425
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 353.
93
“.ﻤ ﹾﺫﻨِﺒ ﹰﺎ ﻕ
ﺎ ِﺩ ﹸ ﺍﻟﺼﻴﺱ “ ”ﹶﻟDoğru söyleyen (kimse) suçlu değildir.” örneğinde olduğu gibi;
“ﻴﺱ ”ﹶﻟ: Fetha üzere mebnî olan nâkıs mâzi fiildir. İ’râbda mahalli yoktur.
“ﻕ
ﺎ ِﺩ ﹸ”ﺍﻟﺼ: “ﻴﺱ ”ﹶﻟnin ismidir, zâhir ötre (zamme) ile merfûdur,
“ﻴﺱ ;”ﹶﻟcâmid olduğu için gayr-ı mutasarrıftır. Yâni muzârî ve emir sigası
bulunmamaktadır.
2. “ﺱ
ﻴ ”ﹶﻟ, “ﻻ
”ِﺇ ﱠmânasında istisnâ edatı olarak kullanılır. Kendisinden sonraki mansûb
isim ise “ﻴﺱ ”ﹶﻟnin hem haberi, hem de müstesnâsıdır. Bu durumda isminin dâima
müstetir (gizli) bir zamir olması zorunludur. Bu isim, öncesindeki fiilden anlaşılan
ism-i fâile (müstesnâ minhe) râci’dir.429
Örnekler:
“.ﺩﹰﺍﺯﻴ
ﻴﺱ ﻡ ﹶﻟ ﻡ ﺍﻟﻘﹶﻭ “ ”ﻗﹶﺎZeyd dışında kavim ayağa kalktı.” örneğinde “ﻡ ﻡ ﺍﻟﻘﹶﻭ “ ”ﻗﹶﺎkavim
kalktı” denildiğinde Zeyd’de bu kavmin mensubu olduğu için onun da ayağa kalktığı
426
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e., s. 105.
427
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 353; Tâhir Yusuf el-Hatip, a.g.e., s. 298; Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s.
685; Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 332.
428
Tâhir Yusuf el-Hatip, a.g.e., s. 398.
429
Sibeveyh, a.g.e., II, 347; Tâhir Yusuf el-Hatip, a.g.e., s. 398; Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s.
685; Akdağ Hasan, a.g.e., s. 353-354; Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 142; Muhammed el-Antâkî,
a.g.e., II, 332; İbn Hasan Ali b. Mü’min b. Muhammed b. Ali b. Asfür el-İşbilî, a.g.e., II, 394.
430
Tâhir Yusuf el-Hatip, a.g.e., s. 398.
94
düşüncesi hatıra gelecektir.” “ﺩﹰﺍﺯﻴ
ﻴﺱ “ ”ﹶﻟZeyd hariç” denilerek bu yanlış düşünce
gibi.431
“.ﻥ ﺨﹶﺎﻟِﺩﺍﹰ
ﻴﻜﹸﻭ ﺩﹰﺍ ﺃﻭ ﻻ ﺨﹶﺎِﻟﻴﺱ ﻡ ﹶﻟ ﺀ ﺍﻟﻘﹶﻭ ﺎ“ ”ﺠHâlid hariç, topluluk geldi.”432
“.ﻼ
ﺤ ﹾﻘ ﹰ
ﻴﺱ ل ﹶﻟ
ُ ﺤﻘﹸﻭ
ﺕ ﺍﻟ
ﻋ ﹸ
ﺭ ﺯ ” “Bir tarla hariç, tarlaları ektim.”
“ﺍﻋﺩ
”, “ﻼ
ﺨﹶ”ﹶ ve “ﺎﺸﹶﺎ”ﺤde olduğu gibi “ﻴﺱ ”ﹶﻟ de müferrağ veya
“.ﻁﹶﻠﺏِ ﺍﻟ ِﻌ ﹾﻠ ِﻡ
ﻻ ﻟِ ﹶ
ﺕ ِﺇ ﱠ
ﻴ ﹸ ﺎ ﺃ ﹶﺘ“ ”ﻤİlim talebinden başka bir şey için gelmedim.” denilebilir.
“. ل
َ ﻤ ﺍﻟﺠﻴﺱ ﻡ ﹶﻟ ل ﺍﻟﻘﹶﻭ
َ “ ”ﺃ ﹾﻗﺒDeve hariç, topluluk geldi” denilemez. “ﻴﺱ ”ﹶﻟmâna bakımından
da “ﻻ
”ِﺇ ﱠile tam bir uygunluk arzetmez. Çünkü “ﻴﺱ ”ﹶﻟaslı itibâriyle “nefy” (olumsuzluk)
içindir. “Değil, dışında” gibi olumsuzluk mânaları vardır. İstisnâ anlamını sonradan
almıştır. Daha ziyâde muhtemel bir yanlış anlamayı giderici açıklama mâhiyetinde gelir.
Peygamberimizin şu hadis-i şerif-i buna güzel bir örnektir;
431
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 332; İbn Hasan Ali b. Mü’min b. Muhammed b. Ali b. Asfür el-İşbilî,
a.g.e., II, 394.
432
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 142.
433
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 354; İbn Hasan Ali b. Mü’min b. Muhammed b. Ali b. Asfür el-İşbilî, a.g.e., II,
394; Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 685; Fâdıl Sâlih es-Sâmirrâî, a.g.e., II, 233.
95
“.ﻕ
ٍ ﺨﹸﻠ
ﻋﻠﹶﻰ ﹸﻜلﱢ ﹸ
ﻥ
ﺅ ِﻤﻊ ﺍﻟﻤ ﺒ ﻁ
ﻴ ﹾ ” “Mü’min her karaktere (huy) yatkındır.” Bu hadisi duyan
“. ﻻ
ِﺇ ﱠﻴﺱ ﺕ ﹶﻟ
ٍ ﺍﺭ ﻟِﻴﺭ ﺸ
ﻋﹾ ﺕ
ﻀ ﹸ
ﺒ “ ” ﹶﻗAncak on lira aldım.” Müstesnâ, burada kolaylık
“.ﺭ
ﻭ ﻤ ﹾﺫﻜ ﻻ ﺍﻟ
ِﺇ ﱠ ﹶﺫﻟِﻙﻴﺱ ﺕ ﹶﻟ
ٍ ﺍﺭ ﻟِﻴﺭ ﺸ
ﻋﹾ ﺕ
ﻀ ﹸ
ﺒ ” ﹶﻗşeklindedir.435
” ﹶve “ﻻ
ﺭ ﻴ ﻏ ِﺇ ﱠﻴﺱ ”ﹶﻟşeklinde gelebilir. Bu durumda mânâsı “başka değil, sadece, yalnız”
“ﻻ
”ِﺇ ﱠmânasında kullanılan “ﻴﺱ ”ﹶﻟve “ﻥ
”ﻻ ﻴﻜﹸﻭsürekli müfred müzekker olarak
434
Fâdıl Sâlih es-Sâmirrâî, a.g.e., II, 234.
435
Mehmet Zihni Efendi, a.g.e., s. 257, Yusuf Uralgiray, İlk ve İleri Dilbilgisi, I-II, 685.
436
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e., s. 226; Sibeveyh, a.g.e., II, 344-345.
437
Mehmet Zihni Efendi, a.g.e., s. 256-257.
96
Ayrıca “ﻴﺱ ”ﹶﻟve “ﻥ
”ﻻ ﻴﻜﹸﻭ, öncelerine sıfat olarak gelebilirler. Bu durumda
“.ﻫﻨﹾﺩﹰﺍ
ِ ﻥ
ﺀ ﻻ ﹶﺘﻜﹸﻭ ﺎﺕ ﺍﻟ ﱢﻨﺴ
ﺒﹶﻠ ﹾ “ ”ﺃ ﹾﻗBana Hind olmayan bir kadın geldi. (bana bir kadın geldi
fakat o, Hind değildi).” Burada “ﻴﺱ ”ﹶﻟnun konumu, “ﺀ ﺎ “ ”ﺍﻟ ﱢﻨﺴkadına” sıfat olduğundan
3. “ﻴﺱ ”ﹶﻟnin haberini ““ ”ﺒِـbâ” harfi gelebilir. Buradaki amaç haberini vurgulamaktır.
“. ﻥ
ﺎ ِﻜﻤِﻴﺤ ﹶﻜﻡِ ﺍﻟﺤ
ﷲ ﺒِﺄ
ُ ﺱﺍ
“ ”ﺃﻟﹶﻴAllah, hükmedenlerin en (iyi) hükmedeni değil midir?”440
“”َﺃ: İstifham hemzesidir, fetha üzere mebnîdir. İ’râbda mahalli yoktur. “ﻴﺱ ”ﹶﻟ:
“”ﺍﷲ: Lafz-ı celîledir. “ﻴﺱ ”ﹶﻟnin ismidir. Zâhir zamme ile merfûdur.
“ِﺤ ﹶﻜﻡ
”ﺃ: Lafzen mecrûr, mahallen mansûb, haberi olduğu için de isimdir, muzaftır.
“ﻥ
ﺎ ِﻜﻤِﻴ ”ﺍﻟﺤ: Muzâfün ileyhtir. ““ ”ﻱya” ile mecrûrdur. Çünkü cemî müzekker
sâlimdir.441
“. ﻲ
ِﺩ ﺒِ ﹶﻐﺒ ﻭﹶﻟ ﺍﻟﻴﺱ ”ﹶﻟya da “ﻴ ﹰﺎ ﻏ ِﺒ
ﺩ ﹶ ﻭﹶﻟ ﺍﻟﻴﺱ “ ”ﹶﻟÇocuk hiç de aptal değildir.”442
“. ﻙ
ﺴ
ﻻ ﺍﻟ ِﻤ
ﺏ ِﺇ ﱠ
ﻴ ﺍﻟﻁﱢﻴﺱ “ ”ﹶﻟMiskten başka koku yoktur” veya miskten başkası koku
değildir” gibi.
438
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e., s. 106.
439
Fâdıl Sâlih es-Sâmirrâî, a.g.e., II, 233.
440
et-Tîn, 95/8.
441
Tâhir Yusuf el-Hatip, a.g.e., s. 398.
442
Akdağ Hasan, a.g.e., s. 385.
97
“ﻴﺱ ”ﹶﻟnin olumsuzluğu şimdiki zaman içindir.
“ﺍﻋﺩ
” gibi istisnâ çeşitlerinden sadece tam muttasıl istisnâda kullanılır. Olumlu,
“. ﻲ
ﻋِﻠ
ﻴﺱ ﻥ ﹶﻟ
ﻭﻋﺒ
ِ ﺍﻟﻼ“ ” ﹶﺘﻌِﺏAli dışında, oyuncular yoruldular.”
“.ﺤﻜﹶﻤ ﹰﺎ
ﻴﺱ ﻡ ﹶﻟ ﺤﻜﱠﺎ
ل ﺍﻟ
َ ﺎ ﹶﻨﺯ“ ”ﻤBir hakem hariç, hakemler inmediler.”443
2. “ﻥ
ُ ”ﻻ ﻴﻜﹸﻭ
Aslı itibâriyle nevâsıhtan olan fiildir. İstisnâ edatı olarak da kullanılır. “ﻴﺱ ”ﹶﻟde
olduğu gibi, kendisinden sonraki mansûb kelime hem haberi, hem de müstesnâdır. Bu
durumda ismi ise daima müstetir gelir.445
443
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 685.
444
Tâhir Yusuf el-Hatip, a.g.e., s. 398-399; Akdağ Hasan, a.g.e., s. 385.
445
Çörtü M. Meral, Arapça Dilbilgisi Nahiv, s. 256.
98
“.ﻭﻟﹶﺩﹰﺍ
ﻥ
ﻻ ﻴﻜﹸﻭ
ﺩ ﹶ ﻻ
ﻭ ﹶ ﻷ
َ ﺍﺩ“ ” ﹶﻗﻌÇocuklar oturdular, ancak bir çocuk oturmadı.”
Not: “ﻥ
ﻴﻜﹸﻭ ”ﻻistisnâ mânasında kullanıldığında; istisnâ mânasında kullanılan
ﻥ
ﻴﻜﹸﻭ ” ismi ve haberinden oluşan cümle ya hâl olarak mansûb mahallinde i’râb edilir. Ya
1. “ﺎﻴﻤ ﺴ
ِ ”ﻻ
kelimesinden ( “ﻲ
ﺴ
ِ ”nin aslı “ﻯﺴﻭ
ِ ” iken vav, yâ’ya kalbolunup sonra da idğam edilmiş
ve “ﻲ
ﺴ
ِ ” yapılmıştır ) ve zâid harf ism-i mevsûl veya nekrayı tâmme olan “ﺎ”ﻤdan
446
Sibeveyh, a.g.e., II, 348.
447
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 354.
448
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 362.
449
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 143; Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 685; Şihâbeddin el-Karâfi,
a.g.e., s. 112.
99
“ﻲ
ﺴ
ِ ”nın “ل
َ ”ﻤِ ﹾﺜgibi anlamı vardır. “ﻤﺎ ﻴ ﺴ
ِ ”ﻻ, aslında, kendisinden sonrasını,
öğrenciler arasında Hâlid’in çalışmasının diğerlerine göre tercih edildiği, daha çok
beğenildiği vurgulanmıştır.451
“.ﺩﹰﺍﺯﻴ
ﺎﻴﻤ ﺴ
ِ ﻡ ﻻ ﻭ ﻡ ﺍﻟ ﹶﻘ “ ”ﻗﹶﺎKavim ayağa kalktı, özellikle, de Zeyd.” 452
“ﺎﻴﻤ ﺴ
ِ ”ﻻaslı itibâriyle istisnâ edatı değildir.453
“.ﺴﻌِﻴﺩﹰﺍ
ﺎﻴﻤ ﺴ
ِ ﻥ ﻭﻻ
ﻭﻀﺭ
ِ ﺎﺙ ﺍﻟﺤ
ﺩ ﹶ “ ” ﹶﺘﺤHazır bulunanlar konuştular, özellikle Sâid”
örneğinde Sâid, hazır bulunanlara “konuşma” eyleminde iştirâk etmiştir. Edat burada
“konuşma eylemi”nin kendisinde pekiştirilmesinden başka bir anlam katmamıştır.454
Kûfeliler ve Ahfeş, Ebû Hâtim el-Fârisi, en-Nehhâs, İbn Meda’ gibi Basra
isim ondan istisnâ edilmemiş, (yâni müstesnâ değil) sadece öncesindeki hüküm
açısından üstünlük sahibi olduğu belirtilmiştir.
450
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e., s. 111.
451
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 143; Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 685.
452
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e., s. 111.
453
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e., s. 111.
454
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 688.
100
Nahiv âlimlerinden bâzıları, “ﺎﻴﻤ ﺴ
ِ ﻻ”ﻭin önüne “ﻭ ” “vav”ın gelmesini şart
koşmuşlardır. Bu “ﻭ
” “vav”; istisnâfiye, i’tirâziye veya atıf vâvı olabilir. Bâzıları da bu
vavın hazfedilebileceğini savunmuşlardır. Kesin olan bir şey var ki; o da “”ﻻnın
1. “ﺎﻴﻤ ﺴ
ِ ”ﻻdan sonra gelen isim nekre ise; mahzûf bir mübtedaya haber olarak merfû,
“. ﻭ
ِﺤ ﺏ ﻓِﻲ ﺍﻟ ﱠﻨ
ﺎ ِﻜﺘﹶﺎﻴﻤ ﺴ
ِ ﺩ ِﺓ ﻭﻻ ﺠﻠِﻴﹶﻠ ﹸﺔ ﺍﻟﻔﹶﺎ ِﺌ
ﺎﺭ ﹸﺘﻬ ﻌ ﺴ ﹶﺘ
ﺏ ﺍﱠﻟﺘِﻲ ﺍ
”ﺍﻟ ﹸﻜ ﹸﺘTakdiri ise
“.ﻭ
ِ ﺏ ﻓِﻲ ﺍﻟﻨﱠﺤ
ﻭ ِﻜﺘﹶﺎ ﻫ ل ﺍﱠﻟﺫِﻱ
َ ﺩ ِﺓ ﻭﻻ ﻤِ ﹾﺜ ﺠﻠِﻴﹶﻠ ﹸﺔ ﺍﻟﻔﹶﺎ ِﺌ
ﺎﺭ ﹸﺘﻬ ﻌ ﺴ ﹶﺘ
ﺏ ﺍﱠﻟﺘِﻲ ﺍ
“ ”ﺍﻟ ﹸﻜ ﹸﺘÖdünç aldığım
kitaplar, fayda açısından çok önemlidir. Hele hele de nahivle ilgili kitab.”457
“.ﻙ
ﻴ ٍﺫ ِﻤ ﹾﺜِﻠ ﺎ ِﺘ ﹾﻠ ِﻤﻴﻤ ﺴ
ِ ﻻ ﻭﺤﺏ
ﻴ ٍﺠ ﹶﺘﻬِﺩ
ﻤ ” ﹸﻜلﱡ
“.ﻙ
ﻴ ﹲﺫ ِﻤ ﹾﺜﹸﻠ ﺎ ِﺘ ﹾﻠ ِﻤﻴﻤ ﺴ
ِ ﻻ ﻭﺤﺏ
ﻴ ٍﺠ ﹶﺘﻬِﺩ
ﻤ ” ﹸﻜلﱡ
455
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 143; Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 686.
456
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 143; Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 686.
457
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 686.
458
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 143.
459
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 143; Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 686.
101
2. “ﺎﻴﻤ ﺴ
ِ ”ﻻdan sonra gelen isim mârife ise, merfû veya mecrûr olabilir. Mansûb olmaz.
Çünkü mansûb olan geldiği temyiz mârife olarak glemez. Fakat bazı dilciler bu
hazfedilmiş bir fiilin mef’ulü bihi olarak kabul eder ve nasb ederler.
“.ﻭﻟِﻴ ٍﺩ
ﺎﻴﻤ ﺴ
ِ ﺏ ﻭﻻ
ِ ﻼ
ﻁﱠﻊ ﺍﻟ ﱡ ﺠﻤِﻴ
ﺭ ِﺓ ﻀ
ﺎﻤﺤ ﻥ ﺍﻟ
ﺩ ِﻤ ﺴ ﹶﺘﻔﹶﺎ
”ﻭﺍBu cümlenin takdiri ise;
“.ﺩ ﻭﻟِﻴ
ﻭ ﻫ ل ﺍﱠﻟﺫِﻱ
َ ﺏ ﻭﻻ ﻤِ ﹾﺜ
ِ ﻼ
ﻁﱠﻊ ﺍﻟ ﱡ ﺠﻤِﻴ
ﺭ ِﺓ ﻀ
ﺎﻤﺤ ﻥ ﺍﻟ
ﺩ ِﻤ ﺴ ﹶﺘﻔﹶﺎ
“ ”ﻭﺍKonferanstan tüm öğrenciler
seviyorum.”
“.ل
ٌ ﺨﻠِﻴ
ﺎ ﹶﻴﻤ ﺴ
ِ ﹶﺔ ﻭﻻﻁﹶﻠﺒ
ﺍﻟ ﱠﺤﺏ
ِ “ ”ُﺃÖğrencileri severiz. Özellikle de Halil’i.”
3. “ﺎﻴﻤ ﺴ
ِ ”ﻭﻻnin ismi ister nekra olsun, ister mârife olsun, eğer cer edilirse; mansûb olan
“ﻲ
ﺴ
ِ ” muzaftır. “ﺎ ”ﻤzâiddir. “”ﻻnın haberi ise, mahzuftur. Takdîri “ﺩ ﻭﻭﺠ“ ”ﻤvar dır.”
4. “ﺎﻴﻤ ﺴ
”ﻻnın ismi ister nekra olsun, ister mârife olsun ref edildiğinde, hazfedilmiş
“ﻭ
ﻫ = o” dır. Öncesindeki “ﺎ ”ﻤise ismi mevsûldür. Sükûn üzere mebnîdir. “ﻲ
ﺴ
”ya
oluşan cümle mevsûlün sılasıdır. İ’rabda mahalli yoktur. “”ﻻnın haberi ise
“.ﻭ
ِﺤ ﺏ ﻓِﻲ ﺍﻟ ﱠﻨ
ﻭ ِﻜﺘﹶﺎ ﻫ ل ﺍﱠﻟﺫِﻱ
َ ﺩ ِﺓ ﻭﻻ ﻤِ ﹾﺜ ﺠﻠِﻴﹶﻠ ﹸﺔ ﺍﻟﻔﹶﺎ ِﺌ
ﺎﺭ ﹸﺘﻬ ﺴ ﹶﺘﻌ
ﺏ ﺍﱠﻟﺘِﻲ ﺍ
”ﺍﻟ ﹸﻜ ﹸﺘ
460
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 686.
461
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 687.
102
“.ﻭﻟِﻴﺩﹰﺍ
ﻭ ﻫ ل ﺍﱠﻟﺫِﻱ
َ ﺏ ﻭﻻ ﻤِ ﹾﺜ
ِ ﻼ
ﻊ ﺍﻟﻁﱡ ﱠ ﺠﻤِﻴ
ﺭ ِﺓ ﻀ
ﺎﻤﺤ ﻥ ﺍﻟ
ﺩ ِﻤ ﺴ ﹶﺘﻔﹶﺎ
”ﻭﺍ
“”ﻻnın ismidir. Nasb mahallinde fetha üzere mebnidir. “”ﻻnın haberi ise
6. “ﻤﺎﺴﻴ
ِ “ ”ﻻözellikle” mânasında masdar olarak kullanılır. Bu durumda ondan sonraki
kelime;
Müfred hâl olarak gelebilir.
“.ﺭ ﹰﺓ
ﻤ ﺎﻴﻤ ﺴ
ِ ﹶﺓ ﻭﻻﻬﻭ ﺍﻟ ﹶﻘﺤﺏ
ِ “ ”ُﺃKahveyi severim özellikle de acısını.”
“.ﺭ ﹲﺓ
ﻤ ﺎ ﻭﻫِﻲﻴﻤ ﺴ
ِ ﹶﺓ ﻭﻻﻬﻭ ﺍﻟ ﹶﻘﺤﺏ
ِ “ ”ُﺃKahveyi severim, özellikle de acı olduğu halde.”
“.ﺭ ﹰﺓ
ﻤ ﺕ
ﻥ ﻜﹶﺎ ﹶﻨ ﹾ
ﺎ ﺇﻴﻤ ﺴ
ِ ﹶﺓ ﻭﻻﻬﻭ ﺍﻟ ﹶﻘﺤﺏ
ِ “ ”ُﺃKahveyi severim özellikle de acıysa.”
“ﻲ
ﺴ
ِ ”: “”ﻻnın ismidir, feth üzere mebnî olup mahallen mansuptur.
“.ﺎﺤ ﹰﺎﺼﺒ
ﺎﻴﻤ ﺴ
ِ ﻭﺴِﻴﻘﹶﺎ ﻭﻻﻊ ﺇﻟﻰ ﺍﻟﻤ ﺴ ﹶﺘ ِﻤ
“ ”ﺃMüziği dinlerim özellikle de sabah.”463
462
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 144; Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 687.
463
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 144; Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 687.
103
“.ﺎﺭِﻱﺎ ِﺀ ﺍﻟﺠﺩ ﺍﻟﻤ ﻋ ﹾﻨ
ِ ﺎﻴﻤ ﺴ
ِ ﻭﻻ،ﺎ ِﺭﺸﺠ
ﻥ ﺍﻷ ﹾ
ﻴ ﺒ ﺱ
ﺠﻠﹸﻭ
ﺍﻟﺤﺏ
ِ “ ”ُﺃOrmanda oturmayı seviyorum,
“. ﻼ
ﺎ ﻟﹶﻴ ﹰﻴﻤ ﺴ
ِ ل ﺒِﺎﻟ ِﻌ ﹾﻠ ِﻡ ﻭﻻ
ُ ﺸ ِﺘﻐﹶﺎ
ﻻﹾِﻲﺍ
ﺏ ِﻟ
ﻴﻁِﻴ ” “İlimle uğraşmak hoşuma gidiyor, özellikle de
gece vaktinde.”465
“. ﻥ
ِ ﺒﻨﹶﺎ ﺎ ﻓِﻲ ﹸﻟﻴﻤ ﺴ
ِ ﻡ ﻭﻻ ﺭﻨِﻲ ﺍﻟ ﱠﻨﺴِﻴ ﺴ
ِ ﻴ ” “Rüzgâr beni mutlu eder, özellikle de Lübnan’da.”466
8. “ﺎﻴﻤ ﺴ
ِ ”ﻻnın aynı kendi anlamını taşıyan “ﺎل ﻤ
َ ”ﻻ ﻤِ ﹾﺜve “ﺎﻯ ﻤﺴﻭ
ِ ”ﻻgibi benzerleri
sahiptirler.467
“.ﺩ ﺴﻌِﻴ
ﺎ ﻤﺀ ﻻ ﹶﺘﺭ ﺼ ِﺩﻗﹶﺎ
ﻙ ﺍﻷ
ﺤ
ِﻀ
” “Dostlar güldü, özellikle de Said.”468
“.ﺩ ﺴﻌِﻴ
ﺎ ﻤﺤﻜﹸﻭﺍ ﻟﹶﻭ ﹶﺘﺭ
ِﻀ
” “Onlar güldü, özellikle de Said.”469
9. “ﺎﻴﻤ ﺴ
ِ ”ﻻ, “ﺎﻴﻤ ﺴ
ِ ”ﻻşeklinde tekrar edilmiş bir şekilde de gelebilir.
istisnâ edatı olarak değil de; mevsûl olarak ele almayı daha uygun görmüşlerdir.470
464
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 144.
465
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 144.
466
Reşîd eş-Şertûnî, a.g.e., IV, 327.
467
Bkz. Muhammed Es’ad en-Nâdirî, Nahvü’l-lügati’l-arabiyye, s. 687-688.
468
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 687-688.
469
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 687-688.
470
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 362.
104
2. “ﺩ ﻴ ﺒ ”
“ﻻ
”ِﺇ ﱠnın benzerlerinden olan “ﺩ ﻴ ﺒ ”, “ﻴﺭ ﻏ
” ﹶmânasında olup, müstesnâsı “ﻥ
”َﺃile
“ﺩ ﻴ ﺒ ”nın “şu var ki, ne var ki, fakat, amma, yalnız, ancak” gibi, anlamları
vardır.471
“ﺩ ﻴ ﺒ ” muzâf, ondan sonraki isim cümlesinin (müstesnâ) i‘rabdaki yeri de
muzafün ileyhtir.
“ﺩ ﻴ ﺒ ”nin son harfi, daima feth üzere mebni olur.472
“. ل
ٌ ﺒﺨِﻴ ﻪ ﺩ ﺃﻨﱠ ﻴ ﺒ ل
ِ ﺎﺭ ﺍﻟﻤ ﻲ ﹶﻜﺜِﻴ
ﻋِﻠ
” “Ali’nin malı çoktur. Ne var ki, (fakat) o cimridir.”473
“.ﻲ
ﻪ ﹶﺫ ِﻜ ﺩ ﺃﻨﱠ ﻴ ﺒ ل
ٌ ﺎ ِﻫل ﺠ
ُﺠ ﻫﺫﹶﺍ ﺍﻟﺭ ” “Bu adam cahildir. Şu var ki, (ne var ki, fakat) zekîdir.”475
“.ﺒِﻠﻨﹶﺎ ﻥ ﹶﻗ
ﺏ ِﻤ
ﻡ ﺃُﻭﺘﹸﻭﺍ ﺍﻟ ِﻜﺘﹶﺎ ﻬ ﺩ ﺃ ﱠﻨ ﻴ ﺒ ﻥ
ﺎ ِﺒﻘﹸﻭﻥ ﺍﻟﺴ
ﻭﺨﺭ
ِ ﻥ ﺍﻵ
ﺤ ” ﹶﻨHadis-i şerifte “Biz en sonda
gelmiş olmamıza rağmen önde gidenleriz. Şu var ki onlara kitab bizden önce
verilmiştir” buyurulmaktadır.476
471
Akdağ Hasan, a.g.e., s. 155.
472
Reşîd eş-Şertûnî, a.g.e., IV, 327; Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 144.
473
Akdağ Hasan, a.g.e., s. 159.
474
Tâhir Yusuf el-Hatip, a.g.e., s. 122; Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 144; Reşîd eş-Şertûnî, a.g.e., IV,
327.
475
Akdağ Hasan, a.g.e., s. 159.
476
Mehmet Zihni Efendi, a.g.e., s. 256.
477
Akdağ Hasan, a.g.e., s. 159.
478
Mehmet Zihni Efendi, a.g.e., s. 256.
105
“.ﺭ
ٍ ﺒ ﹾﻜ ﻥ
ﺒ ﻌ ٍﺩ ﺴ
ﺒﻨِﻲ ﺕ ﻓِﻲ
ﻌ ﹸ ﻀ
ِ ﺴﺘﹸﺭ
ﺵ ﻭﺍ
ٍ ﻴﻥ ﹸﻗﺭ
ﺩ َﺃﻨﱢﻲ ِﻤ ﻴ ﺒ ﺎ ِﺩﻕ ﺒِﺎﻟﻀ
ﻁﹶ
ﻥ ﹶﻨ ﹶ
ﻤ ﺢ
ﺼ “ ”ﺃﻨﹶﺎ ﺃ ﹾﻓBen dâd
ile konuşanların en fasihiyim. Çünkü ben Kureyş’tenim ve Benî Sâ’d bin Bekr arasında
kullanılmıştır.
haberi müevvel masdar olarak kabul edilir. Mutlaka tamlama hâlinde kullanılır.480
“.ل
ٌ ﺒﺨِﻴ ﻪ ﺩ ﺃﻨﱠ ﻴ ﺒ ل
ِ ﺎﺭ ﺍﻟﻤ ﻪ ﹶﻟ ﹶﻜﺜِﻴ “ ”ﺇﻨﱠO’nun malı çoktur. Ne var ki, (fakat) cimridir.”481
“. ﺱ
ِ ﻑ ﺍﻟ ﱠﻨ ﹾﻔ
ﻋﻔِﻴ ﹸ
ﻪ ﺩ ﺃﻨﱠ ﻴ ﺒ ﺭ ل ﹶﻓﻘِﻴ
ُﺠ ﻫﺫﹼﺍ ﺍﻟﺭ ” “Bu adam fakirdir. Ancak, izzet-i nefisli bir
insandır.”
“ﺩ ﻴ ﺒ ” her zaman fetha üzere mebni olur. Sıfat olmaz, merfu ve mecrûr da
olmaz.
gelir.482 Bazı lehçelerde de “ﺩ ﻴ ﻤ ” “meyde” ve “ﺩ ﺎِﺌ ”ﺒbâide” olarak da kullanılmıştır.483
“ﺩ ﻴ ﺒ ” mâna açısından, edat ve lafız açısından müstesnâdır. Ama gerçek
479
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 144; Tâhir Yusuf el-Hatip, a.g.e., s. 122.
480
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 144.
481
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 144.
482
Çörtü M. Meral, Arapça Dilbilgisi Nahiv, s. 255.
483
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 333.
484
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 333.
106
III. BÖLÜM
Basra ve Kufe ekolleri istisnâ üslubunu, “ ”ﻻile oluşan atf-ı nesak üslubuna
benzetmişlerdir.485
bildirir.
“. ﺭ
ﻋِ ﺏ ﻻ ﺸﹶﺎ
ﻁﻔﹶﻰ ﻜﹶﺎ ِﺘ
ﺼﹶ
ﻤ ” “Mustafa şair değil, yazardır” gibi.487
485
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 325; Muhammed Muhyiddin Abdûlhamid, Şerhu katru’n-nedâ ve
bellu’s-seda, s. 343.
486
Çörtü M. Meral, Arapça Dilbilgisi Nahiv, s. 376.
487
Çörtü M. Meral, a.g.e., s. 379
107
Bu ekollerin bu görüşlerini dayandırdıkları nokta, istisnânın işlevi ile “ ”ﻻile
oluşan atf-ı nesak’ın işlevi arasındaki benzerliktir. Örneğin: “.ﺩ ﻴ ﺯ
ﻻ
ﻡ ِﺇ ﱠ ﻡ ﺍﻟﻘﹶﻭ ﺎ ﻗﹶﺎ“ ”ﻤZeyd
i’rabını alır. Fakat mana açısından öncesinin hükmüne muhalif olur. “.ﺩ ﻴ ﺯ
ﻡ ﻻ ﻡ ﺍﻟﻘﹶﻭ ﺎ ﻗﹶﺎ”ﻤ
“Zeyd dışında, kavim ayağa kalkmadı.” Örneğinde de “ ”ﻻdan sonraki (Zeyd) “ﺩ ﻴ ﺯ
”,
“ﻻ
”ِﺇ ﱠdan sonraki Zeyd gibidir. Her ikisi de öncelerine ma’tuftur ve öncelerinin i’rabi
örneğinde olduğu gibi. Eğer atıf harfi olsaydı diğer tüm atıf harfleri gibi âmilin
kullanılamayacağı gibi.488
Ayrıca atıf harfi olan “”ﻻnın öncesindeki ifade müsbet (olumlu) olmalıdır.
“ﻻ
”ِﺇ ﱠnın ise öyle bir zorunluluğu yoktur. Bu da Araplar’ın “ﻻ
”ِﺇ ﱠyı atıf harfi olarak
göstermektedir.
Bir başka ihtilaf noktası da müstesnâ ile müstesnâminh arasındaki oran
hususundadır.
Bazıları istisnâ edilen kısmın, yarıdan az olması gerektiğini savunmuşlardır.
Fakat “.ﻼ
ﻪ ﹶﻗﻠِﻴ ﹰ ﺹ ِﻤ ﹾﻨ
ﻪ ﺃَﻭ ﺍ ﹾﻨ ﹸﻘ ﺼ ﹶﻔ
ﻼ * ِﻨ
ﻻ ﹶﻗﻠِﻴ ﹰ
ل ِﺇ ﱠ
َ ل * ﹸﻗ ِﻡ ﺍﻟﻠﻴ
ُ ِﻤﻤﺯ ﺎ ﺍﻟﻴﻬ ﻴَﺄ ” “Ey elbisesine örtünüp
488
Muhhammed Muhyiddin Abdulhamid, a.g.e., s. 343.
108
bürünen (müzzemmmil olan peygamber!) bir kısmı hariç; geceleyin (namaz için) kalk!
(gecenin) yarısı veya ondan az kısmı kadar (namaz kıl)” 489 Âyet-i kerimesi bu
üç var” denildiğinde ‘iki’ kastedilmiş olur. Yâni ‘üç’, ‘iki’ye düşürülüyor ki bu caiz
arasında bin seneden elli yıl eksik kaldı…” 491 âyet-i kerimesinde sayı isminden bir
istisnâ söz konusudur. Fakat burada “bin yıl kaldı” ibaresinden amaç “uzun zaman
kaldığının” ilk etapta muhatabın dikkatini çekmesidir. Daha sonra istisnâ bu uzun süre
hakındaki olası şübheleri gidermek için zikredilmiştir. Âyet bize, kesin, sınırlı bir
zamanı ifade etmektedir.492
Dil âlimleri, müstesnâ minh’te bulunan herşeyin tamamının istisnâ edilmesinin
(istisnâ el-müstağrik) caiz olmadığı hususunda ittifak etmişlerdir. Örneğin:
“.ﺭ ﹰﺓ
ﺸﻋﹾ
ﻻ
ﺭ ﹲﺓ ِﺇ ﱠ ﺸ
ﻋﹾ ﻲ
ﻋﹶﻠ
ﻪ “ ”ﹶﻟBenim ona 10 hariç, 10 borcum var.” denilemez.493
489
el-Müzemmil, 73/1-3.
490
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 334; Muhammed Said İsbir-Bilâl Cüneydî, a.g.e., s. 86.
491
el-Ankebut, 29/14.
492
İbn Hasan Ali b. Mü’min b. Muhammed b. Ali b. Asfür el-İşbilî, a.g.e., II, 383-384; Bkz. Şihâbeddin
el-Karâfi, a.g.e, s. 536.
493
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 536.
109
B. İstisnânın Çeşitleri Konusundaki İhtilafları
İstisnânın çeşitleri konusunda en fazla görüş ayrılığı munkatı‘ istisnâda
müşahede edilmektedir.
1. “ﻻ
”ِﺇ ﱠve “ﻥ
”ﹶﻟ ِﻜ, “ﻯﺴﻭ
ِ ”nın aksine harf olma konusunda ortaktırlar. “ﻯﺴﻭ
ِ ” ise isimdir.
Harfi harf ile takdir etmek , harfi isimle takdir etmekten daha uygundur.
2. “ﻻ
”ِﺇ ﱠve “ﻥ
”ﹶﻟ ِﻜi’rabda mahalleri olmaması bakımından da benzerdirler. “ﻯﺴﻭ
ِ ”nın ise
i’rabda mahalli vardır (i’rab edilir). İ’rabda mahalli olmayan bir kelimeyle yine
i’rabda mahalli olmayan bir kelimeyi aynı konumda kabul etmek , i’rabda mahalli
olan bir kelimeyle aynı konumda kabul etmkten daha uygundur.
3. “ﻻ
”ِﺇ ﱠve “ﻥ
”ﹶﻟ ِﻜkendilerinden sonra gelen ismin nasb olması gerekliliği noktasında da
ortaktırlar. “ﻯﺴﻭ
ِ ”nın sonrasının ise cer olması gerekmektedir. Nasb eden kelimeyle
nasb eden bir kelimenin takdiri , nasb edenle cer edenin takdirinden evlâdır.
4. “ﻻ
”ِﺇ ﱠve “ﻥ
”ﹶﻟ ِﻜnin mâna bakımından uygunluğu (Bu uygunluk “ﻥ
”ﹶﻟ ِﻜin istidrak edatı
olan “ﻥ
”ﹶﻟ ِﻜolması durumunda geçerlidir): Her ikisi de olumluluk veya olumsuzluk
110
konusunda kesinlik ifade ederler. Bu konuda herhangi bir şüpheye mâhâl
vermezler.494
Hicazlılar, munkatı‘ istisnâda müstesnâ minhden “bedel”i caiz görmeyip
sadece nasb edilebileceğini söylerler. Delilleri ise aynı cinsten olmamaları; yâni muttasıl
olmamalarıdır.
Beni Temim ise, muttasıl istisnâda caiz gördükleri her şeyi, bedel dahil,
munkatı‘ istisnâda da caiz görürler. Çünkü bunlar, müstesnâyı mecâzî bağlamda , sanki
müstesnâ minh’in ba’zı gibi kabul ederler.495
İstisnânın çeşitlerindeki noktasında bir başka ihtilaf noktası, muttasıl ve
munkatı‘ istisnâda ortaya çıkmaktadır. Burada da problem müstenâ ile müstesnâ
minh’in aynı cinsten olup olmaması konusundaki kararsızlıktan kaynaklanmaktadır.
Mesela: “.ﻥ
ﺠﺩِﻴ
ِ ﺎﻊ ﺍﻟﺴ ﻤ ﻥ
ﻴﻜﹸﻭ ﻥ
ﻰ َﺃﺱ َﺃﺒ
ﺒﻠِﻴ ﻻ ِﺇ
ﻥ * ِﺇ ﱠ
ﻭﻤﻌ ﺠ
ﻡ ﺃ ﻬ ﻼ ِﺌ ﹶﻜ ﹸﺔ ﹸﻜﱡﻠ ﺍﻟﻤﺩﺠ” ﹶﻓﺴ
“Bunun üzerine meleklerin hepsi, hep birlikte secde etti. Ancak iblis hariç. O, secde
edenlerde beraber olmaktan çekindi..”496 Âyet-i kerimesinin, munkatı‘ mı muttasıl mı
olduğu hakkında farklı görüşler vardır. Çünkü âlimler İblisin meleklerden mi cinlerden
mi olduğu noktasında ihtilafa düşmüşlerdir. Onlardan bir kısmı İblisin meleklerden
olduğu görüşünü savundular. Bu görüşlerine ise; iki delil sundular.
1. Bu manada vârid olan hadislerin İblisin meleklerden olduğuna delâlet etmesi.
2. Kur’an-ı Kerim’in bir çok âyetinde iblisin meleklerden istisnâ edilmesi. Nitekim
istisnâ konusunda asl olan muttasıl olması yâni müstesnânın müstesnâ minh’in
cinsinden olmasıdır.
Diğer âlimler ise iblisin cinlerden olduğu, meleklerden olmadığı görüşünü
savunmuşlardır. Bu görüşlerini ise konuyla ilgili olan Kehf sûresinin 50. âyeti ile
delillendirmişlerdir. Âyet-i Kerime şöyledir:
494
Muhhammed Muhyiddin Abdulhamid, a.g.e., s. 344-345.
495
İbn Hasan Ali b. Mü’min b. Muhammed b. Ali b. Asfür el-İşbilî, a.g.e., II, 401.
496
el-Hicr, 15/30-31.
111
“... ﺒ ِﻪ ﺭ
ِﻤﺭ ﻥ َﺃ
ﻋ ﻕ
ﹶﻥ ﹶﻓ ﹶﻔﺴ
ﺠ ﻥ ﺍ ﹾﻟ
ﻥ ِﻤ
ﺱ ﻜﹶﺎ
ﺒﻠِﻴ ﻻ ﺇ
ﻭﺍ ِﺇ ﱠﺩﺠﻡ ﹶﻓﺴ ﺩ ﻭﺍ ﻵﺠﺩ
ﺴ
ﻼﺌِ ﹶﻜﺔِ ﺍﺇ ﹾﺫ ﹸﻗ ﹾﻠﻨﹶﺎ ﻟﻠﻤ“ ”ﻭHani
biz meleklere: Ademe secde edin! demiştik; iblis hariç hemen secde ettiler. O, cinlerden
idi de Rabbinin emrinden çıktı …”.497
Ayrıca önceki grubun “iblisin meleklerden olduğu için onlardan istisnâ
edilmiştir” görüşünü de reddetmişlerdir. Arap dilinde aynı cinsten olmayanların istisnâsı
demek olan, munkatı‘ istisnânın kullanıldığını ve Kur’ân-ı Kerim’de de bunun birçok
örneğinin bulunduğunu söyleyerek bu itirazlarını temellendirmişlerdir. Kur’an’dan delil
olarak gösterdikleri âyetlerden birisi şudur:
“. ﻥ
ٍ ﻴ ﺤ
ِ ﺘﹶﺎﻋﺎﹰ ﺇﻟﻰﻤﻤ ﹰﺔ ِﻤﻨﱠﺎ ﻭ ﺤ
ﺭ ﻻ
ﻥ * ِﺇ ﱠ
ﻴ ﹾﻨ ﹶﻘﺫﹸﻭ ﻡ ﻫ ﻡ ﻭﻻ ﻬ ﺦ ﹶﻟ
ﺼﺭِﻴ ﹶ
ﻡ ﻓﹶﻼ ﻬ ﺸ ْﺄ ﹸﻨ ﹾﻐ ِﺭ ﹾﻗ
ﻥ ﹶﻨ ﹶ
ﺇ“ ”ﻭHalbuki
dilersek onları suda boğarız; o zaman ne kendilerine yardım imdâd eden olur, ne de
onlar kurtarılırlar. Ancak tarafımızdan bir rahmet ve bir zamâna kadar (dünyadan)
faydalandırma müstesnâ.”498
Neticede “İblis meleklerden değldir” diyenler bu âyeti munkatı‘, “İblis
meleklerdendir” diyenler de muttasıl olarak kabul etmişlerdir.
Görüldüğü üzere müstesnâ ile müstesnâ minh’in aynı cinsten olup olmadığı
hususundaki ihtilaflar munkatı‘ ve muttasıl istisnâ noktasında görüş ayrılıklarına
sebebiyet vermiştir.499
C. Müstesnâ’yı Nasbeden Âmil Konusundaki İhtilafları
Nahivcilerin “ﻻ
”ِﺇ ﱠdan sonra gelen ismin (müstesnâ) nasb edeni (âmili)
hakkında da farklı görüşleri vardır. Bu görüşlerin en çok bilinenleri yedi ana başlıkta
özetlemek mümkündür.
1. “ﻻ
”ِﺇ ﱠdan sonraki ismi nasb eden, öncesinde geçen fiildir. Fiil müstesnâyı “ﻻ
”ِﺇ ﱠ
vasıtasıyla nasb eder. Bu görüş, es-Sîyrâfi, Ebu Said ve İbn Bâziş’in görüşüdür. İbn
Bâziş, “ﻻ
”ِﺇ ﱠnın sonrasını zarflara benzetmiştir. Ona göre fiillerin zarflarla peşpeşe
497
el-Kehf, 18/50.
498
Yâsîn, 36/43-44.
499
Muhhammed Muhyiddin Abdulhamid, a.g.e., s. 342-343.
112
gelmesi ancak harf-i cerle mümkündür. Fiilin, “ﻻ
”ِﺇ ﱠnın sonrasındaki isme ulaşması da
ancak “ﻻ
”ِﺇ ﱠvasıtasıyla olur.
benzetilmiş olduğu için fiilini doğrudan alır, tıpkı fiillerin mübhem zarflara bizzat
birleşebildiği gibi.500
Bu görüş geçerli değildir. Çünkü bu isimler öncelerinde fiil olmasa da nasb
olduğu gibi.
Aynı zamanda bazıları bu görüşün Sibeveyh’e, bazıları da İbn Asfur’a ait
olduğunu belirtmişlerdir.502
3. Müstesnâyı nasb edenin, birinci maddede olduğu gibi, öncesindeki fiilin olduğu
“ﺴ ﹶﺘ ﹾﺜﻨِﻲ
“ ”َﺃistisnâ ederim” dir. Kûfelilerin de görüşü budur. Fakat bu nun fâsid bir
“.ﺩﹰﺍﺯﻴ
ﻻ
ﻡ ِﺇ ﱠ ﻡ ﺍﻟﻘﹶﻭ “ ”ﻗﹶﺎZeyd hariç, kavim ayağa kalktı” denildiğinde Zeyd’in durumu,
500
Muhhammed Muhyiddin Abdulhamid, a.g.e., s. 385.
501
Muhhammed Muhyiddin Abdulhamid, a.g.e., s. 385.
502
el-Müberred, el-Muktedab, Beyrut, IV, 390; Muhammed Muhyiddin Abdûlhamid, a.g.e, I, 598.
503
Muhammed Muhyiddin Abdûlhamid, a.g.e, I, 598; el-Müberred, a.g.e., IV, 391; İbn Hasan Ali b.
Mü’min b. Muhammed b. Ali b. Asfür el-İşbilî, a.g.e., II, 384.
113
Fakat bu görüşün de geçersiz olduğu ifade edilir. Çünkü zıtlık (hilaflık) nasbı
“.ﺭ
ﻤ ﻋ
ﺩ ﻻ ﻴ ﺯ ﻡ “ ”ﻗﹶﺎZeyd kalktı Amr değil.”
“.ﺭ
ﻤ ﻋ
ﻥ
ﺩ ﹶﻟ ِﻜ ﻴ ﺯ ﻡ ﺎ ﻗﹶﺎ“ ”ﻤZeyd kalkmadı fakat Amr kalktı.”504 örneklerinde olduğu gibi bu
nun’unu hafifletilerek “ ”ﻻile idgam edildiği ve böylece tek bir kelime haline geldiğini
savunmuşlardır.
6. Eğer “ﻻ
”ِﺇ ﱠdan sonrası nasb edilmişse bu “ﻥ
”ﺇnin hükmünün baskın geldiği ve
“ﻥ
”ﺇnin haberinin hazf edildiği anlamına gelir. Eğer ref’ edildiyse “ ”ﻻnın hükmü
“ﻥ
”ﺇnin haberi cümlede hiçbir konumda ortaya çıkmamaktadır. Kısacası bu görüş
konumundadır.505
504
İbn Hasan Ali b. Mü’min b. Muhammed b. Ali b. Asfür el-İşbilî, a.g.e., II, 385.
505
Muhhammed Muhyiddin Abdulhamid, a.g.e., s. 385.
114
II. İstisnâ Edatları Hakkındaki İhtilafları
A. “ﻻ
”ِﺇ ﱠEdatı Hakkındaki İhtilaflar
Kûfeliler “ﻯﺴﻭ
ِ ” anlamında kabûl etmişlerdir.509
506
el-Enbiyâ, 21/22.
507
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 330.
508
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 330.
509
Fadıl Kâsım b. Hûseyin el-Havârizmî, a.g.e., I, 161; Muhammed b. Sehl b. es-Sirâc en-Nahvî el-
Bâğdadî, el-Usûl fi’n Nahv, I, 290.
115
B. “ﻯﺴﻭ
ِ ” Edatı Hakkındaki İhtilaflar
bazıları “ﻭﻯ
ﺴ
ِ ”nın “zarf” olduğu görüşünü savunmuşlardır. Bu kabulden hareketle de
“ﻯﺴﻭ
ِ ”yı, istisnâ mânasını içermekle birlikte, zarfiyet üzere nasb etmişlerdir.
“ﺎﺸﹶﺎ”ﺤnın harf olduğunu; fiil olmadığını savunmuşlardır.512 Dellileri ise “ﺎﺸﹶﺎ”ﺤnın daima
Bu görüşün savunucuları da, kendi aralarında “ﺎﺸﹶﺎ”ﺤnın diğer cer harfleri gibi
510
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 331.
511
Abdullah b. Hişâm el-Ensârî, a.g.e., II, 282.
512
Bkz. Sibeveyh, a.g.e., II, 349-450.
513
Abdullah b. Hişâm el-Ensârî, a.g.e., II, 250-251.
116
Bunlara göre “ﺎﺸﹶﺎ”ﺤ, yaygın olarak cer harfi gibi kullanılır ve sonrası mecrur
görüşün savunucuları “ﺎﺸﹶﺎ”ﺤyı cer ettiğinde harf, nasb ettiğinde de fiil olarak kabûl
etmişlerdir.514
Üçüncü görüş: Kûfe ekolünün görüşüdür. Bunlara göre “ﺎﺸﹶﺎ”ﺤ, daima fiildir.
Sonrasını nasbeder ve asla cer harfı olmaz. Eğer “ﺎﺸﹶﺎ”ﺤnın sonrası cer olarak gelirse,
burada “ﺎﺸﹶﺎ ”ﺤhazfolunmuş ve geriye sadece ameli kalan bir harfi cer olarak takdir
edilmiştir.515
özel olarak istisnâ konusunda zikrederek, Arap dilinde istisnâ amacıyla kullanıldığında
sonrasını cer ettiğini ifade etmiştir. Fiil ise cer etmez. Kabul gören görüş cer harfi olarak
kullanılmasıdır.516
D. “ﻼ
ﺨﹶ ” ﹶEdatı Hakkındaki İhtilaflar
“ﻼ
ﺨ ﹶ
” ﹶdan sonraki kelimeyi nasb yapan kişi için “ﻼ
ﺨ ﹶ
” ﹶfiildir. “ﻻ
”ِﺇ ﱠkonumunda
sonra gelen kelime, mutlaka nasb olmalıdır. Çünkü masdar “ﺎ”ﻤsı ancak fiillere gelir.
514
Abdullah b. Hişâm el-Ensârî, a.g.e., II, 251.
515
Abdullah b. Hişâm el-Ensârî, a.g.e., II, 252.
516
el-Müberred, a.g.e., IV, 392.
117
Sibeveyh’in dışındaki bazı âlimler “ﻼ
ﺨ ﹶ
ﺎ ﹶ”ﻤdan sonraki kelimenin cer edilmesi
gerektiğini savunmuşlardır. Bunlara göre “ﺎ ”ﻤ, mastar “ﺎ”ﻤsı değil , zâidedir. “ﻼ
ﺨ ﹶ
” ﹶda
harftir.517
E. “ﻴﺱ ” ﹶﻟve “ﻥ
ُ ”ﻻ ﻴﻜﹸﻭEdatları Hakkındaki İhtilaflar
“.ﺩﹰﺍﺯﻴ
ﻴﺱ ﻡ ﹶﻟ ﻡ ﺍﻟﻘﹶﻭ “ ”ﻗﹶﺎZeyd hariç kavim ayağa kalktı.”
“.ﺩﹰﺍﺯﻴ
ﻥ
ﻴﻜﹸﻭ ﻡ ﻻ ﻡ ﺍﻟﻘﹶﻭ “ ”ﻗﹶﺎZeyd dışında kavim ayağa kalktı” örneğinin takdiri ise:
“.ﺩﹰﺍﺯﻴ
ﻡ ﻬ ﻀ
ﻌ ﺒ ( ﺽ ﺍﻟﻘﹶﻭ ِﻡ
ﻌ ﺒ ﻭ ) ﺃﻱ ﻫ ﻥ
ﻴﻜﹸﻭ ﻡ ﻻ ﻡ ﺍﻟﻘﹶﻭ “ ”ﻗﹶﺎKavmin bir kısmı (ferdi olan)
Zeyd dışında kavim ayağa kalktı” şeklindedir. Bu görüş bu konudaki en yaygın görüştür.
İkinci görüş: Bu iki edatın mercileri, müstesnâ minh’te amel eden fiilden
alınmış olan ism-i fâildir. Bu durumda yukarıdaki örneğin takdiri;
“.ﺩﹰﺍﺯﻴ
( ﻡ ﻭ ) ﺃﻱ ﺍﻟﻘﹶﺎ ِﺌ ﻫ ﻥ
ﻴﻜﹸﻭ ﻡ ﻻ ﻡ ﺍﻟﻘﹶﻭ “ ” ﹶﻗﺎAyağa kalkmayan Zeyd haricinde, kavim ayağa
kalktı” şeklindedir.
Üçüncü görüş: Bu iki edatın mercileri, edattan önce zikredilen ve müstesnâ
minhte amel eden fiilin mastarıdır. Müstesnânın bizzat kendisiyse muzaf olarak takdir
edilmiştir. Bu durumda yukarıdaki örneğin takdiri;
517
İbn Hasan Ali b. Mü’min b. Muhammed b. Ali b. Asfür el-İşbilî, a.g.e., II, 392-393.
518
Muhammed Muhyiddin Abdûlhamid, a.g.e, I, 616-617.
118
IV. BÖLÜM
“ﻏﺎﹰ
ﺒﻠﹸﻭ ﹶ ،ﺒﹸﻠﻎﹸ ﻴ ،ﺒﹶﻠﻎﹶ ” ibâresi, ulaştı ve vardı mânasını taşımaktadır. Herhangi bir kimse
denir.519
Bir terim olarak “Belâgat”; doğru bir mânayı, kendisine uygun olan üstün
ıfadelerle anlatmaktır.
Belağât, hem sözün hem de mütekellimin vasfı olarak kullanıdır. Aynı
zamanda “Belâgat ilmi”, Beyân, Meânî ve Bedî ilimlerine genel olarak verilen
isimdir.520
519
Sadüddin et-Teftâzânî, Muhtasaru’l-meânî, Beyrut 1965, s. 26; Firuzâbâdî, el-Kâmus, Beyrut 1987, s.
1006; el-Câhız, el-Beyân ve ‘t-tebyin, Beyrut (ts.), I, 88-97; Bolelli Nusreddin, Belâgat, Beyân-Me‘ânî-
Bedî ‘İlimleri Arap Edebiyatı, s. 27; Bkz. Hikmet Akdemir, Belâğat Terimleri Ansiklopedisi, İzmir,
1999, s. 9-11.
520
Bolelli Nusreddin, Belâgat, Beyân-Me‘ânî-Bedî ‘İlimleri Arap Edebiyatı, s. 28-29.
119
En fasih sözler, Kur’ân-ı Kerim’in âyetleri ve peygemberimizin sözlü
hadisleridir. Daha sonra, bazı sahâbenin ve bazı Arap şâir ve ediplerinin sözleri onları
tâkip eder.521
B. Belâgat İlminde İstisnâ
Çalışmamızın başında da zikrettiğimiz gibi istisnâ genel olarak “ﻻ
”ِﺇ ﱠveya
benzerlerinden bir edat vasıtasıyla birşeyin birşeyden çıkarılması, bir eylemden beri
tutulması anlamına gelmektedir.
Eşmûnî, istisnâyı şöyle ta‘rif eder: “İstisnâ; istisnâ edatlarından olan “ﻻ
”ِﺇ ﱠve
benzerlerinden bir edatla Kül (bütün) den cüz (parça-kısım)’ün veya kül ile alakalı olan
bir şeyin çıkarılma işlemidir.522
Belâgat ilminde ise istisnâ, dil âlimleri tarafından farklı kriterlere göre farklı
tanım ve sınıflandırılmalara tâbi tutulmuştur.
Çalışmamızın bu kısmında, dil âlimlerinin belâgat açısından istisnâyı nasıl ele
aldıklarını genel olarak incelemeye çalışacğız.
Ebu Hilal el-Askerî, istisnâyı Bedi’ kısmında ele alır ve onu iki kısma ayırır.523
Birinci kısım: Mânanın te’kid edilip te’kidden daha aşırı (mûbalağalı) bir
şekilde ifade edilmesinin istenildiği kısımdır.
Burada istisnâ, müstesnâdan başka bir unsurla yapılır. Bu, mânanın te’kidini ve
mübağâlı bir surette ifade edilmesini sağlar.524
el-Askerî sözlerine delil olarak şu şiir örneklerini gösterir:
en-Nâbiğa ez-Zübyânî’nin şu beyti:
ﺏ
ِ ﻉ ﺍﻟ ﹶﻜﺘﹶﺎ ِﺌ
ِ ﺍﻥ ِﻗﺭ
ل ِﻤ
ٌ ﻥ ﹸﻓﻠﹸﻭ
ِﺒ ِﻬ ﻡ ﻬ ﻭ ﹶﻓﺴﻴ
ﻥ
ﺃﻴﺭ ﻏ
ﻡ ﹶ ﺏ ﻓِﻴ ِﻬ
ﻴ ﻋ
ﻻﻭ
521
Ahmed Mustafa el-Merâğî, Ulûmül’-belağa, Beyrut 1984, s. 37-39; Bolelli Nusreddin, Belâgat,
Beyân-Me‘ânî-Bedî ‘İlimleri Arap Edebiyatı, s. 29.
522
Ahmed Matlûb, Mu‘cem mustalahâti’l-belâğiyye ve tatavvûrihe, Lübnan, s. 64.
523
Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 64; Bedevî Tabâne, Mu‘cem el-belâğati’l-arabiyye, Cidde, s. 119; İn‘âm
Fevvâl Akkâvî, Mu‘cem’ûl-müfassal fî ulûmi’l-belâğati el-bedi‘ ve’l-beyân ve’l-meânî, Beyrut, s. 71.
524
Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 71-72.
120
en-Nâbiğa el-Cû’dî’nin şu şiiri:
ﺎﺎ ِﻗﻴل ﺒ
ِ ﺎﻥ ﺍﻟﻤ
ﺒﻘِﻲ ِﻤ ﻴ ﺎﺩ ﹶﻓﻤ ﺍﺠﻭ
ﻪ ﺃ ﱠﻨﻴﺭ ﻏ
ﻪ ﹶ ﺕ ﺃﺨﹾﻼﻗﹸ
ﻤﹶﻠ ﹾ ﹶﻜﹶﻓ ﹶﺘﻰ
“Sana nasihât eden kişinin, seni sevmekten başka bir suçu ve gâyesi yoktur.”528
Beytinde, samimiyet ve vefâ duygusuyla yapılan nasihatı, nasihat eden kişinin,
nasihat ettiği kişiyi sevmekten başka bir suçunun olmamasıyla istisnâ ediyor. Sevgi bir
suç olarak gösterilmiş; bu üslûbla istisnânın bu çeşidi daha güzel bir şekil almıştır.529
Ebû Hilal’in söylediği:
525
Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 64; Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 119; İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 71; Bolelli
Nusreddin, Belâgat, Beyân-Me‘ânî-Bedî ‘İlimleri Arap Edebiyatı, s. 386.
526
Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 64; İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 71.
527
İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 71.
528
Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 119.
529
İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 72.
530
Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 119.
121
İkinci kısım: Verilmesi düşünülen mânanın tam olarak verilmesi, eksik olarak
verilmesinden kaçınılmasıdır. Başka bir ifadeyle verilen sözlerle kastedilen mânaya
ulaşmak, mânanın eksik kalmamasına dikkat etmektir.531
Tarafa b. Abdin şu beyti, bu istisnâ çeşidine güzel bir örnektir.
ﻲ
ﻬ ِﻤ ﻤ ﹲﺔ ﹶﺘ ﻴ ﻭ ِﺩ ﺭﺒِﻴ ِﻊ ﺏ ﺍﻟ
ﻭ ﺼ
ﺎﺩﻫ ﺴ
ِ ﻤ ﹾﻔ ﻴﺭ ﻏ
ﻙ ﹶ
ﺭ ﺎﺴﻘﹶﻰ ِﺩﻴ
ﹶﻓ
ﻉ
ﺭ ﻨﹶﺎ ِﺯ ﺩﺍ ﻙ ﺍﻟ
ﺕ ِﺒ
ﻁ ﹾ
ﺸﱠﻥ ﹶ
ﺇ ﻭﻴﻙ ﺇﹶﻟ ﻭ ِﺀ ﺇ ﱠﻨﻨِﻲ ﺴ
ﻥ ﺍﻟ
ﻻ ِﻤ
ﻥ ِﺇ ﱠ
ﺩ ﻌ ﺒ ﻓﹶﻼ ﹶﺘ
“Kötülükten başka hiçbir şeyden uzaklaşma. Fakat ben içinde olduğum yer
(mesafe) ne kadar uzak olursa olsun, sana gelmeyi arzuluyorum.”534 beytindeki istisnâ
da kastedilen mânayı eksiksiz ifade etmek için kullanılmıştır.
Bazı kaynaklarda Rabi‘ b. Dubay’ın şu beyti de bu kısım istisnâya örnek olarak
verilimıştır.
ﻥ
ِ ﻪ ﻓﹶﺎ ﻴ ﹶﺜ ﺎ ِﺩﻻ ﺃﺤ
ﺉ ِﺇ ﱠ
ٍ ﻤ ِﺭ ﻭ ﹸﻜلﱡ ﺍ ﻁﻘِﻲ
ﻤ ﹾﻨ ﹶ ﻭ ﺼﻨِﻴﻌِﻲ
ﻴ ﹾﻔﻨﹶﻰ ﻻﺕ ﻭ
ﻴ ﹸ ﹶﻓ ِﻨ
“Sözlerim ve yaptıklarım hariç, ben fâni oldum (yok oldum). Her insan fânidir,
sözleri hâriç.”535
Bir bedevî bir yayı nitelerken söyle der:
“. ﻉ
ﺼﻨﹶﺎ
ﺎﻻ ﺃ ﱠﻨﻬ
ﺀ ِﺇ ﱠ ﺭﻗﹶﺎ ﺨ
“ ” ﹶO ahmaktır; fakat o beceriklidir.”536
531
Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 64; İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 72; Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 119.
532
Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 64; İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 72; Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 119.
533
İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 72.
534
Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 64; Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 119.
535
Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 119.
122
Başka bir şair de atları nitelemek için şöyle der:
ﻙ
ﺤﺭ
ﺎ ﹶﺘﻻ ﺃ ﱠﻨﻬ
ل ِﺇ ﱠ
ِ ﻴ ﻜﹶﺎﻟﱠﻠ ﻙ
ﻤ ﺭ ﻷ
َ ﺎ ﺍﻭ ِﻤ ﹾﻨﻬ ﺠﻲ
ِ ﻭ ﺠ
ﺎ ﺍﻟﺩِﻤ ﹾﻨﻬ
“Bir kısmı simsiyah, bir kısmında grilik var. Tıpkı gece gibi. Onların tek
farkları, hareket etmeleridir.”537
Abdullah b. Mu’tez’in öncülüğünü yaptığı bazı belâgat âlimleri, el-Askerî’nin
bu tasnifinin birinci kısmını, “te’kidü’l-medh bimâ yüşbihüz-zem” üslübûna, ikinci
kısmını da ihtiras üslübûna benzetmişlerdir.538
Te’kidü’l-medh bimâ yüşbihüz-zem; birini veya birşeyi zemmediyormuş gibi
görünerek veya yermeye bezeyen bir övme ile medh etmektir. Buradaki üslûp, olumsuz
olan bir zem (yerme) vasfından; “ona dahil imiş gibi farzederek” bir medih (övme)
vasfını, ondan istisnâ ederek zikretmek şeklinde kullanılan bir üsluptur.539
İbn Mu‘tez’e göre, el-Askerî’nin birinci kısmına verdiği örneklerin üslûbu,
zemme benzeyen bir üslupla övgünün te’kididir.540
el-Bakıllânî de bu “Birinci kısmı” zikreder ve ona istisnâ adını verir.
Bedi‘ ilminde istisnâ kısmı vardır der, el-Askerî’nin zikrettiği örnekleri vererek bu
kısma sadece “istisnâ” adını vermekle yetinir. İbn Raşik el-Kayravânî de el-Bakıllânî ile
aynı görüşü paylaşır. Fakat İbn Raşik, el-Askerî’nin bu konuda zikrettiği “ihtiras” olan
ikinci kısmı Bedi’den hariç tutar. İhtiras’a sadece değinerek şunu söyler: “Bu konuyu
(ihtirası) ele alan mûelliflerin sözleri bu şiirlerle uygunluk arzeder.”
536
Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 119.
537
Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 119.
538
Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 119; Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 64
539
Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 64; Bolelli Nusreddin, Belâgat, Beyân-Me‘ânî-Bedî ‘İlimleri Arap Edebiyatı,
s. 386.
540
Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 64.
541
Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 64; İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 71.
123
ﻪ ﻓﹶﺎ ِﻨﻲ ﻴ ﹶﺜ ﺎ ِﺩﻻ ﺃﺤ
ﺉ ِﺇ ﱠ
ٍ ﻤ ِﺭ ﻭ ﹸﻜلﱡ ﺍ ﻁﻘِﻲ
ِ ﻤ ﹾﻨ ﻭ ﺼﻨِﻴﻌِﻲ
ﻴ ﹾﻔﻨﹶﻰ ﻻﺕ ﻭ
ﻴ ﹸ ﹶﻓ ِﻨ
“Sözlerim ve yaptıklarım hariç, ben fâni oldum (yok oldum). Her insan fânidir,
sözleri hariç.”542
İbn Raşik, bu üslûbu, “ihtirâs” ve “ihtiyât” çeşidi olarak gördüğünden onu,
istisnâ kısmında ele almadığını söyler. Ona göre istisnâya benzeyen her konuyu istisnâ
çatısı altında toplamaya kalksak, istisnâ konusu oldukça uzayacak, şiirler de gâye ve
hedefinden sapmış olacaktı.
Tebrîzî ve Bağdâdî de el-Bâkıllanî ile aynı fikri paylaşırlar.543
İbn Ebî el-Isba‘ el-Mısrî ise istisnâyı istidrâka benzeterek iki kısma ayırmıştır:
1. Lûgavî İstisnâ
Azın çoktan çıkarılması işlemidir. Nitekim dil âlimleri de bu konuyla ilgili
geniş bilgiyi kitaplarında zikretmişlerdir.
2. Sınâî İstisnâ
Azın çoktan çıkarılmasının yanısıra daha kapsamlı ve geniş (ek) bir mâna
vermek için kullanılan istisnâ çeşididir.
Bu ek mânâ vasıtasıyla bu üslûbun “güzel söz söyleme üslûbu olarak” Bedi’de
kullanılması uygun görülmüştür. Aynı zamanda bu kısım, istisnânın Beyân ilmiyle
alakali olan kısmıdır.544
el-Mısrî’ye göre istisnâ ve istidrâkta “güzel söz, ifâde” sayılabilecek bir
kullanım yoksa, bu iki üslûp Bedi‘den sayılmazlar.545
Bedi‘den sayılan istisnâya örnek olarak el-Mısrî şu âyet-i kerimeyi verir.
“.ﻥ
ﺠﺩِﻴ
ِ ﺎﻊ ﺍﻟﺴ ﻤ ﻥ
ﻴﻜﹸﻭ ﻥ
ﻰ َﺃﺱ ﺃﺒ
ﺒﻠِﻴ ﻻ ِﺇ
ﻥ * ِﺇ ﱠ
ﻭﻤﻌ ﺠ
ﻡ ﺃ ﻬ ﻼ ِﺌ ﹶﻜ ﹸﺔ ﹸﻜﱡﻠ ﺍﻟﻤﺩﺠ“ ” ﹶﻓﺴMeleklerin
hepsi secde ettiler * Fakat iblis hariç! O, secde edenlerle beraber olmaktan kaçındı.”546
Bu âyet-i kerimenin amacı sadece istisnâ değil, aynı zamanda ek bir mânâ, ek bir
bilgi vermektir. Bu da iblisin işlediği büyük günah ve isyandır. Nitekim o, bütün meleklerin
aksine hareket ederek Âdem’e secde etmemiştir. Bu yüce âyetteki mânâ “lügavî istisnâ”dan
542
Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 119; Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 64; İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 73.
543
Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 64-65.
544
İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 72; Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 119.
545
Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 119.
124
daha güçlü ve kapsamlıdır.547 Aynı zamanda âyet-i kerimede “.ﻥ
ﻭﻤﻌ ﺠ
ﻡ ﺃ ﻬ “ ” ﹸﻜﱡﻠhepsi birden”
hariç” buyursaydı, secde etmeyen meleklerin de olmuş olabileceği ihtimâli ortaya çıkacaktı.
İblis de secde etmeyen o melekleri taklid etmiş olabilecekti. Yâni iblisin bu büyük günahta
yalnız olmadığı düşünülebilecekti. Daha kesin bir ifadeyle “ﻼ ِﺌ ﹶﻜ ﹸﺔ ”ﺍﻟﻤdaki ““ ;”ﺍلAhd için
“ﻥ
ﻭﻤﻌ ﺠ
ﻡ ﺃ ﻬ “ ” ﹸﻜﱡﻠhepsi birden” ifadesiyle hem te’kid yapılmış -ki bu da zorunludur- hem de
“ihtiras” ile olası bütün problemler, meseleler ortadan kalkmıştır. Böylelikle iblisin, tüm
meleklerin hilâfına davranması ve secde etmemesiyle günahı büyümüş ve ebediyyen lâneti
hak etmiş oluyor.548
“ﻪ ﻁ
ﻫ ﹸ ﺭ ﻭ ﺱ
ﺒﻠِﻴ ﻻ ﺇ
“ ”ِﺇ ﱠİblis ve topluluğu hâriç” gibi bir kullanım söz konusu olabilirdi.
ﺍﻨِﻲ ﹶﺘﺭﺼﺩ
ﻥ ﹶﺘ
ﻻﺃ
ِﺇ ﱠﹶﻟﺨِ ﹾﻠ ﹸﺘﻙ ﺎﻌ ﹾﻨﻘﹶﺎ ِﺀ ﺃﻭ ﺒَِﺄﻁﹸﻭ ِﻤﻬ ﺕ ﺒِﺎﻟ
ﹶﻓﻠﹶﻭ ﹸﻜ ﹾﻨ ﹶ
“Kendisinde veya etrafında hiçbir şeyin olamadığı (ıssız) bir çölde de olsan,
beni görebilecek bir kudretinin olduğunu sanırdım.”551
Bu istisnânın gâyesi güzelliktir, sanattır. Çünkü övgüden daha fazla bir mânâ
içermektedir. Numeyrî’nin bu beytinin anlamı; “Eğer yok olsan dahi, beni görebileceğini
546
el-Hicr, 15/30-31.
547
Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 65-66.
548
Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 120; İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 72.
549
Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 66.
550
İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 72.
551
İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 72.
125
sanırdım. Beni görmeni engelleyecek hiçbir mâni yoktur” anlamındadır. Buradaki
“Beni görmeni engelleyecek hiçbir şey yoktur” ibaresi övgüde bir mûbâlağadır.
İbn Hucca el-Hamevî ve İbn el-Esir el-Halebî de aynı üslûbu kullanmışlardır.552
İbn Hucca el-Hamevî’nin şu şiiri de lûgavî istisnâ’ya örnek teşkil etmektedir.
ِﹶﻠﻡﻥ ِﺒﺫِﻱ ﺴ
ٍ ﺎﻏﺼ
ﻑﺃﹾ
ﺎﻁِ ﹶﻤﻌ ﻻ
ِﺇ ﱠ ﻡ ﻫ ﺩ ﻌ ﺒ ﻥ
ِ ﺴ ﹶﺘ ﹾﺜ
ﻡ ﺃ ﺩ ﹶﻓﹶﻠ ﻭ ﹶﻔﺕِ ﺍﻟ ﹸﻘﺩﻋ
benzetme suretiyle istisnâyı bir “tevriye” üslûbuyla aktarmıştır. Tevriye, birşeyi başka
birşeyle gizli bir şekilde benzeterek benzetilen şeye delalet etmesini sağlamaktır.
Bu şiirdeki istisnâ da lûgavî istisnâ sınıfına girmektedir.554
Sûyûti de istisnâyı istidrâkla birleşitirerek şöyle der: “İstidrak ve istisnânın
Bedi‘de bir arada bulunabilmeleri için, her ikisinin lûgavî mânâlarının ihtiva ettiği güzel
vasıflardan daha fazlasını ihtivâ etmeleri zorunludur.” el-Medenî de Suyutî’nin bu
şartını zikrederek, istisnâ ve istidrâkın Bedi‘ den sayılabilmesi için bu şartı, olmazsa
olmaz bir şart olarak kabûl eder.555
İbn Ebi’l-Isba‘ da bu şartı vurgulayarak şu âyet-i kerimeyi misâl olarak verir.
552
İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 73.
553
İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 73.
554
İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 73.
555
İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 73.
126
“... ﻡ ﻥ ﻓِﻲ ﹸﻗﻠﹸﻭ ِﺒ ﹸﻜ
ﺎل ﺍﻹﻴﻤ
ِﺨﺩ ﹸ ﻴ ﺎﻭﹶﻟﻤ ﻤﻨﹶﺎ ﺴﹶﻠ
ﻥ ﻗﹸﻭﻟﹸﻭﺍ ﺃ
ِﹶﻟﻜﻡ ﹸﺘ ْﺅ ِﻤﻨﹸﻭﺍ ﻭ ل ﹶﻟ
ْ ﻤﻨﱠﺎ ﹸﻗ ﺏ َﺁ
ﺍﻋﺭ
ﻷَ ”ﻗﹶﺎﹶﻟﺕِ ﺍ
“Bedeviler “iman ettik” dediler, de ki: siz iman etmediniz, ama “boyun eğdik” deyin.
Henüz iman kalplerinize yerleşmedi...”556
Bu âyet-i kerimede istidrâk üslûbu kullanılmıştır. İstidrâk söz de bulunan
anlaşılmazlığı, zorluğu açıklamak, izâh etmek mânâsını taşımaktadır.557 Eğer bu âyet-i
kerimede istidrâk üslûbu kullanılmasaydı, insanlar iman etmekten kaçınacak hatta nefret
bile edebileceklerdi. Çünkü âyette, ilk etapta, (nefy) men etme mânâsı vardır. Fakat
Yüce Allah, sözünü devam ettirerek kastettiği mânâyı açıklamıştır. Yâni istidrâk
üslûbunu kullanmıştır. Bu âyetteki anlan: “Siz bir derecedesiniz fakat sizden daha üst
dereceler de var. Sizin bulunduğunuz derece islam; üstü ise imandır.” Nitekim iman,
kalbin dille olan uygunluğu, dilin söylediğini kalbin kabûlü mânâsındadır. İslam ise
sadece dille alâkalı olan, dilin şehadetinden ibaret bir kavramdır. Buradan alaşılan şudur
ki; muhatap kitlesinin “şehadet” kelimesini söylediği fakat tam iman etmediğidir.
Belâgat gereklerinden biri olarak âyetti iman, islamdan ayrılmış ve Allah tarafından “ ...
bir açıklama getirilmiştir. İstidrâk üslûbuyla Cenab-ı Hak, girift, sorunlu olan bir
meseleye açıklama getirerek onu Bedi‘ sanatının güzel bir örneği halinde ifade
etmiştir.558
Belâgat alimlerine göre istisnânın müstesnânın Bedi‘den sayılabilecek ya da
Bedi‘ ile alakâlı bir vasıfla nitelendirilmedikçe Bedi‘den kabûl edilmeyen bir çeşidi
daha vardır.559
“ﻻ
ﺽ ِﺇ ﱠ
ﺭ ﺍﻷﺕ ﻭ
ﻭﺍ ﹸﻤﺕ ﺍﻟﺴ
ِ ﻤ ﺍﺎ ﺩﺎ ﻤ ﻓﹶﻴﻬﻕ * ﺨﹶﺎِﻟﺩِﻴﻥ
ﺸﻬِﻴ ﹲ
ﻭ ﹶ ﺭ ﺯﻓِﻴ ﺎﻡ ﻓﹶﻴﻬ ﻬ ﻭﺍ ﹶﻓﻔِﻲ ﺍﻟﻨﱠﺎ ِﺭ ﹶﻟ ﺸ ﹶﻘ
ﻥ ﹶ
ﺎ ﺍﱠﻟﺫِﻴﻓﹶﺄﻤ
ﺕ
ِ ﻤ ﺍﺎ ﺩﺎ ﻤ ﻓِﻴﻬﺠ ﹶﻨﺔِ ﺨﹶﺎِﻟﺩِﻴﻥ
ﻭﺍ ﹶﻓﻔِﻲ ﺍﻟﺴ ِﻌﺩ
ﻥ
ﺎ ﺍﱠﻟﺫِﻴﺃﻤﺩ * ﻭ ﻴﺭِﻴ ﺎل ِﻟﻤ
ٌ ﺎﻙ ﹶﻓﻌ
ﺒ ﺭ ﻥ
ﻙ ﺇ
ﺒ ﺭ ﺀ ﺎ ﺸﹶﺎﻤ
556
el-Hucurât, 49/14.
557
Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 65.
558
Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 65; Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 120.
559
Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 120-121.
127
orada onların (öyle feci) nefes alıp vermeleri vardır ki * Rabbinin dilediği hariç, (onlar)
gökler ve yer durdukça orada ebedî kalacaklardır. Çünkü Rabbin, istediğini hakkıyla
yapandır * Mutlu olanlara gelince, onlar da cennettedirler. Rabbinin dilediği hariç,
gökler ve yer durdukça onlar da orada ebedi kalacaklardır. Bu (nimetler) bitmez,
tükenmez bir lütuftur.”560
Bu âyet-i kerimede Cenab-ı Hak’kın azapla vasıflandırdığı bedbaht olanlar iki
kısımdır:
1. Asla iman etmeyenler, tam anlamıyla inkâr edenler Cenab-ı Hak bunları ebedî olarak
cehennemde kalmakla vasıflandırıyor.
2. İnanlardan isyan edenler. Bunlar, ebedi olarak cehennemde kalmayacaklardır.
Nitekim Allah’a inandakları için.
oradan çıkmayacaktır (Orada ebedî olarak kalacaktır).” 561 âyetiyle çelişiyor gibi
görünebilir. Bu durumun açıklaması kaynaklarda şu şekildedir:
Cennetin aşamaları (tabakaları) mevcuttur. İtâat edenler için bu tabakaların
farklılığı söz konusudur. Cenneten çıkma olayı yoktur. Aynı şekilde âyetin
“.ﻭ ٍﺫ
ﺠ ﹸﺫ
ﻤ ﻴﺭ ﻏ
ﺀ ﹶ ﻋﻁﹶﺎ
...” “... Bu (nimetler) bitmez, tükenmez bir lütuftur” ifadesinden
hareketle, itâat edenlerin cennette ebedî olarak kalacakları, istisnânın anlamının ise;
berzahtaki süreleri ve yahut kıyamet günündeki hallerinin keyfiyetiyle alakalı
olabileceği şeklinde alimlerce te’vil edilir.
hariç” ibaresi, sözü düzelten, tamamlayan ve girift meseleleri açıklayan bir tetimme
560
Hûd, 11/106-108.
561
el-Hicr, 15/48.
128
niteliğindedir. Böylelikle âyet, “güzel-sanatlı söz çeşidi” olarak kabûl edilip Bedi‘den
bir kısım olma özelliğine sahip olmuştur.562
Nitekim Sûyûtî de istidrâkı, istisnâyla birleştirir ve her ikisinin bir arada
olabilmeleri için her ikisinin lûgavî mânâlarının ihtivâ ettiğinden daha fazlasını
vasıflandırmak zorunda olduklarına işaret eder.563
Lûgavî istisnâ ile sınâî istisnâ arasındaki tek fark da; sınâî’nin, lûgavî’nin işaret
ettiğinden daha fazla bir şekilde güzel vasıflara işaret etmek zorunda olmasıdır.564
Diğer Âlimlerin İstisnâ Ta‘rifleri:
Cürmanûs Ferhât istisnâyı şöyle ta‘rif eder:
çıkarılmasıdır.” Ona göre müstesnânın müstesnâ minhten daha fazla bir anlam içermesi
zorunludur. Buna şu beyti örnek verir:
ﺭ ﻙ ﺩِﻴﺎ
ِﻻﺭﻨﹶﺎ ِﺇ ﱠ ﺎ ِﻭﻴﺠ ﻻ
ﻥ ﹶ
َﺃ ﺭ ﹶﺘﻨﹶﺎ ﺎﺕ ﺠ
ِ ﺎ ﹸﻜ ﹾﻨﻋﻠﹶﻴﻨﹶﺎ ﺇﺫﹶﺍ ﻤ
ﺎﻭﻤ
562
Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 120-121.
563
İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 73.
564
Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 120.
565
İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 73.
129
İbn Kayyim el-Cevzî de istisnâyı şöyle ta‘rif eder:
“Bir şeyin zikredildikten sonra istisnâ aracılığıyla ondan geri adım atılması ve
yahut bir bütünün, genelin zikredilmesinden sonra cüz’ün ondan çıkarılmasıdır.” İbnü’l-
Cevzî, Kur’an-ı Kerim’de istisnâ örneklerinin çok olduğunu, fakat geri adım atma
nevinden bir istisnânın mevcut olmadığını; çünkü tereddütün yüce Allah’ın şanına ve
yüceliğine yakışmayacağını vurgulayarak, Kur’an dışında bu tür kullanımların çok
olduğunu dile gettirir.568
3. Belâgat İlminde Ele Alınan Diğer İstisnâ Çeşitleri
a. Hasr İstisnâsı
Bu istisnâ çeşidini ortaya koyan ve onu bu şekilde adlandıran İbn Ebî el-
Isba‘ el-Mısrî’dir. el-Mısrî, bunun azın çoktan çıkarılmasından ibâret olan istisnâdan
farklı olduğunu söyleyerek, hasr istisnâyı şu beyitle açıklar:
ﺏ
ﺙ ﻜﹶﺎ ِﺫ
ﹸﺤﺩ
ﻤ ﻻ ﻓﹶﺎﻟ
ﻭِﺇ ﱠ ﻙ
ﻋ ﹾﻨ
ﻭ ﺏ
ﺭﻜﹶﺎ ِﺌ ﺤﺙﱡ ﺍﻟ
ﺎ ﹸﺘﻻ ﻤ
ﻭِﺇ ﱠ ﻙ
ﺇﻟﹶﻴ
566
İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 73.
567
İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 74.
568
Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 65.
569
Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 66; İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 74.
570
Mânevi istisnâ hakkındaki gerekli bilgi çalışmamızın ilerdeki kısımlarında zikredilecektir.
130
el-Medenî’ye göre şiirin taşıdığı mânâ; “binekler (yolcular) sadece sana
gelmelidirler; sana gelmezlerse yolculuk yapamazlar. Konuşan kimseler de senden
bahsetmezlerse yalan konuşurlar” şeklindedir. el-Medenî’nin iddiasına göre şiirde
istisnâ sadece şiirin genel-zâhiri mânâsında mevcuttur. Arap diline vâkıf olmayan
“... ﷲ
ُ ﻩ ﺍ ﺭﺩ ﹶﻨﺼ ﻩ ﹶﻓ ﹶﻘ ﻭﺼﺭ
ﻻ ﹶﺘ ﹾﻨ
“ ”ِﺇ ﱠEğer siz ona (Resûlullah’a yardım etmezseniz (bu önemli
onların arasında kaldı …”573 Bu âyet-i kerimede yüce Allah, bize doğru ve kesin haber
buyurabilirdi.574
Daha önce zikrettiğimiz Hicr sûresi 30-31. âyet-i kerimeleri de hasr için güzel
birer örnek teşkil etmektedir.575
Her istisnâda, hasr var diyemeyiz. Aynı zamanda hasr istisnâsı diğer istisnâlara
bedeldir şeklinde de düşünemeyiz.
Hasr istisnâda, takdim ve te’hir yapılmadığı takdirde; istisnâda bulunan
kuralların hepsinin hasr istisnâda bulunması zorunlu değildir. Hasr istisnâyı diğer istisnâ
571
Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 66-67.
572
et-Tevbe, 9/40.
573
el-Ankebut, 29/14.
574
Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 121; Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 66; İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 74.
575
Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 66.
131
çeşitlerinden ayıran özellik; onda takdim ve te’hirin olmamasıdır. Eğer hasr istisnâda
takdim ve te’hir olursa bu, istisnânın daha güçlü bir hasr anlamı vermesini sağlar.576
Sûyûtî, İbn Hûca el-Hamevî gibi âlimler de eserlerinde hasr istisnâyı zikrederek, onu el-
ِﻅﻡ
ﻲ ﻟِ ﹾﻠﻌِ ﹶ
ﺤﻕﹸ ﺒِﺎﻟ ﹸﻜﱢﻠ
ﻴ ﹾﻠ ﺀ ﺯ ﺠ
ﻓﹶﺎﻟ ﻷ ﹾﻨﺒِﻴﺎ ِﺀ ِﺒ ِﻪ
َ ﻊ ﺍ ﺠﻤِﻴ
ﺼ ٍﺭ
ﺤ
ﻕ ِﺒ
ﺤ ﹾ
ِ َﺃ ﹾﻟ
“.ِﻅﻡ
ﻲ ﻟِ ﹾﻠﻌِ ﹶ
ِ ﺤﻕﹸ ﺒِﺎﻟ ﹸﻜﱢﻠ
ﻴ ﹾﻠ ﺀ ﺯ ﺠ
“ ”ﻓﹶﺎﻟcüz külle ondan büyük olduğu için eklenir” ifadesiyle “cüz”
şeklinde nitelemektedir. Yâni diğer tüm peygamberler bir “kül” olan Hz. Muhammed
(a.s.)’in yanında “cüz” nisbetindedir. Bu üslûptaki tâzim ve yüceltmenin büyüklüğü
gizlenemeyecek bir vakıâdır.577
Cermanûs Ferhat da bu kısmı hasr istisnâ adını verir ve aynı örnekleri
zikreder.578
b. Mânevi İstisnâ
Asıl itibâriyle el-Mısrî’nin “hasr istisnâ” olarak isimlendirdiği istisnâ çeşidinin
bizzat kendisidir. Fakat el-Medenî, hasr kısmında zikrettiğimiz gerekçeler nedeniyle
hasr istisnâyı “mânevi istisnâ” olarak adlandırır.579
İbn er-Rumî de “mânevi istisnâ” kısmında bahsettiğimiz bilgileri vererek iki
şiirle örneklendirir.
576
Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 66.
577
İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 74-75.
578
İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 75.
579
Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 67; İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 75.
132
ﺒ ِﻬ ِﻪ ﺸ
ِ ﻋﻠﹶﻰ
ﻥ
ﻴ ﻌ ﻊ ﺍﻟ ﻻ ﹶﺘ ﹶﻘ
ﹶ ﻪ ﻯ ﺃﻨﱠﺴﻭ
ِ ﺏ
ﻴ ﻋ
ﻪ ﹶﻟﻴﺱ ﹶﻟ
ﺎﺭﻫ ﺴﺘﹸﻭ
ﻲ
ﻋﹶﻠ
ﺭ ﺼ
ﻡ ﹸﺘ ﹾﻘ ﻭﹶﻟ ﺎﻴﻬ ِﺇﹶﻟ ﺎﻫﹸﻠﻬ ﻊ ﺃ ﺠ
ِ ﺭ ﻴ ﻭ ﻴﺭِﻱ ﺨ
ﺎ ﹶﺒﹸﻠ ﹸﻐﻬ ﻴ ﺴ
“Bayan komşum onu ziyaret etmiyorum diye şikayet ediyor. Onu ziyaret
edemeyişimin sebebi eşinin evde olmayışıdır. İyiliğim ona ulaşacak ve eşi evine
geldiğinde onun perdeleri yalnız benim için kullanılmayacak. (Ona faydam dokunacak
Tâ ki ona kötü bir söz ulaşmasın).”580
c. Sayı (Adet) İstisnâsı
Sayı istisnâsını, genel istisnâdan ayrı bir kısım olarak gören ve ona bu ismi
veren Ziyâeddin b. el-Esîr’dir. İbnü’l-Esîr’e göre istisnânın bu kısımı mûbâlağa
üslûbunun güzel bir çeşididir. Burada mübâlağa, akid (onlu sayılar)’ın kendilerinden az
olan sayılardan önce zikredilmesi şeklinde yapılır. Bunun faydası ise muhâtabın
dikkatini onlu sayılar üzerinde yoğunlaştırarak daha etkili bir üslûbun kullanılmasına
“.ﺎ َﺌﺔﹰﻻ ﻤ
ﻪ ﺃ ﹾﻟ ﹶﻔﺎﹰ ِﺇ ﱠ ﻴﹸﺘ ﻁ
ﻋﹶ
“ ”ﺃOna 100 hariç, 1000 verdim” demek “90 ve ya 900 verdim”
580
İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 75.
581
Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 121.
582
Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 121.
133
Ziyâeddin b. el-Esîr, sözlerini şu âyet-i kerime ile delillendirerek şu
“Andolsun ki biz Nuh’u kendi kavmine gönderdik de o bin yıldan elli yıl eksik bir süre
onların arasında kaldı …”583
583
el-Ankebut, 29/14.
584
Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 121.
585
Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 121-122.
586
İrdaf “”ﺍﻹﺭﺩﺍﻑ: Bedî’ tabirlerinden olan irdâf kinâyeye benzeyen edebî sanatlardan birisidir. Bu
mânanın kendi lafzıyla değil de, o lafzın müradifi (eş anlamlısı) olan bir kelimeyle ifade edilmesine
irdâf adı verilir. (Bkz. Akdemir Hikmet, a.g.e., s. 160-161).
587
Kinâye “”ﺍﻟﻜﻨﺎﻴﺔ: Lugatte “tasrihi terketmek, gizlemek” mânasına gelir. Beyan ilminde bir ıstılah olarak
kinâye, aslî mânayı kastetme imkânının bulunmasıyla beraber, mânasının lâzımı kastedilen lafızdır.
Başka bir ifadeyle kinâye, hakikî mânayı düşünmeye engel olacak bir karine bulunmamak şartıyla, bir
134
İbn Esîr gayr-i mûceb istisnâya şu âyeti örnek olarak verir:
“.ﻊ
ٍ ﻴ ﻀ ِﺭ
ﻥ
ﻻ ِﻤ
ﻡ ِﺇ ﱠ ﺎﻁﻌ
ﻡ ﹶ ﻬ ﹶﻟﻴﺱ “ ”ﹶﻟOnlar için kuru dikenden başka yemek yoktur”589
“ﻊ
ﻀﺭِﻴ
( ”ﺍﻟdari‘); dikenli bir bitkidir. Kureyşliler ona yeşil (taze) iken “ﻕ
ﺭ ﹾ ﺒ ﺸ
”ﺍﻟ ﱢ
“. ﺱ
ﻤ ﺸ
ﻻ ﺍﻟ ﱠ
ل ِﺇ ﱠ
ﻅﱞِ ﻥ
ٍ ِﻟﻔﹸﻼﻴﺱ “ ”ﹶﻟHerhangi birine güneşten başka gölge yoktur” demek
ﻥ
ِ ﺎﺭﻤ ﺤ
ِ ﻯ ﺍ ﹾﻟﺴﻭ
ِ ﺎﻡ ِﻤ ﹾﻨﻬ ﻫ ﻭﺍ ﺴ
ِ ِﻟ ﻥ
ﻴ ﹸﻜ ﻡ ﺕ ﹶﻓﹶﻠ
ِ ﺎﺭﻤ ﻤ ﹾﻜ ﻭﺍ ﺒِﺎ ﹾﻟﺭﺩ ﹶﺘ ﹶﻔﻭ
Fıkıh ilminde istisnâ, fıkıh ilminin tahsîs konusunun ilgili kısmı olan “Muttasıl
Tahsîs Delilleri” bölümünde ele alınmaktadır. Muttasıl (bitişik) tahsis delili “âm lafzın
bulunduğu nassın ibâresinin bir parçasıdır” Tek başına tam bir cümle değildir.592 Daha
açık bir ifadeyle muttasıl tahsis delilleri, tek başına bir mâna ifade etmeyen ve kendisine
sözü gerçek mânasına da gelebilmek üzere, onun dışındaki bir mâna için kullanmaktır. (Bkz. Akdemir
Hikmet, a.g.e., s. 216-222).
588
Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 122.
589
el-Ğaşiye, 88/6.
590
Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 122.
591
Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 122.
592
Zekiyyüddin Şa‘bân, Usulûl’l-Fıkh’i-l İslâmî, s. 332; Abdülkerim Zeydân, Fıkıh Usûlü, (Çev. Rûhî
Özcan), s. 406.
135
bitiştiği söz ile allâkası bulunan lafızlardır. 593 Bunlara müstakil olmaya anlamında
“gayr-ı müstakil” ya da “gayr-ı munfasıl” deliller de denir.594
A. Tahsîsin Tanımı
kararlaştırmak, daraltmak, bir şeyi kendisiyle ortak olmayan diğer şeylerden ayırt etmek,
sayı üzerine kasretmek” manalarına gelir.595
2. Tahsîsin Geçerliliği
“.ﺽ
ﻌ ﺒ ﻪ ﺍﻟ ِﻤ ﹾﻨﺨﺹ
ﺩ ﹸ ﻭ ﹶﻗ ﻻ
ﻡ ِﺇ ﱠ ﺎﻥ ﻋ
ﺎ ِﻤ“ ”ﻤBir kısmı tahsîse uğramayan hiçbir ’âm yoktur.”
593
Koca Ferhat, a.g.e., s. 170.
594
Zekiyyüddin Şa‘bân, a.g.e., s. 332; Abdülkerim Zeydân, a.g.e., s. 406; Koca Ferhat, a.g.e., s. 170.
595
Tehânevî, Keşşâfu ıstılahâti’l-fünûn, I, 428; Ferhat Koca, İslâm Hukuk Metodolojisinde Tahsîs
(Daraltıcı Yorum), İstanbul, 1996, s. 99.
596
Zekiyyüddin Şa‘bân, a.g.e., s. 333; Abdülkerim Zeydân, a.g.e., s. 400.
597
Koca Ferhat, a.g.e., s. 104.
598
Koca Ferhat, a.g.e., s. 104.
136
ifadesi kullanılmıştır. Ancak bu sözün genel bir kuralı ifade etmek amacıyla söylendiği
belirtilmelidir. Aksi halde Kur’an’da tahsîs edilmemiş birçok ’âm nâs mevcuttur.599
“. ﻥ
ٍ ﺎ ﻓﹶﺎﻴﻬ ﻋﹶﻠ
ﻥ
ﻤ (“ ” ﹸﻜلﱡYer) üzerinde bulunan her canlı fânidir.”600
“... ﺕ
ِ ﻭ ﻤ “ ” ﹸﻜلﱡ ﹶﻨ ﹾﻔﺱٍ ﺫﹶﺍ ِﺌ ﹶﻘ ﹲﺔ ﺍﻟHer can ölümü tadacaktır ...”601
“. ﺭ
ﻴ ﻋﻠﹶﻰ ﹸﻜلﱢ ﺸﹶﻲ ٍﺀ ﹶﻗ ِﺩ
ﷲ
ُ ﺍ ﻭ...” “... Allah her şeye hakkıyla gücü yetendir.”603
İslam hukukçularının çoğunluğu âmmın tahsîsini caiz gördüğü halde, küçük bir
grup buna karşı çıkmıştır. Bu kişilerin isim ve mezhebî eğilimleri usûl kitaplarında
belirtilmeyerek sadece “şâz bir grup” veya “görüşlerine itibar edilmeyen kimseler”
şeklinde nitelendirilmişlerdir. Ayrıca mutlak olarak tahsîse mi yoksa sadece haberlerin
tahsîsine mi karşı çıktıkları konusu da belirsizdir.604
Karâfî (v. 684/1285) ise istisnâyı “cümlenin bir kısmını veya onun zaman,
mekan, durum ve sebeplerini -çıkarılan kısmı cümlede muhafaza ederek- bizzat
599
Koca Ferhat, a.g.e., s. 104-105.
600
er-Rahmân 55/26.
601
Âl-i İmrân 3/185; el-Enbiyâ 21/35; el-Ânkebut 29/57.
602
el-Bakara 2/282; en-Nisâ 4/176.
603
Âl-i İmrân 3/29, 189; el-Mâide 5/19, 40; el-Enfâl 8/41.
604
Abdülkerim Zeydân, a.g.e., s. 406; Koca Ferhat, a.g.e., s. 105.
605
Koca Ferhat, a.g.e., s. 124.
137
müstakil olmayan bir kelimeyi cümleden çıkarmak” şeklinde ta‘rif etmiştir. Karâfî’nin
tanımındaki “cümlenin bir kısmı”ndan maksat onun bölümleridir. “Bizzat müstakil
olmayan bir lafızla” ifadesi ise aklî delillerle diğer mûnfasıl delilleri tanım dışı
bırakmaktadır. “Çıkarılan kısmın cümlede muhafaza edilmesi” kaydı da sıfat, şart ve
gaye ile yapılan tahsîsi tanım dışı bırakmak içindir. Onun bu ta‘rifi, tanımda bulunması
gereken bütün unsurları içermesi ve tanım dışı unsurlara da yer vermemesi sebebiyle
tutarlı görünmektedir.606
Hanefilere göre istisnâ, müstesnâ minhin kapsadığı fertlerden bir kısmına engel
olduğu için “tağyir”, kalan kısımla da konuşanın maksadını ifade ettiği için “beyan”
niteliğini taşımaktadır. İstisnâ bizâtihî müstakil bir söz olmadığı için onda yapılacak
uzun süreli sükûtla cümle tamam olur ve istisnâ artık “tağyir beyanı” değil, sabit bir
hükmün kaldırılması yani nesh haline dönüşür. Ayrıca İmam-ı Şâfî’ye tahsîs delilinin
âmmın hükmüne engel olduğu gibi istisnânın da mu‘âraza yoluyla müstesnâ minh’in
hükmüne mâni olduğu görüşü nispet edilmişse de bu görüşe onun kendi eserlerinin
konuyla ilgili bölümlerinde rastlanılmamıştır.607
606
Koca Ferhat, a.g.e., s. 171.
607
Koca Ferhat, a.g.e., s. 171.
138
2. İstisnânın Tahsîs Delili Olabilmesi İçin Taşıması Gereken Şartlar
İslam hukukçuları istisnânın tahsîs delili olabilmesi için onun bir takım şartları
taşıması gerektiğini belirtmişlerdir. Buna göre;
Malikiler ile Gazâli (v. 505/1111) insanın, içinden istisnâya niyet etmesi
şartıyla, Allah ile kendi arasındaki dini konularda onu tehir etmesini câiz görmüşler.611
Karâfî “ ...ﷲ
ُ ﺀ ﺍ ﻴﺸﹶﺎ ﻥ
ﻻ َﺃ
ﻏﹶﺩﹰﺍ * ِﺇ ﱠل ﹶﺫﻟِﻙ
ٌﻋِ ﻲ ٍﺀ ِﺇﻨﱢﻲ ﻓﹶﺎ
ﺸ
ﻥ ِﻟ ﹶ
ﻻ ﹶﺘﻘﹸﻭﹶﻟ
ﹶ“”ﻭHiçbir şey için
‘bunu yarın yapacağım’ deme. Ancak ‘Allah dilerse (yapacağım)’ de… ” 612 âyeti
çerçevesinde, istisnâ şart mânâsı taşıdığı zaman, İbn Abbas’ın sözünün geçerli olacağını
belirtmiştir.613 Tehir taraftarları, Allah’ın ezeli kelâmının tek olduğunu ve onun yalnızca
muhataplarına ulaşma bakımından tertib edildiğini, istisnâ gecikse bile, bunun bizzat
kelâmda değil, sadece onun emir ve nehiylerinin cümle olarak duyulması veya
anlaşılmasında olduğunu, ayrıca Allah’tan hiçbir şeyin gizli kalamayacağını dolayısıyla
onun kelâmında infisâlin câiz olduğunu savunmuşlardır. Hz. Peygamberin (a.s.);
“Vallahi Kureyşle savaşacağım” dedikten sonra sustuğunu ve daha sonra “İnşallah”614
608
Koca Ferhat, a.g.e., s. 171-172.
609
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e., s. 528; Abdülkerim Zeydân, a.g.e., s. 406.
610
Abdülkerim Zeydân, a.g.e., s. 406-407; Koca Ferhat, a.g.e., s. 172.
611
Koca Ferhat, a.g.e., s. 172.
612
el-Kehf 18/23-24.
613
Koca Ferhat, a.g.e., s. 172.
614
Ebû Dâvûd, Eyman, İstanbul, 1981, s. 17.
139
dediğini iddialarına delil getiren bu usulcülerin kanun koyucunun sübjektif iradesini
esas aldıkları görülmektedir.615
615
Koca Ferhat, a.g.e., s. 172.
616
Müslim, Eyman, 11-13, 16.
617
Koca Ferhat, a.g.e., s. 173.
618
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e., s. 536-562; Koca Ferhat, a.g.e., s. 173.
619
Koca Ferhat, a.g.e., s. 173.
140
ettiği hüküm de sahih olur. Cümledeki düzensizlik ve çirkinlik onun manasına değil,
kullanım şekline havale olunur.620
Bazı usulcüler, istisnânın bir hüküm ifade edebilmesi için şu şartları da ileri
sürmüşlerdir:
620
Koca Ferhat, a.g.e., s. 173.
621
Koca Ferhat, a.g.e., s. 174.
622
Koca Ferhat, a.g.e., s. 174.
623
Koca Ferhat, a.g.e., s. 174.
624
Koca Ferhat, a.g.e., s. 174.
141
Meselâ, 1000 liraya işaret ederek “şu paralar filanındır” dedikten sonra, aynı paralar
hakkında “ancak şunlar hariç” denerek istisnâ yapılması doğru değildir. Çünkü
muâyyen bir şey hakkında ikrar yapıldığı zaman, o mutlak mülkiyeti gerektirir. Ve artık
ondan herhangi bir miktarın istisnâ edilmesi, mülkiyetin ispatından sonra iptal edilmesi
anlamına gelir ki, böyle bir rücû kabul edilemez. Ne var ki usulcüler arasındaki hâkim
görüş; bu tür istisnâların câiz olacağı ve sözün başındaki mücerret ikrarın sözün sonuna
bağlı olacağı yani ikrarın bölüneceğidir. Bu durumda işaret edilenle edilmeyen arasında
herhangi bir fark kalmamış olacaktır.625
Hanefiler ise, ilk defa kelime-i tevhid ile muhatap olan Araplar’ın Allah ile
beraber birçok puta taptıklarını, dolayısıyla şirk ortadan kaldırıldığı zaman zorunlu
olarak Allah’ın uluhiyyetinin sabit olacağını, bu sebeple tevhid kelimesinin dini bir
625
Koca Ferhat, a.g.e., s. 174.
626
Koca Ferhat, a.g.e., s. 174-175.
627
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e., s. 549-569; Koca Ferhat, a.g.e., s. 176.
142
zaruret ve örf ile sabit bir kelime olduğunu ileri sürmüşlerdir.628 Fakat kelime-i tevhid
şer’î bir örfün oluşmasından önce söylendiği gibi herkes de ondan Allah’ın ulûhiyyet ve
birliğini anlamıştır. Eğer bu kelime vaz’ bakımından tevhidi ifade etmemiş olsaydı İbn
Dakîku’l-Îd’in (v. 685-1286) dediği gibi bu en yüce maksadı ifade edecek başka bir
ifadenin öğretilmesi gerekirdi.629
“...ًﻁﺄ
ﺨﹶ
ﻻ ﹶ
ﻤ ْﺅﻤِﻨﹰﺎ ِﺇ ﱠ ل
َ ﻴ ﹾﻘ ﹸﺘ ﻥ
ﻥ ﺃ
ٍ ﻤ ْﺅ ِﻤ ﻥ ِﻟ
ﺎ ﻜﹶﺎﻭﻤ ” “Bir mü’minin bir mü’mini, hataen
hariç, öldürmesi yasaktır...”631 âyetini delil getirmişler ve bu takdirde âyetten hataen bir
mü’minin öldürülmesine izin verildiğinin anlaşılabileceğini söylemişlerdir. Halbuki
şeriât, böyle bir öldürmeye izin vermemiş ve bunu kefaretle cezalandırmıştır.
bulunmaktadır: “ًﻁﺄ
ﺨﹶﻻ ﹶ
”ِﺇ ﱠkelimesinin öncesinden mûnkatı‘ istisnâ olduğu hususunda
628
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e., s. 551.
629
Koca Ferhat, a.g.e., s. 175-176.
630
Koca Ferhat, a.g.e., s. 176.
631
en-Nisa 4/92.
143
“.ﻥ
ﻤ ْﺅ ِﻤ ﺊ ﺍﻟ
َ ِﺨﻁ
ﻴ ﹾ ﻥ
ﻻ َﺃ
ﺒﺘﱠﺔ ِﺇ ﱠ ﻤ ْﺅﻤِﻨﹰﺎ ﺍ ﹾﻟ ل
َ ﹾﻘ ﹸﺘﻥ ﻴ
ﻥﺃ
ٍ ﻤ ْﺅ ِﻤ ﻥ ِﻟ
ﺎ ﻜﹶﺎﻭﻤ ” “Bir müminin, hatâen
kasten öldürmesi söz konusu değildir.” Kasten öldürdüğü takdirde, mümin sayılmaz. Bu
“. ﻥ
ِ ﺎﻴﻤ ﻥ ﺍﻹ
ﻪ ِﻤ ﺠ
ﺨ ِﺭ
ﻴ ﹾ ﻪ ﺨﹶﻁٌﺄ ﻻ ﻪ ﹶﻟ ﻥ ﹶﻗ ﹾﺘﹶﻠ
“ ”ﻓﹶﺈBir müminin, bir mümini hâtaen
İstisnânın bütün cümlelere veya bir kısmına ya da son cümleye rücû etmeye
elverişli olup olmaması konusunda Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî usulcülerle , dil bilimcilerin
çoğunluğu atıflı cümlelerden sonra gelen istisnânın herhangi bir tahsîs delili
bulunmadıkça cümlelerin tamamına rücû edeceğini, Hanefîlerle, Zahirîler ve Basralı
dilbilimciler ise, istisnânın yalnızca son cümleye rücû edeceğini ve herhangi bir delil
bulunmadıkça diğer cümlelerle taallukunun doğru olmayacağını ileri sürmüşlerdir.
632
Âtıf ez-Zeyn, a.g.e., s. 649.
633
Âtıf ez-Zeyn, a.g.e., s. 650.
634
Koca Ferhat, a.g.e., s. 176-177.
635
Koca Ferhat, a.g.e., s. 177.
144
kişinin şahitliğinin kabul edilip edilmemesi konusu güzel bir örnektir. Kur’an-ı Kerim’de
“ ﺩ ﹰﺓ ﺎﺸﻬ
ﻡ ﹶ ﻬ ﺒﻠﹸﻭﺍ ﹶﻟ ﻻ ﹶﺘ ﹾﻘﺩ ﹰﺓ ﻭ ﺠ ﹾﻠ
ﻥ
ﻴ ﺎ ِﻨﻡ ﹶﺜﻤ ﻫ ﻭﺠِﻠﺩ
ﺀ ﻓﹶﺎ ﺍﻬﺩ ﺸ
ﻌ ِﺔ ﹸ ﺒ ﺭ ﺄﺘﹸﻭﺍ ﺒَِﺄﻡ ﻴ ﹶﻟﺕ ﹸﺜﻡ
ِ ﺼﻨﹶﺎ
ﺤ
ﻤ ﻥ ﺍ ﹾﻟ
ﻭ ﻤ ﺭ ﻴ ﻥ
ﻴ ﺍﱠﻟ ِﺫﻭ
kadınlara (zina suçu) atıp da sonra (bu suçlarını ispat için) dört şahit getirmeyenlere
seksen değnek vurun ve artık onların şahitliğini asla kabul etmeyin. Onlar yoldan çıkmış
(fâsık) kimselerdir. Ancak tövbe edip kendilerini düzeltenler hariç. Çünkü Allah çok
bağışlayan, çok esirgeyendir” 636 buyurulmuştur. Hukukçuların çoğunluğu bu âyetteki
“ﻭﺍﻥ ﺘﹶﺎﺒ
ﻴ ﻻ ﺍﱠﻟ ِﺫ
“ ”ِﺇ ﱠancak tövbe edenler hariç” istisnâsının ilk üç cümleye de gireceğini,
hakkı olması ve bu hakların tövbe ile düşmemesi gibi dîni bir engelin bulunduğunu
söylemişlerdir. Bu durumda onlara göre, kazf haddi tatbik edilmiş kişi tövbe ettiği zaman,
şahitlik yapma ehliyetini yeniden kazanır. Hanefîler istisnânın yalnızca “onlar
fasıklardır” şeklindeki son cümleye gireceğini ve tövbeyle sadece “fısk” sıfatının sona
ereceğini, şahitliğin kabul edilmemesi ve celdenin tatbiki ile ilgili hükümlerin tövbeyle
düşmeyeceğini, çünkü istisnânın bu cümlelere tesirinin söz konusu olmadığını
savunmuşlardır.637 Ne var ki bu tartışmanın istisnâdan ziyade illetin tespiti ile ilgili olduğu
söylenebilir. Cüveynî ve Kîya el Herrâsînin de (v. 504/1110) işaret ettikleri gibi şahitliğin
reddedilmesinin illeti, kişinin iftira ve fıskıdır. Tövbe, bu illeti ortadan kaldırınca, şahitlik
ehliyetiyle ilgili hüküm yeniden avdet eder. Aksi halde illet bulunmadan illetlenmiş olan
konunun (ma’lûl) bulunması usul prensiplerine aykırıdır.638
636
en-Nûr 24/4-5.
637
Abdülkerim Zeydân, a.g.e., s. 407-408.
638
Koca Ferhat, a.g.e., s. 177-178.
145
tahsîs olmakla beraber her tahsîs istisnâ değildir. İstisnânın tahsîs delili olmasıyla ilgili
ihtilâfın bir terim ihtilâfı olduğunu kabul eden İbn Abdüşşekûr (v. 1119/1707) gibi bazı
Hanefî usulcüleri ise Şâfiîlerin yaklaşımını benimsemişlerdir. Ancak bu ihtilâfın birçok
pratik sonuçları görülmektedir. Çünkü istisnâyı tahsîs delili kabul etmeyen Hanefilere
göre âm nassın istisnâ ile daraltılması tahsîs değil, kasrdır. Bu durumda, mesela, Kur’an
veya mütevâtir sünnetle sabit olan bir hükmün istisnâ ile kasrı, tahsîs olmayacağı için,
onları-bu kasrdan sonra-tahsîs edecek delilin kendileri gibi katî olması gerekir. Bu
yaklaşım tarzının, gerek tahsîs delilleri gerekse tahsîsten sonra âmmın hakikat veya
mecaz olması ve hücciyyetini devam ettirip ettirmemesi gibi konularda bazı sonuçları
olacaktır. Bütün bu ihtilaflara rağmen, bu iki hukuk ekolüne göre de istisnâ ve diğer
muttasıl sözcükler, âm lafızla beraber kullanıldığı taktirde onda bir takım tesirler icra
eder ve onun delaletinin bir kısmını başka bir tarafa çevirir. Şimdi, usulcülerin
çoğunluğunun görüşü nazar-ı itibara alınarak tahsîs ile istisnâ arasındaki farklar tespit
edilmeye çalışılacaktır.639
1. Nitelikleri Bakımından
Gazzâlî, tahsîsin “lafzın bir kısmını kasr”dan ibaretken istisnânın ise; “kendisi
olmasaydı, lafza girecek olan şeyin lafza girmesine engel olan bir kavram” olduğunu
söylemiştir. Ona göre, tahsîs bir beyan iken istisnâ bir ref’tir . Buna bağlı olarak, tahsîs
mutlak lafızdan maksadın kendisi olduğunu açıklarken istisnâda beyan ve açıklama
anlamı yoktur.
Fahreddin er-Râzi’ye göre tahsîs ile istisnâyı birbirinden ayıranlar, müstesnâ ile
müstesnâ minh arasında umûm ve husûs ilişkisinin bulunmadığını söylemek
istemişlerdir. Mesela “yedi” rakamının, “yedi” ve “üç müstesnâ on” olmak üzere iki adı
vardır. Halbuki tahsîs böyle değildir. Verilen bu örnekten anlaşıldığı üzere istisnâ,
müstesnâ minhle birlikte istisnâdan sonra kalan kısmı içine alan tek bir kelime gibi
kabul edilirse, bu durumda tahsîs olmayacağı gibi bizzat ona zıt olur.640
639
Koca Ferhat, a.g.e., s. 126.
640
Koca Ferhat, a.g.e., s. 126-127.
146
Tahsîs ile istisnâ arasındaki önemli bir fark da tahsîs yalnızca âm lafızlara
girerken istisnâ hem âm, hem de hâs lafızlara girebilir. Bu açıdan istisnâ tahsîsten daha
geneldir.641
2. Delilleri Bakımından
Tahsîs delili, âm lafızdan müstakil, ona yakın veya ondan sonra gelmiş
olabileceği için, lafız olduğu gibi fiil, mefhum, söz, duyular, akıl, kıyas, mefhum... gibi
müstakil deliller de olabilir. İstisnâ ise, sözün bir parçası olduğu için müstesnâ minhe
bitişik olmak zorundadır. Bu nedenle lafzî olmayan delillerle istisnâ yapılması caiz
değildir. Buradan anlaşılan da tahsîsin zaman ve deliller açısından istisnâdan daha genel
olduğudur.642
3. Etkileri Bakımından
sûresinin 14. âyetiyle delillendirirler. Söz konusu âyette “.ﺎﻤ ﹰﺎ ﻋﻴﻥ ِﻤﺴ ﺨ
ﻻ ﹶ
ﹶﻨﺔٍ ِﺇ ﱠﻑ ﺴ
“ ”َﺃ ﹾﻟ ﹶelli
olmasına rağmen, onunla “950” sene kastedilmiştir ki böyle bir kullanım mecazdır.
Netice itibariyle istisnânın grameri ilgilendiren bir konu olduğu, şer’i veya örfi
bir delil bulunmadıkça bu hususta dilbilimcilerin görüş ve kullanımlarının esas
alınmasının gerektiği belirtilmelidir. Ayrıca istisnâ ilgili kuralların çevre ve zamanın
şartlarına ve dilin gelişmesine bağlı olarak değişeceği de unutulmamalıdır.644
641
Koca Ferhat, a.g.e., s. 127.
642
Koca Ferhat, a.g.e., s. 127.
643
Koca Ferhat, a.g.e., s. 127.
644
Koca Ferhat, a.g.e., s. 178.
147
SONUÇ
“İstisnâ” konusu, Arap dili ve belâgatında önemli bir yere sahiptir. Gerek
istisnânın kullanıldığı âyet-i kerîmelerin ve gerekse hadislerin anlaşılmasında istisnâ
konusunun önemi âşikârdır. Arap Dili ve Edebiyatında “istisnâ”nın nasıl ve niçin
kullanıldığını ve ne gibi çeşitleri olduğunu anlamamız gerekmektedir. Bu nedenle biz de
araştırma konumuzu ehemmiyetine binâen “Arap dili ve belâgatında istisna” olarak
belirlemeyi uygun gördük.
148
izâh etmek istedik. İstisnâ çeşitlerinin tanımlarını vererek bunları âyet-i kerimelerle ve
çeşitli örneklerle daha anlaşılır kılmayı amaçladık.
Üçüncü bölümde istisnâ konusunda, ekoller arasında ihtilâfa yol açan noktalara
değinerek, istisnâ ve çeşitleri hakkındaki ihtilâfların neler olduğunu özetle zikrettik.
Dördüncü bölümde; belâgat ve fıkıh açısından istisnâyı ele aldık. Belâgat ilmi
açısından istisnânın yeri ve önemi hakkında bilgi vererek, ilgili şiirlerden örneklerle
konuyu daha anlaşılır kılmaya gayret ettik. İhtisas alanımız olmadığı için, Fıkıh açısınan
istisnaya özetle değinmeye çalıştık. Bu çalışmamız sırasında fıkıhta bazı hassas
ayrıntıların ancak istisnâ konusunun anlaşılması ile çözüme kavuşturulabileceğini ve bir
kez daha Arap dilinin islâmi ilimleri kavrama açısından ne kadar önemli olduğunu
müşâhade ettik. Çalışmamızda bolca örnek kullanarak konuların daha iyi anlaşılmasını
amaçladık.
149
BİBLİYOGRAFYA
150
- BUHÂRÎ, Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail el-Buhârî, Sahih-i Buharî/Megâzi, I-
VIII, Muhammed, İstanbul, 1979.
- CANAN, İbrahim, Hadis Ansiklopedisi Kütüb-i Sitte, I-XVIII, İstanbul, (t.s.).
- ÇETİN, M. Nihat, “Arap maddesi”, DİA, III, İstanbul, 1991.
- ÇÖRTÜ, M. Meral, Arapça Dilbilgisi Nahiv, İstanbul, 2001.
- -----------------------, Arapça Dilbilgisi Sarf, İstanbul, 2001.
- EBÛ DÂVÛD, Süleyman b. Eş’as b. İshâk el-Ezdî, Sünen-ü Ebî Dâvûd, I-V, İstanbul,
1981.
- el-ANTÂKÎ, Muhammed, el-Muhît fi asvâti’l-arabiyyeti ve nahviha ve sarfiha, I-III,
Beyrut, 1391/1971.
- el-CÂHIZ, Ebû ‘Osmân ‘Amr b. Bahr, el-Beyân ve ‘t-tebyin, I-III, Beyrut (t.s.).
- el-CAMİ, Nureddin Abdurrahman, el-Fevâidu’d-dıyâiyye şerh’u Kâfiyeti ibn Hacib
(thk. Ûsame Tâha er-Rifâî), I-II, İstanbul, (t.s.).
- el-CÂRİM, Ali; EMİN, Mustafa, en-Nahvü’l vadıh fi kavâidi’l-lügati’l-arabiyye, I-III,
Mısır, 1974.
- el-ENSÂRÎ, İbn Hişâm Ebû Muhammed Cemâluddin b. Yusuf b. Ahmed, Evdahu’l-
mesâlik ilâ Elfiyeti ibn Mâlik (nşr. Muhammed Muhyiddin Abdulhâmîd), I-IV, Kahire,
1967.
- el-GALÂYÎNÎ, Mustafa, Câmiu’d-durûsi’l-arabiyye, I-III, Beyrut, 1966.
- el-HÂŞİMÎ, Ahmed, el-Kavaidu’l esâsiyye lil-lugati’l-arabiyye, Beyrut (t.s.).
- el-HATİP, Tâhir Yusuf, el-Mu’cemu-l-mufassal fi’l-i‘rab, Beyrut, 1412/1992.
- el-HAVÂRİZMÎ, Fadıl Kâsım b. Hûseyin, Şerhu’l-mufassal fi san‘ati’l i’râb, I-IV,
Beyrut, 1990.
- el-KIFTÎ, İnbâhûr-Rûvat ’ale Enbâhi’n-Nûhât (thk. Muhammed Fâdıl İbrahim), I-IV,
Beyrut, 1406/1986.
- el-MERÂĞÎ, Ahmed Mustafa, Ulûmül’-belağa, Beyrut, 1984.
- el-MÜBERRED, Ebi Abbas Muhammed b. Yezid, el-Muktedab, I-IV, Beyrut,
1382/1963.
- en-NÂDİRÎ, Muhammed Es’ad, Nahvü’l-lügati’l-arabiyye, Beyrut, 1415/1995.
- er-RUMMÂNÎ en-NEHAVÎ, Ebi’l-Hasan Ali b. İsa (thk. Abdulfettah İsmail Şibli),
Meânîl-huruf, Trablus-Lübnan, 1988.
- es-SÂMİRRÂÎ, Fâdıl Sâlih, Meâni’n-Nahv, I-IV, Ammân, 1423/2003.
151
- eş-ŞERTÛNÎ, Reşîd, Mebâdiu’l-arabiyye fî’s-sarf ve’n-nahv, I-IV, Beyrut, 1961.
- et-TEFTÂZÂNÎ, Sadüddin, Muhtasaru’l-meânî, Beyrut, 1965.
- ez-ZEBÎDÎ, Muhammed Murtaza el-Hüseynî, Tâcü’l-arûs, I-XV (thk. İbrahimu’t-
Terazî), Beyrut, 1987.
- FEHMÎ, Mehmet, Tarih-i edebiyât-ı arabiyye, İstanbul, 1322.
- FİRUZÂBÂDÎ, Mecdüddîn Muhammed b. Yakûb, el-Kâmus, Beyrut, 1987.
- HASAN, Abbâs, en-Nahvü’l-vâfi, I-IV, Kahire, 1973.
- HİLVÂNÎ, Muhammed Hayr, en-Nahvu’l-müyesser, I-II, Şam, 1418/1997.
- İBN MANZÛR, Ebu’l-Fadl Muhammed b. Ali b. Ahmed, Lisânü’l-arab, I-XV,
Beyrut, (t.s.).
- İBN USFÛR, Ebû’l-Hasan Ali b. Mü’min b. Muhammed b. Ali, el-Mukarreb, (thk.
Adil Ahmed Abdulmevcûd-Ali Muhammed Muavvaz), Beyrut, 1998.
- --------------------, Şerhü Cümeli’z-Zeccâci, I-III, Beyrut, 1419/1998.
- İBNU’N-NEDİM, Ebû’l-Ferac Muhammed b. İshâk, el-Fihrist, Beyrut, 1994.
- İBNU’L-ENBÂRÎ, Ebû’l-Berekât Kemalüddin Abdurrahman b. Muhammed, en-
Nûzhatü’l-elibbâ fi tabakâti’l-udebâ, Bağdat, 1959.
- KATİP ÇELEBİ Hacı Halife Mustafa, Keşfu’z-zunûn, I-II, Beyrut, 1410/1990.
- KILIÇ, Hulûsi, Türkçe’de Arap Lexicographie’si Çalışmaları, (Basılmamış doktora
tezi), Konya Yüksek İslam Enstitüsü, 1972.
- KOCA, Ferhat, İslâm Hukuk Metodolojisinde Tahsîs (Daraltıcı Yorum), İSAM,
İstanbul, 1996.
- KÜÇÜKKALAY, Hüseyin, Kur’an Dili Arapça, Konya, 1969.
- MATLÛB, Ahmed, Mu‘cem mustalahâti’l-belâğiyye ve tatavvûrihe, Lübnan,
1414/1993.
- MECDİ Vehbe - KÂMİL el-Mühendis, Mu’cemü’l-mustalehâti’l-Arabiyye fi lûgati’l
Edeb, Lübnan, 1984.
- MEHMET Zihni Efendi, el-Müktedab mine’l-müntehab fi ta’li’mi’l-lügati’l-Arap,
İstanbul, 1304.
- MUHAMMED b. Sehl b. es-Sirâc en-Nahvî el-Bâğdadî, el-Usûl fi’n Nahv, I-IV, Beyrut,
1417/1996.
- MUHAMMED, Muhyiddin Abdûlhamid, Şerhu İbn Âkil, I-II, Beyrut, (t.s.).
- MUHAMMED Said İsbir - BİLÂL Cüneydî, eş-Şâmil, Beyrut, 1985.
152
- MUHTAR, Muhammed, Tarihun nahvil-Arabî fi’l-maşriki ve’l-mağrib, 1417/1996.
- MÜSLİM b. el-Haccâc, Ebü’l-Hüseyin el-Kuşeyrî, Sahîhu Müslim, I-IV, İstanbul,
1981.
- MÜTERCİM Asım Efendi, el-Okyânûsu’l-Bâsît fî Tercemeti’l-Kâmûsi’l Muhît, I-IV,
İstanbul, 1305.
- ÖMER, Ahmed Muhtar - ZEHRAN, Mustafa en-Nahhas, en-Nahvü’l-esâsî, Kuveyt,
1412/1992.
- SİBEVEYH, Ebi Bişr Amr b.Osman b. Kanber el-Kitap (thk. Abdüsselâm Muhammed
Hârun ), I-V, Beyrut, 1385/1966.
- SUYUTÎ, celalülddin Abdurrahman b. Ebî Bekr, el-Müzhir fi Ulumi’l-Luğa ve
Envâihâ (şrh. Muhammed Ahmed Câdu’l-Mevlâ, Ali Muhammed el-Becâvî ve
Muhammed Ebü’l-Fadl), I-II, Dımaşk, (t.s.).
- ŞEVKÎ Dayf, el-Medârisu’n-nahviyye, Dımaşk, 1416/1997.
- ŞİHÂBEDDİN el-Karâfi, el-İstiğnâ fî ahkâmi’l-istisnâ, Bağdat, 1982.
- TABÂNE, Bedevî, Mu‘cem el-belâğati’l-arabiyye, Cidde, 1395/1975.
- TAŞKÖPRÜZÂDE, Ahmed b. Mustafa, Miftâhu’s-sa‘âde, I-III, Beyrut, 1985.
- TEHÂNEVÎ, Muhammed Ali b. Muhammed, Keşşâfu istılahâti’l-fünûn, I-IV, Beyrut,
1418/1998.
- URALGİRAY, Yusuf, İlk ve İleri Dilbilgisi, 1-II, Riyad, 1986.
- YILMAZ, Ali, Arapçada Nahiv ve Belâğat Açısından Te’kid (Basılmamış doktora
tezi), İstanbul, 2000.
- ZİRİKLİ, Hayreddîn, el-A‘lâm, I-VIII, Beyrut, 1992.
- ZEKİYYÜDDİN, Şa‘bân, Usulûl’l-Fıkh’i-l İslâmî, Beyrut, (t.s.)
153