Вы находитесь на странице: 1из 163

T.C.

MARMARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İLAHİYAT ANABİLİM DALI
ARAP DİLİ VE BELÂĞATI BİLİM DALI

ARAP DİLİNDE MÜSTESNÂ

Yüksek Lisans Tezi

Semira YAYAR

İstanbul, 2006
T.C.
MARMARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İLAHİYAT ANABİLİM DALI
ARAP DİLİ VE BELÂĞATI BİLİM DALI

ARAP DİLİNDE MÜSTESNÂ

Yüksek Lisans Tezi

Semira YAYAR

Danışman: Yrd. Doç. NUSREDDİN BOLELLİ

İstanbul, 2006
ÖNSÖZ

Arap dili tarihte yer alan en eski ve en zengin dillerden biridir. Hz. Peygamber
(s.a.v.)’in tebliğ ettiği İslam dininin Arap toplumunda neşv-ü nemâ bulması, mukaddes
kitap Kuran-ı Kerîm’in Arap diliyle nâzil olması ve yine Hz. Peygamber’in söz, fiil ve
takrîrlerinden müteşekkil hadis kültürünün bu dille vârid olması, Arap dilinin önemini
artıran ve ona ivme kazandıran en önemli unsurlardır. Ayrıca Arap dili, sahip olduğu bu
özelliklerinden dolayı kendi özünü sürekli muhafaza edebilmiştir. İslam topraklarının
fetihlerle genişlemesi ve İslam ana kaynaklarının bu dilde kaleme alınmış olması, Arap
dilini sadece Arapların kullandığı bir dil olmaktan çıkararak onu evrensel bir dil olma
özelliğine kavuşturmuştur. İslam dininin yayılması, değişik kültür ve milletlere mensup
Müslüman ilim adamlarını bu dili öğrenmeye ve bu dilde eserler vermeye itmiştir.
Böylece, Arap dili ve belâgatına kazandırılan bu çalışmalar, dilin zenginliğine ve
gelişimine katkıda bulunmuştur. Osmanlı devletinin uzun bir dönem İslam
coğrafyasında hükümrân olması ve Arap dilini kültür ve edebiyat dili olarak tercih
etmesi de bu dilin geniş bir alanda etkin ve rağbet gören bir dil olarak kullanımını ve bu
dilde önemli eserler neşredilmesini sağlayan bir diğer önemli etken olmuştur.

Arap dili ve belâgatında geniş yer tutan önemli konulardan biri olması;
özellikle de Kuran-ı Kerîm’de çokça kullanılan bir üslûp olarak karşımıza çıkması
hasebiyle “istisna konusunu” araştırma mevzûmuz olarak tercîh ettik.

Çalışmamız, bir giriş ve dört bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde Arap


dilindeki ilk filolojik çalışmalara genel bir bakış yaparak, sarf ve nahiv ilimlerinin
doğuşunu ve gelişimini ele aldık.

I
Birinci bölümde, istisnânın tanımını ele aldık istisnâ cümlesinin unsurları ile
istisnânın çeşitli kriterlere göre tasnif edilen kısımlarını incelemeye çalıştık.

İkinci bölümde, istisnâ edatlarını, bu edatların kullanım şekillrini ve


özelliklerini teker teker zikrettik.

Üçüncü bölümde, daha önce giriş bölümünde zikrettiğimiz dil mekteplerinin


(ekollerinin) istisnâ konusundaki ihtilâf noktalarını özetle ele almaya gayret ettik.

Dördüncü bölümde ise; kendi alanlarında önemli bir konuma sahip olan
istisnâya, belâgat ve fıkıh ilimleri açısından özet olarak değinmeye çalıştık.

Araştırmamıza kaynaklık teşkil eden eserleri mümkün olduğunca bu alanda


yayınlanmış eski ve modern Arap dili ve belâgatı eserlerinden, kısmen de bu alanda
neşredilmiş Türkçe kaynaklardan seçtik.

Bu çalışmamızda, başta konu seçiminde ve özellikle de kaynak temininde bize


yardımcı olan, tezimizi titizlikle yönlendiren, değerli fikirleriyle çalışmamızın her
safhasında bize ışık tutan danışman hocam Yrd. Doç. Dr. Nusreddin BOLELLİ’ye,
maddî-mânevî teşvik ve yardımlarıyla çalışmamıza destek olan değerli hocalarım; Prof.
Dr. Mehmet ERKAL ve Numan YAZICI’ya, ayrıca tezin yazımı esnasında
karşılaştığımız sorunların giderilmesinde yardımlarını esirgemeyen tüm arkadaşlarıma
teşekkürü bir borç bilirim.

Semira YAYAR

İstanbul-2006

II
İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ........................................................................................................................ I
İÇİNDEKİLER...........................................................................................................III
KISALTMALAR........................................................................................................ VIII
GİRİŞ BÖLÜMÜ
ARAP DİLİNE DAİR İLK FİLOLOJİK ÇALIŞMALARA
GENEL BİR BAKIŞ
I. Arap Dilinde İlk Filolojik Çalışmalar............................................................... 1
II. Nahiv ve Sarf İlimleri..........................................................................................3
A. Nahiv İlmi (Sentaks)....................................................................................... 3
B. Sarf ilmi (Morfoloji)........................................................................................4
C. Nahiv ve Sarf İlimlerin Doğuşu ve Gelişimi...................................................4
III. Dil Mektepleri......................................................................................................7
A. Basra Dil Mektebi........................................................................................... 7
B. Kufe Dil Mektebi.............................................................................................8
C. Bağdat Dil Mektebi....................................................................................... 8
D. Endülüs Dil Mektebi....................................................................................... 9
E. Mısır Dil Mektebi............................................................................................9
I. BÖLÜM
İSTİSNÂ “‫ﺀ‬
ُ ‫ﺴ ِﺘ ﹾﺜﻨﹶﺎ‬
 ‫”ﺍﻻ‬

I. Tanım....................................................................................................................10
II. İstisna Cümlesinin Unsurları............................................................................. 12
A. Müstesnâ “‫ﺴ ﹶﺘ ﹾﺜﻨﹶﻰ‬
 ‫ﻤ‬ ‫”ﺍﻟ‬......................................................................................... 12
B. Müstesnâ Minh “‫ﻪ‬ ‫ﺴ ﹶﺘ ﹾﺜ ﹶﻨﻰ ِﻤ ﹾﻨ‬
 ‫ﻤ‬ ‫”ﺍﻟ‬.......................................................................... 13
C. İstisnâ Edatları.................................................................................................13

III
III. İstisnâ’nın Kısımları (Çeşitleri)......................................................................... 15
A. Müsbet ya da Menfi Olması Bakımından İstisnâ............................................15
1. Mûceb İstisnâ............................................................................................. 15
2. Gayr-ı Mûceb İstisnâ.................................................................................. 18
a. İstisnânın Nefy İle Oluşmasına Dair Bazı Örnekler.............................. 18
b. İstisnanın Nehy İle Oluşmasına Dair Bazı Örnekler............................. 18
c. İstisnanın İstifhamla Oluşmasına Dair Bazı Örnekler........................... 18
B. Müstesnânın Cinsi Bakımından İstisnâ........................................................... 19
1. Muttasıl İstisnâ “‫ل‬
ُ‫ﺼ‬
ِ ‫ﻤﺘﱠ‬ ‫ﺀ ﺍﻟ‬ ‫ﺴ ِﺘ ﹾﺜﻨﹶﺎ‬
 ‫”ﺍﻻ‬............................................................... 20
a. Muttasıl-Mûceb İstisnâ.......................................................................... 22
b. Muttasıl-Gayr-ı Mûceb İstisnâ...............................................................22
2. Munkatı‘ (Munfasıl İstisnâ)........................................................................23
a. Munkatı’ Mûceb İstisnâ......................................................................... 27
b. Munkatı’ Gayr-ı Mûceb İstisnâ............................................................. 27
C. Müstesnâ Minh’in Zikredilmesi Bakımından İstisnâ...................................... 28
1. Tam İstisnâ................................................................................................. 28
a. Tâm Muttasıl Mûceb İstisnâ.................................................................. 29
b. Tâm Muttasıl Gayr-ı Mûceb İstisnâ.......................................................29
c. Tâm Munkatı’ Mûceb İstisnâ.................................................................30
d. Tâm Munkatı’ Gayr-ı Mûceb İstisnâ..................................................... 30
2. Müferrağ İstisnâ......................................................................................... 32
a. Müferrağ Muttasıl Mûceb İstisnâ.......................................................... 38
b. Müferrağ Muttasıl Gayr-ı Mûceb İstisnâ...............................................40
c. Müferrağ Munkatı’ Mûceb İstisnâ......................................................... 40
d. Müferrağ Munkatı’ Gayr-ı Mûceb İstisnâ............................................. 41
II. BÖLÜM
İSTİSNÂ EDATLARI
KULLANIMLARI VE ÖZELLİKLERİ
I. İstisnâ Edatları.................................................................................................... 42
A. İstisnâ Edatlarının Kısımları........................................................................... 42
1. Harf Olan İstisnâ Edatları...........................................................................42

IV
2. İsim Olan İstisnâ Edatları........................................................................... 43
3. Fiil Olan İstisnâ Edatları.............................................................................43
4. Hem Fiil Hem Harf Olan İstisnâ Edatları...................................................43
II. İstisnâ Edatlarının Kullanımları ve Özellikleri................................................43
A. Harf Olan İstisnâ Edatları................................................................................43
1. “‫ﻻ‬
‫“ ”ِﺇ ﱠ‬illâ”................................................................................................... 43
a. “‫ﻻ‬
‫”ِﺇ ﱠ‬nın Müstesnâsının İ’rabı..................................................................45
(1) Mansûb Olması............................................................................... 45
(2) “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬nın Müstesnâsının Mansûb veya Bedel Olması...................... 48
(3) “‫ﻻ‬
‫”ِﺇ ﱠ‬nın Müstesnâsının Harekesini Âmiline Göre Alması...............52
(a) Fâil olması.................................................................................. 52
(b) Nâibu’l-fâil olması......................................................................53
(c) Mef’ulün-bih olması................................................................... 53
(d) Mef’ulün-li eclih olması............................................................. 53
(e) Mef’ulün-fih olması....................................................................53
(f) Mef’ulü mutlak olması................................................................ 53
(g) Hal olması...................................................................................53
(h) Temyiz olması............................................................................ 53
(l) Haber olması................................................................................53
b. “‫ﻻ‬
‫”ِﺇ ﱠ‬nın Üslupta Tekrarlanması..............................................................54
(1) “‫ﻻ‬
‫”ِﺇ ﱠ‬nın Te’kid Amaçlı Tekrarlanması............................................ 55
(2) Te’kid Amacı Dışında “‫ﻻ‬
‫”ِﺇ ﱠ‬nın Tekrarlanması................................ 58
c. “‫ﻻ‬
‫”ِﺇ ﱠ‬nın “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ ” ﹶ‬Mânasında Kullanılması................................................. 62
d. “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬Anlamındaki “‫ﺎ‬‫”ﹶﻟﻤ‬.......................................................................... 66
e. Vasıf “‫ﻻ‬
‫”ِﺇ ﱠ‬sı............................................................................................ 67
B. İsim Olan İstisnâ Edatları................................................................................ 70
1. “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫” ﹶ‬........................................................................................................... 70
2. “‫”ﺴِﻭﻯ‬......................................................................................................... 75
3. “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ ” ﹶ‬ve “‫ ”ﺴِﻭﻯ‬Arasındaki Farklar............................................................76
4. “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ ” ﹶ‬ve Benzerlerinin Müstesnâsına Tâbii Olan Kelimelerinin Hükmü (İrabı)..80

V
C. Hem Fiil, Hem de Harf Olan İstisnâ Edatları “‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫ ﺤ‬،‫ﺍ‬‫ﻋﺩ‬
 ،‫ﻼ‬
‫ﺨﹶ‬
‫” ﹶ‬....................... 81
1. “‫ﻼ‬
‫ﺨﹶ‬
‫” ﹶ‬............................................................................................................81
2. “‫ﺍ‬‫ﻋﺩ‬
 ”............................................................................................................85
3. “‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫”ﺤ‬..........................................................................................................87
D. Sadece Fiil Olan İstisnâ Edatları “‫ﻴﺱ‬ ‫”ﹶﻟ‬, “‫ﻥ‬
 ‫”ﻻ ﻴﻜﹸﻭ‬...........................................93
1. “‫ﻴﺱ‬ ‫”ﹶﻟ‬........................................................................................................... 93
2. “‫ﻥ‬
 ‫”ﻻ ﻴﻜﹸﻭ‬......................................................................................................98
E. Şibh-ü İstisnâ...................................................................................................99
1. “‫ﺎ‬‫ﻴﻤ‬ ‫ﺴ‬
ِ ‫”ﻻ‬.......................................................................................................99
a. “‫ﺎ‬‫ﻴﻤ‬ ‫ﺴ‬
ِ ‫ ”ﻻ‬ile İlgili Genel Hükümler.........................................................101
2. “‫ﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺒ‬ ”.............................................................................................................105
III. BÖLÜM
NAHİV EKOLLERİNİN İSTİSNÂ KONUSUNDAKİ
İHTİLAF NOKTALARI
I. İstisnâ ve Çeşitleri Hakkındaki İhtilafları…………….................................... 107
A. “İstisnâ”nın Ne Olduğu Konusundaki Fikir Ayrılıkları.................................. 107
B. İstisnânın Çeşitleri Konusundaki İhtilafları.................................................... 110
C. Müstesnâ’yı Nasbeden Âmil Konusundaki İhtilafları.....................................112
II. İstisna Edatları Hakkındaki İhtilafları............................................................. 115
A. “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬Edatı Hakkındaki İhtilaflar......................................................................115
B. “‫ ”ﺴِﻭﻯ‬Edatı Hakkındaki İhtilaflar.................................................................. 116
C. “‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫ ”ﺤ‬Edatı Hakkındaki İhtilaflar...................................................................116
D. “‫ﻼ‬
‫ﺨﹶ‬
‫ ” ﹶ‬Edatı Hakkındaki İhtilaflar.................................................................... 117
E. “‫ﻴﺱ‬ ‫ ”ﹶﻟ‬ve “‫ﻥ‬
 ‫ ”ﻻ ﻴﻜﹸﻭ‬Edatları Hakkındaki İhtilaflar............................................118
IV. BÖLÜM
BELÂGAT VE FIKIH İLİMLERİ
AÇISINDAN İSTİSNÂ
I. Belâgat İlmi Açısından İstisnâ........................................................................... 119
A. Belâgat İlmi.....................................................................................................119
B. Belâgat İlminde İstisnâ....................................................................................120

VI
1. Lûgavî İstisnâ............................................................................................. 124
2. Sınâî İstisnâ................................................................................................ 124
3. Belâgat İlminde Ele Alınan Diğer İstisnâ Çeşitleri.................................... 130
a. Hasr İstisnâsı..........................................................................................130
b. Mânevi İstisnâ........................................................................................132
c. Sayı (Adet) İstisnâsı...............................................................................133
d. Gayr-i Mûceb İstisnâ............................................................................. 134
II. Fıkıh İlmi Açısından İstisnâ............................................................................... 135
A. Tahsîsin Tanımı……………………………………………………………...136

1. Tahsîs..........................................................................................................136

2. Tahsîsin Geçerliliği.................................................................................... 136

B. Fıkıh İlminde İstisnânın Tanımı ve İstisnâ İle İlgili Genel Görüşler.............. 137

1. Fıkıh İlminde İstisnânın Tanımı................................................................. 137

2. İstisnânın Tahsîs Delili Olabilmesi İçin Taşıması Gereken Şartlar........... 139

3. Müstesnânın Hüküm İspat Edip Etmemesi................................................ 142

C. Tahsîs İle İstisnâ Arasındaki Farklar...............................................................145

1. Nitelikleri Bakımından............................................................................... 146

2. Delilleri Bakımından.................................................................................. 147

3. Etkileri Bakımından................................................................................... 147


SONUÇ...................................................................................................................... 148
BİBLİYOGRAFYA.................................................................................................... 150

VII
KISALTMALAR

- a.g.e. : Adı geçen eser.


- a.g.m. : Adı geçen makale, adı geçen madde.
- a.s. : Aleyhisselam.
- b. : Bin veya İbn.
- Bkz. : Bakınız.
- Çev. : Çeviri.
- DİA : Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi.
- Hz. : Hazreti.
- hzr. : Hazırlayan.
- nşr. : Neşreden.
- r.a. : Radıyallahu anh.
- s. : Sayfa.
- thk. : Tahkik eden.
- ts. : Tarihsiz.
- v. : Vefat.
- vb. : Ve benzerleri.
- vd. : Ve devam.

VIII
GİRİŞ BÖLÜMÜ

ARAP DİLİNE DAİR İLK FİLOLOJİK ÇALIŞMALARA


GENEL BİR BAKIŞ

I. Arap Dilinde İlk Filolojik Çalışmalar


Köklü bir dil olan Arap dili, Sami dilleri ailesindendir.1 Varlığını devam ettirip
hala konuşulmakta olan Arap dili, derin ve engin zenginliklere sahip olması yönüyle,
muhteşem bir edebiyat ve belâgatı da içinde barındırmaktadır. Bu dilde bir mana çok
sayıda kelime ile ifade edilebilmektedir. Araplar, gerek yaşadıkları olaylar, gerekse
duyguları ile ilgili olarak yeni kelimeler oluşturmaktan kaçınmamışlardır. Bu niteliklere
sahip olan bir dil, elbetteki filolojisinin de oluşmasına neden olacak ihtiyacı bünyesinde
barındırmaktaydı. Bu nedenle; dilin filolojisini meydana getiren sarf-nahiv ve lügat ile
ilgili ilmi çalışmalar, bazı müsteşriklerin iddia ettiklerinin aksine “komşu
medeniyetlerden etkilenme” sonucu değil de, tamamen kendi ihtiyaçları ve dilin
gelişimi adına yapılan araştırmalar ile ortaya çıkmıştır.2
Araplar’ın sözlü edebiyâtının gücü tartışılmaz bir gerçektir. Özellikle
“Muallâkâtu’s-eb’a” olarak bilinen şiirlerin belâğâtı ve edebiyattaki başarıları, câhiliye
şiiri ve bunların barındırdıkları tarihî-toplumsal gerçeklikleri, Arap toplumunun duygu
ve düşüncelerini yansıtmaya yarayan dili olmuştur.
İslâmiyetle birlikte Arap dili için, yeni bir dönem başlamıştır. Hz.
Peygamber’in (s.a.v.), dile olan hâkimiyeti ve etkin hitâbet kâbiliyetiyle bir toplumun
inanç değerlerini değiştirebilme başarısının dille alâkasız olduğunu söylemek
imkansızdır. Hz. Peygamber’in (s.a.v.), dile önem vermesi ve müslümanları bu konuda

1
Ahmed Abdulgafur ‘Attar, Mukaddimetu’s-Sıhah, s. 11; Fehmi Abdurrahman, Medresetü’l-arab,
İstanbul 1304/1868, s. 18; Mehmet Fehmi, Tarih-i edebiyât-ı arabiyye, İstanbul 1322, s. 79.
2
Şevkî Dayf, el-Medârisu’n-nahviyye, Dımaşk, 1416/1997, s. 20.

1
bilinçlendirmesi ile, Arap diline sâhip çıkma ve onu doğru kullanma çabası oldukça
artmıştır.
Hz. Peygamber’e (s.a.v.) indirilen Kur’an-ı kerîm, edebî bir dil şâheseridir.
Sahâbelerin peygamber hadislerini öğrenmeye çalışırken gösterdikleri olağanüstü dikkat,
şüphesiz hadis lafızlarının doğruluğu ile de alâkalı idi.
Hz. Peygamber’in işâretiyle, Hz. Ali (r.a.) tarafından girişilen dilin doğru
kullanılması ve doğru öğrenilmesi gayretleri ve Ebu’l-Esved ed-Düelî’nin (v. 79/688-
689) çalışmalarıyla iyice gelişen dil çalışmaları, “nahiv” ilminin ortaya çıkması ve
gelişmesi, daha sonraki zamanlarda dil ekollerinin oluşumuna da zemin hazırlamıştır.3
İlk kurulan ekol, Ebu’l-Esved ed-Düelî’nin kurucusu olduğu Basra ekolüdür.
Daha sonra değişik görüş ve delillendirmeleriyle bu ekole tepki olarak ortaya çıkan
Kûfe ekolü de Ebû Ca‘fer Muhammed b. Ebi Sâre er-Ruâsî (v. 187/803) kuruculuğunda
faydalı çalışmalara imza atılmasına vesîle olmuştur.4
H. III. yy’da artık ekoller oluşmuş durumdaydı. Bu arada dil çalışmaları
“nahiv” (sentaks) çatısı altında değerlendirilemeyecek kadar genişlemiş olduğundan
morfoloji “sarf” ile ayrı bir alan olarak ilgilenilmeye ve dilde uzmanlaşılmaya
başlanıldı.5
Bağdat’ta, hicri IV asrın başlarından itibaren Basra ve Kûfe ekollerinin başarılı
bir şekilde meczedilmesi ile özgün bir ekol olan Bağdat ekolü ortaya çıktı. H. III. asrın
sonlarında farklı bir tavra, dil anlayışına sahip olan Mısır ve Endülüs ekollri daha çok
kıymetli şerhlerin yazılmasında öncü olmuşlardır.6
Kur’an-ı kerîm gibi bir dil hârikası ve insanları hayrân bırakan hadis külliyâtı
ile bayraklaştırılan dil ve onun insan hayatındaki önemi, islâm anlayışıyla Arap dilinin
gelişimi için lokomotif görevini ifâ etmiştir.7

3
İbnu’n-Nedim, el-Fihrist, Beyrut 1994, s. 61; el-Kıftî, İnbâhûr-rûvat ’ale enbâhi’n-nûhât, Beyrut,
1406/1986, I, 39-40; İbn Usfûr, el-Mukarreb, (thk. Adil Ahmed Abdulmevcûd-Ali Muhammed
Muavvaz), Beyrut 1998, s. 5.
4
İbnu’n-Nedim, a.g.e., s. 89.
5
M. Nihat Çetin, “Arap maddesi”, DİA, III, 296.
6
Şevkî Dayf, el-Medârisu’n-nahviyye, s. 245 vd. .
7
Bkz. Şevkî Dayf, a.g.e., s. 9-150.

2
II. Nahiv ve Sarf İlimleri
A. Nahiv İlmi (Sentaks)
Bir terim olarak Arapçanın dilbilgisi kurallarını inceleyen ilim için kullanılan

“en-Nahv” “‫ ”ﺍﻟﻨﱠﺤﻭ‬kelimesi “‫ﺎ‬‫ ” ﹶﻨﺤ‬fiilinden türemiştir. Kelime manası itibariyle; yol,

cihet, yön, kasıt, yönelmek, kastetmek, bir yana yönelmek, -e doğru, gibi, göre vb.
anlamlara gelir.8
Istılahî anlamı itibariyle ise nahiv; “kelimenin cümle içindeki durumuna göre
i’rabını (el-i’râb) ele alan ilim dalıdır.” şeklinde ta‘rif edilir.9
Cümle içinde yer alan kelimeler, mu’rab (sonu değişen) ve mebnî (sonu
değişmeyen) olmak üzere iki kısma ayrılır. İşte nahiv ilminin içerdiği kurallar mu’rab
olsun mebnî olsun bu kelimelerin cümle içindeki görevlerini ve i’rab durumlarını
açıklamaktadır.10 Asım Efendi, nahiv kelimesini açıklarken; “Onunla Arabçanın yeri ve
metodu anlaşılır” diyerek, nahvin Arap dilindeki konumunun önemini
vurgulamaktadır. 11
“Nahiv” kelimesinin, Arapça dilbilgisine ad olmasıyla ilgili
rivayetlerden biri şöyledir: Hz. Ali (r.a.), dil hatalarına karşı birtakım tedbirler düşünür
ve bu hatalardan dolayı oluşan kaygılarını kendisi ile paylaştığı Ebü’l-Esved ed-

Düelî’ye; “.‫ﻭ‬
‫ﺤ‬ ‫ﻫﺫﹶﺍ ﺍﻟ ﱠﻨ‬ ‫ﺢ‬
 ‫“ ”ﹸﺍ ﹾﻨ‬işte bu şekilde yürüt, bu minval üzere yap” talimatını verir.

Bundan dolayı Arapça gramerinin adının “nahiv” olduğu tahmin edilmektedir.12


Nahiv ilmi, bazı müsteşriklerin açıkladıkları gibi, farklı kültür ve
medeniyetlerin dillerinden etkilenme suretiyle değil, tamamen Arap dilcilerin çaba ve
çalışmaları, dil üzerine gösterdikleri hassasiyet sonucu ortaya çıkmış bir ilimdir.13

8
İbn Manzûr, Lisânü’l-arab, Beyrut (ts.), XV, 309-310; Mütercim Asım Efendi, Kâmus Tercümesi,
İstanbul 1304/1886-87, IV, 1193-1194.
9
İbn Manzûr, a.g.e., XV, 309-310; İbn Usfûr, el-Mukarreb, s. 5; Tehânevî, Keşşâfu ıstılahâti’l-fünûn,
Beyrut 1998, I, 24-25.
10
İbn Manzûr, a.g.e., XV, 309-310; İbn Usfûr, el-Mukarreb, s. 5.
11
Mütercim Asım Efendi, a.g.e, IV, 1194.
12
İbnu’l-Enbârî, Nûzhatü’l-elibbâ fi tabakâti’l-udebâ, Bağdat 1959, s. 18; İbnu’n-Nedim, a.g.e., s. 61; İbn
Usfûr, el-Mukarreb, s. 6.
13
Şevkî Dayf, a.g.e., s. 20.

3
Hicri I. asrın sonuna kadar nahiv ilmi, sarf ilmini de bünyesinde barındıracak
şekilde gelişmiş, daha sonra sarf ilmi müstakil bir ilim dalı haline gelmiştir. Nahiv
kelimesi başlangıçta morfoloji ve sentaksı içine alan geniş manasıyla gramer karşılığı
olarak kullanılıyordu. Ancak III. (IX) yüzyılda morfoloji sarf adıyla hemen hemen ayrı
bir ıhtisâs sahası haline geldi ve nahiv daha çok sentaksı ifade etti.14
B. Sarf ilmi (Morfoloji)

Sarf “‫ﻑ‬‫ﺼﺭ‬
 ‫”ﺍﻟ‬, sarafa “‫ﻑ‬
‫ﺭ ﹶ‬ ‫ ”ﺼ‬fiilinden türemiş bir kelimedir. Sözlük anlamı

olarak döndürme, uzaklaştırma, sarfetme, bir halden başka bir hale çevirme, döviz
bozma, çekim vb. anlamlara gelir.15
Istılahî manası bakımından ise sarf; “istenilen manayı elde etmek için
kelimenin aldığı şekiller hakkında bilgi veren ilim dalıdır.” Şeklinde ta‘rif edilir. Başka
bir ifadeyle; fiili kök ve tasriflerini (çekimlerini) isim ve sıfatların yapılışı, müennes-
müzekker, müfred, tensiye ve cemilerinin oluşumunu vb. durumları kapsayarak
kelimelerin şekilleri ile detaylı bir şekilde meşgul olur. Bu ilme “Tasrif ilmi” de denir.16
C. Nahiv ve Sarf İlimlerin Doğuşu ve Gelişimi

Hz. Peygamber (s.a.v.), “.‫ﻴﺵ‬‫ﻥ ﹸﻗﺭ‬


 ‫ﺩ ﺃﻨﱢﻲ ِﻤ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺒ‬ ‫ﺏ‬
ِ ‫ﺭ‬ ‫ﻌ‬ ‫ﺢ ﺍﻟ‬
‫ﺼ‬ ‫ ”ﺃﻨﹶﺎ ﺃ ﹾﻓ‬diyerek kendisinin

Arapların en fasihi ve Arapça lehçelerini en iyi kullanan kişi olduğunu bildirmiştir.17


Dolayısıyla O’nun fesahatı, yaşadığı dönemde kendisine inanan, inanmayan herkesin
dikkatini çekiyordu. O, bir önder ve örnek biri olarak Arap dilini hem yenilemiş hem de
Arapların unuttukları ibareleri hatırlatmıştır. Nitekim, arapçadaki unutulmuş bazı
kelimelerin yine onun tarafından kullanıldığı veyahut kullanılan bazı kelimelerin, O’nun
(s.a.v.) dilinde yeni anlamlar kazandığı açıktır. Çevresinde, az da olsa, hatalı

14
Çetin M. Nihat, DİA, a.g.m., III, 296.
15
İbn Manzûr, a.g.e., IX, 189; ez-Zebîdî, Tâcü’l-arûs, (thk. İbrahimu’t-Terazî), Beyrut 1987, XXIV, 13;
Mütercim Asım Efendi, a.g.e, III, 640; İbn Usfûr, el-Mukarreb, s. 7-8.
16
İbn Usfûr, el-Mukarreb, s. 7-8; Muhammed Muhyiddin Abdûlhamid, Durûsu’t-tasrif, Beyrut 1990, s.
4-5.
17
Aclûnî, İsmail b. Muhammed, Keşfûl-hâfa ve müzîlü’l-ilbas ‘amma iştehere minel’l-ehâdîs’ala
elsineti’n-nâs, Beyrut, 1985, I, 201.

4
konuşmalar varsa, onları da düzeltiyordu. Ashab da O’nu örnek alarak hatasız
konuşmaya çalışıyor, onlar da hatalı konuşanları uyarmaktan çekinmiyorlardı.18
Hz. Peygamber’den (s.a.v.) sonra İslam âleminin fetihlerle genişlemesi, diğer
milletlerin islamı seçip Arapçayı öğrenmeye yönelmeleri, birçok gramer ihlallerinin ve
hatalarının ortaya çıkmasına neden oluyordu. Kıraatta ve günlük konuşmalarda “lahn”
olarak adlandırılan harf ve hareke yanlışlarının yapılması arttı. Sahabî ve onlardan sonra
gelenler, Hz. Peygamber’den (s.a.v.) öğrendiklerini koruma çabasına girdiler. Kur’an-ı
Kerim ve hadislerin Arapçaya kazandırdığı gelişmenin sürdürülebilmesi amacıyla,
islâmî ilimlere paralel olarak, Nahiv, Sarf, Belagat ve Lugat gibi ilimler ortaya çıktı.19
Dil kurallarının tesbiti ile konuşma hatalarının önüne geçilmesini
düşünenlerden biri Hz. Ali (v. 40/661) (r.a.) idi. Hz. Ali, bu konu ile ilgili birtakım
hazırlıklar yapıyor ve görüştüğü kimselerle fikir alış verişinde bulunuyordu. 20 Aynı
düşüncelere sahip olan Ebû’l-Esved ed-Düelî de (v. 79/688-689) bu tür hatalarla
karşılaşmaktan şikayetçi oluyordu. Hz. Ali, Ebu’l-Esved’e nahiv ilminin ana hatları
hakkında bilgi vermiştir.21 Böylece ilk defa Ebû’l-Esved ed-Düelî. Hz. Ali’nin kendisine
öğrettiği ilk kaidelerle çalışmaya başladı. Bazı çevreler tarafından Nahiv ilminin bu
şekilde başladığı ve daha sonra geliştiği kabul edilir.22 Nahiv ilminin kurucuları olarak
Nasr b. Asım el-Leysî (v. 90/708) ve Abdurrahman b. Hürmüz (v. 117/735) gibi
alimlerin olduğu iddia edilse bile, bunların Ebû’l Esved’in talebeleri oldukları kabul
edilir.23 Bu konu hakkında aksi görüş beyan edenler, görüşlerini ispat edecek ilmi bir
delil gösterememişlerdir.24
Mısır ekolü mensupları da bazı tashih ve nakillerden sonra nahiv ilmini ilk
kuranın Hz. Ali olduğunu kabûl ederler. Bu yeni ilmi Hz. Ali’den Ebu Esved, ondan Nasr
b. Âsım el-Basrî, ondan da Ebû Âmr b. Âla devralmıştır. Daha sonraları bu ilim, Halil b.

18
İbnu’l-Enbârî, a.g.e., s. 19-20; Mütercim Asım Efendi, a.g.e, I, 103.
19
İbnu’l-Enbârî, a.g.e., s. 19-20.
20
İbnu’l-Enbârî, a.g.e., s. 18.
21
İbnu’l-Enbârî, a.g.e., s. 21; Hüseyin Küçükkalay, Kur’an Dili Arapça, s. 147; el-Kıftî, a.g.e.,
1406/1986, I, 39-40; 42.
22
İbnu’l-Enbârî, a.g.e., s. 18; Suyuti, el-Müzhir, II, 397; Mehmet Zihni Efendi, el-Müktedab mine’l-
müntehab fi ta’li’mi’l-lügati’l-Arap, İstanbul 1304, s. 8; el-Kıftî, a.g.e., 1406/1986, I, 41.
23
İbnu’l-Enbârî, a.g.e., s. 19.
24
Muhammed Muhtar, Tarihun nahvil-Arabî, s. 44.

5
Ahmed’in, Halil b. Ahmed’den de Sibeveyh’in kanalıyla, Ebu’l Hasan Said b. Mes‘ade
el- Ahfeş’e intikal etmiş ve ondan sonra gelen dilciler tarafından sistemleştirilmiştir.25
İlk dönemlerde, ilim dallarının sınırlarının tâyin edilmemiş ve birbirlerinden
ayrılmamış olmasından dolayı âlimler, Arap dili konularını, birbirinden ayırmadan,
ilimlerin sistematiğine dikkat etmeden bir arada ele alıyorlardı. Bu ilk dönemlerde sarf
ile ilgili konularda incelenen diğer konular içerisinde ele alınıyordu.26
Daha sonraki dönemlerde ilimler tedrici olarak birbirinden ayrıldı. Nahiv
sentaksı, sarf da morfolojiyi ele alan müstakil birer ilim haline geldiler.27 Lûgat ilmi ise,
bunların yanında sınırları daha belirgin bir ilim dalı olmuştur.28
Sarf ilminin kimin tarafından kurulduğu konusu tartışmalı olmakla birlikte,
Muhammed Muhyiddin Abdülhamid “Durüsu’t-Tasrif” adlı eserinde konuyla ilgili şu
bilgileri aktarır: “Araştırmacılar nezdinde, Kufe alimlerinin ilklerinden ve önderlerinden
biri olan Ebu Müslim Mu’azu’l-Herrâ (v. 65/187) sarf İlminin kurucusu olarak meşhur
olmuştur.” Müellif, bu görüşü belirtmekte, fakat bunun kesin olarak doğru olmadığını
söylemektedir. Çünkü sarf ilminin konuları, ondan önce nahiv ilminin konuları içinde
yer alıyordu. Fakat rahatlıkla denilebilir ki, Mu’az sarf konularını diğer ilimlerden
ayırarak inceleyen ve bu konuda eser veren ilk kişidir. Ondan sonra gelen alimler onun
yöntemini benimseyerek, onun yolundan gitmişlerdir. 29 Fakat bu müellifin eserleri,
günümüze ulaşamamıştır.30
Kesin olmamakla birlikte, genel görüşe göre; Ebu Osman Bekr b. Habib el-
Mazinî (v. 246/860-861)’nin “et-Tasrîf” adlı eseri müstakil olarak te’lif edilen ilk sarf
kitabıdır. Fakat bu kitabın günümüze kadar ulaşmış olan ilk müstakil sarf eseri olma
özelliği tartışmasızdır.31 Sibeveyhin el-Kitab-ı da bir sistematik ve uyum içinde kaleme
alınmış olmakla birlikte son bölümü sarfa ayrılmıştır.32

25
el-Kıftî, a.g.e., 1406/1986, I, 41-42.
26
Muhammed Muhyiddin Abdülhamid, a.g.e., s. 45.
27
İbn Manzûr, a.g.e., XV, 309-310.
28
Çetin M. Nihat, DİA, a.g.m., III, 296.
29
Muhammed Muhyiddin Abdülhamid, a.g.e., s. 8-9.
30
Hayreddîn Zirikli, el-A‘lâm, VII, Beyrut 1992, s. 258.
31
Taşköprüzâde, Miftâhu’s-sa‘âde, Beyrut 1985, I, 128; Katip Çelebi, Keşfu’z-zunûn, Beyrut 1990, I, 412.
32
Muhammed Muhyiddin Abdülhamid, a.g.e., s. 8; Bkz. Sibeveyh, el-Kitap, V, 240-394.

6
III. Dil Mektepleri
A. Basra Dil Mektebi
Ebu’l-Esved ed-Düelî’nin gayretlerinin bir sonucu olarak ortaya çıkan gramer
ve lügat çalışmaları, hicri I. Asrın başlarında ilk önce Basra’da daha sonra Kufe’de
gerçekleşmiştir. Ebü’l-Esved ve onun en meşhur talebeleri; Anbese b. Madan ile Yahya
b. Ya’mer (v. 129/746) ve Anbese’nin talebesi olan Abdullah b. Ebi İshâk el-Hadramî
(v. 127/745) gibi dilcilerin “Basra Dil Mektebi”ni oluşturdukları kabul edilmektedir.33
Basra dil mektebinde; Abdullah b. Ebi İshâk (v. 127/745), Halil b. Ahmed el-
Ferahidî (v. 175/791), Halil b. Ahmed’in talebesi olan Ebu Bişr Amr b. Osman es-
Sibeveyh (v. 180/796), İsa b. Ömer es-Sakafî (v. 294/811), Ebu Zeyd el-Ensârî
(v. 215/830), Ebu’l-Hasen Said b. Mes’ade el-Ahfeş (v. 215/830-31), el-Esmaî
(v. 255/868-9), el-Müberred el-Ezdî (v. 285/898) gibi dil çalışmalarının gelişmesine
yardımcı olmuş dilciler yetişmiştir.34
İsa b. Ömer es-Sakafî’nin “Kitabu’l Camii ve Kitabül-Mükemmel” adlı eseri
günümüze ulaşmasa da, es-Sakafî’nin talebesi olan İmam el-Halil b. Ahmed el-
Ferâhidî’nin eserleri günümüze ulaşmıştır. Ferâhidî Arûz’un ilk kurallarını koyan
kişilerdendir. el-Ferâhidî’den Nahvi öğrenen ve “Sibeveyh” adıyla meşhur olan Ebu
Bişr Amr b. Osman’ın “el-Kitab” adlı eseri, Basra Mektebi’nin kıymetli eserlerindendir.
Carullah ez-Zemahşerî (v. 538/1143-44) ve Ebû-Hayyân en-Nahvî el-Endelüsî
(v. 745/344-45) gibi nahivciler bu esere şerh yazmışlardır. Basra mektebinin
müntesiplerinden bazıları, “İlelün-nahv” ve “et-Tasrif” isimli eserlerin müellifi Ebu
Osman Bekr b. Osman el-Mazinî (v. 246/860-61); “er-Reddü Ale’s’-Sibeveyh” ve “el-
Kâmil”in müellifi Ebü’l-Abbas el-Müberred el-Ezdî (v. 285/898) “Kitabül Muhtasar
fi’n-nahv” ve “Kitabü’l-iştikâk”ın yazarı Ebü İshak İbrahim b. Muhammed ez-Zecâc
(v. 316/928) “Kitabü’l-Usül fi’n Nahv” ve “Kitabü’l-Mü’caz” adlı eserlerin müellifi Ebu
Bekr b. As-Serrâc ve “Şerhu Kitabu Sibeveyh” ismiyle Sibeveyh şarihleri arasında
bulunan Ebu Said el-Hasen b. Abdullah b. el-Marzüban es-Sirafî’dir. (v. 368/980).35

33
Abdurrahman Fehmi, Medresetü’l-arab, s. 34; Çetin M. Nihat, DİA, a.g.m., III, 296; Hulûsi Kılıç,
Türkçe’de Arap Lexicographie’si Çalışmaları, s. 6 vd.
34
Abdurrahman Fehmi, a.g.e., s. 37-42; Ahmet Turan Arslan, İmam-ı Biıgivi Hayatı ve Eserleri ve
Arapça Tedrisatındaki Yeri, İstanbul 1992, s. 132-133.
35
Şevkî Dayf, a.g.e., s. 59-150; Çetin M. Nihat, DİA, a.g.m., III, 296, 297.

7
Bu mektebin çalışma tarzı, dinleme ve ağızdan derleme şeklinde olan semaa ve
kıyasa dayanmaktadır. Bu mektebin müntesipleri itinalı bir şekilde seçtikleri fasih
bedevilerden dil ve edebiyat malzemelerini derliyor, seyrek rastlanılan nâdir ve şaz olan
şekillere değil de, sık kullanılan kelimeleri kıyasa esas alarak kaidelerin tesbitine
gidiyorlardı.36
B. Kufe Dil Mektebi
Kufe mektebi, Basra mektebine karşı muhalefet ve eleştirisel yaklaşım
temeline dayanarak oluşmuştur. Bu mektebin Ebu Cafer Muhammed b. Ebu-Sâre er-
Rusaî (v. 187/803) tarafından kurulduğu kabul edilir. er-Rusai’nin “Kitabü’l-faysal” adlı
eseri günümüze kadar ulaşmıştır. 37 Ebu’l Hasan Ali b. Hamza el-Kîsâî (v. 189/805),
“Kitabü’l-mesadir ve Kitabü’l-huruf” adlı kitabı ile Basra ve Kufe dilcilerinin
görüşlerini birleştiren Ebu Zekeriyya Yahya b. Ziyâd (v. 207/823) “Kitabü’l-hudûd”
isimli eserleri ile bu mektepte yer almışlardır.38
Bu mektebin mensupları, Basra ekolünde olduğu gibi semâ’a (dinlemeye ve
ağızdan derlemeye) ve kıyasa dayanmaktadırlar. Fakat Kufeliler semâ’ın kaynağını
seçmekte aynı itinayı göstermedikleri gibi, şâz ve nâdir de olsa duydukları her şeyi
kıyaslarına delil yapabiliyorlardı.39
C. Bağdat Dil Mektebi
Daha önceleri Basra ve Kufe’lilerin yöntemlerini izleyen Bağdat’lı dilciler,
hicri II. Asırdan itibaren hükümet merkezinin Bağdat’a taşınmasıyla birlikte yeni bir
mektebin kuruluşuna zemin hazırladılar. Hicri IV. asrın başlarında bu iki mektebin
görüşlerini birleştirerek sentez bir oluşum olan “Bağdat dil mektebi”ni kurdular. “el-
Cümel ve Kitabü’l izah” adlı eserin müellifi Ebu’l-Kasım ez-Zeccâcî (v. 338/949), “el-
İzâh ve et-tekmile”nin müellifi Ebu Ali el-Fârisî (v. 377/949), sarf ilminin mimarı olarak
kabul edilen “et-Tasrifü’l Mülûkî” ve bunun şerhi olan “Şerhu Tasrifi’l-mâzini ve el-
Hasâis fi ilmi Usüli’l-Arabiyye” gibi eserleri bulunan İbn Cinni (v. 392/1002) bu
mektebin ilk temsilcilerindendir. Sonraki dönemlerde yetişen “el-Keşşâf” ve “el-
Mufassal”ın müellifi, Ebu’l-Kasım Mahmud b. Ömer ez-Zemahşerî (v. 538/1144),

36
Çetin M. Nihat, DİA, a.g.m., III, 296
37
İbnu’n-Nedim, a.g.e., s. 89.
38
Çetin M. Nihat, DİA, a.g.m., III, 296.
39
Çetin M. Nihat, DİA, a.g.m., III, 296.

8
İbnu’ş-Şecerî (v. 542/1148), lügat alimi, dilci ve tarihçi Ebü’l-Berekât Abdurrahman b.
Muhammed el-Enbârî (v. 577/1181) gibi dilciler, bu mektebi devam ettirmişlerdir.40
D. Endülüs Dil Mektebi
Hicri III. asrın sonlarında ortaya çıkan Endülüs dil mektebi, daha çok eski
çalışmalar üzerinde durmuş, bunun yanı sıra, yeni görüşler ve tasniflerle eski eserleri ele
alıp onları hülâsa veya şerh etmiştir.41
Kendisinden önceki nahivcilere nazaran çokça hadisle istişhâdda bulunan İbn
Malik (v. 672/1274) ve Ebû Hayyân en-Nahvî (v. 745/1344), bu mektebin önemli
temsilcileridir. İbn Malik “el-Elfiyye” ve “el-Kâfiyetü’ş-şâfiye”, Ebu Hayyân da
“Kitabü’l-idrâk” adlı eserleri te’lif ettiler.42
E. Mısır Dil Mektebi
Endülüslüler gibi daha çok Basra ve Kufe dilcilerinin eserlerini tasnifle meşgul
olan “Mısır dil mektebi” bu dilcilerin görüşlerine az da olsa yeni görüşler ilave eder.
Fakat bu faaliyetleri, kendilerine has kaidelere sahip müstakil bir mektep kurmalarına
yetmez. “el-Kafiye” ve “eş-Şâfiye” eserlerinin sahibi İbnü’l-Hâcib (v. 646/1249) ile
“Muğni’l-lebîb” ve “Katru’n-Nedâ” gibi pek çok eserin müellifi olan İbn Hişâm
(v. 761/1360), ve Ebu’l Hüseyin Vellâd b. Muhammed et-Temîmî (v. 263/876) bu
mektebin meşhur dilcilerindendir.43

40
Şevkî Dayf, a.g.e., s. 245-276.
41
Şevkî Dayf, a.g.e., s. 288-230.
42
Şevkî Dayf, a.g.e., s. 288-310.
43
Abdü’l-Sâlim, el-Medresetü’n-nahviyye fi Mısr ve’ş-Şâm, s. 56-59, 352-365; Çetin M. Nihat, DİA,
a.g.m., III, 297.

9
I. BÖLÜM

İSTİSNÂ “ُ‫ﺴ ِﺘ ﹾﺜﻨﹶﺎﺀ‬


 ‫”ﺍﻻ‬

I. Tanım

İstisnâ “‫ﺴ ِﺘ ﹾﺜﻨﹶﺎﺀ‬


 ‫”ﺍ‬, “‫ ” ﹶﺜﻨﹶﻰ‬kökünden türeyen “‫ﺴ ﹶﺘ ﹾﺜﻨﹶﻰ‬
 ‫ ”ﺍ‬fiilinin istif’âl babından

mastarıdır. 44 “‫ ” ﹶﺜﻨﹶﻰ‬lugatte, “katlamak, kıvrıp bükmek, iki katını almak, çift yapmak”

manalarına gelir. “‫ﺴ ﹶﺘ ﹾﺜﻨﹶﻰ‬


 ‫ ”ﺍ‬fiili ise “genel hükümden, kaideden çıkarmak, ayrıcalık

tanımak, muaf tutmak, istisnâ etmek” anlamlarını taşır.45

Istılahî mâna bakımından istisnâ, “‫ﻻ‬


‫( ”ِﺇ ﱠ‬illa) veya benzerlerinin bir tanesinden

sonra gelen ismi, önceki kısmın dahil olduğu genel hükmün dışında bırakmaktır. Başka
bir ifadeyle, istisnâ edatlarından sonraki kelimeyi (müstesnâ) öncesindeki hükümden
çıkarmaktır. 46 Mehmed Zihni Efendi de istisnâyı “Bir hükmü makablinden ayırmaktır.”
şeklinde ta‘rif eder.47

Örnğin: “.‫ﺩﹰﺍ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬


 ‫ﻻ‬
‫ﻡ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺀ ﺍﻟﻘﹶﻭ‬ ‫ﺎ‬‫ ”ﺠ‬Zeyd hariç kavim geldi.

44
Şihâbeddin el-Karâfi, el-İstiğnâ fî ahkâmi’l-istisnâ, Bağdat 1982, s. 95.
45
Mustafa el-Galâyînî, Câmiu’d-durûsi’l-arabiyye, Beyrut 1966, III, 123; Bkz. Şihâbeddin el-Karâfi,
a.g.e., s. 90.
46
Muhammed Said İsbir-Bilâl Cüneydî, eş-Şâmil, s. 85; Azize Fevâl Bâbestî, el-Mu’cemü’l-mufassal fi’n-
nahvi’l-Arabi, I, 80-81.
47
Mehmet Zihni Efendi, a.g.e., s. 247; Azize Fevâl Bâbestî, a.g.e., I, 81.

10
Cümlesinde “‫ﻡ‬ ‫“ ”ﺍﻟﻘﹶﻭ‬kavm”in dahil olduğu hüküm, gelme eylemidir. “‫ﺩﹰﺍ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬
”

Zeyd ise bu hükmün dışında bırakılmıştır.48


İstisnânın tanımında zikredilen bu “çıkarılma” işlemi; ya birinci olarak
zikredilen kelimenin (müstesnâ minh) dahil olduğu, umumiyet bildiren lafızdan, yahut
onun hükmünden veyahut da manasından çıkarma şeklinde olur.
Müstesnâ, umûmiyet bildiren lafızdan çıkarılmasına örnek olarak

“.‫ﺩﹰﺍ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬


 ‫ﻻ‬
‫ﻡ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻡ ﺍﻟﻘﹶﻭ‬ ‫“ ”ﻗﹶﺎ‬Zeyd hariç, kavim kalktı.” Cümlesi verilebilir.

Burada “Zeyd,” öncesinde zikredilen “kavim” kelimesinden çıkarılmıştır.


Müstesnânın, ilk lafzın umumiyet ifade eden hükmünden çıkarılmasına örnek

olarak ise “.‫ﻌ ِﺔ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﺠ‬


 ‫ﻡ ﺍﻟ‬ ‫ﻭ‬‫ﻻ ﻴ‬
‫ﺩﹰﺍ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬ ‫ﺕ‬
‫ﻤ ﹸ‬ ‫ﺎ ﹶﻜﻠﱠ‬‫“ ”ﻤ‬Cuma günü hariç, Zeyd’le konuşmadım.”

Cümlesi verilebilir.

“.‫ﺩﹰﺍ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬


 ‫ﺕ‬
‫ﻤ ﹸ‬ ‫ﺎ ﹶﻜﻠﱠ‬‫“ ”ﻤ‬Zeyd’le konuşmadım” ifadesi zaman açısından bir genelleme

bildirmektedir. Müstesnâ olan Cuma günü “‫ﺔ‬‫ﻤﻌ‬ ‫ﺠ‬


 ‫ﻡ ﺍﻟ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﻴ‬ ”, bu ilk lafzın (Müstesnâ minh)

genel hükmünden istisnâ edatı “‫ﻻ‬


‫ ”ِﺇ ﱠ‬ile çıkarılmış oluyor.

Müstesnânın, ilk lafzın anlaşılan umümî manasından çıkarılmasına örnek

olarak da “.‫ﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬


 ‫ﻻ‬
‫ﻡ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺎ ﻗﹶﺎ‬‫“ ”ﻤ‬Zeyd hariç kimse kalkmadı.” Cümlesini örnek olarak

verebiliriz. Bu misalde Zeyd, sözün anlaşılan manasının (hükmünün) dışında

tutulmuştur. Bu örneğin aslı “.‫ﺩﹰﺍ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬


 ‫ﻻ‬
‫ﺩ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺤ‬
 ‫ﻡ َﺃ‬ ‫ﺎ ﻗﹶﺎ‬‫“ ”ﻤ‬Zeyd hariç kimse kalkmadı”

şeklindedir.49
Muhammed Esad en-Nadiri’nin “Nahvü’l-lugati’l-Arabiyye” adlı eserinde

istisnâ şu şekilde açıklanmıştır: İstisnâ “‫ﺴ ﹶﺘ ﹾﺜﻨﹶﻰ‬


 ‫ ”ﺍ‬kökünden istif’al babı olup ya

müstesnânın, müstesnâ minh’in hükmünden çıkarılması ile ma’tufun aleyh olduğundan


dolayı “atf” manasındadır, ya da müstesnâ minhin hükmünden ayrı tutulduğundan

48
Muhammed el-Antâkî, el-Muhît fi asvâti’l-arabiyyeti ve nahviha ve sarfiha, Beyrut, II, 325.
49
İbn Usfûr , Şerhü Cümeli’z-Zeccâci, Beyrut, II, 380.

11
dolayı, ayrı tutma, uzaklaştırma karşılığındaki “sarf” anlamındadır. Istılâhî manası ise

illa “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬ve benzerlerinden bir tanesi ile öncesine dahil olan veya dahilmiş gibi görünen

kelimenin hükmünden çıkarılmasıdır. 50 İstisnânın anlaşılması bu unsurların iyice


kavranmsına bağlıdır.
II. İstisnâ Cümlesinin Unsurları
Bir istisnâ cümlesinde üç unsur bulunur: Müstesnâ, Müstesnâ minh ve İstisnâ
edatı. Muhammed Hayr Hilvânî “en-Nahvul-Müyesser” adlı eserinde, istisnânın bu üç
unsuruna “hüküm”ü de ilâve eder.51

A. Müstesnâ “‫ﺴ ﹶﺘ ﹾﺜﻨﹶﻰ‬


 ‫”ﺍﻟ ُﻤ‬

Müstesnâ İstif’al babından ism’i mefuldür. Istılahî anlamda müstesnâ;


cümlenin önceki hükmünden ayrılan ve istisnâ edatından sonra gelen kelimedir. Başka

bir ifadeyle müstesnâ “‫ﻻ‬


‫ ”ِﺇ ﱠ‬veya benzerlerinden bir tanesi aracılığı ile gerçek anlamda

veya farazî olarak öncesindeki hükümden çıkarılan (ayrı tutulan) kelimedir.52


Gerçek anlamda çıkarılan müstesnâya örnek:

“.‫ﻤﹰﺎ‬ ‫ﺴﻠِﻴ‬
 ‫ﻻ‬
‫ﻥ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﻭ‬‫ﻋﻭ‬
 ‫ﺩ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﺀ ﺍﻟ‬ ‫ﺎ‬‫“ ”ﺠ‬Selim hariç, davetliler geldi.”

Farazî ihraç (çıkarılma)’a örnek:

“. ‫ﺏ‬
 ‫ﺤﻘﹶﺎ ِﺌ‬
 ‫ﻻ ﺍﻟ‬
‫ﻥ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﻭ‬‫ﺎ ِﻓﺭ‬‫ﻤﺴ‬ ‫ﺩ ﺍﻟ‬ ‫ﺎ‬‫“ ”ﻋ‬Çantaları hariç, yolcular döndü.”

Burada şu hususun bellirtilmesi faydalıdır. Olumlu cümlede, nekre bir


kelimeden istisnâ edilmemesi istisnânın şartındandır. Çünkü bu hiçbir fayda sağlamaz.
Hiç bir fayda sağlamayan;

“. ‫ﻼ‬
‫ﺠﹰ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻻ‬
‫ﻡ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺀ ﻗﹶﻭ‬ ‫ﺎ‬‫“ ”ﺠ‬Kavim hariç, (bir) adam geldi.”

“.‫ﻤﹰﺎ‬ ‫ﺴﻠِﻴ‬
 ‫ﻻ‬
‫ل ِﺇ ﱠ‬
ٌ‫ﺠ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻡ‬ ‫“ ”ﻗﹶﺎ‬Selim hariç, bir adam kalktı” gibi cümleler kullanılamaz.53

50
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, Nahvü’l-lügati’l-arabiyye, Beyrut, s. 675.
51
Muhammed Hayr Hilvânî, en-Nahvu’l-müyesser, Şam 1418/1997, II, 455.
52
Mecdi Vehbe-Kâmil el-Mühendis, Mu’cemü’l-mustalehâti’l-Arabiyye, s. 354.
53
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 675.

12
B. Müstesnâ Minh “‫ﺴ ﹶﺘ ﹾﺜﻨﹶﻰ ِﻤ ﹾﻨ ُﻪ‬
 ‫”ﺍﻟ ُﻤ‬

İstisnâ edatından önce gelen ve müstesnânın kendisinden çıkarıldığı, ayrı


tutulduğu isime müstesnâ minh denir. Müstesnâ minh, bazen zikredilmiş (mezkur),
bazen de zikredilmemiş olur. Bazı durumlarda önüne nefy, nehy veya şibh-i nefy gelir.54
Kısacası, hükmün dışında bırakılan unsur müstesnâ; kendisinden istisnâ
yapılan unsur da müstesnâ minh olarak isimlendirilir.
Müstesnâ ve Müstesnâ minhin kuralları (şartları):
1. Müstesnâ minh nass, sayı ismi olmamalıdır.
2. Müstesnâ müphem (kapalı anlaşılmaz) olmamalıdır.

“.‫ﻡ‬ ‫ﻬ‬ ‫ﻀ‬


 ‫ﻌ‬ ‫ﺒ‬ ‫ﻻ‬
‫ﻡ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻡ ﺍﻟﻘﹶﻭ‬ ‫“ ”ﻗﹶﺎ‬Bazıları hariç, kavim kalktı” denilemez. Çünkü bunun hiçbir

faydası yoktur. İstisnâ da çıkartılanın yâni müstesnânın nass ya da açık bir şekilde
nassın yerine konan bir kelime olması gerekmektedir.
3. Bizzat anlamı belirsiz olan bir kelimenin istisnâ edilmesi caiz değildir.

“. ‫ﻻ‬
‫ﺎ ﹰ‬‫ﻻ ِﺭﺠ‬
‫ﻡ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻡ ﺍﻟﻘﹶﻭ‬ ‫“ ”ﻗﹶﺎ‬Adamlar hariç, kavim kalktı” diyemeyiz. Çünkü adamlar “‫ﻻ‬
‫ﺎ ﹰ‬‫” ِﺭﺠ‬

kavmin yarısı olabileceği gibi, daha az veya daha fazla olabilir. Bu durumda bunun da
istisnâda hiçbir faydası yoktur.55
C. İstisnâ Edatları
Belli başlı istisnâ edatları şunlardır:

“‫ﻼ‬
‫ﺨ ﹶ‬
‫ﺎ ﹶ‬‫ ﻤ‬،‫ﺍ‬‫ﻋﺩ‬
 ‫ﺎ‬‫ ﻤ‬،‫ﻴﻜﹸﻭﻥ‬ ‫ ﻻ‬،‫ﻴﺩ‬ ‫ﺒ‬ ،‫ﺎ‬‫ﻴﻤ‬ ‫ﺴ‬
ِ ‫ ﻻ‬،‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫ ﺤ‬،‫ﺍ‬‫ﻋﺩ‬
 ،‫ﻼ‬
‫ﺨﹶ‬‫ ﹶ‬،‫ﻯ‬‫ﺴﻭ‬
ِ ،‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ ﹶ‬،‫ﻻ‬
‫”ِﺇ ﱠ‬

(İstisnâ edatları ile ilgili geniş bilgi çalışmamızın ilerleyen bölümlerinde


verilecektir).
Abbas Hasan “en-Nahvu’l-Vafî” adlı eserinde istisnâyı matematikteki çıkarma
işlemine benzeterek istisnâyı oluşturan bu üç unsurun neye delalet ettiklerinin en açık
şekliyle bu işlemde kendisini gösterdiğini zikreder.

54
Azize Fevâl Bâbestî, a.g.e., II, 978; Ahmed el-Hâşimî, el-Kavaidu’l esâsiyye lil-lugati’l-arabiyye,
Beyrut, s. 215.
55
İbn Hasan Ali b. Mü’min b. Muhammed b. Ali b. Asfür el-İşbilî, a.g.e., II, 384.

13
“.‫ﺭ ﹰﺓ‬
‫ﺸ‬‫ﻋﹾ‬
 ‫ﻻ‬
‫ل ﻤِ َﺌﺔﹰ ِﺇ ﱠ‬
ِ ‫ﺎ‬‫ﻥ ﺍﻟﻤ‬
 ‫ﺕ ِﻤ‬
‫“ ”َﺃ ﹾﻨ ﹶﻔ ﹾﻘ ﹸ‬Maldan onu hariç, yüzünü infâk ettim” diyen bir insan,

matematikçilerin “ 100 − 10 = 90 infak ettim” ibarelerini kastetmiş olur.

“.‫ﻥ‬
ِ ‫ﻻ ﺍ ﹾﺜﻨﹶﻴ‬
‫ﺏ ِﺇ ﱠ‬
ٍ ‫ ﹶﺔ ﹸﻜ ﹸﺘ‬‫ﺴﻌ‬
 ِ‫ﺕ ﺘ‬
‫ﻴ ﹸ‬‫ﺸ ﹶﺘﺭ‬
‫“ ”ﺍ ﹾ‬İki tane hariç, dokuz kitap aldım” diyen bir kişi de, yine

matematikçilerin “ 9 − 2 = 7 kitap aldım” sözlerini kastetmiş olur.


Yukarıda geçen matematik işlemleri ve benzerleri üç önemli unsur üzerine

kurulmuşlardır. Bunlar; “‫ﻪ‬ ‫ﺡ ِﻤ ﹾﻨ‬


 ‫ﻭ‬‫ﻁﺭ‬
‫ﻤ ﹾ‬ ‫ ”ﺍﻟ‬el-Matrufu Minh yâni “kendisinden çıkarılan”

(100, 9 vb.), “‫ﺡ‬


 ‫ﻭ‬‫ﻁﺭ‬
‫ﻤ ﹾ‬ ‫ ”ﺍﻟ‬matruh “çıkarılan” (10, 2 vb.) ve “‫ﺡ‬
ِ ‫ﺭ‬ ‫ﻁ‬
‫ ﹸﺔ ﺍﻟ ﱠ‬‫ﻼﻤ‬
‫ ﹶ‬‫ ”ﻋ‬Alametü-l-tarh

“çıkarma işareti” dir ki bu da yatay kısa bir çizgidir. (−)


Bu üç matematiksel unsuru, üç tane istisnâ unsuruyla eşleştirebiliriz:
el-Matruhun minh = Müstesnâ minh’e (kendisinden çıkarılana),
Matrûh = Müstesnâ’ya (çıkarılana),
Çıkarma işareti = İstisnâ edatına tekabül eder.56
Bu benzetme ışığında, nahivcilerin istisnânın ıstılâhı ta‘rifinden ne kastettiklerini
daha iyi anlayabilmekteyiz. Bu çıkarılma işlemi, sadece matematikteki çıkarma işlemine

benzetilen, “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬ve benzerlerinden birinin öncesindeki manadan sonrasının çıkarılması

demek değil; aynı zamanda edatın öncesinde gelen olumlu veya olumsuz durumun
kabulüne muhalif olamak demektir.57
Müstesnâyı oluşturan bu üç unsuru, örnek cümlelerle şöylece gösterebiliriz:

.‫ﺭ‬ ‫ﻤﺩِﻴ‬ ‫ﺍﻟ‬ ‫ﻻ‬


‫ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻥ‬
 ‫ﻭ‬‫ﻌﱢﻠﻤ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﺍﻟ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻀ‬
 ‫ﺤ‬
 “Müdür hariç, öğretmenler geldi.”58

Müstesnâ İstisnâ edatı Müstesnâ minh

.‫ﻪ‬ ‫ﻥ ِﻤ ﹾﻨ‬
ِ ‫ﺤﺘﹶﻴ‬
 ‫ﺼ ﹾﻔ‬
 ‫ﻻ‬
‫ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺏ‬
 ‫ﺍﻟ ِﻜﺘﹶﺎ‬ ‫ﺕ‬
‫ﺭ ْﺃ ﹸ‬ ‫“ ﹶﻗ‬İki sayfa dışında kitabı okudum.”

Müstesnâ İstisnâ edatı Müstesnâ minh

56
Abbâs Hasan, en-Nahvü’l-vâfi, Kahire 1973, II, 315.
57
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 316.
58
Nusreddin Bolelli, Arapça Dilbilgisi Sarf-Nahiv ve Terimleri, s. 667.

14
.‫ﺓﹰ‬‫ﺭ‬‫ﺸﺠ‬
‫ﹶ‬ ‫ﻻ‬
‫ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﺎ‬‫ﺸﺠ‬
‫ﻷﹾ‬َ‫ﺍ‬ ِ‫ﺕ‬‫ﺭ‬‫“ َﺃ ﹾﺜﻤ‬Bir ağaç hariç, ağaçlar meyve verdi.”

Müstesnâ İstisnâ edatı Müstesnâ minh

III. İstisnâ’nın Kısımları (Çeşitleri)


İncelediğimiz kaynaklarda istisnâ, belli kriterler göz önünde bulundurularak
farklı tasniflere tabi tutulmuştur.
A. Müsbet ya da Menfi Olması Bakımından İstisnâ
1. Mûceb istisnâ.
2. Gayr-ı mûceb istisnâ.
B. Müstesnânın Cinsi Bakımından İstisnâ
1. Muttasıl istisnâ.
2. Munkatı‘ istisnâ.
C. Müstesnâ Minh’in Zikredilmesi Bakımından İstisnâ
1. Tam istisnâ.
2. Müferrağ isitisnâ.59
İstisnânın kısımlarını sistematik bir şekilde aşağıdaki tabloda topluca
görebilmek mümkündür.

Şimdi istisnânın kısımlarını detaylı bir şekilde ele alalım:


A. Müsbet ya da Menfi Olması Bakımından İstisnâ:
1. Mûceb İstisnâ
İçerisinde nefy, nehiy, istifham veya şibh-i nefy (nefy manası içeren istifhâm)
bulunmayan istisnâ cümlesidir.60 Kısacası bu istisnâ cümlesi, olumlu cümledir.

59
Muhammed Mehdi Allâm, Mustalahatu’n-nahvi’l-arabîyyi, Lübnan 1990, s. ?.
60
Azize Fevâl Bâbestî, a.g.e., II, 972; Ahmed Kabbiş, el-Kâmil fi’n-nahv ve’s-sarf ve’l-i’rab, s. 151; M.
Meral Çörtü, Arapça Dilbilgisi Sarf, İstanbul 2001, s. 161-164.

15
Bu ta‘rifin daha iyi anlaşılabilmesi için tanımda geçen ıstılahî kavramları
kısaca ele alalım:

Nehiy “‫ﻲ‬
ُ ‫ﻬ‬ ‫( ”ﺍﻟﻨﱠ‬yasaklama): Bir işin yapılmamasını istemeye (emretmeye), yâni

yasaklamaya nehiy denir. Nehye, emrin olumsuzu da denilebilir. Bir işin yapılmaması emri,

karşıdaki kimseden yâni “muhatab” dan isteniyorsa buna “nehy-i hazır” “‫ﺭ‬
‫ﻀ‬
ِ ‫ﺎ‬‫ﻲ ﺍﻟﺤ‬
 ‫ﻬ‬ ‫”ﺍﻟﻨﱠ‬

karşımızda olmayan bir kimseye yâni gâıbe veriyorsak “nehy-i gâib” “‫ﺏ‬
 ‫ﻲ ﺍﻟﻐﹶﺎ ِﺌ‬
 ‫ﻬ‬ ‫ ”ﺍﻟﻨﱠ‬dir.

Ma’lûm muzâri mütekellim iki siyganın önüne “Lâ en-nâhiye” “‫ ﹸﺔ‬‫ﻫﻴ‬


ِ ‫”ﻻ ﺍﻟﻨﱠﺎ‬

getirilerek yapılan nehye de “nehy-i mütekellim” denir.61

Nefy “‫ﻲ‬
ُ ‫( ”ﺍﻟﻨﱠ ﹾﻔ‬olumsuzluk):
Nefye tahsîs edilen “‫ﺎ‬‫ ﻤ‬،‫ ﻻ‬،‫ﻴﺱ‬ ‫ ”ﹶﻟ‬vb. edatlarından biriyle yapılan nefiy çeşidine

“Nefy-i sarîh” denir. Bu özel edatlar olmaksızın yapılan nefye ise “Nefy-i gayri sarîh”
denir ki mûceb istisnânın ta‘rifinde zikredilen şibh-i nefydir. Şibh-i nefyin çeşitleri
bulunmaktadır. Bunlar:

İstifhâm “‫ﺎ ُﻡ‬‫ﺴ ِﺘ ﹾﻔﻬ‬


 ‫( ”ﺍﻻ‬Soru sormak): Arapça’da istifhâm şu türlere ayrılır:
İstifhâm-ı İnkârî “‫ﻱ‬
 ‫ﺎ ُﻡ ﺍﻹ ﹾﻨﻜﹶﺎ ِﺭ‬‫ﺴ ِﺘ ﹾﻔﻬ‬
 ‫”ﺍﻻ‬: Gerçekleşmemiş ve gerçekleşmesi

mümkün olmayan bir şeyin sorulması olayıdır. Burada istifham edatı ile, nefy edatı gibi

söze menfi anlam verilir. Buna istifham-ı ibtâlî “‫ﺒﻁﹶﺎﻟِﻲ‬ ‫ﻡ ﺍﻹ‬ ‫ﺎ‬‫ﺴ ِﺘ ﹾﻔﻬ‬
 ‫ ”ﺍﻻ‬de denir.62

Şu iki âyeti istifhâm-ı inkârîye örnek olarak verebiliriz:

“.‫ﺤ ِﺩﻴﺜ ﹰﺎ‬


 ‫ﷲ‬
ِ ‫ﻥ ﺍ‬
 ‫ﻕ ِﻤ‬
‫ﺩ ﹸ‬ ‫ﺼ‬
 ‫ﻥ ﺃ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﻭ‬ ... ” “ …Söz bakımından Allah’tan daha doğru kim

vardır?”63

61
Çörtü M. Meral, Arapça Dilbilgisi Sarf, s. 161-164; Fadıl Kâsım b. Hûseyin el-Havârizmî, Şerhu’l-
mufassal fi san‘ati’l i’râb, I, 455.
62
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 316.
63
en-Nisa, 4/87.

16
“. ‫ﻥ‬
 ‫ﺎﻟﱡﻭ‬‫ﻻ ﺍﻟﻀ‬
‫ﺒ ِﻪ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻤ ِﺔ‬ ‫ﺤ‬
 ‫ﺭ‬ ‫ﻥ‬
 ‫ﻁ ِﻤ‬
‫ﻴ ﹾﻘ ﹶﻨ ﹸ‬ ‫ﻥ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﻭ‬ ‫“ ”ﻗﹶﺎﻟﹸﻭﺍ‬Dedi ki: Sapıtmışlardan başka kim

Rab’binin rahmetinden ümidini keser?”64

İstifhâm-ı tevbihî “‫ﻲ‬


‫ﺨ‬ِ ‫ﺎ ُﻡ ﺍﻟﺘﱠﻭﺒِﻴ‬‫ﺴ ِﺘ ﹾﻔﻬ‬
 ‫”ﺍﻻ‬: Gerçekleşmiş bir işin sorulmasıdır. Bu

sorudaki amaç, fâilin yaptığı iş sebebi ile kınanması, azarlanması amaçlanır. Örnenğin

“. ‫ل‬
ِ‫ﻁ‬ِ ‫ﺎ‬‫ﻰ ﺒِﺎﻟﺒ‬‫ﻴﺘﹶﺎﻤ‬ ‫ل ﺍﻟ‬
َ ‫ﺍ‬‫ﻤﻭ‬ ‫ ﺃ‬‫“ ”ﺃﺘﹶﺄ ﹸﻜﻠﹸﻭﻥ‬Batıl yollarla yetimlerin mallarını mı yiyorsunuz?”

âyetinde istifhâm, “Niçin böyle yapıyorsunuz?” Böyle yapmayın” anlamında


kullanılmıştır.65

Nefy-i Mücerred “‫ ُﺩ‬‫ﺠﺭ‬


 ‫ﻲ ﺍﻟ ُﻤ‬
ُ ‫( ”ﺍﻟﻨﱠ ﹾﻔ‬açık olumsuzluk): İstifhâm edatının, nefy

edatı yerine konulması ile mümkün olur ve mana değişmez. Bu istifham edatı genellikle

“‫ل‬
ْ ‫ﻫ‬ ” olur.

“. ‫ﻥ‬
 ‫ﺎ‬‫ﺤﺴ‬
 ‫ﻻ ﺍﻹ‬
‫ﻥ ِﺇ ﱠ‬
ِ ‫ﺎ‬‫ﺤﺴ‬
 ‫ﺀ ﺍﻹ‬ ‫ﺍ‬‫ﺠﺯ‬
 ‫ل‬
ْ ‫ﻫ‬ ” İyiliğe, iyilikten başka karşılık olur mu?66

Yâni: Bu âyet-i kerimede: “.‫ﻥ‬


 ‫ﺎ‬‫ﺤﺴ‬
 ‫ﻻ ﺍﻹ‬
‫ﻥ ِﺇ ﱠ‬
ِ ‫ﺎ‬‫ﺤﺴ‬
 ‫ﺀ ﺍﻹ‬ ‫ﺍ‬‫ﺠﺯ‬
 ‫ﺎ‬‫“ ”ﻤ‬İyiliğin karşılığı

iyilikten başka bir şey değildir” manasındadır.67


Bu ıstılahî kavramları inceledikten sonra, Mûceb istisnâyı örnekler üzerinde
görmeye çalışalım:

“... ‫ﻡ‬ ‫ﻬ‬ ‫ﻼ ِﻤ ﹾﻨ‬


‫ﻻ ﹶﻗﻠِﻴ ﹰ‬
‫ﻪ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻭﺍ ِﻤ ﹾﻨ‬‫ﺸﺭِﺒ‬
‫ ﹶﻓ ﹶ‬...” ... Onlardan azı hariç, ondan içtiler...68

“‫ﺩ‬ ‫ﻻ ﺍﻟﻘﹶﺎ ِﺌ‬


‫ﺩ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺠﻨﹸﻭ‬
 ‫ﺭ ﺍﻟ‬ ‫ ” ﹶﻓ‬Komutan hariç, askerler kaçtı.69

64
el-Hicr, 15/56.
65
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 316.
66
er-Rahmân, 55/60.
67
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 317.
68
el-Bakara, 2/249.
69
Ali el-Cârim, Mustafa Emin, en-Nahvü’l vadıh fi kavâidi’l-lügati’l-arabiyye, Mısır 1974, I, 84.

17
“.‫ﺎ‬‫ﻴﻬ‬ ‫ﻭ‬
ِ ‫ﺩ ﹾﺍ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻥ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﺕ‬
‫ﻴ ﹾ‬ ‫ﻋ‬
 ‫ﺎ ﹶﻗ ﹶﺔ َﺃ‬‫ﺤﻤ‬
 ‫ﻻ ﺍﻟ‬
‫ﺏ ِﺒ ِﻪ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﻁ‬
‫ﺴ ﹶﺘ ﹶ‬
 ‫ﻴ‬ ‫ﺀ‬ ‫ﺍ‬‫ﺩﻭ‬ ‫ﺍ ٍﺀ‬‫ ”ِﻟ ﹸﻜلﱢ ﺩ‬Her hastalığın bir çaresi vardır,

sadece ahmaklık hariç, onu tedâvi etmeye çalışan kişinin tüm çabalarını boşa çıkardı.
(elini kolunu bağladı).70

“.ِ‫ ﹶﻔﺔ‬‫ﺏ ﺍﻟ ﹶﻔ ﹾﻠﺴ‬


 ‫ﻻ ِﻜﺘﹶﺎ‬
‫ﺏ ِﺇ ﱠ‬
ِ ‫ﺕ ﹸﻜلﱠ ﺍﻟ ﹸﻜ ﹸﺘ‬
‫ﺭ ْﺃ ﹸ‬ ‫ ” ﹶﻗ‬Felsefe kitabı dışında tüm kitapları okudum.71

2. Gayr-ı Mûceb İstisnâ


Cümlenin nefy, nehy ve istifhamla oluşması demektir. Kısacası mûceb
istisnânın zıddıdır.
a. İstisnânın Nefy İle Oluşmasına Dair Bazı Örnekler

“.‫ﺩﹰﺍ‬ ‫ﺤ‬
ِ ‫ﻻ ﻭﺍ‬
‫ل ِﺇ ﱠ‬
ِ ‫ﺤ ﹾﻔ‬
 ‫ﻥ ﻟ ﹾﻠ‬
 ‫ﻭ‬‫ﻋﻭ‬
 ‫ﺩ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﺭ ﺍﻟ‬ ‫ﺨ‬
‫ﺎ ﺘﹶﺄ ﱠ‬‫ ”ﻤ‬Biri dışında, davetliler törene geç kalmadılar.

“.‫ﻡ‬ ‫ﺴﻠِﻴ‬
 ‫ﻻ‬
‫ﺭ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻀ‬
 ‫ﺤ‬
 ‫ﺎ‬‫ ”ﻤ‬Selim dışında kimse bulunmadı.

“.‫ﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬


 ‫ﻻ‬
‫ﺩ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺤ‬
 ‫ﻡ َﺃ‬ ‫ﺎ ﻗﹶﺎ‬‫ ”ﻤ‬Zeyd’den başka kimse kalkmadı.

b. İstisnânın Nehy İle Oluşmasına Dair Bazı Örnekler

“. ‫ﻕ‬
‫ﺤﱠ‬ ‫ﻻ ﺍﻟ‬
‫ﻊ ِﺇ ﱠ‬ ‫ ”ﻻ ﹶﺘ ﱠﺘ ِﺒ‬Haktan başkasına tabi olma.

“‫ﺭ‬
 ‫ﺎ‬‫ﺨﻴ‬
‫ﻻ ﺍﻷ ﹾ‬
‫ﺏ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﺤ‬
ِ ‫ﺎ‬‫ ”ﻻ ﹸﺘﺼ‬İyilerden başkalarıyla arkadaşlık etme.

“.‫ﺩﹰﺍ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬


 ‫ﻻ‬
‫ﺍﹰ ِﺇ ﱠ‬‫ﺩ‬‫ﺏ َﺃﺤ‬
 ‫ﻀ ِﺭ‬
 ‫ ”ﻻ ﹶﺘ‬Zeyd’den başkasına vurma.

“. ‫ﻥ‬
 ‫ﻭ‬‫ﺭ‬‫ﻁﻬ‬
‫ﻤ ﹶ‬ ‫ﻻ ﺍﻟ‬
‫ﻪ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺴ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﻴ‬ ‫ ”ﻻ‬Kur’ânâ manevî hadeslerden temizlenmiş olanlardan başkası

dokunamaz.72
c. İstisnânın İstifhamla Oluşmasına Dair Bazı Örnekler

“... ‫ﻡ‬ ‫ﺭ ِﻤ ﹾﺜﹸﻠ ﹸﻜ‬


‫ﺸ‬
‫ﺒ ﹶ‬ ‫ﻻ‬
‫ﻫﺫﹶﺍ ِﺇ ﱠ‬ ‫ل‬
ْ ‫ﻫ‬ ...” … Bu Muhammed, sadece sizin gibi bir insan değil mi

dir…73

70
Ahmed Muhtar Ömer, Mustafa en-Nahhas Zehran, en-Nahvü’l-esâsî, Kuveyt 1412/1992, s. 371.
71
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 676.
72
el-Vakıa, 56/79.
73
el-Enbiya, 21/3.

18
“‫ﺩﹰﺍ ؟‬‫ﺯﻴ‬
 ‫ﻻ‬
‫ﺩﹰﺍ ِﺇ ﱠ‬‫ﺕ َﺃﺤ‬
‫ﺒ ﹶ‬ ‫ﺭ‬‫ل ﻀ‬
ْ ‫ﻫ‬ ” Zeyd’den başka birisine vurdun mu?

“‫ﺩﺍﹰ؟‬ ‫ﻭﹶﻟ‬
 ‫ﻻ‬
‫ﻥ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﻭ‬ ‫ﻭ‬‫ﺩﻋ‬‫ﺭ ﺍﻟﻤ‬ ‫ﺨ‬
‫ل ﺘﹶﺄ ﱠ‬
ْ ‫ﻫ‬ ” Bir çocuk, dışında davetliler geç kaldı mı?

Burada dikkat edilmesi gereken başka bir husus daha var ki o da “manevî nefy”
dir. Bu nefyde, nefy edatlarından herhangi biri bulunmaz. Ancak cümle manası
itibariyle olumsuzdur. Yâni cümlenin olumsuz olduğu, hükmü ifade eden kelimenin

lügavi manasından anlaşılır.74 Mesela; “.‫ﻭﻥ‬‫ ﺍﻟﻜﹶﺎ ِﻓﺭ‬‫ﻭﻟﹶﻭ ﹶﻜﺭِﻩ‬


 ‫ﻩ‬ ‫ﺭ‬ ‫ ﻨﹸﻭ‬‫ﻴ ِﺘﻡ‬ ‫ﻥ‬
‫ﻻﺃ‬
‫ﷲ ِﺇ ﱠ‬
ُ ‫ﻰ ﺍ‬‫ﺄﺒ‬‫ ﻭﻴ‬...”

“... Kâfirler hoşlanmasa da Allah, ancak nurunu tamamlamayı diler.”75 ve

“.‫ﺭﹰﺍ‬
 ‫ﻻ ﹸﻜﻔﹸﻭ‬
‫ﺱ ِﺇ ﱠ‬
ِ ‫ﺭ ﺍﻟﻨﹶﺎ‬ ‫ﻰ ﺃ ﹾﻜ ﹶﺜ‬‫ﻭﺍ ﻓﹶﺄﺒ‬‫ﻴﺫﱠﻜﱠﺭ‬ ‫ﻡ ِﻟ‬ ‫ﻬ‬ ‫ﻴ ﹶﻨ‬‫ﻩ ﺒ‬ ‫ﺭ ﹾﻓﻨﹶﺎ‬ ‫ﺼ‬
 ‫ﺩ‬ ‫ﻭﹶﻟ ﹶﻘ‬ ” “Andolsun bunu, insanların öğüt

almaları için, aralarında çeşitli şekillerde anlatmışızdır fakat insanların çoğu

nankörlükten başka bir şeye yanaşmamaktadır.” 76 âyetlerindeki “‫ ”ﺃﺒﻰ‬fiili anlamı

itibariyle olumsuzdur.
Bu konuyla ilgili detaylı bilgi, ileride ilgili kısımda zikredilecektir.
B. Müstesnânın Cinsi Bakımından İstisnâ
İstisnâ, müstesnânın, müstesnâ minh ile aynı cinsten olup olmamasına göre iki
ana kısma ayrılır. “Muttasıl istisnâ” ve “Munkatı‘ istisnâ” olarak adlandırılan bu iki ana
kısım da kendi içlerinde istisnânın mûceb veya menfî olması şeklinde iki alt kısmı
ayrılır.

74
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 317.
75
et-Tevbe, 9/32.
76
el-Furkan, 25/50.

19
1. Muttasıl İstisnâ “‫ل‬
ُ‫ﺼ‬
ِ ‫ﺴ ِﺘ ﹾﺜﻨﹶﺎ ُﺀ ﺍﻟ ُﻤﺘﱠ‬
 ‫”ﺍﻻ‬

Müstesnâ, müstesnâ minh ile aynı cinsten ise, veya onun bir kısmı ise buna
“muttasıl istisnâ” denir.77

“.‫ﻥ‬‫ﻤ ﹸﻨﻭ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﺭ‬


 ‫ﻴ‬ ‫ﻏ‬
‫ﺭ ﹶ‬ ‫ﺠ‬
 ‫ﻡ ﺃ‬ ‫ﻬ‬ ‫ﺕ ﹶﻟ‬
ِ ‫ﺎ‬‫ﺎِﻟﺤ‬‫ﻋ ِﻤﻠﹸﻭﺍ ﺍﻟﺼ‬
 ‫ﻭ‬ ‫ﻤﻨﹸﻭﺍ‬ ‫ﻥ ﺁ‬
 ‫ﻴ‬ ‫ﻻ ﺍﱠﻟ ِﺫ‬
‫ﻴ ٍﻡ * ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺏ ﺃِﻟ‬
ٍ ‫ﻌ ﹶﺫﺍ‬ ‫ﻡ ِﺒ‬ ‫ﻫ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﺸ‬
‫ﺒ ﱢ‬ ‫” ﹶﻓ‬

“(Resûlüm!) Onlara acı azabı müjdele * İman edip salih amel işleyenler başkadır; onlar
için arkası kesilmeyen bir mükâfat vardır.”78 Bu âyetteki istisnâ çeşidi, mutasıl istisnâdır;

çünkü müstesnâ olan “‫ﻤﻨﹸﻭﺍ‬ ‫ﻥ ﺁ‬


 ‫ﻴ‬ ‫”ﺍﱠﻟ ِﺫ‬, müstesnâ minh olan “‫ﻡ‬ ‫ﻫ‬ ” zamirinden istisnâ

edilmiştir ve onunla âynı cinstendir.79


Başka bir ifadeyle muttasıl istisnâ, müstesnânın, müstesnâ minhten ba’z
olmasıdır.

“.‫ﺩﹰﺍ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬


 ‫ﻻ‬
‫ﻡ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﻡ ﺍﻟ ﹶﻘ‬ ‫ ”ﻗﹶﺎ‬Zeyd hariç kavim ayağa kalktı.80 cümlesinde müstesnâ olan “‫ﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬ ”

müstesnâ minh olan “‫ﻡ‬ ‫’ ”ﺍﻟﻘﹶﻭ‬n fertlerinden biri olduğu için onun bir cüzü (ba’z) dür.

Ba’ziyet iki şekilde olur:


1. Müstesnâ minhin sayıları pek fazladır ve müstesnâ bu fertlerden biridir.

“. ‫ﺏ‬
ٍ ‫ﻯ ِﻜﺘﹶﺎ‬‫ﺴﻭ‬
ِ ‫ﺏ‬
 ‫ﺕ ﺍﻟ ﹸﻜ ﹸﺘ‬
‫ﺃ ﹸ‬‫“ ” ﹶﻗﺭ‬Bir kitap dışında kitapları okudum.” cümlesinde müstesnâ

minh “‫ﺏ‬
 ‫ ”ﺍﻟ ﹸﻜ ﹸﺘ‬kitaplardır. Kitapların sayısı birden çok olup müstesnâ bunların bir

tanesidir.

“.‫ﺎ‬‫ﺓﹰ ِﻤ ﹾﻨﻬ‬‫ﺭ‬‫ﺸﺠ‬
‫ﻻ ﹶ‬
‫ﺭ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺎ‬‫ﺸﺠ‬
‫ﺕ ﺍﻷ ﹾ‬
‫ﺴﻘﹶﻴ ﹸ‬
 ” “Bir ağaç hariç ağaçları suladım.” Örneğinde de aynı

durum söz konusudur. Ağaç, içinde bulunduğu ağaç kümesinin bir parçasıdır.81

“.‫ﺩﹰﺍ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬


 ‫ﻻ‬
‫ل ِﺇ ﱠ‬
ُ ‫ﺎ‬‫ﺭﺠ‬ ‫ﺀ ﺍﻟ‬ ‫ﺎ‬‫“ ”ﺠ‬Zeyd hariç, adamlar geldi.”82 cümlesinde de Zeyd, adamlarla aynı

cinsten olup onların bir ferdidir (kısmıdır). Yâni onlardan biridir.

77
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 382.
78
el-İnşikak, 84/24-25.
79
Âtıf ez-Zeyn, el-İ’rab fi’l-Kur’ân’il-Kerim, Beyrut, 1405/1985, s. 106.
80
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 382.
81
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 318.

20
2. Müstesnâ minh, kısımları bulunan müfredir ve istisnâ bu kısımlarla gerçekleştirilir.

“.‫ﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻻ ﺍﻟ‬


‫ﻪ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻡ ﹸﻜﻠﱠ‬ ‫ﺴ‬
‫ﺠ‬ِ ‫ﺏ ﺍﻟ‬
 ‫ﻁﺒِﻴ‬
‫ ﺍﻟ ﱠ‬‫ﺹ‬‫ ” ﹶﻓﺤ‬Doktor el hariç, (bütün) vücudu mûayene etti.

Müstesnâ minh olan “‫ﻡ‬ ‫ﺴ‬


‫ﺠ‬ِ ‫ ”ﺍﻟ‬vücut (beden), kısımları bulunan bir müfreddir. Müstesnâ

olan “‫ﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ ”ﺍﻟ‬el, ise o vücudun bir kısmıdır

“.‫ﻪ‬ ‫ﺠ‬
 ‫ﻭ‬ ‫ﻻ ﺍﻟ‬
‫ﻡ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺴ‬
‫ﺠ‬ِ ‫ﺕ ﺍﻟ‬
‫ﻏﻁﱠﻴ ﹸ‬
‫ ” ﹶ‬Yüz hariç, bedeni örttüm.83

Bazı kaynaklar, bu ikinci kısmı ba’ziyetin içine dahil etmeyip “cüziyyet” adı
altında ayrı tutmaktadırlar. Ve şöyle bir muttasıl istisnâ tanımı getirmektedirler:
Muttasıl istisnâ; müstesnânın, müstesnâ minhten “ba’z” ve yahut “cüz” olması olayıdır.

“. ‫ﻼ‬
‫ﻻ ﹶﻗﻠِﻴ ﹰ‬
‫ل ِﺇ ﱠ‬
َ ‫ ” ﹸﻗ ِﻡ ﺍﻟﹶﻠﻴ‬Bir kısmı hariç, geceleyin (namaz için) kalk. 84 “‫ل‬
َ ‫( ”ﺍﻟﹶﻠﻴ‬gece) olan

müstesnâ minh, fertleri olan çoğul bir kelime değil; aksine cüzlerden meydana gelen “kül”dür:
Yâni başı, ortası, sonu, büyük bir kısmı, küçük bir kısmı gibi cüzleri vardır. Müstesnâ olan

“‫ﻼ‬
‫“ ” ﹶﻗﻠِﻴ ﹰ‬az” da bu cüzlerden, kısımlardan bir cüzdür.85

Muttasıl istisnâ, aynı cinsten yapılan bir istisnâ olduğu için, genelleme
(ta’mim)’den sonra tahsîsi sağlar. 86 Aynı zamanda muttasıl istisnâ, “hakikî istisnâ”

“‫ﻲ‬
 ‫ﺤﻘِﻴ ِﻘ‬
 ‫ﺀ ﺍﻟ‬ ‫ﺴ ِﺘ ﹾﺜﻨﹶﺎ‬
ِ ‫ ”ﺍﻻ‬olarak da isimlendirilir. Çünkü bu istisnâ, ba’zın (parçanın) kül’den

(bütünden) çıkarılmasıdır. Müstesnâ, müstesnâ minh’in ba’zı olmuştur.87 Yâni umûmî


hükümden sonra, o hükmü tahsîs anlamı vardır.

“ ‫ﺩ ﹰﺓ‬ ‫ﺎ‬‫ﺸﻬ‬
‫ﻡ ﹶ‬ ‫ﻬ‬ ‫ﺍ ﹶﻟ‬‫ﺒﹸﻠﻭ‬ ‫ﻻ ﹶﺘ ﹾﻘ‬‫ﺩ ﹰﺓ ﻭ‬ ‫ﺠ ﹾﻠ‬
 ‫ﻥ‬
 ‫ﻴ‬ ‫ﺎ ِﻨ‬‫ﻡ ﹶﺜﻤ‬ ‫ﻫ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﺩ‬ ‫ﺠﹸﻠ‬
 ‫ﺍ ِﺀ ﻓﹶﺎ‬‫ﻬﺩ‬ ‫ﺸ‬
‫ﻌ ِﺔ ﹸ‬ ‫ﺒ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﺍ ﺒِﺄ‬‫ﺄ ﹸﺘﻭ‬‫ﻡ ﻴ‬ ‫ ﹶﻟ‬‫ﺕ ﹸﺜﻡ‬
ِ ‫ﺼﻨﹶﺎ‬
 ‫ﺤ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﻥ ﺍﻟ‬
 ‫ﻭ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻥ‬
 ‫ﻴ‬ ‫ﺍﱠﻟ ِﺫ‬‫ﻭ‬

‫ﻡ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺤ‬


ِ ‫ﺭ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﻏ ﹸﻔ‬
‫ﷲ ﹶ‬
َ ‫ﻥ ﺍ‬
 ‫ﺍ ﻓﹶﺈ‬‫ﺤﻭ‬
 ‫ﺼﹶﻠ‬
 ‫ﺃ‬‫ ﻭ‬‫ﻌ ِﺩ ﹶﺫﻟِﻙ‬ ‫ﺒ‬ ‫ﻥ‬
 ‫ﺍ ِﻤ‬‫ﺒﻭ‬ ‫ﻥ ﺘﹶﺎ‬
 ‫ﻴ‬ ‫ﻻ ﺍﱠﻟ ِﺫ‬
‫ﻥ * ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﻭ‬ ‫ﺴ ﹸﻘ‬
ِ ‫ﻡ ﺍﻟﻔﹶﺎ‬ ‫ﻫ‬ ‫ﻭﹶﻟﺌِﻙ‬ ‫ﺃ‬‫ﺩﹰﺍ ﻭ‬ ‫ﺒ‬ ‫”ﺃ‬

“Namuslu kadınlara (zina suçu) atıp da sonra (bu suçlarını ispat için) dört şahit

82
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 325-326.
83
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 318.
84
el-Müzemmil, 73/2.
85
Muhammed Hayr Hilvânî, a.g.e., II, 456.
86
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 124.
87
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 326.

21
getirmeyenlere seksen değnek vurun ve artık onların şahitliğini asla kabul etmeyin.
Onlar yoldan çıkmış (fâsık) kimselerdir. Ancak tövbe edip kendilerini düzeltenler hariç.
Çünkü Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir”88

Bu âyet-i kerimede “‫ﺍ‬‫ﺒﻭ‬ ‫ﻥ ﺘﹶﺎ‬


 ‫ﻴ‬ ‫ ”ﺍﱠﻟ ِﺫ‬istisnâ olarak nasb mahallindedir. Aynı

zamanda konumunun bir önceki âyette geçen “‫ﻡ‬ ‫ﻬ‬ ‫ ”ﹶﻟ‬zamirinden bedel olarak cer olduğu

da zikredilir.89
Muttasıl istisnâ, mûceb (olumlu) ve gayri mûceb (olumsuz) olmak üzere iki
kısımdır:
a. Muttasıl-Mûceb İstisnâ
Müstesnânın, müstesnâ minh ile aynı cinsten veya onun bir cüz’ü olması aynı
zamanda içerisinde nefy, nehy ve isitifhâm olmaması durumudur. Kısacası hem muttasıl,
hemde mûceb (olumlu) olmasıdır.

“... ‫ﻡ‬ ‫ﻬ‬ ‫ﻼ ِﻤ ﹾﻨ‬


‫ﻻ ﹶﻗﻠِﻴ ﹰ‬
‫ﻪ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻭﺍ ِﻤ ﹾﻨ‬‫ﺸﺭِﺒ‬
‫ ﹶﻓ ﹶ‬...” “… Onlardan azı hariç, ondan içtiler...”90

“... ‫ﺱ‬
 ‫ﺒﻠِﻴ‬ ‫ﻻ ﺇ‬
‫ﻭﺍ ِﺇ ﱠ‬‫ﺩ‬‫ﺠ‬‫ ﹶﻓﺴ‬...” “... İblis hariç, hepsi secde ettiler...”91

“‫ﺤ ٍﺩ‬
ِ ‫ﺍ‬‫ﺭ ﹶﻨﺹٍ ﻭ‬ ‫ﺹ ﻏﹶﻴ‬
ِ ‫ﻭ‬‫ﺕ ﹸﻜلﱠ ﺍﻟ ﱡﻨﺼ‬
‫ﻤ ﹸ‬ ‫“ ” ﹶﻓ ِﻬ‬Bir metin hariç, bütün metinleri anladım.”92

“.‫ﺎ‬‫ﻴ ﹶﺘﹰﺎ ِﻤ ﹾﻨﻬ‬‫ﻻ ﺒ‬


‫ ﹶﺓ ِﺇ ﱠ‬‫ﺕ ﺍﻟ ﹶﻘﺼِﻴﺩ‬
‫ﻅ ﹸ‬
‫ﺤ ِﻔ ﹾ‬
 ” “Bir beyti hariç, kasideyi ezberledim.”93

b. Muttasıl-Gayr-ı Mûceb İstisnâ


Müstesnânın, müstesnâ minh ile aynı cinsten veya onun bir parçası cüz’ü
olması aynı zamanda içerisinde nefy, nehy ve istifhâm olması olayıdır.

88
en-Nûr 24/4-5.
89
Âtıf ez-Zeyn, a.g.e., s. 106.
90
el-Bakara, 2/24.
91
el-Bakara, 2/34; el-A’raf, 7/11; el-İsrâ, 17/61; el-Kehf, 18/50; Tâ-hâ, 20/116.
92
Bolelli Nusreddin, Arapça Dilbilgisi Sarf-Nahiv ve Terimleri, s. 674.
93
Bolelli Nusreddin, Arapça Dilbilgisi Sarf-Nahiv ve Terimleri, s. 670.

22
“.‫ﻡ‬ ‫ﺤﻜِﻴ‬
 ‫ﻡ ﺍﻟ‬ ‫ﻌﻠِﻴ‬ ‫ﺕ ﺍﻟ‬
‫ﻙ ﺃ ﹾﻨ ﹶ‬
 ‫ﻤ ﹶﺘﻨﹶﺎ ﺇ ﱠﻨ‬ ‫ﻋﱠﻠ‬
 ‫ﺎ‬‫ﻻ ﻤ‬
‫ﻡ ﹶﻟﻨﹶﺎ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻋ ﹾﻠ‬
ِ ‫ ﻻ‬‫ﺎ ﹶﻨﻙ‬‫ﺒﺤ‬ ‫ﺴ‬
 ‫“ ”ﻗﹶﺎﻟﹸﻭﺍ‬Dediler ki; Seni tesbih ederiz,

senin bize bildirdiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphe yok ki alîm, hakîm olan
sensin.”94

“.‫ﻡ‬ ‫ﻬ‬ ‫ﻀ‬


 ‫ﻌ‬ ‫ﺒ‬ ‫ﻻ‬
‫ﻥ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﻭ‬‫ﻋﺒ‬
ِ‫ﻼ‬‫ل ﺍﻟ ﹼ‬
َ ‫ﺎ ﹶﻨﺯ‬‫ ”ﻤ‬Onlardan bazıları hariç, oyuncular (sahaya) inmediler.

“.‫ﻡ‬ ‫ﻬ‬ ‫ﺏ ِﻤ ﹾﻨ‬


 ‫ﻻ ﺍﻟﻜﹶﺎ ِﺫ‬
‫ ِﺇ ﱠ‬‫ﺼ ِﺩﻗﹶﺎ َﺌﻙ‬
 ‫ﺏﺃ‬
 ‫ﺎ ِﺘ‬‫ ”ﻻ ﹸﺘﻌ‬Onlardan yalancı olanı hariç, arkadaşlarını kınama.

2. Munkatı‘ (Munfasıl İstisnâ)


Müstesnâ, müstesnâ minh ile aynı cinsten değilse, buna munkatı‘ istisnâ
denir.95 Aynı zamanda bu müstesnâ çeşidine “munfasıl istisnâ” da denir.
Aşağdaki örnekler munkatı‘ istisnâları içermektedir.
Yüce Allah bir âyet-i kerimesinde cennet ehli hakkında şöyle buyurmaktadır:

“.‫ﻤﹰﺎ‬ ‫ﻼ‬‫ﻻ ﺴ‬
‫ﺎ ﹶﻟﻐﹾﻭﹰﺍ ِﺇ ﱠ‬‫ﻥ ﻓِﻴﻬ‬
 ‫ﻭ‬‫ﻤﻌ‬ ‫ﺴ‬
 ‫ﻴ‬ ‫“ ”ﻻ‬Onda selam hariç, boş bir söz (saçmalık) işitmezler.”96

Lağv “‫ ”ﺍﻟﱠﻠﻐﹾﻭ‬burada istenilmeyen, çirkin, boş söz anlamındadır. Selam ise onun ba’zı

veya cüz’ü değildir. Yâni ‘lağv’ ile aynı kategoriye girmemektedir.97

“.‫ﻡ‬ ‫ﺍ ِﺘ ِﻬ‬‫ﺎﺭ‬‫ﺴﻴ‬
 ‫ﻻ‬
‫ﻴﻭﻑﹸ ِﺇ ﱠ‬‫ﺭ ﺍﻟﻀ‬ ‫ﻀ‬
 ‫ﺤ‬
 ” Arabaları hariç, misafirler hazır bulundular (geldiler). Bu

örnekte “‫ﻡ‬ ‫ﺍ ِﺘ ِﻬ‬‫ﺎﺭ‬‫ﺴﻴ‬


 ” “Arabaları” ibaresi, misafirlerin cinsinden değildir.

“.‫ﻡ‬ ‫ﻬ‬ ‫ ﹶﺘ‬‫ﻤﺘِﻌ‬ ‫ﻻ ﺃ‬


‫ﻥ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﻭ‬‫ﺎ ِﻓﺭ‬‫ﻤﺴ‬ ‫ل ﺍﻟ‬
َ ‫ﺼ‬‫ ”ﻭ‬Eşyaları hariç, yolcular geldiler. Bu misalde de “‫ﻡ‬ ‫ﻬ‬ ‫ ﹶﺘ‬‫ﻤﺘِﻌ‬ ‫”ﺃ‬

“eşyaları” ibaresi, yolcular cinsinden değildir. Onların bir parçası da değildir.

“.‫ﺨﺸﹶﻰ‬
‫ﻴ ﹾ‬ ‫ﻥ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﺓﹰ ِﻟ‬‫ﻻ ﹶﺘ ﹾﺫﻜِﺭ‬
‫ﺸﻘﹶﻰ * ِﺇ ﱠ‬
‫ﻥ ِﻟ ﹶﺘ ﹾ‬
 ‫ﺁ‬‫ ﺍﻟ ﹸﻘﺭ‬‫ﻴﻙ‬ ‫ﹶﻠ‬‫ﺯ ﹾﻟﻨﹶﺎ ﻋ‬ ‫ﺎ ﺃ ﹾﻨ‬‫“ ”ﻤ‬Biz, Kur’ân’ı sana, güçlülük

çekesin diye değil, anacak Allah’tan korkanlara bir öğüt olsun diye indirdik.”98

“.‫ﻡ‬ ‫ﻬ‬ ‫ﺎﺸِﻴ ﹸﺘ‬‫ﻻ ﻤ‬


‫ﻡ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺭ ﺍﻟﻘﹶﻭ‬ ‫ﻀ‬
 ‫ﺤ‬
 ” Sürüleri hariç, kavim geldi.99

94
el-Bakara, 2/32.
95
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 382, 447.
96
Meryem, 19/62.
97
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 318.
98
Tâ-hâ, 20/2-3.

23
Aslında bu üslup, istisnâ üslubu olmaktan ziyade “istidrâk” üslubudur.
Kelime itibariyle “istidrâk”, bir şeyi düzeltmek, doğrultmak, sıraya, düzene
koymak, zararı, yanlışı telafi etmek, eksik olan bir şeye ilâve etmek, eklemek, bir olayı,
hadiseyi önceden görüp tedbir almak anlamına gelir. Bu istisnâ türünde de amaç, sözü
işitenin kapılabileceği olası bir yanlış anlamayı gidermektir. Yoksa amaç, muttasıl
istisnâda olduğu gibi, cüz’ün kül’den çıkarılması değildir. Munkatı‘ istisnânın “istidrâk”

anlamı taşımasının en açık delili; istidrâk edatı olan “‫ﻥ‬


 ‫“ ”ﹶﻟ ِﻜ‬lakin”in çümledeki istisnâ

edatının yerine kullanıldığında aynı anlamı veriyor olmasıdır.

Nitekim: Kur’an-ı Kerim’de “‫ﻻ‬


‫”ِﺇ ﱠ‬nın “‫ﻥ‬
 ‫ ”ﹶﻟ ِﻜ‬mânasında kullanıldığı çok sık

görülmektedir, bu âyetlerin bazıları şunlardır:

“... ‫ﻡ‬ ‫ﺤ‬


ِ ‫ﺭ‬ ‫ﻥ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﻻ‬
‫ﷲ ِﺇ ﱠ‬
ِ ‫ﻤ ِﺭ ﺍ‬ ‫ﻥ ﺃ‬
 ‫ﻡ ِﻤ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻡ ﺍﻟ‬ ‫ﺼ‬
ِ ‫ﻋﺎ‬
 ‫ ﻻ‬...” “… Bugün Allah’ın emrinden

(azabından), merhamet sahibi Allah’tan başka koruyacak kimse yoktur...” 100 Yâni

“‫ﻡ‬ ‫ﺤ‬
ِ ‫ﺭ‬ ‫ﻥ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﻥ‬
 ِ‫ﹶﻟﻜ‬‫ ”ﻭ‬şeklindedir.

“... ‫ﻤﻨﹸﻭﺍ‬ ‫ﺎ ﺁ‬‫ﺱ ﹶﻟﻤ‬


 ‫ﻭ ﹸﻨ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻭﻡ‬ ‫ﻻ ﹶﻗ‬
‫ﺎ ِﺇ ﱠ‬‫ﺎ ﹸﻨﻬ‬‫ﻴﻤ‬ ‫ﺎ ﺇ‬‫ﻌﻬ‬ ‫ﺕ ﹶﻓ ﹶﻨ ﹶﻔ‬
‫ﻤ ﹶﻨ ﹾ‬ ‫ﻴ ﹲﺔ ﺁ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﺕ ﹶﻗ‬
‫“ ” ﹶﻓﻠﹶﻭﻻ ﻜﹶﺎ ﹶﻨ ﹾ‬Yunus’un kavmi

müstesnâ, (halkını yok ettiğimiz ülkelerden) herhangi bir ülke halkı, keşke (kendilerine
azap gelmeden) iman etse de bu imanları kendilerine fayda verseydi...”101

Yâni “.‫ﻤﻨﹸﻭﺍ‬ ‫ﺎ ﺁ‬‫ﺱ ﹶﻟﻤ‬


 ‫ﻭ ﹸﻨ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻭﻡ‬ ‫ﻥ ﹶﻗ‬
 ِ‫ﹶﻟﻜ‬‫ ”ﻭ‬şeklindedir.

“‫ﻥ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﻴﻼﹰ ِﻤ‬ ِ‫ﻻ ﹶﻗﻠ‬
‫ﺽ ِﺇ ﱠ‬
ِ ‫ﺭ‬ ‫ﺎ ِﺩ ﻓِﻲ ﺍﻷ‬‫ﻥ ﺍﻟ ﹶﻔﺴ‬
ِ‫ﻋ‬ ‫ﻥ‬
 ‫ﻭ‬‫ﻴ ﹾﻨﻬ‬ ‫ﻴ ٍﺔ‬ ‫ﺒ ِﻘ‬ ‫ﻡ ﺃُﻭﻟﹸﻭ‬ ‫ﺒِﻠ ﹸﻜ‬ ‫ﻥ ﹶﻗ‬
 ‫ﻥ ِﻤ‬
ِ ‫ﻭ‬‫ﻥ ﺍﻟ ﹸﻘﺭ‬
 ‫ﻥ ِﻤ‬
 ‫ﹶﻓﻠﹶﻭﻻ ﻜﹶﺎ‬

... ‫ﻡ‬ ‫ﻬ‬ ‫ﻴﻨﹶﺎ ِﻤ ﹾﻨ‬ ‫ﺠ‬


 ‫“ ”ﺃ ﹾﻨ‬Sizden önceki asırlarda yeryüzünden (insanları) bozgunculuktan

alıkoyacak faziletli kimseler bulunsaydı ya! Fakat onlardan, kurtuluşa erdirdiğimiz az


bir kısmı müstesnâdır (bunlar görevlerini yaptılar) ...”102

Yâni “.(‫ﻡ‬ ‫ﻬ‬ ‫ﻴﻨﹶﺎ ) ِﻤ ﹾﻨ‬ ‫ﺠ‬


 ‫ﻥ ﺃ ﹾﻨ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﻴﻼﹰ ِﻤ‬ ِ‫ﻥ ﹶﻗﻠ‬
 ِ‫ﹶﻟﻜ‬‫ ”ﻭ‬şeklindedir.

99
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 326.
100
Hud, 11/43.
101
Yunus, 10/98.
102
Yunus, 10/98.

24
“... ‫ﷲ‬
ُ ‫ﺒﻨﹶﺎ ﺍ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻴﻘﹸﻭﻟﹸﻭﺍ‬ ‫ﻥ‬
‫ﻻﺃ‬
‫ﻕ ِﺇ ﱠ‬
‫ﺤﱟ‬
 ِ‫ﻴﺭ‬ ‫ﻡ ﺒِ ﹶﻐ‬ ‫ﺎ ِﺭ ِﻫ‬‫ﻥ ِﺩﻴ‬
 ‫ﻭﺍ ِﻤ‬‫ﺨ ِﺭﺠ‬
‫ُﺃ ﹾ‬...” “Onlar, başka değil,

sırf ‘Rabbimiz Allah’tır’ dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmış

kimselerdir ...”103 Yâni “.‫ﷲ‬


ُ ‫ﺒﻨﹶﺎ ﺍ‬ ‫ﺭ‬ :‫ﻥ‬
 ‫ﻴﻘﹸﻭﻟﹸﻭ‬ ‫ﻡ‬ ‫ﻬ‬ ‫ﹶﻟﻜِ ﱠﻨ‬‫ ”ﻭ‬şeklindedir.104

“.‫ﻡ‬ ‫ﻬ‬ ‫ﻌ ﹸﺘ‬ ‫ﻤ ِﺘ‬ ‫ﻻ ﺃ‬


‫ﻥ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﻭ‬‫ﺎ ِﻓﺭ‬‫ﻤﺴ‬ ‫ﺀ ﺍﻟ‬ ‫ﺎ‬‫ ”ﺠ‬Eşyaları hariç, yolcular geldi.

“.‫ﻡ‬ ‫ﻬ‬ ‫ ﹶﺘ‬‫ﻤﺘِﻌ‬ ‫ﻥ ﺃ‬


 ‫ﻥ ﹶﻟ ِﻜ‬
 ‫ﻭ‬‫ﺎ ِﻓﺭ‬‫ﻤﺴ‬ ‫ﺀ ﺍﻟ‬ ‫ﺎ‬‫ ”ﺠ‬Eşyaları hariç, yolcular geldi.

Görüldüğü üzere, eşyalar yolcuların cinsinden olmasa da, onlara ait olması
hasebiyle aralarında bir bağ vardır. Dolayısı ile “yolcular geldi” denildiğinde eşyaların
da onlarla birlikte olduğu düşüncesine kapılmak ihtimal dahilindedir. Fakat böyle bir
üslupla bu olasılık engellenmiş olmaktadır.

Ancak, munkatı‘ istisnâda, müstesnâ “.‫ﺭ‬


 ‫ﺎ‬‫ﺤﻤ‬
ِ ‫ﻻ ﺍﻟ‬
‫ﻡ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺀ ﺍﻟﻘﹶﻭ‬ ‫ﺎ‬‫(“ ”ﺠ‬Belirli, malum)

Bir merkep hariç, kavim (topluluk) geldi.”

“.‫ﻡ‬ ‫ﻬ‬ ‫ﺎﺭﹰﺍ ﹶﻟ‬‫ﺤﻤ‬


ِ ‫ﻻ‬
‫ﻡ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺀ ﺍﻟﻘﹶﻭ‬ ‫ﺎ‬‫ ”ﺠ‬ya da “.‫ﻡ‬ ‫ﻫ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﺎ‬‫ﺤﻤ‬
ِ ‫ﻻ‬
‫ﻡ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺀ ﺍﻟﻘﹶﻭ‬ ‫ﺎ‬‫“ ”ﺠ‬Onlara ait olan bir merkep

hariç, kavim geldi.” örneklerinde olduğu gibi marife veya nekre-i müfide olarak
kullanılabilir.105
Eğer müstesnâ ile müstesnâ minh arasında herhangi bir bağ bulunmazsa, istisnâ
ilişkisiyle bir arada olmaları caiz değildir. Mesela;

“. ‫ﺎﺭﹰﺍ‬‫ﺤﻤ‬
ِ ‫ﻻ‬
‫ﻡ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺀ ﺍﻟﻘﹶﻭ‬ ‫ﺎ‬‫“ ” ﺠ‬Bir eşek hariç, kavim geldi” denilemez. Bu örnekte cüz’ün

kül’den çıkarılması olan muttasıl istisnâ yapmak isteniyorsa, bu mümkün değildir.


Çünkü ‘eşek ve kavim’ arasında cüz’iyyet, külliyet ilişkisi yoktur. Eğer munkatı‘ istisnâ
oluşturmak isteniyorsa, burada da söz fâsittir. Çünkü munkatı‘ istisnâdan maksat, yanlış
anlaşılmayı gidermek yâni istidraktir. “Kavim geldi” dendiğinde sözü duyan kişi eşeğin
kavimle geldiği düşüncesine kapılmaz.
Ancak el-Ferrâ burada istisnânın isimden değil fiilden yapıldığını söyleyerk
genel kabûle muhalefet eder . Buna delil olarak da munkatı‘ istisnâya verdiği şu örneği

103
Hac, 22/40.
104
Sibeveyh, a.g.e., II, 325.
105
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 134-135.

25
zikreder. “.‫ﺎﺭﹰﺍ‬‫ﺤﻤ‬
ِ ‫ﻻ‬
‫ﺩﹰﺍ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺤ‬
‫ﺕ ﺃ‬
‫ﻴ ﹸ‬ ‫ﺃ‬‫ﺎ ﺭ‬‫ ”ﻤ‬Bir eşek haricinde kimseyi görmedim. el-Ferrâ bu

cümlede “‫ﺎﺭﹰﺍ‬‫ﺤﻤ‬
ِ ” “eşek” kelimesini “‫ﺩﹰﺍ‬‫“ ”ﺃﺤ‬kimse” kelimesinden değil de görme

eyleminden istisnâ edildiğini ifâde eder.106

“.‫ﻻ ﹶﻗﻠﹶﻤ ﹰﺎ‬


‫ﺏ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﺕ ﺍﻟ ِﻜﺘﹶﺎ‬
‫ﺭ ْﺃ ﹸ‬ ‫“ ” ﹶﻗ‬Bir kalem hariç, kitabı okudum.”

“. ‫ل‬
َ ‫ﺒ‬ ‫ﺒ ﹾﻠ‬ ‫ﻻ ﺍﻟ‬
‫ﺏ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﺕ ﺍﻟﺫﱢﺌﺎ‬
ِ ‫ﻭ‬ ‫ﻋ‬
 ” “Bülbüller hariç, kurtlar uludu.”107

“.‫ﺭﹰﺍ‬‫ﻻ ﹶﻨﻬ‬
‫ﻡ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺕ ﺍﻟﻘﹶﻭ‬
‫ﺃﻴ ﹸ‬‫“ ”ﺭ‬Bir nehir hariç, kavmi gördüm.”

“.‫ﺎﻁ ﹰﺎ‬‫ﻻ ِﺒﺴ‬


‫ﺕ ﺍﻟﻨﱠﻭﺍ ِﻓ ﹶﺫ ِﺇ ﱠ‬
‫ﺤ ﹸ‬
 ‫“ ” ﹶﻓ ﹶﺘ‬Bir kilim hariç, pencereleri açtım.”108

“.‫ﺠ ﹰﺔ‬‫ﻻ ﹶﻨﻌ‬


‫ﺀ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺎ‬‫ﺕ ﺍﻟ ِﻨﺴ‬
ِ ‫ﺎﺀ‬‫“ ”ﺠ‬Bir koyun hariç, kadınlar geldi.”109 gibi örnekler doğru değildir,

anlamsızdır.
Kısacası, munkatı‘ istisnâ, müstesnâ minh arasındaki bağın tam olarak
kesilmesi anlamını ifade etmemektedir. Aksine aralarında bir bağın olduğunu, fakat bu
bağın muttasıl istisnâda olduğu gibi cüz’iyyet, külliyet ilişkisi şeklinde olmadığını ifade
etmektedir.110
Munkatı‘ istisnâda dikkat edilmesi gereken diğer bir husus da, onda istisnâ
edatı olarak, fiil olan istisnâ edatlarının kullanılmamasıdır. Çünkü fiil olan bu istisnâ
edatları, sadece tam-muttasıl istisnâda kullanılmaktadırlar.111
Ahmed el-Hâşimî’nin “el-Kavaidû’l-Esasî li’l-lugati’l-Arabiyye” adlı eserinde

munkatı‘ istisnâda sadece “‫ﻻ‬


‫ ”ِﺇ ﱠ‬ve “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫“ ” ﹶ‬illa ve ğayr” istisnâ edatlarının kullanılabileceği

bilgisi yer almaktadır.112

106
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 374.
107
Muhammed Hayr Hilvânî, a.g.e., II, 457.
108
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 327.
109
Fâdıl Sâlih es-Sâmirrâî, Meâni’n-Nahv, Ammân 1423/2003, II, 213.
110
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 318; Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 326; Ahmed Muhtar Ömer, Mustafa en-
Nahhas Zehran, a.g.e., s. 371.
111
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 319.
112
Ahmed el-Hâşimî, a.g.e., s. 217.

26
Muttasıl istisnânın kullanımı yaygın olandır. Munkatı‘ istisnânın kullanımı ise
nâdirdir.113
Bu istisnâ çeşidiyle ilgili detaylı bilgi çalışmamızın gelecek kısımlarında
zikredilecektir.
Munkatı‘ istisnâ iki kısma ayrılır: gibi.
a. Munkatı‘ Mûceb İstisnâ
Munkatı‘ istisnânın olumlu olması, yâni cümlenin başında nefy, nehy veya
istifhâm edatlarından birinin olmaması durumudur.

“.‫ﻪ‬ ‫ﺒ‬ ‫ﻻ ﹸﻜ ﹸﺘ‬


‫ﺴ ِﺔ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﺭ‬ ‫ﺩ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﻥ ﺍﻟ‬
 ‫ﺒﻨِﻲ ِﻤ‬ ‫ﺩ ﺍ‬ ‫ﺎ‬‫“ ”ﻋ‬Kitapları hariç, oğlum okuldan döndü.”114

“.‫ﻡ‬ ‫ﻬ‬ ‫ ﹶﺘ‬‫ﻤﺘِﻌ‬ ‫ﻻ ﺃ‬


‫ﺭ ِﺓ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻥ ﺍﻟﻁﱠﺎ ِﺌ‬
 ‫ﻭ‬‫ﺎ ِﻓﺭ‬‫ﻤﺴ‬ ‫ل ﺍﻟ‬
َ‫ﺨ‬‫ ﹶ‬‫“ ”ﺩ‬Eşyaları müstesnâ, yolcular uçağa girdiler.”115

“.‫ﻡ‬ ‫ﻫ‬
 ‫ﺩ‬ ‫ﺎ‬‫ﺠﻴ‬
ِ ‫ﻻ‬
‫ﻥ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﺎ‬‫ﺭﺴ‬ ‫ﺭ ﺍﻟ ﹸﻔ‬ ‫ﻀ‬
 ‫ﺤ‬
 ” “Atları hariç, süvariler geldi.”116

“. ‫ﺏ‬
 ‫ﻻ ﺍﻟ ﹸﻜ ﹸﺘ‬
‫ﺭ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺍ‬‫ ﹶﻗﺕِ ﺍﻟﺩ‬‫ﺤ ﹶﺘﺭ‬
 ‫“ ”ﺍ‬Kitaplar hariç, ev yandı.”117

b. Munkatı‘ Gayr-ı Mûceb İstisnâ


Munkatı‘ istisnânın olumsuz olması, yâni cümlenin başında nefy, nehy veya
istifhâm edatlarından birinin gelmesi demektir.

“. ‫ﻼ‬
‫ﻴ ﹰ‬ ‫ﺴ ِﺒ‬
 ‫ﺒ ِﻪ‬ ‫ﺭ‬ ‫ ﱠﺘﺨِ ﹶﺫ ﺇﻟﹶﻰ‬‫ﻥ ﻴ‬
 ‫ﺀ ﺃ‬ ‫ﻥ ﺸﹶﺎ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﻻ‬
‫ﺠ ٍﺭ ِﺇ ﱠ‬
‫ﻥ ﺃ‬
 ‫ﻴﻪِ ِﻤ‬ ‫ﹶﻠ‬‫ﻡ ﻋ‬ ‫ﺄﹸﻟ ﹸﻜ‬‫ﺎ ﺃﺴ‬‫ل ﻤ‬
ْ ‫“ ” ﹸﻗ‬De ki: Buna karşılık,

sizden, Rabbine doğru bir yol tutmayı dileyen kimseler (olmanız) dışında, herhangi bir
ücret istemiyorum.”118

“.‫ﻤﹰﺎ‬ ‫ﻼ‬‫ﻤ ﹰﺎ ﺴ‬ ‫ﻼ‬‫ﻼ ﺴ‬


‫ﻴ ﹰ‬ ‫ﻻ ِﻗ‬
‫ﻤﹰﺎ * ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻭﻻ ﺘﹶﺄ ِﺜ‬ ‫ﺎ ﹶﻟﻐﹾﻭﹰﺍ‬‫ﻥ ﻓِﻴﻬ‬
 ‫ﻭ‬‫ﻤﻌ‬ ‫ﺴ‬
 ‫ﻴ‬ ‫“ ”ﻻ‬Orada ne boş bir söz, ne de

günahı gerektiren bir şey işitirler! Ancak bir söz (işitirler ki, o da): ‘Selâm (olsun!),
selâm (olsun!)’dur.”119

113
Reşîd eş-Şertûnî, a.g.e., IV, 223; Ahmed el-Hâşimî, a.g.e., s. 216.
114
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 676.
115
Muhammed Hayr Hilvânî, a.g.e., II, 456.
116
Çörtü M. Meral, Arapça Dilbilgisi Sarf, s. 161-164.
117
Bolelli Nusreddin, Arapça Dilbilgisi Sarf-Nahiv ve Terimleri, s. 670.
118
el-Furkan, 25/57.
119
el-Vakıa, 56/25-26.

27
“... ‫ﻥ‬
‫ﻅ‬‫ﻉ ﺍﻟ ﱠ‬
 ‫ﺎ‬‫ﻻ ﺍ ﱢﺘﺒ‬
‫ﻋ ﹾﻠ ٍﻡ ِﺇ ﱠ‬
ِ ‫ﻥ‬
 ‫ﻡ ِﺒ ِﻪ ِﻤ‬ ‫ﻬ‬ ‫ﺎ ﹶﻟ‬‫ ﻤ‬...” “... Zanna tâbi olmaktan başka, onların bu

hususta hiçbir bilgileri yoktur...”120


Bazı kaynaklarda munkatı‘ istisnâ:

- “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬dan sonransının öncesiyle alâkalı olması bakımından munkatı‘ istisnâ.

“‫ﺎﺭﹰﺍ‬‫ﺤﻤ‬
ِ ‫ﻻ‬
‫ﺩﹰﺍ ِﺇ ﱠ‬‫ﺕ ﺃﺤ‬
‫ﺃﻴ ﹸ‬‫ﺎ ﺭ‬‫“ ”ﻤ‬Eşek hariç, kimseyi görmedim.”121

- “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬dan sonransının öncesiyle alâkalı olmaması bakımından munkatı‘ istisnâ

şeklinde iki kısma ayrılmaktadır.122

“‫ﻥ‬
 ‫ﻻ ﺍﻟﻜﹶﺎ ِﻓﺭِﻴ‬
‫ﻥ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﻭ‬‫ﺴِﻠﻤ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﺀ ﺍﻟ‬ ‫ﺎ‬‫ﺎ ﺠ‬‫“ ”ﻤ‬Müslümanlar gelmedi, ancak kafirler geldiler.”123

C. Müstesnâ Minh’in Zikredilmesi Bakımından İstisnâ


1. Tam İstisnâ
Cümlede müstesnâ minhin zikredildiği istisnâ çeşidine “tam istisnâ” denir.124
Müstesnâ minhin cümlede zikredilmesi demek, istisnâyı oluşturan tüm unsurların istisnâ
cümlesimda var olması demektir. Çünkü istisnâ unsurlarından sadece müstesnâ minh,
zaman zaman, hazfedilebilir. Diğer unsurlar cümlede mutlaka bulunmak zorundadır.
İşte bu sebepten dolayı bu istisnâ çeşidine “tam istisnâ” denmiştir.125

“.‫ﺴﻤِﻴﺭﹰﺍ‬
 ‫ﻻ‬
‫ﻡ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﺭ ﺍﻟ ﹶﻘ‬ ‫ﻀ‬
 ‫ﺤ‬
 ” “Semir hariç, kavim geldi.”126

“.‫ﻻ ﺜﹶﻼ ﹶﺜﺔﹰ‬


‫ﻼﺌِﻲ ِﺇ ﱠ‬‫ﺯﻤ‬ ‫ﻤﻌِﻲ‬ ‫ﻥ‬
 ‫“ ”ﻭﻜﹶﺎ‬Üçü dışında, arkadaşlarım benimle birlikteydi.”127

“.‫ﻡ‬ ‫ﻻ ﺍﻟ ِﻌ ﹾﻠ‬
‫ﻕ ِﺇ ﱠ‬
ٍ ‫ﺹ ﹸﻜلﱡ ﺸﹶﻲ ٍﺀ ﺒِﺈ ﹾﻨﻔﹶﺎ‬
 ‫ﻴ ﹾﻨﻘﹸ‬ ” “İlim hariç, her şey harcama ile azalır.”128

120
en-Nisa, 4/157.
121
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 447.
122
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 474.
123
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 450.
124
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 316; Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 126; Mehmet Zihni Efendi, a.g.e., s. 247.
125
Muhammed Hayr Hilvânî, a.g.e., II, 457.
126
Bolelli Nusreddin, Arapça Dilbilgisi Sarf-Nahiv ve Terimleri, s. 667.
127
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 316.
128
Bolelli Nusreddin, Arapça Dilbilgisi Sarf-Nahiv ve Terimleri, s. 667.

28
“.‫ﺭ‬
 ‫ﻤﺩِﻴ‬ ‫ﻻ ﺍﻟ‬
‫ﻥ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﻭ‬‫ﻌﱢﻠﻤ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﺭ ﺍﻟ‬ ‫ﻀ‬
 ‫ﺤ‬
 ” “Müdür hariç, öğretmenler geldi.”129

Tam istisnâ da, müstesnânın cinsine ve cümlenin olumlu ya da olumsuz


(mûceb-gayr-ı mûceb) olmasına göre dörde ayrılır. Şematik olarak şöylece gösterebiliriz:

a. Tâm Muttasıl Mûceb İstisnâ


Bu istisnâ çeşidinde; müstesnâ minh zikredilmiştir, yâni istisnâ tâmdır.
Müstesnâ, müstesnâ minhten ba’zdır, yâni muttasıldır. Cümle olumludur. Başında nefy,
nehy veya istifhâm edatı zikredilmemiştir. Yâni istisnâ mûcebdir. Şu örneklerde olduğu
gibi:

“.‫ﻻ ﺨﹶﺎﻟِﺩﺍﹰ‬
‫ﺀ ﺍﻟﺘﹶﻼﻤِﻴ ﹸﺫ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺎ‬‫“ ”ﺠ‬Halit dışında, öğrenciler geldi.”130

“. ‫ﻙ‬
 ‫ﻻ ﺃﺨﹶﺎ‬
‫ﻥ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﻭ‬‫ﺎ ِﻓﺭ‬‫ﻤﺴ‬ ‫ﺩ ﺍﻟ‬ ‫ﺎ‬‫“ ”ﻋ‬Kardeşin hariç, yolcular geri döndü.”131

“.‫ﺼﺤِﻴ ﹶﻔﺔﹰ‬
 ‫ﺍ‬‫ﻋﺩ‬
 ‫ﻭ ِﻡ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻑ ﺍﻟ‬
‫ﺤ ﹶ‬
‫ﺼ‬ ‫ﺕ‬
‫ﺃ ﹸ‬‫“ ” ﹶﻗﺭ‬Bir gazete hariç, bu günkü gazeteleri okudum.”132

b. Tâm Muttasıl Gayr-ı Mûceb İstisnâ


Bu istisnâ çeşidinde; müstesnâ minh zikredilmiştir, istisnâ tâmdır. Müstesnâ,
müstesnâ minhten ba’zdır, istisnâ muttasıldır.Cümle olumsuz, yâni gayr-ı mûcebdir.

“.‫ﺩﹰﺍ‬ ‫ﻻ ﺨﹶﺎِﻟ‬
‫ﺏ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﺩ ﺍﻟﻁﱡﻼ‬ ‫ﺎ‬‫ﺎ ﻋ‬‫ ”ﻤ‬ya da “‫ﺩ‬ ‫ﻻ ﺨﹶﺎِﻟ‬
‫ﺏ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﺩ ﺍﻟﻁﱡﻼ‬ ‫ﺎ‬‫ﺎ ﻋ‬‫“ ”ﻤ‬Halit dışında, öğrenciler geri

dönmediler.”133

“.‫ﺠ ٍﺔ‬
 ‫ﺎ‬‫ﺩﺠ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﺏ ﻏﹶﻴ‬
 ‫ﻌﹶﻠ‬ ‫ل ﺍﻟﺜﱠ‬
َ ‫ﺎ َﺃ ﹶﻜ‬‫“ ”ﻤ‬Tilki, bir tavuktan başkasını yemedi.”134

129
Bolelli Nusreddin, Arapça Dilbilgisi Sarf-Nahiv ve Terimleri, s. 667.
130
Hasan Akdağ, Arap Dilinde Edatlar, Konya 1999, s. 63.
131
Bolelli Nusreddin, Arapça Dilbilgisi Sarf-Nahiv ve Terimleri, s. 667.
132
Bolelli Nusreddin, Arapça Dilbilgisi Sarf-Nahiv ve Terimleri, s. 667.
133
Tâhir Yusuf el-Hatip, el-Mu’cemu-l-mufassal fi’l-i‘rab, Beyrut, s. 57.
134
Bolelli Nusreddin, Arapça Dilbilgisi Sarf-Nahiv ve Terimleri, s. 674.

29
c. Tâm Munkatı‘ Mûceb İstisnâ
Bu istisnâ çeşidinde; müstesnâ minh zikredilmiştir, istisnâ tâmdır. Müstesnâ,
müstesnâ minhten ba’z değildir. Aralarında ba’ziyet ilişkisi yoktur. Yâni istisnâ
mûnkatı‘dır. Cümle olumludur.

“.‫ﻻ ﹶﻜﻠﹾﺒ ﹰﺎ‬


‫ﻴ ﹸﺔ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺸ‬
ِ ‫ﺎ‬‫ﺕ ﺍﻟﻤ‬
ِ ‫ﺀ‬ ‫ﺎ‬‫“ ”ﺠ‬Deve, koyun ve sığır cinsi” Sürüler geldiler. Ancak köpek

gelmedi.135

Bu örnekte görüldüğü üzere müstesnâ minh ( ‫ﻴ ﹸﺔ‬ ‫ﺸ‬


ِ ‫ﺎ‬‫ = ﺍﻟﻤ‬deve, koyun, sığır gibi

hayvanlar) zikredilmiştir. İstisnâ tâmdır. Ayrıca müstesnâ olan “‫ ” ﹶﻜﻠﹾﺒ ﹰﺎ‬köpek ile müstesnâ

minh aynı değillerdir. Bu sebeple müstesnâ, müstesnâ minhten ba’z olmamıştır. İstisnâ
munkatı‘dır. Cümle de mûcebdir.

“.‫ﻡ‬ ‫ﻬ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﻻ ﺨﹶﺎ ِﺩ‬


‫ﺩ ﹸﺓ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺎ‬‫ﺀ ﺍﻟﺴ‬ ‫ﺎ‬‫“ ”ﺠ‬Hizmetçileri hariç, efendiler geldiler.”136

d. Tâm Munkatı‘ Gayr-ı Mûceb İstisnâ


Bu istisnâ çeşidinde; müstesnâ minh zikredilmiştir. Müstesnâ, müstesnâ
minhten ba’z değildir. Cümle olumsuz, yâni gayr-ı mûcebdir.

“... ‫ﻤﹰﺎ‬ ‫ﻼ‬‫ﻻ ﺴ‬


‫ﺎ ﹶﻟﻐﹾﻭﹰﺍ ِﺇ ﱠ‬‫ﻥ ﻓِﻴﻬ‬
 ‫ﻭ‬‫ﻤﻌ‬ ‫ﺴ‬
 ‫ﻴ‬ ‫“ ”ﻻ‬Orada boş söz değil, ancak selam duyarlar...”137

“.‫ﻻ ﹶﻜﻠﹾﺒ ﹰﺎ‬


‫ﻴ ﹸﺔ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺸ‬
ِ ‫ﺎ‬‫ﺕ ﺍﻟﻤ‬
ِ ‫ﺀ‬ ‫ﺎ‬‫“ ”ﻤﺎ ﺠ‬Deve, koyun, keçi gibi” Sürüler gelmediler. Ancak köpek

geldi.138
Not: Müstesnâ minh ya birden fazla olmalı ya ûmumi manalı olmalı yâhut
kısımları bulunan müfred olmalıdır.
Bir ismin umûmi mânâlı olması için nefy, nehy veya istifhamdan, sonra nekre
olarak gelmesi gerekir.

“.‫ﺩ‬ ‫ﺤ‬
 ‫ﺀ َﺃ‬ ‫ﺎ‬‫ﺎ ﺠ‬‫“ ”ﻤ‬Hiç kimse gelmedi.”

135
Akdağ Hasan, a.g.e., s. 64.
136
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 134.
137
Meryem, 19/62.
138
Akdağ Hasan, a.g.e., s. 64.

30
“.!‫ﺍﹰ‬‫ﺩ‬‫ﺏ َﺃﺤ‬
 ‫ﻀ ِﺭ‬
 ‫“ ”ﻻ ﹶﺘ‬Hiç kimseyi dövme!”

“.‫ﺩ؟‬ ‫ﺤ‬
 ‫ﻙ َﺃ‬
 ‫ﺩ‬ ‫ﻋ ﹾﻨ‬
ِ ‫ل‬
ْ ‫ﻫ‬ ” “Yanında (hiç) kimse var mı?”

Kısımları bulunan müfred ise; sahifeleri olan kitap, saatleri olan gün, günleri
olan hafta, ay, mevsim, mevsimleri olan sene, seneleri olan ömür… gibi isimlerdir.139
Müstesnâ minh ma’rife veya nekre-i müfide olmalıdır. Müphem olmamalıdır.140

Ma’rife “‫ﻌﺭِ ﹶﻓ ﹸﺔ‬ ‫ ;”ﺍﻟﻤ‬muâyyen (belirli) bir şeyi gösteren isimdir.141

“.‫ﻬﻡ‬ ‫ﻼ ِﻤ ﹾﻨ‬
‫ﺠ ﹰ‬
 ‫ﺭ‬ ‫ﻻ‬
‫ﻡ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺀ ﻗﹶﻭ‬ ‫ﺎ‬‫”ﺠ‬, “.‫ﻻ ﺨﹶﺎﻟِﺩﺍﹰ‬
‫ل ِﺇ ﱠ‬
ٌ ‫ﺎ‬‫ﺀ ِﺭﺠ‬ ‫ﺎ‬‫”ﺠ‬ 142
ile “.‫ﻬﻡ‬ ‫ﻻ ﻁﹶﺎﻟِﺒﺎﹰ ِﻤ ﹾﻨ‬
‫ﺏ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﻼ‬
‫ﻁﹼ‬‫ﺭ ﹸ‬ ‫ﻀ‬
 ‫ﺤ‬
 ”,

“.‫ﻡ‬ ‫ﻬ‬ ‫ﻼ ِﻤ ﹾﻨ‬


‫ﺠﹰ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻻ‬
‫ﻡ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﺭ ﹶﻗ‬ ‫ﻀ‬
 ‫ﺤ‬
 ”, “.‫ﷲ‬
ِ ‫ﺩ ﺍ‬ ‫ﺒ‬ ‫ﻋ‬
 ‫ﻻ‬
‫ل ِﺇ ﱠ‬
ٌ‫ﺠ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻀ‬
 ‫ﺤ‬
 ” 143 ifadeleri yanlış birer ifadedir.

Çünkü bu tür istisnânın bir faydası yoktur; anlamca düşüktür.

“.‫ﻡ‬ ‫ﻬ‬ ‫ﻼ ِﻤ ﹾﻨ‬


‫ﺠﹰ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻻ‬
‫ﻙ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﺩ‬ ‫ﻋ ﹾﻨ‬
ِ ‫ل ﻜﹶﺎﻨﹸﻭﺍ‬
ٌ ‫ﺎ‬‫ﺀﻨِﻲ ِﺭﺠ‬ ‫ﺎ‬‫ ”ﺠ‬İçlerinden bir adam müstesnâ, senin yanındaki

adamlar bana geldiler.

“.‫ﺴﻌِﻴﺩﹰﺍ‬
 ‫ﻻ‬
‫ﺩ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺤ‬
 ‫ﺀ َﺃ‬ ‫ﺎ‬‫ﺎ ﺠ‬‫“ ”ﻤ‬Said’den başka kimse gelmedi.”144

“.‫ﺎﺌِﺤ ﹰﺎ‬‫ﻻ ﺴ‬
‫ﻥ ﺒِﺎﻵﺜﹶﺎ ِﺭ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﻭ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﻬ ﹶﺘ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﻥ‬
 ‫ﻭ‬ ‫ﺤ‬
 ‫ﺎ ِﺌ‬‫ﻴ ﹶﻨﺔِ ﺴ‬ ِ‫ﺩ‬‫ﻲ ﺍﻟﻤ‬
 ‫ل ِﻓ‬
َ ‫ﻭ‬ ‫“ ” ﹶﺘﺠ‬Bir turist hariç, tarihi eserlere önem

veren turistler şehri dolaştı.”145

“.‫ﻔ ﹰﺎ‬‫ﻀﻴ‬
 ‫ﻻ‬
‫ﻙ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﺩ‬ ‫ﻋ ﹾﻨ‬
ِ ‫ﺍ‬‫ﻑ ﻜﹶﺎ ﹸﻨﻭ‬
‫ﻭ ﹲ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻀ‬
 ‫ﺭﻨِﻲ‬ ‫ﺍ‬‫“ ”ﺯ‬Bir misafir hariç, senin yanında bulunan

misafirler beni ziyaret etti.”146

139
M. Meral Çörtü, Arapça Dilbilgisi Nahiv, İstanbul 2001, s. 251.
140
İbn Hasan Ali b. Mü’min b. Muhammed b. Ali b. Asfür el-İşbilî, a.g.e., II, 384; Mustafa el-Galâyînî,
a.g.e., III, 124-125; Muhammed Said İsbir-Bilâl Cüneydî, a.g.e., s. 86.
141
Çörtü M. Meral, Arapça Dilbilgisi Nahiv, s. 77.
142
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 124.
143
Muhammed Said İsbir-Bilâl Cüneydî, a.g.e., s. 86.
144
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 124.
145
Muhammed Said İsbir-Bilâl Cüneydî, a.g.e., s. 86.
146
Muhammed Said İsbir-Bilâl Cüneydî, a.g.e., s. 86.

31
“.‫ﷲ‬
ِ ‫ﺩ ﺍ‬ ‫ﺒ‬ ‫ﻋ‬
 ‫ﻻ‬
‫ﺩ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺤ‬
 ‫ﺭ َﺃ‬ ‫ﻀ‬
 ‫ﺤ‬
 ‫ﺎ‬‫“ ”ﻤ‬Abdullah haricinde kimse hazır bulunmadı.” 147 ifadeleri

doğrudur
Ma’rife olmayan ve tahsîs ifade etmeyen nekre de istisnâ yapılmaz. Yâni
müstesnâ ma’rife ya da hususilik kazanmış nekre olmalıdır.148

Hususilik kazanmış nekra “‫ﺼ ﹸﺔ‬


 ‫ﻭ‬‫ﺨﺼ‬
‫ﻤ ﹾ‬ ‫ﺭ ﹸﺓ ﺍﻟ‬ ‫”ﺍﻟ ﱠﻨ ِﻜ‬, bir kelime veya terkiple

hususîlik kazanmış nekradır. Nekra isim, sıfatla, izafetle, temyizle veya şibh-i izafetle
hususîlik kazanabilir.149

“.‫ﺠﻼﹰ‬
 ‫ﺭ‬ ‫ﻻ‬
‫ﻡ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺀ ﺍﻟﻘﹶﻭ‬ ‫ﺎ‬‫ﻼ“ ”ﺠ‬
‫ﺠ ﹰ‬
 ‫ﺭ‬ ‫ﻻ‬
‫ ِﺇ ﱠ‬‫ﻭﻥ‬ ‫ﺤ ﹶﺘﻔِﹸﻠ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﺀ ﺍﻟ‬ ‫ﺎ‬‫”ﺠ‬150 Bu ifadeler yanlıştır.

“.‫ﻡ‬ ‫ﻬ‬ ‫ﻼ ِﻤ ﹾﻨ‬


‫ﺠﹰ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻻ‬
‫ﻡ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺀ ﺍﻟﻘﹶﻭ‬ ‫ﺎ‬‫“ ”ﺠ‬İçlerinden bir adam müstesnâ, kavim geldi.”

“.‫ﻤﺭِﻴﻀ ﹰﺎ‬ ‫ﻼ‬


‫ﺠﹰ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻻ‬
‫ﻡ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺀ ﺍﻟﻘﹶﻭ‬ ‫ﺎ‬‫“ ”ﺠ‬Hasta bir adam hariç, kavim geldi.”

“.‫ﻋ ٍﺩ‬
ِ ‫ﻭ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﺭ ﹶﺘﺒِﻁﹰﺎ ِﺒ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﻼ‬
‫ﺠﹰ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻻ‬
‫ ِﺇ ﱠ‬‫ﻭﻥ‬ ‫ﺤ ﹶﺘﻔِﹸﻠ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﺭ ﺍﻟ‬ ‫ﻀ‬
 ‫ﺤ‬
 ” “Randevusu olan adam hariç davetli olanlar,

partide hazır bulundular.”151 ifadeleri, marife kelimelerinden hususilik kazanmış nekra


isimler istisnâ edildiğinden dolayı, doğru birer ifadedirler.
2. Müferrağ İstisnâ
Müstesnâ minhin zikredilmediği istisnâ türüdür.152

“‫ﻡ‬ ‫ﺎِﻟ‬‫ﻻ ﺴ‬
‫ﺭ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻀ‬
 ‫ﺤ‬
 ‫ﺎ‬‫ ”ﻤ‬Salim’den başkası bulunmadı (gelmedi).153

Dilcilerin birçoğuna göre müferrağ istisnâ gayr-ı mûcebdir. Yâni istisnâdan


önce nefy, nehy veya istifhâm bulunur.154 Dilciler bu kuralı, istisnânın gerçek bir fayda
sağlaması için şart koşmuşlardır. Şöyle ki;

147
Muhammed Said İsbir-Bilâl Cüneydî, a.g.e., s. 86.
148
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 12.
149
Muhammed Said İsbir-Bilâl Cüneydî, a.g.e., s. 86; Çörtü M. Meral, Arapça Dilbilgisi Sarf, s. 514-515.
150
Muhammed Said İsbir-Bilâl Cüneydî, a.g.e., s. 86.
151
Muhammed Said İsbir-Bilâl Cüneydî, a.g.e., s. 86.
152
Reşîd eş-Şertûnî, a.g.e., IV, 223; Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 317.
153
Fâdıl Sâlih es-Sâmirrâî, a.g.e., II, 213.
154
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 317; Fâdıl Sâlih es-Sâmirrâî, a.g.e., II, 213.

32
“.‫ﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬
 ‫ﻻ‬
‫ﺒﻨِﻲ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻀ‬
 ‫ﺎ‬‫“ ”ﻤ‬Bana Zeyd’den başkası vurmadı” ifadesi doğru olabilir. Çünkü,

mütekellime Zeyd haricinde hiç kimsenin vurmaması gerçek olabilir.

Fakat “.‫ﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬


 ‫ﻻ‬
‫ﺒﻨِﻲ ِﺇ ﱠ‬‫ﺭ‬ ‫ﻀ‬
 ” ifadesi, Zeyd haricinde herkesin mütekellime vurması anlamını

içermektedir ki bu da söz konusu olamaz.155 Unutulmamalıdır ki; istisnânın kurallarından


biri de, bir faydaya binâen oluşturulmuş olmasıdır.

“... ‫ﻪ‬ ‫ ﹶﻟ‬‫ﻥ َﺃﺫِﻥ‬


 ‫ﻤ‬ ‫ﻻ ِﻟ‬
‫ﻩ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺩ‬ ‫ﻋ ﹾﻨ‬
ِ ‫ﻋ ﹸﺔ‬
 ‫ﺸﻔﹶﺎ‬
‫ﻊ ﺍﻟ ﱠ‬ ‫ﻻ ﹶﺘ ﹾﻨ ﹶﻔ‬‫“ ”ﻭ‬Allah’ın huzurunda, kendisinin izin verdiği

kimselerden başkasının şefaati fayda vermez ...”156

“.‫ﺍﺒﹰﺎ‬‫ﺼﻭ‬
 ‫ل‬
َ ‫ﻭﻗﹶﺎ‬ ‫ﻥ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﺤ‬
 ‫ﻪ ﺍﻟﺭ‬ ‫ ﹶﻟ‬‫ﻥ َﺃﺫِﻥ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﻻ‬
‫ ِﺇ ﱠ‬‫ﻭﻥ‬ ‫ﻤ‬ ‫ ﹶﺘ ﹶﻜﱠﻠ‬‫ﺼ ﱠﻔﹰﺎ ﻻ ﻴ‬
 ‫ﻼِﺌ ﹶﻜ ﹸﺔ‬‫ﺍﻟﻤ‬‫ﺡ ﻭ‬
 ‫ﻭ‬ ‫ﻡ ﺍﻟﺭ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﻴﻘﹸ‬ ‫ﻡ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﻴ‬ ” “Ruh

(Cebrail)ve melekler saf saf olup duruğu gün, Rahman’n izin verdiklerinden başkaları
konuşmazlar, konuşan da doğru söyler.”157

“... ‫ﻡ‬ ‫ﻬ‬ ‫ﺍ ِﻤ ﹾﻨ‬‫ﻤﻭ‬ ‫ﻅﹶﻠ‬


‫ﻥ ﹶ‬
 ‫ﻴ‬ ‫ﻻ ﺍﱠﻟ ِﺫ‬
‫ﻥ ِﺇ ﱠ‬
‫ﺴ‬
‫ﺤ‬
‫ﻲﺃ‬
 ‫ﻻ ﺒِﺎﱠﻟﺘِﻲ ِﻫ‬
‫ﺏ ِﺇ ﱠ‬
ِ ‫ل ﺍﻟ ِﻜﺘﹶﺎ‬
َ ‫ﻫ‬ ‫ﺍ ﺃ‬‫ﺎ ِﺩﹸﻟﻭ‬‫ﻻ ﹸﺘﺠ‬‫“ ”ﻭ‬İçlerinden zulmedenleri

hariç, ehl-i kitapla ancak en güzel yolla mûcadele edin …”158

‫ﷲ‬
ِ ‫ﺏﺍ‬
ِ ‫ﻲ ِﻜﺘﹶﺎ‬
 ‫ﺽ ِﻓ‬
ٍ ‫ﻌ‬ ‫ﺒ‬ ‫ﻭﻟﹶﻰ ِﺒ‬ ‫ﻡ ﺃ‬ ‫ﻬ‬ ‫ﻀ‬
 ‫ﻌ‬ ‫ﺒ‬ ‫ﺎ ِﻡ‬‫ﺭﺤ‬ ‫ﺍ ﺍﻷ‬‫ﻭﹸﻟﻭ‬ ‫ﺃ‬‫ﻡ ﻭ‬ ‫ﻬ‬ ‫ﺎﹸﺘ‬‫ﻤﻬ‬ ‫ﻪ ُﺃ‬ ‫ﺠ‬
 ‫ﺍ‬‫ﺯﻭ‬ ‫ﺃ‬‫ﻡ ﻭ‬ ‫ﺴ ِﻬ‬
ِ ‫ﻥ ﺃ ﹾﻨ ﹸﻔ‬
 ‫ﻥ ِﻤ‬
 ‫ﻴ‬ ‫ﻤ ْﺅ ِﻤ ِﻨ‬ ‫ﻭﻟﹶﻰ ﺒِﺎﻟ‬ ‫ﻲ ﺃ‬
 ‫”ﺍﻟﱠﻨِﺒ‬

“‫ﺭﹰﺍ‬‫ﻁﻭ‬
‫ﺴﹸ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﺏ‬
ِ ‫ ﻓِﻲ ﺍﻟ ِﻜﺘﹶﺎ‬‫ﻥ ﹶﺫﻟِﻙ‬
 ‫ﻓﹰﺎ ﻜﹶﺎ‬‫ﺭﻭ‬ ‫ﻌ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﻡ‬ ‫ﺎ ِﺌ ﹸﻜ‬‫ﻭِﻟﻴ‬ ‫ﺍ ﺇﻟﹶﻰ ﺃ‬‫ﻌﹸﻠﻭ‬ ‫ﻥ ﹶﺘ ﹾﻔ‬
‫ﻻﺃ‬
‫ﻥ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﻴ‬ ‫ﺠ ِﺭ‬
ِ ‫ﺎ‬‫ﻤﻬ‬ ‫ﺍﻟ‬‫ﻥ ﻭ‬
 ‫ﻴ‬ ‫ﻤ ْﺅ ِﻤِﻨ‬ ‫ﻥ ﺍﻟ‬
 ‫ِﻤ‬

“Peygember, müminleri kendi canlarından daha yakındır. Eşleri, onların analarıdır.


Akraba olanlar Allah’ın kitabına göre (mirasçılık bakımından) birbirlerine diğer
müminlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar; ancak dostlarınıza uygun bir vasiyet
yapmanız müstesnadır. Bunlar Kitap’ta yazılı bulunmaktadır.”159

“.‫ﻥ‬
 ‫ﻭ‬ ‫ﻌﹸﺜ‬ ‫ﺒ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻥ‬
 ‫ﺎ‬‫ﻥ ﺃﻴ‬
 ‫ﻭ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻌ‬ ‫ﺸ‬
‫ﻴ ﹾ‬ ‫ﺎ‬‫ﻭﻤ‬ ‫ﷲ‬
ُ‫ﻻﺍ‬
‫ ِﺇ ﱠ‬‫ﻴﺏ‬ ‫ﺽ ﺍﻟ ﹶﻐ‬
ِ ‫ﺭ‬ ‫ﺍﻷ‬‫ﺕ ﻭ‬
ِ ‫ﺍ‬‫ﻤﻭ‬ ‫ﺴ‬
 ‫ﻥ ﻓِﻲ ﺍﻟ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﻡ‬ ‫ﻌﹶﻠ‬ ‫ﻴ‬ ‫ل ﻻ‬
ْ ‫“ ” ﹸﻗ‬Deki: Göklerde

ve yerde Allah’tan başka kimse gaybı bilemez. Ve onlar ne zaman diriltileceklerini, de


bilemezler.”160

155
Nureddin Abdurrahman el-Cami, el-Fevâidu’d-dıyâiyye şerhu Kâfiyeti ibn Hacib, İstanbul, I, 260.
156
Sebe’, 34/23.
157
el-Nebe’, 78/38.
158
el-Ankebut, 29/46.
159
el-Ahzâb, 33/6.
160
en-Neml, 27/65.

33
“... ‫ﻡ‬ ‫ﺭ ِﻤ ﹾﺜﹸﻠ ﹸﻜ‬
‫ﺸ‬
‫ﺒ ﹶ‬ ‫ﻻ‬
‫ﻫﺫﹶﺍ ِﺇ ﱠ‬ ‫ل‬
ْ ‫ﻫ‬ ...” “... Bu (Muhammed), sâdece sizin gibi bir beşer değil

midir...”161
Müferrağ istisnâ, nefy, edatı olmaksızın, sadece anlamca olumsuz kelimelerle
de oluşturulabilir.

“.‫ﺭﹰﺍ‬
 ‫ﻻ ﹸﻜﻔﹸﻭ‬
‫ﺱ ِﺇ ﱠ‬
ِ ‫ﺭ ﺍﻟﻨﱠﺎ‬ ‫ﺒﻰ ﺃ ﹾﻜ ﹶﺜ‬ ‫ ﹶﻓَﺄ‬... ” “(Fakat) … İnsanların birçoğu nankörlükten başka bir

şeye yanaşmamaktadır.”162

“ ... ‫ﻩ‬ ‫ﺭ‬


 ‫ ﻨﹸﻭ‬‫ﻴ ِﺘﻡ‬ ‫ﻥ‬
‫ﻻﺃ‬
‫ﷲ ِﺇ ﱠ‬
ُ ‫ﺒﻰ ﺍ‬ ‫ﺄ‬‫ ﻭﻴ‬... ” “... Allah, mutlaka nûrunu tamamlamak ister...”163

“ ... ‫ﻩ‬ ‫ﺩ‬ ‫ﻋ ﹾﻨ‬


ِ ‫ﻋﻨﹶﺎ‬
 ‫ﻤﺘﹶﺎ‬ ‫ﺩﻨﹶﺎ‬ ‫ﺠ‬
 ‫ﻭ‬ ‫ﻥ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﻻ‬
‫ﺨ ﹶﺫ ِﺇ ﱠ‬
‫ﻥ ﻨﹶﺄ ﹸ‬
‫ﷲ ﺃ‬
ِ ‫ﺎ ﹶﺫ ﺍ‬‫ﻤﻌ‬ ... ” “(Yusuf) … Eşyamızı yanında

bulduğumuz kimseden başkasını almaktan Allah’a sığınırız…”164


Bu son örnek de müferrağdır. Çünkü cümlenin anlamı ‘eşyalarımızı kendisinde
bulduğumuz kimseden başkasını almayız’ şeklindedir. Yâni mânen olumsuzdur.165
Müferrağ istisnâda, müstesnâ minh zikredilmediği için istisnâ edatı

( ‫ﻻ‬
‫ ِﺇ ﱠ‬- vb. ) mülgadır, yâni i’rab hükmü iptal edilmiş sayılır. Bu durumda müstesnâ,

harekesini ami’line yâni cümledeki konumuna göre alır. Buna göre “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬dan sonraki

isim;
Fail olabilir

“... ‫ﷲ‬
ُ ‫ﻻﺍ‬
‫ﻪ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻡ ﺘﹶﺄﻭِﻴﹶﻠ‬ ‫ﻌﹶﻠ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺎ‬‫ﻭﻤ‬ ... ” “(Halbuki) … Onun te’vilini ancak Allah bilir…”166

“.‫ﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬


 ‫ﻻ‬
‫ﻡ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺎ ﻗﹶﺎ‬‫“ ”ﻤ‬Zeyd’den başkası ayağa kalkmadı.”167

161
el-Enbiyâ, 21/3.
162
el-Furkan, 25/50.
163
et-Tevbe, 9/32.
164
Yusuf, 12/79.
165
Fâdıl Sâlih es-Sâmirrâî, a.g.e., II, 214.
166
Âl-i İmran, 3/7.
167
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 236.

34
Mef’ulün bih olabilir

“... ‫ﻡ‬ ‫ﻬ‬ ‫ﺴ‬


 ‫ﻻ ﺃ ﹾﻨ ﹸﻔ‬
‫ﻥ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﻭ‬ ‫ﻋ‬
 ‫ﻴﺨﹶﺎ ِﺩ‬ ‫ﺎ‬‫ﻭﻤ‬ ...” “… Halbuki onlar ancak kendilerini aldatırlar…”168

“... ‫ﻲ‬
 ‫ﻰ ﺇﹶﻟ‬‫ﻭﺤ‬‫ﺎ ﻴ‬‫ﻻ ﻤ‬
‫ﻊ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻥ َﺃﺘﱠ ِﺒ‬
 ‫ ﺇ‬...” “… Doğrusu (ben) ancak, bana vahyedilene tâbi

olurum…”169

“‫ﺩﹰﺍ‬‫ﺯﻴ‬
 ‫ﻻ‬
‫ﺕ ِﺇ ﱠ‬
‫ﻤ ﹸ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﺎ ﺃ ﹾﻜ‬‫“ ”ﻤ‬Zeyd’den ikramda bulunmadım.”170

Mef’ulün fih (zarf-ı zaman) olabilir

“... ‫ﺭ‬
ٍ ‫ﺎ‬‫ﻥ ﹶﻨﻬ‬
 ‫ﻋ ﹰﺔ ِﻤ‬
 ‫ﺎ‬‫ﻻ ﺴ‬
‫ﺒ ﹸﺜﻭﺍ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻴ ﹾﻠ‬ ‫ﻡ‬ ‫ﻥ ﹶﻟ‬
 ‫ﻭ‬‫ﻋﺩ‬
 ‫ﻭ‬‫ﺎ ﻴ‬‫ﻥ ﻤ‬
 ‫ﻭ‬‫ﻴﺭ‬ ‫ﻡ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻡ‬‫ ﻜﹶﺄ ﱠﻨﻬ‬...” “… Onlar, uyarıldıkları

şeyi (azabı) gördüklerinde (sanki dünyada) sadece gündüzün bir saati kadar kalmış
gibidirler…”171

“.‫ﺎ‬‫ﺎﻫ‬‫ﻀﺤ‬
 ‫ﻭ‬ ‫ﻴ ﹰﺔ َﺃ‬ ‫ﺸ‬
ِ‫ﻋ‬ ‫ﻻ‬
‫ﺒﺜﹸﻭﺍ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻴ ﹾﻠ‬ ‫ﻡ‬ ‫ﺎ ﹶﻟ‬‫ﻭ ﹶﻨﻬ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻡ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻡ‬ ‫ﻬ‬ ‫“ ”ﻜﹶﺄ ﱠﻨ‬Onu görecekleri gün, sanki onlar

(dünyada) bir akşam veya onun kuşluk vaktinden başka kalmamış gibidirler.”172
Mübtedaya haber olabilir

“.‫ل‬
ٌ ‫ﻭ‬‫ﺭﺴ‬ ‫ﻻ‬
‫ﺩ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﺤ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﺎ‬‫ﻭﻤ‬ ” “Muhammed ancak bir peygamberdir.”173

“.‫ﻻ ﻗﹶﺎﺌِﻤ ﹰﺎ‬


‫ﺩ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬ ‫ﺎ‬‫“ ”ﻤ‬Zeyd ancak ayaktadır.”174

Nâibû’l-fail olabilir

“.‫ﺴﻘﹸﻭﻥ‬
ِ ‫ﻡ ﺍﻟﻔﹶﺎ‬ ‫ﻻ ﺍﻟﻘﹶﻭ‬
‫ﻙ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﻬﹶﻠ‬ ‫ﻴ‬ ‫ل‬
ْ ‫ﻬ‬ ‫ ﹶﻓ‬...” “… Hiç fasıklar topluluğundan başkası helâk edilir

mi.”175

168
el-Bakara, 2/9.
169
el-Ahkâf, 46/9.
170
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 236.
171
el-Ahkâf, 46/35.
172
en-Nâzıât, 79/46.
173
Âl-i İmran, 3/144.
174
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 236.
175
el-Ahkâf, 46/35.

35
Müfarrağ istisnâ türünde illa “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬dan önceki âmilin, ma’mülünü, “illa”dan

sonra alabilmesi amacıyla boş bırakılmıştır. Bu nedenle bu istisnâ çeşidine ‘boşaltılmış’


anlamındaki müferrağ ismi verilmiştir.176
Müferrağ istisnâda hazfedilen müstesnâ minh’in yerine takdir edilen bir kelime
mutlaka vardır.

“.‫ﺩ‬ ‫ﺤ‬
ِ ‫ﺍ‬‫ﻻ ﻭ‬
‫ ِﺇ ﱠ‬... ‫ﺎ ﹶﺘ ﹶﻜﱠﻠﻡ‬‫“ ”ﻤ‬Biri hariç, … (kimse) konuşmadı.”

“.‫ﺍﺤِﺩﹰﺍ‬‫ﻻ ﻭ‬
‫ ِﺇ ﱠ‬... ‫ﺕ‬
‫ﺩ ﹸ‬ ‫ﻫ‬ ‫ﺎ ﺸﹶﺎ‬‫“ ”ﻤ‬Biri hariç, … (kimseyi) görmedim.”

“.‫ﺍﺤِﺩﹰﺍ‬‫ﻻ ﻭ‬
‫ ِﺇ ﱠ‬... ‫ﺕ‬
‫ﺒ ﹸ‬ ‫ﺎ ﹶﺫﻫ‬‫“ ”ﻤ‬Biri hariç, … (kimseye) gitmedim.” Örneklerinde boş bırakılan

yerlere müstesnâ minh konumunda “‫ ”ﺍﻟﻨﱠﺎﺱ‬insanlar kelimesi takdir edilmiştir.

Örneklerin müstesnâ minh hazfedilmeden önceki halleri şöyledir:

“.‫ﺩ‬ ‫ﺤ‬
ِ ‫ﺍ‬‫ﻻ ﻭ‬
‫ﺱ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ ﺍﻟﻨﱠﺎ‬‫ﺎ ﹶﺘ ﹶﻜﱠﻠﻡ‬‫“ ”ﻤ‬Biri hariç, insanlardan kimse konuşmadı.”

“.‫ﺍﺤِﺩﹰﺍ‬‫ﻻ ﻭ‬
‫ﺱ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﺕ ﺍﻟﻨﱠﺎ‬
‫ﺩ ﹸ‬ ‫ﻫ‬ ‫ﺎ ﺸﹶﺎ‬‫“ ”ﻤ‬Biri hariç, insanlardan kimseyi görmedim.”

“.‫ﺍﺤِﺩﹰﺍ‬‫ﻻ ﻭ‬
‫ﺱ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﺕ ﺍﻟﻨﹶﺎ‬
‫ﺒ ﹸ‬ ‫ﻫ‬ ‫ﺎ ﹶﺫ‬‫“ ”ﻤ‬Biri dışında insanlardan hiç kimseyle görüşmedim.”

“.‫ﻥ‬
 ‫ﻴ‬ ‫ﻤ ِﺒ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻻ ﹶﻨﺫِﻴ‬
‫ﺎ ﺃﻨﹶﺎ ِﺇ ﱠ‬‫ﻭﻤ‬ ‫ﻲ‬
 ‫ﻰ ﺇﹶﻟ‬‫ﻭﺤ‬‫ﺎ ﻴ‬‫ﻻ ﻤ‬
‫ﻊ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻥ َﺃ ﱠﺘ ِﺒ‬
 ‫ ِﺇ‬...” “... Doğrusu ben ancak bana

vahyedilene tâbi olurum ve ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.”177

Birinci kısım; “.‫ﺎ‬‫ﻻ ﻤ‬


‫ﻴﺌﹰﺎ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺸ‬
‫ﻊ ﹶ‬ ‫ﻥ َﺃﺘﱠ ِﺒ‬
 ‫( ”ﺇ‬Doğrusu ben ancak bana vahyedilene tâbi

olurum). Yâni bana vahyolunandan başka hiçbir şeye tâbi olmam demektir. Bu cümlede

varolduğu takdir edilen kelime, “‫”ﺸﹶﻴﺌ ﹰﺎ‬ ‘şey’dir. İkinci kısımda olan

“.‫ﻥ‬
 ‫ﻤﺒِﻴ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻻ ﹶﻨﺫِﻴ‬
‫ﺎ ﺃﻨﹶﺎ ِﺇ ﱠ‬‫( ”ﻭﻤ‬Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım) cümlesinde ise takdir edilen

kelime ‘şey’dir. Yâni “.‫ﻥ‬


 ‫ﻴ‬ ‫ﻤ ِﺒ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻻ ﹶﻨﺫِﻴ‬
‫ﺀ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻲ‬
 ‫ﺸ‬
‫ﺎ ﺃﻨﹶﺎ َﹶ‬‫ﻭﻤ‬ ” “Ben uyarıcıdan başka bir şey

değilim” demektir. Aynı durumu aşağıdaki şiir örneğinde daha iyi görebiliriz.

176
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 327; Reşîd eş-Şertûnî, a.g.e., IV, 223.

36
‫ﻡ‬ ‫ﻤ ﹾﻜ ﹸﺘﻭ‬ ‫ﺱ‬
ِ ‫ﺍ ِﻡ ﺍﻟﻨﱠﺎ‬‫ﺩ ِﻜﺭ‬ ‫ﻋ ﹾﻨ‬
ِ ‫ﺭ‬ ‫ﺴ‬
 ‫ﻭﺍﻟ‬ ٍ‫ﻑ‬‫ﺸﺭ‬
‫ﻻ ﹸﻜلﱡ ﺫِﻱ ﹶ‬
‫ﺭ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺴ‬
ِ ‫ﻡ ﺍﻟ‬ ‫ﻴ ﹾﻜﺘﹸ‬ ‫ﻻ‬

Sır, insanların değerli (yüce) Sırrı, şeref sahiplerinden başkası


olanlarının yanında saklıdır saklamaz
Şiirin aslı şöyledir:

“.ٍ‫ﻑ‬‫ﺸﺭ‬
‫ﻻ ﹸﻜلﱡ ﺫِﻱ ﹶ‬
‫ﺭ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺴ‬
 ‫ﺱ ﺍﻟ‬
ِ ‫ﻥ ﺍﻟ ﱠﻨﺎ‬
 ‫ﻡ ِﻤ‬ ‫ﻴ ﹾﻜﺘﹸ‬ ‫ﻻ‬
‫“ ” ﹶ‬Sırrı, her bir şeref sahibi hariç, insanlar

saklamaz.”
Ki sır, insanların değerli (yüce) olanlarının yanında saklıdır.178

Müferrağ istisnâda “‫ﻻ‬


‫‘ ”ِﺇ ﱠ‬illa’dan önceki söz, eksik (nakıs) tir. Mânâsı ancak

“‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬dan sonrasıyla tamamlanır.179

Müferrağ istisnânın üslubu; durumu itibariyle istisnâ üslubundan ziyâde, hasr


180
“‫ﺭ‬‫ﺤﺼ‬
 ” üslubunu andırır. Hasr, bir nevi te’kid 181 (te’kid) üslubudr.

Bu konuyla ilgili olarak “hasr” ifadesi yerine bazı kaynaklarda, aynı anlam
ifade etmek üzere “kasr”182 sözü zikredilmiştir.183

177
el-Ahkâf, 46/9.
178
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 317.
179
Reşîd eş-Şertûnî, a.g.e., IV, 323.
180
Hasr “‫ﺭ‬‫ﺤﺼ‬
 ”: Çevrelemek, kuşatmak, sınırlamak, parantez içine almak, tek tek söyleme, yoğunlaşma,

anlama anlamlarına gelir.


181
Te’kid “‫”ﺍﻟﺘﱠﻭﻜِﻴﺩ‬: Tâbi olduğu (uyduğu) kelimenin mânâsını kuvvetlendiren, pekiştiren, mânâsındaki

kapalılığı gideren ve aynı i’rabı alan sözdür. “Bkz. Çörtü M. Meral, Arapça Dilbilgisi Nahiv, s. 359.”
182
Kasr, sözlükte; “hapsetmek” veya “tahsîs etmek” mânâsına gelir. Nitekim; bir şeyi kendine tahsîs

eden kimseye; “ِ‫ﻋﻠﹶﻰ ﹶﻨ ﹾﻔﺴِﻪ‬


 ‫ﺀ‬ ‫ﻲ‬
 ‫ﺸ‬
‫ﺭ ﺍﻟ ﱠ‬ ‫ﺼ‬
 ‫ ” ﹶﻗ‬denilir. Kendi nefsini Rabbinin ibadetine vakfeden kimse için;

“‫ﺒ ِﻪ‬ ‫ﺭ‬


 ‫ﺩ ِﺓ‬ ‫ﺎ‬‫ﻋﺒ‬
ِ ‫ﻋﻠﹶﻰ‬
 ‫ﻪ‬ ‫ﺴ‬
 ‫ﺭ ﹶﻨ ﹾﻔ‬ ‫ﺼ‬
 ‫ ” ﹶﻗ‬denilir. Istılahta ise; bir şeyi (kavramı), özel bir tarzda, başka bir şeye tahsîs

etmektir. Yâni bir şeyin başkalarında bulunmayıp ancak bir şeyde bulunduğunu söylemektir. Bir

nesnede bulunan şeye “maksûr” “‫ﺭ‬


 ‫ﻭ‬‫ﻤ ﹾﻘﺼ‬ ‫ ;”ﺍﻟ‬kendinde bulunan şey “maksurün ‘aleyh” “‫ﻋﻠﹶﻴ ِﻪ‬
 ‫ﺭ‬ ‫ﻭ‬‫ﻤ ﹾﻘﺼ‬ ”

denilir. “Bkz. Nusreddin Bolelli, Belâgat, Beyân-Me‘ânî-Bedî ‘İlimleri Arap Edebiyatı, İstanbul 2001,

s. 248” Örneğin; “‫ﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬


 ‫ﻻ‬
‫ﺀ ﺇ ﹼ‬ ‫ﺎ‬‫ﺎ ﺠ‬‫“ ”ﻤ‬Zeyd’den başka kimse gelmedi” ibaresi, sadece “‫ﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬ ‫ﺀ‬ ‫ﺎ‬‫“ ”ﺠ‬Zeyd

37
Aynı zamanda bu üslubun ‘tevehhüm ve inkârı’ gidermek amacıyla kullanıldığı
bilgisi yer almaktadır.

“.‫ﻡ‬ ‫ﺴ‬
ِ ‫ﻻ ﻗﹶﺎ‬
‫ﻪ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺒ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻀ‬
 ‫ﺎ‬‫“ ”ﻤ‬Ona Kasım’dan başkası dövmedi” ifadesi, muhataba, Kasım’ın

dövme eylemini inkârına cevap niteliği taşıyabilmektedir. Bunun gibi, uzaktan geldiği

görünen bir kimse için; “.‫ﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬


 ‫ﻻ‬
‫ﻭ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻫ‬ ‫ﺎ‬‫“ ”ﻤ‬O Zeyd’den başkası değildir” denilmesi, gelen

kimsenin Zeyd’den başkası olabileceği tevehhümünü ortadan kaldırmaktadır.184


Müferrağ istisnâ da, müstesnânın cinsine ve cümlenin olumlu ya da olumsuz
olmasına göre dört kısma ayrılır.

a. Müferrağ Muttasıl Mûceb İstisnâ


Bu istisnâ türünde; müstenâ minh hazf edilmiştir. (İstisnâ müferrağdır.)
Müstesnâ, müstesnâ minhten ba’zdır.Yâni muttasıldır. Cümle olumludur. İstisnâ
mûcebdir.
Bu istisnâ türü şâz ve mühmeldir.185 Çünkü daha önce de zikrettiğimiz gibi, bu
istisnâ cümleleri mutlaka olumsuz (gayr-ı mûceb) olmalıdır. Aksi takdirde cümlede
anlatım bozukluğu ortaya çıkmaktadır ve sözde olasılık ihtimâli olmayan, başka bir
ifadeyle içinde gerçek dışı bir durum yalanı barındıran bir mânâ belirmektedir.186

geldi” demek değildir. Birinci ibare ikinciye göre daha kuvvetli ve kesindir. Çünkü sadece Zeyd’in
gelişini haber vermekle yetinmemekte, bu ‘gelme’ olayını Zeyd’le hasr edip (sınırlayıp) onun dışındaki
insanların gelmiş olma ihtimalini tamamen ortadan kaldımaktadır. “Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II,
327” Görülüyorki burada hasr (sınırlandırma) vasıtasıyla bir te’kid (pekiştirme, kuvvetlendirme) olayı
söz konusudur.
183
Fâdıl Sâlih es-Sâmirrâî, a.g.e., II, 25.
184
Fâdıl Sâlih es-Sâmirrâî, a.g.e., II, 216.
185
Şâz: Genel kabul görmeyen, daha ziyade halk (ammi) Arapçasında kullanılan kuraldır. Mühmel:
Modern Arapça’da bulunmayan eski bir kullanım tarzıdır.
186
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 676.

38
“.‫ل‬
ُ ‫ﻭ‬‫ﻻ ﺍﻟ ﹶﻜﺴ‬
‫ﺏ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﺴ‬
 ‫ﺭ‬ ” “Tembel hariç, başarısız oldu.” Bu cümlede anlatım bozukluğu

vardır. Çünkü bu cümlede, tembel birinin dışında herkesin başarısız olduğu, tembelin
ise başarılı olduğu anlamı bulunmaktadır.

“.‫ﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬


 ‫ﻻ‬
‫ﻡ ِﺇ ﱠ‬ ‫“ ”ﻗﹶﺎ‬Zeyd haricinde (herkes) ayağa kalktı.”

“.‫ﺩﹰﺍ‬‫ﺯﻴ‬
 ‫ﻻ‬
‫ﺕ ِﺇ ﱠ‬
‫ﺒ ﹸ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻀ‬
 ” “Zeyd haricinde (herkese) vurdum.”

“.‫ﻴ ٍﺩ‬ ‫ﺯ‬


 ‫ﻻ ِﺒ‬
‫ﺕ ِﺇ ﱠ‬
‫ﺭ ﹸ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻤ‬ ” “Zeyd haricinde (herkese) uğradım.” Burada da neredeyse imkansız

ve yalan olan bir durum söz konusudur.187


Mûceb müferrağ istisnâya örnek:

“... ‫ﷲ‬
ِ ‫ﻥ ﺍ‬
 ‫ﺏٍ ِﻤ‬‫ﺀ ﺒِ ﹶﻐﻀ‬ ‫ﺎ‬‫ﺩ ﺒ‬ ‫ﺯﹰﺍ ﺇﻟﻰ ﻓِ َﺌﺔٍ ﹶﻓ ﹶﻘ‬‫ﺤﻴ‬
 ‫ﻤ ﹶﺘ‬ ‫ل ﺃﻭ‬
ٍ ‫ﻓﹰﺎ ِﻟ ِﻘﺘﹶﺎ‬‫ﺤﺭ‬
 ‫ﻤ ﹶﺘ‬ ‫ﻻ‬
‫ﻩ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﺒ‬ ‫ﺩ‬ ‫ﻤ ِﺌ ٍﺫ‬ ‫ﻭ‬‫ﻡ ﻴ‬ ‫ﻭﱢﻟ ِﻬ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻥ‬
 ‫ﻤ‬ ‫”ﻭ‬

“(Tekrar) Savaşmak için bir tarafa çekilme veya diğer bölüğe ulaşıp mevzi tutma
durumu dışında, kim öyle bir günde onlara arka çevirirse muhakkak ki o, Allah’n
gazabını hak etmiş olarak döner...”188
Daha önce de zikrettiğimiz gibi, yapı bakımından olumlu olup mânâca olumsuz
olan müferrağ istisnâ çeşidi de bu gruba girebilir. Şu örneklerde olduğu gibi.

“.‫ﻭﻥ‬‫ ﺍﻟﻜﹶﺎ ِﻓﺭ‬‫ﻭ ﹶﻜﺭِﻩ‬


 ‫ﻭﹶﻟ‬ ‫ﻩ‬ ‫ﺭ‬ ‫ ﻨﹸﻭ‬‫ﻴ ِﺘﻡ‬ ‫ﻥ‬
‫ﻻﺃ‬
‫ﷲ ِﺇ ﱠ‬
ُ ‫ﻰ ﺍ‬‫ﺄﺒ‬‫ﻭﻴ‬ ... ” “ … Halbuki kafirler hoşlanmasa da

Allah, mutlaka nurunu tamamlamak ister.”189

“.‫ﻻ ﹸﻜﻔﹸﻭﺭﹰﺍ‬
‫ﻥ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﻭ‬‫ﻰ ﺍﻟﻅﱠﺎِﻟﻤ‬‫ ﻓﹶﺄﺒ‬...” “… Fakat zâlimler, inkârdan başka bir şey kabul

etmediler.”190
Ancak bazı durumlarda müferrağ istisnânın mûceb olarak kullanıldığı
görülmektedir.
Hazfedilen müstesnâ minhten kastedilenin manasının ne olduğuna dair
kârinenin bulunması halinde;

187
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 676.
188
el-Enfal, 8/16.
189
et-Tevbe, 9/32.
190
el-İsra, 17/99.

39
“.‫ﻡ ﹶﻜﺫﹶﺍ‬ ‫ﻭ‬
 ‫ﻴ‬ ‫ﻻ‬
‫ﺕ ِﺇ ﱠ‬
‫ﺭ ْﺃ ﹸ‬ ‫“ ” ﹶﻗ‬Şu gün hariç, diğer günlerde okudum.” Örneğinde kastedilen

haftanın veya ayın günleridir ki gün deyince akla gelen bu mânadır.


Müstesnâ minhin ne olduğuna dair bir kârinenin daha önce zikredilmiş olması
halinde;

“.‫ﻥ ﺍﻟﻘﹶﻭﻡِ؟‬
 ‫ﻙ ِﻤ‬
 ‫ﺒ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻀ‬
 ‫ﻥ‬
 ‫ﻤ‬ ” “Sana kavimden kim vurdu?” sorusuna ; “.‫ﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬ ‫ﻻ‬
‫ﺒﻨِﻲ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻀ‬
 ” “Zeyd

haricinde herkes bana vurdu” şeklinde cevap verilebileceği zikredilir. Çünkü cevabı
veren kişinin mahzuf müstesnâ minhi soruyla zikredilmiştir ve cevaba bir kârine teşkil
etmektedir.
Müferrağ istisnânın mûceb kullanımı dilciler tarafından kabûl görmeyip,
müferrağ istisnâda tercih edilen gayr-ı mûceb olmasıdır.191
b. Müferrağ Muttasıl Gayr-ı Mûceb İstisnâ
Bu istisnâ çeşidinde; müstesnâ minh hazfedilmiştir, Müstesnâ, müstesnâ
minhten ba’zdır (muttasıldır). Cümle olumsuzdur (gayr-ı mûcebdir).

‫ﻡ‬ ‫ﻤ ﹾﻜ ﹸﺘﻭ‬ ‫ﺱ‬


ِ ‫ﺍ ِﻡ ﺍﻟﻨﱠﺎ‬‫ﺩ ِﻜﺭ‬ ‫ﻋ ﹾﻨ‬
ِ ‫ﺭ‬ ‫ﺴ‬
 ‫ﻭﺍﻟ‬ ٍ‫ﻑ‬‫ﺸﺭ‬
‫ﻻ ﹸﻜلﱡ ﺫِﻱ ﹶ‬
‫ﺭ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺴ‬
ِ ‫ﻡ ﺍﻟ‬ ‫ﻴ ﹾﻜﺘﹸ‬ ‫ﻻ‬

Sır, insanların değerli (yüce) Sırrı, şeref sahiplerinden başkası


olanlarının yanında saklıdır saklamaz

“. ‫ل‬
ُ ‫ﻭ‬‫ﻻ ﺍﻟ ﹶﻜﺴ‬
‫ﺏ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﺴ‬
 ‫ﺭ‬ ‫ﺎ‬‫“ ”ﻤ‬Tembelden başka kimse başarısız olmadı.”

“. ‫ﺭ‬
 ‫ﻻ ﺍﻷﺨﹾﻴﺎ‬
‫ﺕ ِﺇ ﱠ‬
‫ﺒ ﹸ‬ ‫ﺤ‬
 ‫ﺎ‬‫ﺎ ﺼ‬‫“ ”ﻤ‬İyilerden başkasıyla arkadaşlık etmedim.”192

Bu tür; kullanımı yaygın olan müferrağ istisnâ çeşididir.


c. Müferrağ Munkatı‘ Mûceb İstisnâ
Bu istisnâ türünde; müstesnâ minh hazfedilmiştir. Müstesnâ; müstesnâ minhten
ba’z değildir. Yâni munkatı‘dır. Cümle olumludur. Bu istisnâ çeşidi de; müferrağ-
muttasıl mûceb istisnâ gibi şâz ve mühmeldir. Bu kullanım fasih Arapça’da
bulunmamakta; ancak halk dilinde kullanılmaktadır

“.‫ﻡ‬ ‫ﺍ ِﺘ ِﻬ‬‫ﺎﺭ‬‫ﺴﻴ‬
 ‫ﻻ‬
‫ﺭ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻀ‬
 ‫ﺤ‬
 ” “Geldi, arabaları hariç.” Örneğinde olduğu gibi.

191
Nureddin Abdurrahman el-Cami, a.g.e., I, 260.
192
Ali el-Cârim, Mustafa Emin, a.g.e., I, 84.

40
d. Müferrağ Munkatı‘ Gayr-ı Mûceb İstisnâ
Bu istisnâ türünde; müstesnâ minh hazfedilmiştir. Müstesnâ, müstesnâ minhten
ba’z değildir. Cümle olumsuzdur.

“.‫ﻡ‬ ‫ﺍ ِﺘ ِﻬ‬‫ﺎﺭ‬‫ﺴﻴ‬
 ‫ﻻ‬
‫ﺭ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻀ‬
 ‫ﺤ‬
 ‫ﺎ‬‫“ ”ﻤ‬Arabaları hariç (kimse) gelmedi.”

“. ‫ﻑ‬
‫ﺠ ﹸ‬
‫ﻋ‬‫ﺏ ﺃ‬
 ‫ﻻ ﹶﻜ ﹾﻠ‬
‫ﺕ ِﺇ ﱠ‬
‫ﺎ ﹶ‬‫ﺎ ﻤ‬‫(“ ”ﻤ‬Sürüden) çelimsiz köpekten başka (hayvan) ölmedi.”

cümleleri de by istisnâ türüne örnektir.

41
II. BÖLÜM

İSTİSNÂ EDATLARI
KULLANIMLARI VE ÖZELLİKLERİ

I. İstisnâ Edatları
İstisnâ edatları istisnâyı meydana getiren üç temel unsurdan biridir.
Kaynaklarda istisnâ edatlarının sayısı hakkında tam bir mutabakat söz konusu değildir.
Bazı kaynaklar bu edatları altı, bazıları sekiz, bazıları dokuz, bazıları da on tane olarak
belirtmişlerdir. En kapsamlı haliyle istisnâ edatları şunlardır:
١٩٣
“‫ﻼ‬
‫ﺨ ﹶ‬
‫ﺎ ﹶ‬‫ ﻤ‬،‫ﺍ‬‫ﻋﺩ‬
 ‫ﺎ‬‫ ﻤ‬،‫ﻴﻜﹸﻭﻥ‬ ‫ ﻻ‬،‫ﻴﺱ‬ ‫ ﹶﻟ‬،‫ﻴﺩ‬ ‫ﺒ‬ ،‫ﺎ‬‫ﻴﻤ‬ ‫ﺴ‬
ِ ‫ ﻻ‬،‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫ ﺤ‬،‫ﺍ‬‫ﻋﺩ‬
 ،‫ﻼ‬
‫ﺨﹶ‬‫ ﹶ‬،‫ﻯ‬‫ﺴﻭ‬
ِ ،‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ ﹶ‬،‫ﻻ‬
‫”ِﺇ ﱠ‬

A. İstisnâ Edatlarının Kısımları


İstisnâ edatları dört kısma ayrılır.
ƒ Harf olanlar.
ƒ İsim olanlar.
ƒ Fiil olanlar.
ƒ Hem fiil hem harf olanlar.
1. Harf Olan İstisnâ Edatları

“‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬ve “‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫ ”ﺤ‬dır. “‫ﻻ‬
‫”ِﺇ ﱠ‬nın dilciler tarafından harf olduğuna dair bir mutabakat

söz konusu olsa da “‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫ ”ﺤ‬için aynı durum söz konusu değildir. Bazılarına göre “‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫”ﺤ‬

harf, bazılarına göre de “‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫ ”ﺤ‬fiildir.194 ( Bu konuyla ilgili geniş bilgi çalışmamızın

193
Abdullah b. Hişâm el-Ensârî, Evdahu’l-mesâlik ilâ Elfiyeti ibn Mâlik, II, 249-254.
194
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 103.

42
ilerleyen kısımlarında “‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫ ”ﺤ‬başlığı altında zikredilecektir). Genel kabul gören görüş

harf olduğu şeklindedir.


2. İsim Olan İstisnâ Edatları

Bunlar, “‫ﺭ‬‫ﻏﻴ‬
‫ ” ﹶ‬ve “‫ﻯ‬‫ﺴﻭ‬
ِ ” “‫ﻯ‬‫ﺴﻭ‬
 ” “‫ﺍﺀ‬‫ﺴﻭ‬
 ” dır.195

3. Fiil Olan İstisnâ Edatları

“‫ﻴﺱ‬ ‫”ﹶﻟ‬, “‫ﻥ‬


 ‫ﻴﻜﹸﻭ‬ ‫”ﻻ‬, “‫ﺍ‬‫ﻋﺩ‬
 ‫ﺎ‬‫”ﻤ‬, “‫ﻼ‬
‫ﺨ ﹶ‬
‫ﺎ ﹶ‬‫ ”ﻤ‬dir. “‫ﻼ‬
‫ﺨ ﹶ‬
‫ﺎ ﹶ‬‫”ﻤ‬nın harf olduğu fikrinde olan

dilciler de vardır. Bu takdirde “‫ﺎ‬‫ ”ﻤ‬mastar edatı değil, zâiddir.

4. Hem Fiil Hem Harf Olan İstisnâ Edatları

“‫ﺍ‬‫ﻋﺩ‬
 ” ve “‫ﻼ‬
‫ﺨﹶ‬‫ ” ﹶ‬hem fiil hem harftir. Fakat fiiliyet yönü daha ağır basar. “‫ﻼ‬
‫ﺨ ﹶ‬
‫”ﹶ‬

ve “‫ﺍ‬‫ﻋﺩ‬
 ” kendinden sonra gelen kelimeyi nasb ederelerse fiil, cer ederlerse harftir.196

Burada dikkat edilmesi gereken husus, bu edatların “‫ﺎ‬‫ ”ﻤ‬sız bulunmaları gerektiğidir.197

II. İstisnâ Edatlarının Kullanımları ve Özellikleri


A. Harf Olan İstisnâ Edatları

1. “‫ﻻ‬
‫“ ”ِﺇ ﱠ‬illâ”

“‫ﻻ‬
‫”ِﺇ ﱠ‬nın harf olduğu noktasında ittifak vardır.198 Bu edat, tek kelime halinde

bulunabileceği gibi-bir şart edatı olan “‫ﻥ‬


 ‫ ”ﺇ‬ile nefy edatı “‫”ﻻ‬nın bileşimi “‫ ﻻ‬+ ‫ﻥ‬
 ‫”ﺇ‬

olarak da bulunabilir. Tek kelime halinde bulunan “‫ﻻ‬


‫”ِﺇ ﱠ‬ya “muhrace”, şart edatı olan

“‫ﻻ‬
‫”ِﺇ ﱠ‬ya, da “mudğame” adı veridir.199

195
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 103.
196
İbn Hasan Ali b. Mü’min b. Muhammed b. Ali b. Asfür el-İşbilî, a.g.e., II, 38.
197
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 103.
198
Sibeveyh, a.g.e., II, 309; Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 103.
199
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 133.

43
Biz konumuz itibariyle tek kelime halinde olan “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬üzerinde duracağız. Fakat

öncelikle şunu belirtmekte fayda vardır: Bir şart edatı olan “‫ﻥ‬
 ‫ ”ﺇ‬ile, nefy edatı olan

“‫”ﻻ‬nın bileşimi olan “‫ﻻ‬


‫”ِﺇ ﱠ‬, görünüm itibariyle istisnâ edatı “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬ile aynıdır. Fakat “‫ﻥ‬
 ‫”ﺇ‬

Bir şart edatı olduğundan, kendisinden sonra devamlı “şart-cevap” adı verilen iki fiil

(cümlesi) bulunur. 200 Bu fiiller mûzari’ ise, sonralarını cezmeder. “‫ ”ﻻ‬da cümleyi

olumsuz yapar. Bu durumundan dolayı bu “‫ﻻ‬


‫ ”ِﺇ ﱠ‬yı istisnâ “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬sından ayırt etmek

kolaydır. Mesela “.‫ﺭ‬


 ‫ﻴ‬ ‫ﺩ ﹶﻜ ِﺒ‬ ‫ﺎ‬‫ﻭ ﹶﻓﺴ‬ ‫ﺽ‬
ِ ‫ﺭ‬ ‫ﻲ ﺍﻷ‬
 ‫ﻥ ِﻓ ﹾﺘ ﹶﻨ ﹲﺔ ِﻓ‬
 ‫ﻩ ﹶﺘ ﹸﻜ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﻌﹸﻠ‬ ‫ﻻ ﹶﺘ ﹾﻔ‬
‫ ِﺇ ﱠ‬... ” “ … Eğer siz onu

( Allah’ın emirlerini) yerine getirmesseniz, yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesat
olur.”201

“. ‫ﺏ‬
 ‫ﺴ‬
 ‫ﺭ‬ ‫ﺩ ﹶﺘ‬ ‫ﺠ ﹶﺘ ِﻬ‬
 ‫ﻻ( ﹶﺘ‬+‫ﻥ‬
 ‫ﻻ )ﺇ‬
‫“ ”ِﺇ ﱠ‬Eğer çalışmazsan sınıfta kalırsın.”202 cümlelerindeki “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬nın

şart edatı olduğu kolayca görülmektedir.

Bir istisnâ edatı olan “‫ﻻ‬


‫ ”ِﺇ ﱠ‬den başka … dan gayrı, hariç, ancak, müstesnâ,

sadece vb. anlamlarda kullanılır. Daha önce de belirttiğimiz gibi bu edat harftir. 203
Sûkun üzere mebnîdir. İrabda mahalli yoktur.204 En önemli ve en çok kullanılan istisnâ
edatıdır. 205 Gerek konuşma dilinde, gerekse edebî metinlerde bir istisnâ edatı olarak

“‫ﻻ‬
‫”ِﺇ ﱠ‬nin kullanımına sıkça rastlamaktayız. Kur’an-ı Kerim’de de en çok kullanılan

istisnâ edatlarının başında “‫ﻻ‬


‫”ِﺇ ﱠ‬nın geldiğini müşahede etmekteyiz. Şu âyetlerde olduğu

gibi.

200
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 134.
201
el-Enfal, 8/73.
202
Akdağ Hasan, a.g.e., s. 66.
203
Muhammed Said İsbir-Bilâl Cüneydî, a.g.e., s. 360.
204
Tâhir Yusuf el-Hatip, a.g.e., s. 56.
205
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 327.

44
“.‫ﻡ‬ ‫ﻙ ﹶﻜﺭِﻴ‬
 ‫ﻤﹶﻠ‬ ‫ﻻ‬
‫ﻫﺫﹶﺍ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻥ‬
 ‫ﺸﺭﹰﺍ ﺇ‬
‫ ﹶ‬‫ﻫﺫﹶﺍ ﺒ‬ ‫ﺎ‬‫ ﻤ‬...” “… Bu bir beşer değil … Bu ancak üstün bir

melektir.”206

“... ‫ﺱ‬
 ‫ﺒﻠِﻴ‬ ‫ﻻ ﺇ‬
‫ﻭﺍ ِﺇ ﱠ‬‫ﺩ‬‫ﺠ‬‫ﻡ ﹶﻓﺴ‬ ‫ﺩ‬ ‫ﻭﺍ ﻵ‬‫ﺠﺩ‬
‫ﺴ‬
 ‫ﻼﺌِ ﹶﻜﺔِ ﺍ‬
‫ ﹶ‬‫ ”ﻭﺇ ﹾﺫ ﹸﻗ ﹾﻠﻨﹶﺎ ﻟِ ﹾﻠﻤ‬Hani biz meleklere: Adem’e secde

edin, demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler...207

el-Ebedî, Cezveliyye Şerhi’nde “‫ﻻ‬


‫”ِﺇ ﱠ‬nın sadece isim cümlesi veya muzâri fiilin
öncesinde bulunabiliceğini zikreder.208

“.‫ﻴﺩ‬ ‫ﺯ‬
 ‫ﻻ‬
‫ﻡ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺎ ﻗﹶﺎ‬‫“ ”ﻤ‬Zeyd’den başkası ayağa kalkmadı.”209
isim

“.‫ﻩ ﻗﹶﺎ ِﺌﻡ‬ ‫ﻭ‬


 ‫ﺒ‬ ‫ﻻ ﺃ‬
‫ﺩ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬ ‫ﺎ‬‫“ ”ﻤ‬Zeyd ancak babası ayakta olandır.”210
İsim cümlesi

“.‫ﻭﻡ‬
 ‫ﻴﻘﹸ‬ ‫ﻻ‬
‫ﺩ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬ ‫ﺎ‬‫“ ”ﻤ‬Zeyd ancak ayağa kalkandır.”211
Muzâri fiil

“.‫ﻻ ﻗﹶﺎﻡ‬
‫ﺩ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬ ‫ﺎ‬‫ ”ﻤ‬denilemez.212
Mazi fiil

a. “‫ﻻ‬
‫”ِﺇ ﱠ‬nın Müstesnâsının İ’rabı
“‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬ın müstesnâsının i‘rabında üç durum söz konusudur.

ƒ Mansûb olur.
ƒ Mansûb veya Bedel olur.
ƒ Harekesini kendisinden önceki âmiline göre alır.213
(1) Mansûb Olması

“‫ﻻ‬
‫”ِﺇ ﱠ‬nın müstesnâsının üç durumda mansûb olması zorunludur (vacibtir).

206
Yusuf, 12/31.
207
el-Bakara, 2/34.
208
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 171.
209
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 171.
210
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 171.
211
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 171.
212
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 171.
213
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 677.

45
Birincisi: Cümle tâm ve mûceb olursa, müstesnâ ister muttasıl veya
munkatı‘ olsun, ister müstesnâ minhten önce ya da sonra gelsin, müstesnânın mansûb

olması vacibtir.214 Bu durumda i‘rab esnasında “‫ﻻ‬


‫ ”ِﺇ ﱠ‬ya “harf-i istisnâ”, müstesnâya da

“mansû’b ‘âle’l-istisnâ” denilir.215


Muttasıl istisnâya örnek:

“. ‫ﺭ‬
ِ ‫ﺨﺩِﻴ‬
‫ﺏ ﺍﻟ ﱠﺘ ﹾ‬
 ‫ﻁﺒِﻴ‬
‫ﻻ ﹶ‬
‫ﺀ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺎ‬‫ﻁﺒ‬
ِ ‫ ﺍﻷ‬‫ﺝ‬‫ﺨﺭ‬
‫“ ” ﹶ‬Anestezi doktoru hariç, doktorlar çıktılar.”

“. ‫ﻭ‬
ِ‫ﺤ‬ ‫ﺴﺘﹶﺎ ﹶﺫ ﺍﻟ ﱠﻨ‬
 ‫ﻻ ُﺃ‬
‫ﺎﺘِ ﹶﺫ ﹶﺓ ِﺇ ﱠ‬‫ﺕ ﺍﻷﺴ‬
‫ﺃﻴ ﹸ‬‫“ ”ﺭ‬Nahiv (gramer) öğretmeni hariç, öğretmenleri gördüm.”

“. ‫ﺭ‬
 ‫ﺍ ِﺌ‬‫ﺠﺯ‬
 ‫ﻻ ﺍﻟ‬
‫ﻲ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﺭ ِﺒ‬ ‫ﻌ‬ ‫ﺏ ﺍﻟ‬
ِ ‫ﻤ ﹾﻐ ِﺭ‬ ‫ﻼﺩِ ﺍﻟ‬
‫ﺕ ﺇﻟﻰ ﺒِ ﹶ‬
‫ﺭ ﹸ‬ ‫ﺎ ﹶﻓ‬‫“ ”ﺴ‬Cezayir dışında, Mağrib Arap ülkelerine

yolculuk ettim.”216

“.‫ﺩﹰﺍ‬‫ﺯﻴ‬
 ‫ﻻ‬
‫ﻡ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﺭ ﺍﻟ ﹶﻘ‬ ‫ﺎ‬‫“ ”ﺴ‬Zeyd hariç, kavim yürüdü.”217

Muttasıl istisnâda müstesnânın müstesnâ minhten önce zikredilmesine


örnek:

“.‫ﺀ‬ ‫ﺎ‬‫ﻁﺒ‬
ِ ‫ﺨﺩِﻴ ِﺭ ﺍﻷ‬
‫ﺏ ﺍﻟ ﱠﺘ ﹾ‬
 ‫ﻁﺒِﻴ‬
‫ﻻ ﹶ‬
‫ ِﺇ ﱠ‬‫ﺝ‬‫ﺨﺭ‬
‫“ ” ﹶ‬Anestezi doktoru hariç, doktorlar çıktılar.”

“.‫ﺎﺘِ ﹶﺫ ﹶﺓ‬‫ﻭ ﺍﻷﺴ‬


ِ‫ﺤ‬ ‫ﺴﺘﹶﺎ ﹶﺫ ﺍﻟ ﱠﻨ‬
 ‫ﻻ ُﺃ‬
‫ﺕ ِﺇ ﱠ‬
‫ﺃﻴ ﹸ‬‫“ ”ﺭ‬Nahiv (gramer) öğretmeni hariç, öğretmenleri gördüm.”

Munkatı‘ istisnâya örnek:

“.ِ‫ﺴﺌِﹶﻠﺔ‬
 ‫ﻕ ﺍﻷ‬
‫ﺍ ﹶ‬‫ﻻ ﺃﻭﺭ‬
‫ﻥ ِﺇ ﱠ‬
ِ ‫ﺎ‬‫ﻤ ِﺘﺤ‬ ‫ﻻ‬
ِ ‫ﻭﺍ ﺍ‬‫ﺍ ِﻗﺒ‬‫ﻤﺭ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻀ‬
 ‫ﺤ‬
 ” “Sınav gözetmenleri geldi, ancak soru

kağıtları gelmedi.”

“. ‫ﺏ‬
 ‫ﺤﻘﹶﺎ ِﺌ‬
 ‫ﻻ ﺍﻟ‬
‫ﺤﹶﻠﺔِ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﺭ‬ ‫ﺱ ﺍﻟ‬
 ِ‫ﻼﺒ‬
‫ ﹶ‬‫ﺕ ﻤ‬
‫ﺩ ﹾ‬ ‫ﻋ‬
ِ ‫“ ”ُﺃ‬Çantalar müstesnâ, yolculuk elbiseleri hazırlandı.”

214
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 319; Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 126; Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e.,
s. 677.
215
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 319-320.
216
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 677-678.
217
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 144.

46
Munkatı‘ istisnâda müstesnânın, müstesnâ minhten önce zikredilmesine
örnek:

“.‫ﺎﻥ‬‫ﻤ ِﺘﺤ‬ ‫ﻻ‬


ِ ‫ﻭﺍ ﺍ‬‫ﺍ ِﻗﺒ‬‫ﻤﺭ‬ ِ‫ﺴﺌِﹶﻠﺔ‬
 ‫ﻕ ﺍﻷ‬
‫ﺍ ﹶ‬‫ﻭﺭ‬ ‫ﻻ َﺃ‬
‫ﺭ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻀ‬
 ‫ﺤ‬
 ” “Sınav gözetmenleri geldi, ancak soru

kağıtları gelmedi.”

“.ِ‫ﺤﹶﻠﺔ‬
 ‫ﺭ‬ ‫ﺱ ﺍﻟ‬
 ِ‫ﻼﺒ‬
‫ ﹶ‬‫ﺏ ﻤ‬
 ‫ﺤﻘﹶﺎ ِﺌ‬
 ‫ﻻ ﺍﻟ‬
‫ﺕ ِﺇ ﱠ‬
‫ﺩ ﹾ‬ ‫ﻋ‬
ِ ‫“ ”ُﺃ‬Çantalar müstesnâ, yolculuk elbiseleri hazırlandı.”

“.‫ﺩ‬ ‫ﺤ‬
 ‫ﻙ َﺃ‬
 ‫ﺎ‬‫ﻻ ﺃﺒ‬
‫ﺎ ِﺇ ﱠ‬‫ﻴﻬ‬ ‫ﺎ ِﻓ‬‫“ ”ﻤ‬Onda babandan başka kimse yoktur.”218

“. ‫ﻕ‬
‫ﻴ ﹲ‬ ‫ﺼ ِﺩ‬
 ‫ﻙ‬
 ‫ﺎ‬‫ﻻ ﺃﺒ‬
‫ﺎ ﻟِﻲ ِﺇ ﱠ‬‫“ ”ﻤ‬Babandan başka arkadaşım yoktur.”219

İkincisi: cümle tâm ve gayr-ı mûceb olur, aynı zamanda müstesnâ, müstesnâ
minhten önce gelirse müstesnânın mansûb olması vaciptir.220
el-Kûmeyt bin Zeyd’in şu beyti buna güzel bir örnektir:

‫ﺏ‬
 ‫ﻫ‬ ‫ﻤ ﹾﺫ‬ ‫ﻕ‬
‫ﺤﱢ‬
 ‫ﺏ ﺍﻟ‬
 ‫ﻫ‬ ‫ﻤ ﹾﺫ‬ ‫ﻻ‬
‫ﻲ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﺎ ِﻟ‬‫ﻭﻤ‬ ‫ﻌ ﹲﺔ‬ ‫ﺸ‬
ِ ‫ﺩ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﺤ‬
‫لﺃ‬
َ‫ﻻﺁ‬
‫ﻲ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﺎ ِﻟ‬‫ﻭﻤ‬

Hak mezhebinden başka hiçbir Ahmet ailesinden başka dostum


mezhebim yoktur221 yoktur
Konuyla ilgili diğer örnekler:

“.‫ﺩ‬ ‫ﺤ‬
 ‫ﻙ َﺃ‬
 ‫ﻻ ﺃﺨﹶﺎ‬
‫ ِﺇ ﱠ‬‫ﺢ‬‫ﺎ ﹶﻨﺠ‬‫“ ”ﻤ‬Kardeşinden başka kimse başarılı olmadı.”

“.‫ﺩﹰﺍ‬‫ﻙ َﺃﺤ‬
 ‫ﻻ ﺃﺨﹶﺎ‬
‫ﺕ ِﺇ ﱠ‬
‫ﻴ ﹸ‬ ‫ﺃ‬‫ﺎ ﺭ‬‫“ ”ﻤ‬Kardeşinden başka kimseyi görmedim.”

“.ٍ‫ﺩ‬‫ﻙ ﺒِ َﺄﺤ‬
 ‫ﻻ ﺃﺨﹶﺎ‬
‫ﺕ ِﺇ ﱠ‬
‫ﺭ ﹸ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﺎ‬‫“ ”ﻤ‬Kardeşinden başka kimseye uğramadım.”222

Not: Müstesnâ minhten önce gelen müstesnânın, ister mûceb, ister gayr-ı
mûceb olsun nasbı vaciptir. Çünkü “istisnâ üzere mansûb” olmadığı takdirde bedel
olması gerekmektedir ki bu da imkansızdır. Bunun da sebebi şudur: Bedel tâbidir.
Tâbinin de matbu’unun önüne geçmesi caiz değildir.

218
Sibeveyh, a.g.e., II, 335.
219
Sibeveyh, a.g.e., II, 335.
220
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 126; Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 678.
221
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 126; Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 678.
222
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 678.

47
Üçüncüsü: Cümle tâm ve gayr-ı mûceb, istisnâ da munkatı‘ ise, müstesnânın
mansûb olması vaciptir.

“... ‫ﻥ‬
‫ﻅ‬‫ﻉ ﺍﻟ ﱠ‬
 ‫ﺎ‬‫ﻻ ﺍ ﱢﺘﺒ‬
‫ﻋ ﹾﻠ ٍﻡ ِﺇ ﱠ‬
ِ ‫ﻥ‬
 ‫ﻡ ِﺒ ِﻪ ِﻤ‬ ‫ﻬ‬ ‫ﺎ ﹶﻟ‬‫ ﻤ‬...” “... Onların o konuda zanna uymaktan başka

hiçbir bilgileri yoktur...”223

“.‫ﻌ ﹰﺔ‬ ‫ﻤ ِﺘ‬ ‫ﻻ ﺃ‬


‫ﺭ ِﺓ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻥ ﺍﻟﻁﱠﺎ ِﺌ‬
 ‫ﺏ ِﻤ‬
 ‫ﺭﻜﹶﺎ‬ ‫ل ﺍﻟ‬
َ ‫ﺎ ﹶﻨﺯ‬‫“ ”ﻤ‬Eşyalar hariç, yolcular uçaktan inmediler.”

“.‫ ﹶﺓ‬‫ﻻ ﺍﻟﻁﱠﺎﺌِﺭ‬


‫ﺏ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﺭﻜﹶﺎ‬ ‫ﺕ ﺍﻟ‬
‫ﻴ ﹸ‬ ‫ﺃ‬‫ﺎ ﺭ‬‫“ ”ﻤ‬Uçak hariç, yolcuları görmedim.” cümlelerinde bu durum

söz konusudur.
Ancak bu üçüncü durumda konuda müstesnânın nâsb vucubiyetini
Temimoğulları kabûl etmez. Onlara göre nasb olabileceği gibi, bedel de olabilir.224
Ciran el-‘Avd’in şu beyti buna güzel bir örnektir:

“. ‫ﺱ‬
 ‫ﻴ‬ ‫ﻻ ﺍﻟﻌ‬
‫ﺭ ﻭِﺇ ﱠ‬ ‫ﻌﺎﻓِﻴ‬‫ﻻ ﻴ‬
‫ ِﺇ ﱠ‬- ‫ﺱ‬
 ‫ﺎ َﺃﻨِﻴ‬‫ ِﺒﻬ‬‫ﻴﺱ‬ ‫ﺩ ٍﺓ ﹶﻟ‬ ‫ﺒ ﹾﻠ‬ ‫“ ”ﻭ‬Nice beldeler vardır ki onda hiç dost

yoktur, ancak boz ceylanlar ve güzel develer vardır.”225

(2) “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬nın Müstesnâsının Mansûb veya Bedel Olması

Cümle tâm ve gayr-ı mûceb ise “‫ﻻ‬


‫”ِﺇ ﱠ‬nın müstesnâsının müstesnâ minhten bedel

olarak i’rab edilmesi, ya da istisnâ üzere mansûb olması caizdir. Bu konuda istisnânın
muttasıl ya da munkatı‘ olması durumu değiştirmez.226

“.‫ﺞ‬
‫ﺴ‬ ‫ ﹶﻨ ﹾﻔ‬‫ ﺃﻭ ﺒ‬- ‫ﺞ‬‫ ﹶﻨ ﹾﻔﺴ‬‫ﻻ ﺍﻟﺒ‬
‫ﺭ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺎ‬‫ﺯﻫ‬ ‫ﺢ ﺍﻷ‬
 ‫ﻡ ﹶﺘ ﹶﺘ ﹶﻔ ﱠﺘ‬ ‫“ ”ﹶﻟ‬Menekşe hariç, çiçekler açmadı.”

“.‫ل‬
َ ‫ﻭ‬ ‫ﻻ ﺍﻷ‬
‫ ِﺇ ﱠ‬‫ﻋﻠﹶﻰ ﺍﻟﻘﹶﺎ ِﺩﻤِﻴﻥ‬
 ‫ﺕ‬
‫ﻤ ﹸ‬ ‫ﺴﻠﱠ‬
 ‫ﺎ‬‫“ ”ﻤ‬Gelenlerden birincisi hariç, kimseye selam

vermedim.”227
Bu tür cümlelerde zikredilen her iki durum câiz olsa da, daha uygun görülen
seçenek müstesnânın bedel olarak kullanılmasıdır.228

223
en-Nisa, 4/157.
224
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 678.
225
Sibeveyh, a.g.e., II, 322; Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 679.
226
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 127; Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 679.
227
Ali el-Cârim, Mustafa Emin, a.g.e., I, 84.
228
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 127; Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 679.

48
“. ‫ﻥ‬
 ‫ﺎﻟﱡﻭ‬‫ﻻ ﺍﻟﻀ‬
‫ﺒ ِﻪ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻤ ِﺔ‬ ‫ﺤ‬
 ‫ﺭ‬ ‫ﻥ‬
 ‫ﻁ ِﻤ‬
‫ﻴ ﹾﻘ ﹶﻨ ﹸ‬ ‫ﻥ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﻭ‬ ...” “… Dalalete düşenlerden başka, Rabbinin

rahmetinden kim ümit keser? dedi.”229

“... ‫ﻡ‬ ‫ﻬ‬ ‫ل ِﻤ ﹾﻨ‬


ٌ ‫ﻻ ﹶﻗﻠِﻴ‬
‫ﻩ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻌﻠﹸﻭ‬ ‫ﺎ ﹶﻓ‬‫ ﻤ‬...” “… İçlerinden pek azı hariç, bunu yapmadılar…”230

“... ‫ﻙ‬
 ‫ﺃ ﹶﺘ‬‫ﻤﺭ‬ ‫ﻻ ﺍ‬
‫ﺩ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺤ‬
 ‫ﻡ َﺃ‬ ‫ﺕ ِﻤ ﹾﻨ ﹸﻜ‬
‫ﻴ ﹾﻠ ﹶﺘ ِﻔ ﹾ‬ ‫ ﻭﻻ‬...” “… Karın hariç, içinizden hiç kimse geri dönüp

bakmasın…”231

“... ‫ﷲ‬
ُ ‫ﻻﺍ‬
‫ﺏ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﺭ ﺍﻟ ﱡﺫﻨﹸﻭ‬ ‫ﻴ ﹾﻐ ِﻔ‬ ‫ﻥ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ ﻭ‬...” “... Allah’tan başka günahları kim bağışlayabilir…”232

âyetlerinde müstesnâ bedel olarak gelmiştir.


Eğer cümle mânevî nefy anlamı içeriyorsa, yâni cümledeki olumsuzluk, nefy

edatı vasıtasıyla verilmiyorsa, yine iki durum söz konusudur: Ya “‫ﻻ‬


‫ ”ِﺇ ﱠ‬ile istisnâ üzere

nasb olur, ya da bedel olur ki tercih yine bedelliyettir. Mesela

“.‫ﺩ‬ ‫ﻻ ﺨﹶﺎِﻟ‬
‫ﻭ ِﻡ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻕ ﺍﻟ ﹶﻘ‬
‫ﻼﹸ‬
‫ﺨ ﹶ‬
‫ﺕ ﺃﹾ‬
‫ﺩﹶﻟ ﹾ‬ ‫ ” ﹶﺘﺒ‬ya da “.‫ﻻ ﺨﹶﺎﻟِﺩﺍﹰ‬
‫ﻭ ِﻡ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻕ ﺍﻟ ﹶﻘ‬
‫ﻼﹸ‬
‫ﺨ ﹶ‬
‫ﺕ ﺃﹾ‬
‫ﺩﹶﻟ ﹾ‬ ‫“ ” ﹶﺘﺒ‬Halit hariç, halkın

ahlakı değişti.” denilebilir.


Burada mâna “ahlakların eskisi gibi olmadığı” şeklindedir.233

“‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬dan sonra müstesnânın lafzen bedel olabilmesine imkân yoksa, bu

durumda mübdel minh olan müstesnâ minhin mahalline hamlonulur.

Mesela; “‫ﻻ ﺍﷲ‬


‫ ِﺇ ﱠ‬‫“ ”ﻻ ﺇﹶﻟﻪ‬Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur.” cümlesinde ‘la’

“‫ ”ﻻ‬cinsi nefy eden edattır. İlâh “‫ ”ﺇﹶﻟﻪ‬kelimesi onun ismidir ve sonu feth üzere mebnîdir.

Haberi ise gizli (müstetir) bulunan “mevcudun” “‫ﺩ‬ ‫ﻭ‬‫ﻭﺠ‬‫ ”ﻤ‬kelimesidir ve mecburen

hazfedilmiş durumdadır. Allah “‫ ”ﺍﷲ‬lafzı, mübdel minh olan ve feth üzere mebnî olan

229
el-Hicr, 15/56.
230
en-Nisa, 4/66.
231
Hud, 11/81.
232
Âl-i İmran, 3/135.
233
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 128.

49
ilah “‫ ”ﺇﹶﻟﻪ‬kelimesinin fetha harekesine hamlen okunsa bu defa nefy-i cins mânası illa

“‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬edatıyla kaldırılmıştır. Allah “‫ ”ﺍﷲ‬kelimesi “‫ﺩ‬ ‫ﻭ‬‫ﻭﺠ‬‫ ”ﻤ‬kelimesinde müstetir olan

zamire bedeldir veya “‫ ”ﻻ‬ve isminin mahalli irabına hamledilerek merfû okunur. Çünkü

“‫ ”ﻻ‬ve ismi aslında mübtedadır.234

Aynı şekilde; “.‫ﻻ ﺨﹶﺎﻟِﺩﺍﹰ‬


‫ﺩٍ ِﺇ ﱠ‬‫ﻥ َﺃﺤ‬
 ‫ﺀﻨِﻲ ِﻤ‬ ‫ﺎ‬‫ﺎ ﺠ‬‫“ ”ﻤ‬Beni Halit’ten başka hiç kimse

ziyaret etmedi” örneğinde Halit “‫ ”ﺨﹶﺎﻟِﺩ‬kelimesinin mübdel minhi olan “ٍ‫ﺩ‬‫ﻥ َﺃﺤ‬
 ‫“ ” ِﻤ‬min

ehadin” kelimesine lafzen hamlolunmasına imkan yoktur. Zira burada “‫ﻥ‬


 ‫ ” ِﻤ‬harfi nefyi

te’kid için getirilmiştir ve zâidedir. Bu ancak menfî bir üslûba mahsustur. Fakat nefy

mânası, üslubdaki “‫ﻻ‬


‫”ِﺇ ﱠ‬ ile kaldırılmıştır. Bu nedenle yukarıdaki cümle

“.‫ﺩ‬ ‫ﺭﻨِﻲ ﺨﹶﺎِﻟ‬


 ‫ﺍ‬‫ﺎ ﺯ‬‫“ ”ﺇ ﱠﻨﻤ‬Beni ancak Halit ziyaret etti” anlamındadır.235

Ancak bu durumlarda dikkat edilmesi gereken bir şey vardır:

“.‫ﻻ ﺨﹶﺎِﻟ ٍﺩ‬


‫ﺩٍ ِﺇ ﱠ‬‫ﻥ َﺃﺤ‬
 ‫ﺏ ِﻤ‬
 ‫ﺕ ﺍﻟ ِﻜﺘﹶﺎ‬
‫ﺨ ﹾﺫ ﹸ‬
‫ﺎ ﺃ ﹶ‬‫“ ”ﻤ‬Halit’ten başka hiç kimseden kitap almadım”,

örneğinde müstesnânın mübdel minhin lafzına tâbi olarak lafzen bedel olduğunu

görüyoruz. Zirâ burada “ٍ‫ﺩ‬‫ﻥ َﺃﺤ‬


 ‫ ” ِﻤ‬lafzında “‫ﻥ‬
 ‫ ” ِﻤ‬harfi ceri ‘zâid’ olmayıp ‘asliyye’ dir.

“.‫ﻻ ﺨﹶﺎِﻟ ٍﺩ‬


‫ﺤ ٍﺩ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﺕ ﺒِﺄ‬
‫ﺭ ﹸ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﺎ‬‫“ ”ﻤ‬Halit’ten başka, kimseye uğramadım.” Bu misalde müstesnâ,

müstesnâ minhünün lafzına bedel olabilir. Bu durumda cümle şöyle de olabilir;

“.‫ﻻ ِﺒﺨﹶﺎِﻟ ٍﺩ‬


‫ﺤ ٍﺩ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﺕ ﺒِﺄ‬
‫ﺭ ﹸ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﺎ‬‫“ ”ﻤ‬Halit’ten başka, kimseye uğramadım.” Bu örnekte de

görüldüğü üzere aynı durum söz konusudur. Burada da nefyi te’kid için getirilen zâid

“‫ ”ﺏ‬harfi cerri, asliyedir ve bu şekilde gelebilir. Harfi cer ile asliye olan harfi cer

234
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 127.
235
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 129.

50
karıştırılmamalıdır. Aksi takdirde müstesnânın irabı ve dolayısıyla mânası yanlış olur.
Cümledeki harfi cer zâide olunca, müstesnâ minhin mahalline mutabakat şarttır.
Şayet cümledeki harfi cer asliye olunca, müstesnâ minhin lafzına mutâbakat
uygundur.236
Unutulmamalıdır ki; tam ve gayr-ı mûceb istisnâ’da müstesnânın müstesnâ
minhden önce gelmesi durumunda, istisnâ üzere mansûb olmak zorundadır. Örneğin;

“.‫ﺩ‬ ‫ﺤ‬
 ‫ﻻ ﺨﹶﺎﻟِﺩﺍﹰ َﺃ‬
‫ﺀ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺎ‬‫ﺎ ﺠ‬‫“ ”ﻤ‬Halit’ten başka kimse gelmedi.” cümlesinde olduğu gibi.

Fakat Bağdat ve Kûfe ekolleri, müstesnânın âmiline göre ma’mul kılınmasını


ve mûstesnâ minhin de i‘rabda bedel olarak ona tâbi olmasını câiz görürler. Örneğin
“Halit’ten başka kimse gelmedi” cümlesinde

Halit “‫ﺀ‬ ‫ﺎ‬‫”ﺠ‬nin fâilidir. “‫ﺩ‬ ‫ﺤ‬


 ‫ ”َﺃ‬ise ondan bedeldir.237

Sibeveyh, Yunus’un Arapçalarına güvenilen bir kavimden şöyle rivayet ettiğini


nakleder;

“. ‫ﺭ‬
‫ﺼ‬ِ ‫ﻙ ﻨﹶﺎ‬
 ‫ﻭ‬‫ﻻ ﺃﺒ‬
‫ﺎ ﻟِﻲ ِﺇ ﱠ‬‫“ ”ﻤ‬Benim babandan başka yardımcım yok’’ 238 Bu şiir de aynı

konuya güzel bir örnek teşkil eder.

“. ‫ﻊ‬
 ‫ﻥ ﺸﹶﺎ ِﻓ‬
 ‫ﻭ‬‫ﻻ ﺍﻟ ﱠﻨ ِﺒﻴ‬
‫ﻥ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﻴ ﹸﻜ‬ ‫ﻡ‬ ‫ ﺇﺫﹶﺍ ﹶﻟ‬، ‫ﻋ ﹰﺔ‬
 ‫ﺸﻔﹶﺎ‬
‫ﻙ ﹶ‬
 ‫ﻥ ِﻤ ﹾﻨ‬
 ‫ﻭ‬‫ﺭﺠ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻡ‬ ‫ﻬ‬ ‫“ ”ﻷ ﱠﻨ‬Nitekim onlar senden şefaat

umuyorlar. Nebilerden başkasının şefaatçi olmadığı vakitte.”239

Birinci örnekte bedel “‫ﺭ‬


‫ﺼ‬ِ ‫”ﻨﹶﺎ‬, ikincisinde “‫ﻊ‬ ‫ ”ﺸﹶﺎ ِﻓ‬dır. Mübdelün’minh birinci de

“‫ﻙ‬
 ‫ﻭ‬‫”ﺃﺒ‬. İkincide de “‫ﻥ‬
 ‫ﻭ‬‫ ”ﺍﻟ ﱠﻨ ِﺒﻴ‬dır. Örneklerin asılları şöyledir;

“. ‫ﻙ‬
 ‫ﻭ‬‫ﻻ ﺃﺒ‬
‫ﺭ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺼ‬
ِ ‫ﺎ ﻟِﻲ ﻨﹶﺎ‬‫ ”ﻤ‬ve “.‫ﻥ‬
 ‫ﻭ‬‫ﻻ ﺍﻟ ﱠﻨ ِﺒﻴ‬
‫ﻊ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻥ ﺸﹶﺎ ِﻓ‬
 ‫ﻴ ﹸﻜ‬ ‫ﻡ‬ ‫”ﺇ ﹾﺫ ﹶﻟ‬

Bu örneklerde de görüldüğü üzere bedel maklubdur, yâni; tabî matbû, matbû da


tabi kılınmıştır.240

236
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 129.
237
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 130.
238
Sibeveyh, a.g.e., II, 337.
239
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 130.
240
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 131.

51
(3) “‫ﻻ‬
‫”ِﺇ ﱠ‬nın Müstesnâsının Harekesini Âmiline Göre Alması

Cümle müferrağ olursa “‫ﻻ‬


‫ ”ِﺇ ﱠ‬yokmuş gibi kabul edilir ve müstesnâ “‫ﻻ‬
‫”ِﺇ ﱠ‬nın

öncesindeki âmiline göre hareke alır. Müferrağ istisnâda müstesnâ minh mevcut

olmadığı için “‫ﻻ‬


‫ ”ِﺇ ﱠ‬mülgâdır. “‫ﻻ‬
‫”ِﺇ ﱠ‬dan önceki âmilin, “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬dan sonrasını etkilemesi için

boş bırakılmıştır. 241 Bu istisnâ türü müferrağ olduğu için gayrı mûceb olması tercih
edilmektedir.

“... ‫ﻥ‬
‫ﺴ‬‫ﺤ‬
 ‫ﻻ ﺒِﺎﱠﻟﺘِﻲ ﻫِﻲ ﺃ‬
‫ﺏ ِﺇ ﱠ‬
ِ ‫ل ﺍﻟ ِﻜﺘﹶﺎ‬
َ ‫ﻫ‬ ‫ﺎ ِﺩﻟﹸﻭﺍ ﺃ‬‫“ ”ﻭﻻ ﹸﺘﺠ‬Ehli kitapla ancak en güzel yoldan

mücâdele edin...”242

“.‫ﻥ‬
 ‫ﻭ‬‫ ﺍﻟﻅﱠﺎِﻟﻤ‬‫ﻭﻡ‬ ‫ﻻ ﺍﻟ ﹶﻘ‬
‫ﻙ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﻬﹶﻠ‬ ‫ﻴ‬ ‫ل‬
ْ ‫ﻫ‬ ...” “... Zâlim toplumdan başkası mı helâk olur.”243

“... ‫ﻕ‬
‫ﺤﱠ‬
 ‫ﻻ ﺍﻟ‬
‫ﷲ ِﺇ ﱠ‬
ِ ‫ﻋﻠﹶﻰ ﺍ‬
 ‫ ﻭﻻ ﹶﺘ ﹸﻘﻭﹸﻟﻭﺍ‬...” “… Allah hakkında doğrudan başkasını

söylemeyin…”244

“.ِ‫ﻴﺭ‬ ‫ﺨ‬
‫ﻻ ﻓِﻲ ﺍﻟ ﹶ‬
‫ﺕ ِﺇ ﱠ‬
‫ﻴ ﹸ‬ ‫ﻌ‬ ‫ﺴ‬
 ‫ﺎ‬‫“ ”ﻤ‬Hayırdan başkasına koşmadım.”

“. ‫ﻕ‬
‫ﺩ ﹶ‬ ‫ﺼ‬
 ‫ﻻ ﺍﻟ‬
‫ﺏ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﺤ‬
ِ ‫“ ”ﻻ ُﺃ‬Doğruluktan başka bir şeyi sevmem.”

“.‫ﻥ‬
 ‫ﻭ‬‫ﺠ ﹶﺘ ِﻬﺩ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﻻ ﺍﻟ‬
‫ﺢ ِﺇ ﱠ‬
‫ﺠ‬ ‫ﻴ ﹾﻨ‬ ‫“ ”ﻻ‬Çalışkanlardan başkası başarılı olmaz.”

“. ‫ﻉ‬
 ‫ﺴ ِﺭ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﺩ‬ ‫ﺤ‬
ِ ‫ﺍ‬‫ﻻ ﻭ‬
‫ﺨﻁﹶﺄ ِﺇ ﱠ‬
‫ﺎ ﺃ ﹾ‬‫“ ”ﻤ‬Aceleci kimseden başkası hatâ etmedi.”

Müferrağ istisnâ, fâilden, nâibu fâilden, hâlden, temyizden ve mefûlü maah


dışındaki tüm mef’ul çeşitlerinden ve haberden meydana gelmiş olabilir.245
(a) Fâil olması

“.‫ﷲ‬
ِ ‫ﺩ ﺍ‬ ‫ﺒ‬ ‫ﻋ‬
 ‫ﻻ‬
‫ﺤ ٍﺩ ِﺇ ﱠ‬
‫ﻥﺃ‬
 ‫ﺀﻨِﻲ ِﻤ‬ ‫ﺎ‬‫ﺎ ﺠ‬‫“ ”ﻤ‬Bana Abdullah’tan başkası gelmedi.”246

241
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 679.
242
el-Ankebut, 29/46.
243
el-En’am, 6/47.
244
en-Nisa, 4/171.
245
Mehmet Zihni Efendi, a.g.e., s. 248; Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 679.

52
“. ‫ﺏ‬
ٍ ‫ﻼ‬
‫ﻁﱠ‬‫ﻼ ﹶﺜ ﹸﺔ ﹸ‬
‫ﻻ ﹶﺜ ﹶ‬
‫ﺏ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﺎ ﻏﹶﺎ‬‫“ ”ﻤ‬Üç öğrenciden başkası kaybolmadı.”

“. ‫ﻥ‬
 ‫ﻭ‬‫ﺠ ﹶﺘ ِﻬﺩ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﻻ ﺍﻟ‬
‫ﺢ ِﺇ ﱠ‬
‫ﺠ‬ ‫ﻴ ﹾﻨ‬ ‫ل‬
ْ ‫ﻫ‬ ” “Çalışkanlardan başkası başarılı olabilir mi?”247

(b) Nâibu’l-fâil olması

“. ‫ﺏ‬
 ‫ﻻ ِﻜﺘﹶﺎ‬
‫ﺉ ِﺇ ﱠ‬
َ ‫ﺎ ﹸﻗ ِﺭ‬‫“ ”ﻤ‬Bir kitaptan başkası okunmadı.”

“.‫ﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬


 ‫ﻻ‬
‫ﺏ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﻀ ِﺭ‬
 ‫ﺎ‬‫“ ”ﻤ‬Zeyd’den başkası dövülmedi.”

(c) Mef’ulün-bih olması

“.‫ﻻ ِﻜﺘﹶﺎﺒ ﹰﺎ‬


‫َﺃ ِﺇ ﱠ‬‫ﺎ ﹶﻗﺭ‬‫“ ”ﻤ‬Bir kitaptan başkasını okumadı.”

“.‫ﺩﹰﺍ‬‫ﺯﻴ‬
 ‫ﻻ‬
‫ﺕ ِﺇ ﱠ‬
‫ﻴ ﹸ‬ ‫ﺃ‬‫ﺎ ﺭ‬‫“ ”ﻤ‬Sadece Zeyd’i gördüm.”

(d) Mef’ulün-li eclih olması

“.‫ﺒ ﹰﺎ‬‫ﻻ ﺘﹶﺄ ِﺩﻴ‬


‫ﺕ ِﺇ ﱠ‬
‫ﺨ ﹸ‬
‫ ﹾ‬‫ﻭﺒ‬ ‫ﺎ‬‫“ ”ﻤ‬Onu sadece terbiye etmek için azarladım.”

(e) Mef’ulün-fih olması

“.‫ﻴ ِﺔ‬ ‫ﻻ ﻓِﻲ ﺍﻟ ﹸﻜﱢﻠ‬


‫ﻪ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻴﺘﹸ‬ ‫ﺎ ﹶﻟ ِﻘ‬‫“ ”ﻤ‬Onunla fakülteden başka bir yerde karşılaşmadım.”

(f) Mef’ulü mutlak olması

“.‫ﻀﻌِﻴﻔ ﹰﺎ‬
 ‫ﻅ ﱠﻨﺎﹰ‬
‫ﻻ ﹶ‬
‫ ِﺇ ﱠ‬‫ﻅﻥ‬
‫ﺎ ﺃ ﹸ‬‫“ ”ﻤ‬Ancak zayıf bir zanda bulunuyorum.”

(g) Hal olması

“.‫ﺭُﺃ‬
 ‫ﻴ ﹾﻘ‬ ‫ﻭ‬‫ﻻ ﻭﻫ‬
‫ﻪ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻴﺘﹸ‬ ‫ﺃ‬‫ﺎ ﺭ‬‫“ ”ﻤ‬Onu sadece okurken gördüm.”

(h) Temyiz olması

“.‫ﺀ‬ ‫ﺎ‬‫ﻻ ﺍﻟﻤ‬


‫ﺀ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻸ ﺍﻹﻨﹶﺎ‬
َ ‫ﻤ ﹶﺘ‬ ‫ﺎ ﺍ‬‫“ ”ﻤ‬Kaplar sadece su ile doldu.”

(l) Haber olması

“.‫ﺩﻨﹾﻴﺎ‬ ‫ﻑ ﻓِﻲ ﺍﻟ‬


‫ﻭ ﹲ‬‫ﻀﻴ‬
 ‫ﻻ‬
‫ﻥ ِﺇ ﱠ‬
‫ﺤ‬
 ‫ﺎ ﹶﻨ‬‫“ ”ﻤ‬Biz dünyada sadece misafiriz” veya “Biz dünyada

misafirden başka bir şey değiliz” Bu örnekte mûstesnâ mübteda’nın haberidir.

246
Mehmet Zihni Efendi, a.g.e., s. 240.
247
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 679.

53
“.‫ﺤﻜﹶﻤ ﹰﺎ‬
 ‫ﻻ‬
‫ﺱ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﺭﺌِﻴ‬ ‫ ﺍﻟ‬‫ﻴﺱ‬ ‫“ ”ﹶﻟ‬Başkan hakemden başka bir şey değildir.” Burada da mûstesnâ

“‫ﻴﺱ‬ ‫”ﹶﻟ‬nin haberidir.

Daha önce de zikredildiği üzere müferrağ istisnâda kasem cümleleri mûceb


olarak gelebilir. Fakat bu mûceblik yapı bakımındandır. Mâna bakımından cümle
olumsuzdur. Cümlenin cevabı mâzi fiille başlar, fakat geleceğe delâlet eder, öncesinde

de “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬bulunur.

“.‫ﺢ‬
 ‫ﺼ ﹾﻠ‬
 ‫ﺕ ﺍﻟ‬
‫ﻻ ﹶﻗﺒِ ﹾﻠ ﹶ‬
‫ﷲ ِﺇ ﱠ‬
َ ‫ﻙﺍ‬
 ‫ﺩ ﹸﺘ‬ ‫ﺸ‬
‫“ ”ﻨﹶﺎ ﹶ‬Senden Allah adına barışı kabûl etmenden başka bir şey

istemiyorum.”

“. ‫ﻕ‬
‫ﺤﱠ‬
 ‫ﺕ ﺍﻟ‬
‫ﻌ ﹶ‬ ‫ﻻ ﺍ ﱠﺘﺒ‬
‫ﷲ ِﺇ ﱠ‬
ِ ‫ﻙ ﺒِﺎ‬
 ‫ﺄ ﹾﻟ ﹸﺘ‬‫“ ”ﺴ‬Senden Allah adına hakka tâbi olmandan başka bir şey

istemiyorum.”

Bu üslûbta “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬dan sonraki cümle, mûevvel mastardır ve “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬dan önceki

cümlenin gerektirdiği şekilde i’rab alır. Bu iki örneğin takdiri şudur;

“. ‫ﺢ‬
 ‫ﺼ ﹾﻠ‬
 ‫ل ﺍﻟ‬
َ ‫ﻥ ﹶﺘ ﹾﻘﺒ‬
‫ﻻﺃ‬
‫ﷲ ِﺇ ﱠ‬
َُ ‫ﻙ ﺍ‬
 ‫ﺩ ﹸﺘ‬ ‫ﺸ‬
‫ﺎ ﻨﹶﺎ ﹶ‬‫”ﻤ‬

“. ‫ﻕ‬
‫ﺤﱠ‬
 ‫ ﺍﻟ‬‫ﻥ ﹶﺘ ﱠﺘﺒِﻊ‬
‫ﻻﺃ‬
‫ﷲ ِﺇ ﱠ‬
ِ ‫ﻙ ﺒِﺎ‬
 ‫ﺄ ﹾﻟ ﹸﺘ‬‫ﺎ ﺴ‬‫”ﻤ‬

Birinci örneğin mastarı, “‫ﻙ‬


 ‫ﻭﹸﻟ‬‫“ ” ﹶﻗﺒ‬kabul etmen”; ikincisinin mastarı ise “‫ﻙ‬
‫ﻋ‬
 ‫ﺎ‬‫”ﺍ ﱢﺘﺒ‬

“tâbi olman” dır.248

b. “‫ﻻ‬
‫”ِﺇ ﱠ‬nın Üslupta Tekrarlanması
İstisnâ cümlesinde “‫ﻻ‬
‫”ِﺇ ﱠ‬nın tekrarlandığı müşâhade edilir. Bu tekrar iki amaçla

yapılır. Bunlardan biri te’kid (te’kid) amaçlı, diğeri ise cümlede diğer bir istisnânın
bulunduğunu dile getirmek, ifâde etmektir.249

“.‫ﻙ‬
‫ﺴ‬
 ‫ﻻ ﻜﹶﺄ‬
‫ﻻ ﻜﹶﺄﺴﹰﺎ ِﺇ ﱠ‬
‫ﺱ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﺕ ﺍﻟ ﹸﻜﺅُﻭ‬
‫ﻸ ﹸ‬‫“ ”ﻤ‬Bir bardak, senin bardağın hariç, bardakları

doldurdum.”250

248
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 680.
249
Muhammed Hayr Hilvânî, a.g.e., II, 461.

54
“. ‫ﻙ‬
 ‫ﺱ ﺃﺨِﻴ‬
 ‫ﻻ ﻜﹶﺄ‬
‫ﻙ ِﺇ ﱠ‬
‫ﺴ‬
 ‫ﻻ ﻜﹶﺄ‬
‫ﺱ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﺕ ﺍﻟ ﹸﻜﺅُﻭ‬
‫ﻸ ﹸ‬‫“ ”ﻤ‬Bardağın ve kardeşinin bardağı hariç,

bardakları doldurdum.”251

“.‫ﻻ ﺨﹶﺎﻟِﺩﺍﹰ‬
‫ﺩﹰﺍ ِﺇ ﱠ‬‫ﺴﻌ‬
 ‫ﻻ‬
‫ﺱ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﺀ ﺍﻟﻨﱠﺎ‬ ‫ﺎ‬‫“ ”ﺠ‬Sa‘d ve Halit hariç, insanlar geldiler.”252

(1) “‫ﻻ‬
‫”ِﺇ ﱠ‬nın Te’kid Amaçlı Tekrarlanması

Te’kid amaçlı tekrarlanan “‫ﻻ‬


‫”ِﺇ ﱠ‬nın kendisinden sonraki kelimeye etkisi olmaz,

yeni bir istisnâ da oluşturmaz. Sadece birinci kelimenin te’kidini sağlar. Bu da “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬nın

amel etmemesi, amelden alıkonulması anlamına gelir. Bu üslub, bedel ve atıfta


geçerlidir. Fakat atıf harflerinden sadece ‘‘atıf vâvı’’ kullanılabilmektedir. Diğer atıf
harflerinin kullanımı doğru olmaz.253 Örneğin

“. ‫ﻙ‬
 ‫ﻻ ﺃﺨِﻴ‬
‫ﺩﹰﺍ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬ ‫ﻻ‬
‫ﺤ ٍﺩ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﺕ ﺒِﺄ‬
‫ﺭ ﹸ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﺎ‬‫“ ”ﻤ‬Kardeşin Zeyd’den başka kimseye uğramadım.”

cümlesinde, “‫ﻙ‬
 ‫ ”ﺃﺨِﻴ‬kardeşin’’ kelimesi, “‫ﺩﹰﺍ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬ ” “Zeyd’’ kelimesinden bedeldir. İkinci

“‫ﻻ‬
‫”ِﺇ ﱠ‬nın burada hiçbir etkisi yoktur. Aynı şekilde, “.‫ﺭﹰﺍ‬ ‫ﺒ ﹾﻜ‬ ‫ﻻ‬
‫ﻻ ﺍﻟ ﹶﻔﺘﹶﻰ ِﺇ ﱠ‬
‫ﻡ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺕ ِﺒ ِﻬ‬
‫ﺭ ﹸ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﺎ‬‫”ﻤ‬

“Genç, Bekir’den başkasına uğramadım” cümlesinde de yine bedel söz konusudur.

“.‫ﺭﹰﺍ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﻋ‬
 ‫ﻻ‬
‫ﺩﹰﺍ ﻭِﺇ ﱠ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬ ‫ﻻ‬
‫ﻡ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﻡ ﺍﻟ ﹶﻘ‬ ‫“ ”ﻗﹶﺎ‬Zeyd ve Amr hariç topluluk ayağa kalktı” cümlesi de atfa

örnektir. Cümlenin aslı; “.‫ﺭﹰﺍ‬


 ‫ﻤ‬ ‫ﻋ‬
 ‫ﺩﹰﺍ ﻭ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬ ‫ﻻ‬
‫ ِﺇ ﱠ‬...” şeklindedir.254

Atıf ile “‫ﻻ‬


‫”ِﺇ ﱠ‬nın tekrarlandığı cümlelerde atıf vavından sonraki kelime atıf

vavından önceki kelimeye matûftur ve aynı anlamı direkt alır.255

250
Muhammed Hayr Hilvânî, a.g.e., II, 461.
251
Muhammed Hayr Hilvânî, a.g.e., II, 461.
252
Muhammed Hayr Hilvânî, a.g.e., II, 461.
253
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 338; Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 131; Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e.,
s. 680.
254
Muhammed Muhyiddin Abdûlhamid, Şerhu İbn Âkil, I, Beyrut, (t.s.), 604-605; Ali Yılmaz, a.g.e., s.
102.
255
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 338.

55
“.‫ل‬
َ ‫ﻁﻔﹶﺎ‬
‫ﻻ ﺍﻷ ﹾ‬
‫ﺀ ﻭِﺇ ﱠ‬ ‫ﺎ‬‫ﻻ ﺍﻟ ﱢﻨﺴ‬
‫ﺏ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﺎ ِﻨ‬‫ﺯ ﺍﻷﺠ‬ ‫ﺠ‬
ِ‫ﺤ‬
 ” “Kadın ve çocuklar hariç, yabancılar gözaltına

alındılar” Bu örnekte “‫ﺀ‬ ‫ﺎ‬‫“ ”ﺍﻟ ﱢﻨﺴ‬kadınlar” kelimesi mansûb müstesnâdır. Vav atıf harfidir,

ikinci “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬ise, birinciyi te’kid için gelmiştir. “‫ل‬
َ ‫ﻁﻔﹶﺎ‬
‫“ ”ﺍﻷ ﹾ‬Çocuklar” kelimesi de “‫ﺀ‬ ‫ﺎ‬‫”ﺍﻟ ﱢﻨﺴ‬

kelimesine matûftur. Aynı şekilde; “.‫ﻤ ﹸﺔ‬ ‫ﻁ‬


ِ ‫ﻻ ﹶﻓﺎ‬
‫ﺩ ﻭِﺇ ﱠ‬ ‫ﺴﻌِﻴ‬
 ‫ﻻ‬
‫ﺢ ِﺇ ﱠ‬
‫ﺠ‬ ‫ﻴ ﹾﻨ‬ ‫ﻡ‬ ‫“ ”ﹶﻟ‬Fatıma ve Sâid’den

başkası başarılı olmadı” örneğinde “‫ﺩ‬ ‫ﺴﻌِﻴ‬


 ” “Sâid” fâildir. “‫ﻤ ﹸﺔ‬ ‫ﻁ‬
ِ ‫“ ”ﻓﹶﺎ‬Fatıma” ise “vav” ile

ona matuftur. İkinci “‫ﻻ‬


‫ ”ِﺇ ﱠ‬da yine birinciyi te’kid için getirilmiştir.256

Atıf ve bedel şu misalde birlikte kullanılmıştır:

“.‫ﻪ‬ ‫ﻤﹸﻠ‬ ‫ﺭ‬


 ‫ﻪ ﻭ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﺭﺴِﻴ‬ ‫ﻻ‬
‫ﻪ ﻭِﺇ ﱠ‬ ‫ﻤﹸﻠ‬ ‫ﻋ‬
 ‫ﻻ‬
‫ﻙ ِﺇ ﱠ‬
‫ﺨ‬
ِ ‫ﻴ‬ ‫ﺸ‬
‫ﻥ ﹶ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﻤﺎ ﹶﻟﻙ‬ ” “Senin şeyhinin amelinden Safâ-

Merve arasında sa’y ve Kabeyi tavaftan başka yaptığı bir şey yoktur.”257 Bu beytin aslı

“.‫ﻪ‬ ‫ﻤﹸﻠ‬ ‫ﺭ‬


 ‫ﻪ ﻭ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﺴﻴ‬
ِ ‫ﺭ‬ ‫ﻻ‬
‫ﻪ ﻭِﺇ ﱠ‬ ‫ﻤﹸﻠ‬ ‫ﻋ‬
 ‫ﻻ‬
‫ ِﺇ ﱠ‬...” şeklindedir “‫ﻪ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﺭﺴِﻴ‬ ” lafzı “‫ﻪ‬ ‫ﻤﹸﻠ‬ ‫ﻋ‬
 ” dan bedeldir. “‫ﻪ‬ ‫ﻤﻠﹸ‬ ‫ﺭ‬ ”

Lafzı, “‫ﻪ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﺭﺴِﻴ‬


 ” üzerine vav ile matuftur. “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬burada te’kid için tekrarlanmıştır.258

Daha önce de belirttiğimiz üzere, te’kid için ikinci “‫ﻻ‬


‫”ِﺇ ﱠ‬nın kendinden sonraki

kelimenin harekesi veya i’rabı açısından herhangi bir etkisi yoktur. Bu nedenle
hazfedilebilir.Varlığı ve yokluğu birdir.259

Örneğin “‫ﺭﺸِﻴﺩ‬
 ‫ﻥ ﺍﻟ‬
 ‫ﻭ‬‫ﺎﺭ‬‫ ”ﻫ‬Harun er-Reşid, “‫ﺩ ﺍﻷﻤِﻴﻥ‬ ‫ﺤﻤ‬
 ‫ﻤ‬ ” Muhammed el-Emin

vb. gibi isimlerde,

“.‫ﺩ‬ ‫ﺭﺸِﻴ‬
 ‫ﻻ ﺍﻟ‬
‫ﻥ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﻭ‬‫ﺎﺭ‬‫ﻻ ﻫ‬
‫ﻡ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﺀ ﺍﻟ ﹶﻘ‬ ‫ﺎ‬‫“ ”ﺠ‬Harun Reşid haricinde, kavim geldi.”

256
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 680.
257
Sibeveyh, a.g.e., II, 341.
258
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 132; Muhammed Muhyiddin Abdûlhamid, a.g.e, I, 606.
259
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 338-339.

56
“.‫ﻥ‬
 ‫ﻻ ﺍﻷﻤِﻴ‬
‫ﺩﹰﺍ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﺤ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﻻ‬
‫ﺀ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺨﹶﻠﻔﹶﺎ‬
‫ﺭ ﺍﻟ ﹸ‬ ‫ﻬ‬ ‫ﺸ ﹶﺘ‬
‫“ ”ﺍِ ﹾ‬Muhammed Emin haricinde, halifeler meşhûr oldu.

(bilindi)” tarzında bir kullanım söz konusu olabilir. Bu iki örnekte de ikinci “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬yeni bir

istisnâ oluşturmamaktadır. Çünkü burada “‫ﺭﺸِﻴﺩ‬


 ‫“ ”ﺍﻟ‬er-Reşid” kelimesinden amaçlanan

“‫ﻥ‬
 ‫ﻭ‬‫ﺎﺭ‬‫”ﻫ‬ “Hârun”, “‫”ﺍﻷﻤِﻴﻥ‬ “el-Emîn” kelimesinden de amaçlanan “‫ﺩﹰﺍ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﺤ‬
 ‫ﻤ‬ ”

Muhammed’dir. İkinci “‫ﻻ‬


‫ ”ِﺇ ﱠ‬te’kid amaçlıdır. “‫ ”ﺍﻷﻤِﻴﻥ‬ve “‫ﺭﺸِﻴﺩ‬ ‫ ”ﺍﻟ‬kelimelerine hareke

bakımından etki etmemiştir. Bu kelimelerin her biri birinci müstesnâdan bedel kül minel

kül veya “atfı beyân” olarak i’rab alır. Eğer tekrarlanan illa “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬yı hazfedecek olursak;

i’rab veya harekelerde herhangi bir değişiklik olmaz.


Bu örneklerde müstesnâlar nasb veya ref edilebilir, çünkü her iki istisnâ tam
gayr-ı mûcebdir.

“.‫ﺩ‬ ‫ﺭﺸِﻴ‬
 ‫ﻻ ﺍﻟ‬
‫ﻥ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﻭ‬‫ﺎﺭ‬‫ﻻ ﻫ‬
‫ﻡ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﺀ ﺍﻟ ﹶﻘ‬ ‫ﺎ‬‫“ ”ﺠ‬Harun Reşid haricinde, kavim geldi.” Bu örnekte ise

istisnânın müferrağ olması sebebiyle “‫ﺭﺸِﻴﺩ‬


 ‫“ ”ﺍﻟ‬er-Reşid” kelimesinin “‫ﻥ‬
 ‫ﻭ‬‫ﺎﺭ‬‫“ ”ﻫ‬Hârun”

kelimesine tâbi olarak ref’ olması zorunludur.

“.‫ﻥ‬
 ‫ﻻ ﺍﻷﻤِﻴ‬
‫ﺩﹰﺍ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﺤ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﻻ‬
‫ﺀ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺨﹶﻠﻔﹶﺎ‬
‫ ﺍﻟ ﹸ‬‫ﺭ‬‫ﺸ ﹶﺘﻬ‬
‫“ ”ﺍِ ﹾ‬Muhammed Emin haricinde, halifeler meşhûr oldu.

(bilindi)” örneği için de durum aynıdır.260

“. ‫ﻲ‬
 ‫ﺭ ِﺒ‬ ‫ﻌ‬ ‫ﻻ ﺍﻟ‬
‫ﺩﹰﺍ ِﺇ ﱠ‬‫ﺤﻤ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﻻ‬
‫ﻥ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﺎ ِﻓﺭِﻭ‬‫ﻤﺴ‬ ‫ﻊ ﺍﻟ‬ ‫ﺠ‬
ِ ‫ﺭ‬ ‫ﺎ‬‫“ ”ﻤ‬Muhammed el-Arabî hariç, yolcular

dönmediler.”

“. ‫ﻲ‬
 ‫ﺭ ِﺒ‬ ‫ﻌ‬ ‫ﻻ ﺍﻟ‬
‫ﺩﹰﺍ ِﺇ ﱠ‬‫ﺤﻤ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﻻ‬
‫ﻊ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺠ‬
ِ ‫ﺭ‬ ‫ﺎ‬‫“ ”ﻤ‬Muhammed el-Arabî hariç, (yolcular) dönmediler.”

Bütün bu örneklerde ikinci “‫ﻻ‬


‫ ”ِﺇ ﱠ‬yokmuş gibi kabul edilir.261

260
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 338-339.
261
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 680.

57
(2) Te’kid Amacı Dışında “‫ﻻ‬
‫”ِﺇ ﱠ‬nın Tekrarlanması

Te’kid amacı dışında tekrarlanan “‫ﻻ‬


‫”ِﺇ ﱠ‬, yeni bir istisnâ oluşturmaktadır ve

hazfedilemez. Eğer hazfedilirse; cümlenin mânası -bâzı kelimelerle biraz olsun anlaşılsa
dahî- tam olarak anlaşılamaz, yâni yeni istisnâ ve cümlenin kastettiği mâna açığa

çıkmaz. Çünkü ikinci “‫ﻻ‬


‫”ِﺇ ﱠ‬nın gâyesi birincisi ile ortaktır ve bu gâye de istisnâdır.262

Bu tür tekrarın bâzı şekilleri ile hükümleri vardır. Bunları maddeler halinde şu
şekilde sıralayabiliriz:
1. İstisnâ, müferrağ istisnâ ise yâni müstesnâ minh mahzufsa, âmilin müstesnâların
herhangi birisinde etkisini göstermesi (meşgûl edilmesi) diğerlerinin nasbı gerekir.263

“.‫ﻻ ﻁﹶﺎﺭِﻗﺎﹰ‬
‫ﺩﹰﺍ ِﺇ ﱠ‬‫ﺤﻤ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﻻ‬
‫ﺩ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻻ ﺨﹶﺎِﻟ‬
‫ﺀ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺎ‬‫ﺎ ﺠ‬‫“ ”ﻤ‬Sadece Hâlit, Muhammed ve Tarık geldi”

cümlesinde âmil “‫ﺀ‬ ‫ﺎ‬‫ ”ﺠ‬fiilidir ve “‫ﺩ‬ ‫ ”ﺨﹶﺎِﻟ‬ismi üzerinde amel etmiştir, diğerleri

nasbolmuştur. Âmilin ilk müstesnâda etkisini göstermesi, tercih edilmektedir.264

“.‫ﺒﻜﹾﺭﹰﺍ‬ ‫ﻻ‬
‫ﺭﹰﺍ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﻋ‬
 ‫ﻻ‬
‫ﺩ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬ ‫ﻻ‬
‫ﻡ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺎ ﻗﹶﺎ‬‫“ ”ﻤ‬Zeyd, Amr ve Bekr hariç hiç kimse ayağa

kalkmadı”.265

“.‫ﺴﻤِﻴﺭﹰﺍ‬
 ‫ﻻ‬
‫ﻻ ﹶﻜﺭِﻴﻤﹰﺎ ِﺇ ﱠ‬
‫ﺏ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﻻ ﹶﻟﺒِﻴ‬
‫ﺭﻨِﻲ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺍ‬‫ﺎ ﺯ‬‫“ ”ﻤ‬Beni, Lebib, Kerim ve Semir’den başkası

ziyaret etmedi” cümlesinde âmil yine ilk müstesnâda “‫ﺏ‬


 ‫ ”ﹶﻟﺒِﻴ‬amel etmiştir.266

“.‫ﻴ ﹰﺎ‬ ‫ﻭ‬


ِ ‫ﺎﹰ ﹶﻗ‬‫ﺒ‬‫ﻻ ﹶﻗﺼ‬
‫ ِﺇ ﱠ‬،‫ﻏﺯِﻴﺭﺍﹰ‬
‫ﺸﻌِﻴﺭﹰﺍ ﹶ‬
‫ﻻ ﹶ‬
‫ ِﺇ ﱠ‬،‫ﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺠ‬
 ‫ﺢ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﻻ ﹶﻗ‬
‫ﺕ ِﺇ ﱠ‬
‫ ﹶ‬‫ﺎ ﹶﻨﺒ‬‫ ”ﻤ‬Güzel buğday, bol arpa ve güçlü

kamıştan başka bir şey bitmedi.267

262
Muhammed Muhyiddin Abdûlhamid, a.g.e, I, 607; Abbâs Hasan, a.g.e., II, 339; Mustafa el-Galâyînî,
a.g.e., III, 132.
263
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 342; Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 132; Mehmet Zihni Efendi, a.g.e, s. 251.
264
Yılmaz Ali, Arapça’da Nahiv ve Belagat Açısından Te’kid, İstanbul 2000, s. 102-103, (Basılmamış
Doktora Tezi).
265
Mehmet Zihni Efendi, a.g.e, s. 251.
266
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 681; Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 131.
267
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 340.

58
Fakat bu kesin bir kural değildir. Âmil herhangi başka bir mustesnâda da amel
edebilir.

“.‫ﺭﹰﺍ‬‫ﻋﻤ‬
 ‫ﻻ‬
‫ﺩ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬ ‫ﻻ‬
‫ﻡ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺎ ﻗﹶﺎ‬‫”ﻤ‬, veya “.‫ﺭ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﻋ‬
 ‫ﻻ‬
‫ﺩﹰﺍ ِﺇ ﱠ‬‫ﺯﻴ‬ ‫ﻻ‬
‫ﻡ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺎ ﻗﹶﺎ‬‫ ”ﻤ‬Ömer ve Zeyd haricinde kimse

ayağa kalkmadı.268 denebilir.

Şunu da belirtmek gerekir ki; eğer “‫ﻻ‬


‫ ”ِﺇ ﱠ‬iki isimle tekrarlanırsa, bunlardan

birinin mutlaka nasb edilmesi gerekir. Çünkü bir fiilin iki fâili bulunamaz. Bu durumda
birinin nasbı diğerinin refi’ vacip olur.269
2. Tam, mûceb veya gayr-ı mûceb istisnâlarda müstesnâ, müstesnâ minhten önce
gelmişse, tümünün nasbı gerekir.270

“. ‫ﺏ‬
 ‫ﻼ‬
‫ﺩﹰﺍ ﺍﻟﻁﱡ ﱠ‬‫ﺯﻴ‬ ‫ﻻ‬
‫ﺩﹰﺍ ِﺇ ﱠ‬‫ﺤﻤ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﻻ‬
‫ﻻ ﺨﹶﺎﻟِﺩﺍﹰ ِﺇ ﱠ‬
‫ﺀ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺎ‬‫“ ”ﺠ‬Hâlid, Muhammed ve Zeyd haricinde talebeler

geldi” cümlesinde “‫ﺏ‬


 ‫ﻼ‬
‫ ”ﺍﻟﻁﱡ ﱠ‬kelimesi müstesnâ minh ve fâildir. Müstesnâlardan önce

gelmiştir.

“.‫ﻡ‬ ‫ﻭ‬‫ ﺍﻟ ﱡﻨﺠ‬،‫ﻴﺦﹶ‬‫ﻤﺭ‬ ‫ﻻ ﺍﻟ‬


‫ ِﺇ ﱠ‬،‫ﻤﺭ‬ ‫ﻻ ﺍﻟ ﹶﻘ‬
‫ ِﺇ ﱠ‬،‫ﻤﺱ‬ ‫ﺸ‬
‫ﻻ ﺍﻟ ﱠ‬
‫ﺕ ِﺇ ﱠ‬
‫ﺒ ﹾ‬ ‫ﺎ ﻏﹶﺎ‬‫“ ”ﻤ‬Mars, ay ve güneş haricinde gök

cisimleri kaybolmadılar (batmadılar).”271


3. Tam ve mûceb istisnâlarda müstesnâlar, müstesnâ minh’den sonra gelmişlerse,
tümünün nasbı gerekir.272

“.‫ﻴ ﹰﺎ‬ ‫ﻋِﻠ‬


 ‫ﻻ‬
‫ﻻ ﺨﹶﺎﻟِﺩﺍﹰ ِﺇ ﱠ‬
‫ﺩﹰﺍ ِﺇ ﱠ‬‫ﺯﻴ‬ ‫ﻻ‬
‫ﻡ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻡ ﺍﻟﻘﹶﻭ‬ ‫“ ”ﻗﹶﺎ‬Zeyd, Halit ve Ali hariç, topluluk ayağa kalktı.”

“.‫ﻡ‬ ‫ﺍﻫِﻴ‬‫ﺒﺭ‬ ‫ﻻ ﺇ‬
‫ﻻ ﺨﹶﺎﻟِﺩﺍﹰ ِﺇ ﱠ‬
‫ﻡ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﺀ ﺍﻟ ﹶﻘ‬ ‫ﺎ‬‫“ ”ﺠ‬Halit ve İbrahim dışındaki topluluk geldi.”

“.‫ﺴﻤِﻴﺭﹰﺍ‬
 ‫ﻻ‬
‫ﻻ ﹶﻜﺭِﻴﻤﺎﹰ ِﺇ ﱠ‬
‫ﻻ ﹶﻟﺒِﻴﺒﹰﺎ ِﺇ ﱠ‬
‫ﺀ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺼ ِﺩﻗﹶﺎ‬
 ‫ﺀ ﺍﻷ‬ ‫ﺎ‬‫“ ”ﺠ‬Lebib, Kerim ve Semir dışında arkadaşlar

geldi.”273

268
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 150.
269
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 150.
270
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 340.
271
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 340.
272
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 132; Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 680.
273
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 680.

59
4. Tam ve gayrı mûceb istisnâlarda müstesnâlar, müstesnâ minh’den sonra gelmişlerse,
birisi hariç tümü nasb edilir.274

“.‫ﻻ ﻁﹶﺎﺭِﻗﺎﹰ‬
‫ﺩﹰﺍ ِﺇ ﱠ‬‫ﺤﻤ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﻻ‬
‫ﺩ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻻ ﺨﹶﺎِﻟ‬
‫ﺏ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﻁﻼﱠ‬
‫ ﺍﻟ ﹸ‬‫ﺏ‬‫ﺎ ﹶﺫﻫ‬‫“ ”ﻤ‬Halit, Muhammed ve Tarık hariç,

talebeler gitmedi.” Bu durumda tercih edilen uygulama, birincinin bedel olarak tabi
olması, diğerlerinin de nasb edilmesidir.

“.‫ﺴﻤِﻴﺭﹰﺍ‬
 ‫ﻻ‬
‫ﻻ ﹶﻜﺭِﻴﻤﺎﹰ ِﺇ ﱠ‬
‫ﺏ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﻻ ﹶﻟﺒِﻴ‬
‫ﺀ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺼ ِﺩﻗﹶﺎ‬
 ‫ﺭﻨِﻲ ﺍﻷ‬ ‫ﺍ‬‫ﺎ ﺯ‬‫“ ”ﻤ‬Arkadaşlardan beni, Lebib, Kerim ve

Semir’den başkası ziyâret etmedi.”275

“. ‫ﺦ‬
‫ﻤﺭِﻴ ﹶ‬ ‫ﻻ ﺍﻟ‬
‫ ِﺇ ﱠ‬‫ﺭ‬‫ﻻ ﺍﻟ ﹶﻘﻤ‬
‫ﺱ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﺸ‬
‫ﻻ ﺍﻟ ﱠ‬
‫ﻡ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻭ‬‫ﺕ ﺍﻟ ﱡﻨﺠ‬
‫ﺒ ﹾ‬ ‫ﺎ ﻏﹶﺎ‬‫“ ”ﻤ‬Güneş, ay ve mars hariç gök cisimleri

batmadılar.”276

Tüm bu tekrarlanan “‫ﻻ‬


‫ ”ِﺇ ﱠ‬ile yapılan isitisnâ türlerinde görüldüğü üzere

tekrarlanan “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬yeni bir istisnâ oluşturuyorsa, arkasında mutlaka müstesnâ gelmelidir

ve müstesnâ minhi olmalıdır. Peki bu müstesnâ minh nerededir? Acaba olması gereken
bu müstesnâ minh, ilk zikredilen müstesnâ minh midir? Yoksa bu müstesnâ minh,

tekrarlanan “‫ﻻ‬
‫”ِﺇ ﱠ‬nın hemen önündeki müstesnâ mıdır? Böylelikle tekrarlanan ‫ﻻ‬
‫ ِﺇ ﱠ‬dan

sonraki müstesnâ hemen önündeki müstesnâdan çıkartılmış mı oluyor?


İşte tüm bu sorular bu konuda karşılaşılması kaçınılmaz sorulardır. Bu soruları
daha iyi anlayabilmek ve bunlara cevap bulabilmek için aşağıda verilen örneklere dikkat
edelim:

“.‫ﻴﻨ ﹰﺎ‬‫ﺤﺴ‬
 ‫ﻻ‬
‫ﻭﺩﹰﺍ ِﺇ ﱠ‬‫ﺤﻤ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﻻ‬
‫ﺎﻟِﺤ ﹰﺎ ِﺇ ﱠ‬‫ﻻ ﺼ‬
‫ﻥ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﺎ ِﻤﻠﹸﻭ‬‫ﺭ ﺍﻟﻌ‬ ‫ﺒ ﱠﻜ‬ ” “Salih, Mahmud ve Hüseyin haricinde

işçiler erken kalktılar”. Cümlesinde te’kid amacı olmaksızın tekrarlanan “‫ﻻ‬


‫ ”ِﺇ ﱠ‬dan

sonraki müstesnâ minh nerededir? “‫ﻭﺩﹰﺍ‬‫ﺤﻤ‬


 ‫ﻤ‬ ” “Mahmud” kelimesi ikinci müstesnâdır.

Peki; müstesnâ minhi nerededir? Acaba müstesnâ minhi ilk zikredilen “‫ﻥ‬
 ‫ﺎ ِﻤﻠﹸﻭ‬‫”ﺍﻟﻌ‬

274
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 132.
275
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 680.
276
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 340.

60
“işçiler” mi, yoksa hemen önündeki ilk müstesnâ olan “‫ﺎﻟِﺤ ﹰﺎ‬‫“ ”ﺼ‬Salih” kelimesi midir?

Aynı şekilde “‫ﻴﻨ ﹰﺎ‬‫ﺤﺴ‬


 ” “ Hüseyin” kelimesi üçüncü müstesnâdır. Peki bunun müstesnâ

minhi hangisidir? İlk zikredilen “‫ﻥ‬


 ‫ﺎ ِﻤﻠﹸﻭ‬‫“ ”ﺍﻟﻌ‬işçiler” mi, yoksa onun da hemen önündeki

“‫ﻭﺩﹰﺍ‬‫ﺤﻤ‬
 ‫ﻤ‬ ” “Mahmud” kelimesi midir? Bunlar da değilse hangisidir?

Bu sorulara kaynaklarda verilen cevaplar şöyledir:


Eğer, müstesnâların birbirinden istisnâsı mümkün değilse -ki; yukarıda
zikredilen örnek bu biçimde bir örnektir- müstesnâ minh doğrudan, ilk zikredilen

müstesnâ minhtir. O da bu örnekte “‫ﻥ‬


 ‫ﺎ ِﻤﻠﹸﻭ‬‫“ ”ﺍﻟﻌ‬işçiler”dir. Fakat her bir müstesnânın bir

öncekinden istisnâsı mümkünse, -sayılarda olduğu gibi- iki durum söz konusudur.
Ya her bir müstesnânın hemen bir öncekinden istisnâ edilmesi, ya da tüm
müstesnâların birden ilk müstesnâ minhden istisnâ edilmesi.277

“.‫ﻻ ﻭﺍﺤِﺩﹰﺍ‬
‫ﻥ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﻴ‬ ‫ﻻ ﺍ ﹾﺜ ﹶﻨ‬
‫ﻌ ﹰﺔ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺒ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻻ ﺃ‬
‫ﺓﹰ ِﺇ ﱠ‬‫ﺸﺭ‬
‫ ﹶ‬‫ﺕ ﻋ‬
‫“ ”َﺃ ﹾﻨ ﹶﻔ ﹾﻘ ﹸ‬Dört, iki ve bir hariç, on infâk ettim”

cümlesinde müstesnâların hepsinin on’dan çıkarılması câiz olur. Bu durumda dört, iki
ve bir’i toplarız ve toplamı on’dan çıkarırız. Geriye kalan infâk edilen meblağdır. Oda
üç’tür. Yâni; 10 − (4 + 2 + 1) = 3 .
Aynı şekilde her bir müstesnâyı öncekinden istisnâ etmek sûretinde de sonuca
ulaşabiliriz. 10 − 4 = 6; 6 − 2 = 4; 4 − 1 = 3 278

Bazı kaynaklarda da şöyle bir kullanımla karşılaşmaktayız:

“‫ﻻ‬
‫ﻥ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﻴ‬ ‫ﻻ ﺍ ﹾﺜ ﹶﻨ‬
‫ﻻ ﺜﹶﻼ ﹶﺜ ﹲﺔ ِﺇ ﱠ‬
‫ﻌ ﹲﺔ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺒ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻻ ﺃ‬
‫ﺴ ﹲﺔ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﺨ‬
‫ﻻ ﹶ‬
‫ﺴ ﱠﺘ ﹲﺔ ِﺇ ﱠ‬
ِ ‫ﻻ‬
‫ﻌ ﹲﺔ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺒ‬ ‫ﺴ‬
 ‫ﻻ‬
‫ﻴ ﹲﺔ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺎ ِﻨ‬‫ﻻ ﹶﺜﻤ‬
‫ﻌ ﹲﺔ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺴ‬
 ‫ﻻ ِﺘ‬
‫ﺭ ﹲﺓ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺸ‬
‫ﻋﹾ‬ ‫ﻲ‬
 ‫ﻋﹶﻠ‬
 ‫ﻪ‬ ‫ﹶﻟ‬

‫ﺍﺤِﺩﹰﺍ‬‫“ ”ﻭ‬Onun bana dokuz hariç sekiz hariç yedi hariç altı hariç beş hariç dört hariç üç

hariç iki hariç bir borcu vardır.” Netice de kalan beştir


2 − 1 = 1; 3 − 1 = 2; 4 − 2 = 2; 5 − 2 = 3; 6 − 3 = 3; 7 − 3 = 4; 8 − 4 = 4; 9 − 4 = 5 279

277
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 574-575.
278
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 340.
279
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 340-342; Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 575.

61
Te’kid amacı olmaksızın tekrarlanan “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬ile ilgili zikredilen hükümleri

özetlemek ve yeni bir istisnâ oluşturmak istersek;

1. Eğer, “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬te’kid dışında tekrarlanmışsa, müferrağ istisnâ haricinde ve her durumda

sonraki müstesnâları nasb eder, müferrağ istisnâda ise âmil herhangi bir müstesnâda
amel eder diğerleri de nasb edilir. Amel edilecek müstesnânın ilk müstesnâ olması
tercih edilir.
2. Tam gayr-ı mûceb istisnâda eğer müstesnâlar, müstesnâ minhten sonra gelirse,
bunlardan birinin bedel olarak seçilip tâbi kılınması, diğerlerinin de nasb edilmesi
câizdir.280

c. “‫ﻻ‬
‫”ِﺇ ﱠ‬nın “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ ” ﹶ‬Mânasında Kullanılması

Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki; “‫ﻻ‬


‫ ”ِﺇ ﱠ‬ve “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ *” ﹶ‬ğayra’nın kullanım

amaçları birbirinde farklıdır. “‫ﻻ‬


‫ ”ِﺇ ﱠ‬da asıl olan istisnâ için kullanılmasıdır. “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ ” ﹶ‬da ise;

asıl olan sıfat olmasıdır. 281 Fakat buna rağmen birbirlerinin yerine kullanıldıklarını

görebilmekteyiz. Yâni, “‫ﻻ‬


‫ ”ِﺇ ﱠ‬ile sıfat, “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ ” ﹶ‬ile de istisnâ yapılabilmektedir.282

“‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬edatı, “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ ” ﹶ‬mânasında kullanıldığında, istisnâî mânası kalkar ve ondan

sonra gelen isim, “‫ﻻ‬


‫ ”ِﺇ ﱠ‬dan önceki ismin sıfatı olur. 283 Yâni bu durumda “‫ﻻ‬
‫”ِﺇ ﱠ‬nın

kullanılmasında amaç istisnâ değil, öncesini sonrasından ayıracak şekilde

vasıflandırmaktır.284 Buna en güzel örneklerden biri şu âyet-i kelimedir.

280
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 340-342.
*
‫ﺭ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻏ‬
‫( ﹶ‬ve mânası ile ilgili geniş bilgi çalışmamızın ilerleyen kısımlarında, konu başlığı altında

zikredilecektir).
281
Muhammed Said İsbir-Bilâl Cüneydî, a.g.e., s. 630; Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 138.
282
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 135; Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 682; Fâdıl Sâlih es-
Sâmirrâî, a.g.e., II, 226.
283
Muhammed Said İsbir-Bilâl Cüneydî, a.g.e., s. 162.
284
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 135.

62
“... ‫ﺩﺘﹶﺎ‬ ‫ﺴ‬
 ‫ﷲ ﹶﻟ ﹶﻔ‬
ُ ‫ﻻﺍ‬
‫ﻬ ﹲﺔ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺎ ﺁِﻟ‬‫ﻥ ﻓِﻴ ِﻬﻤ‬
 ‫“ ”ﻟﹶﻭ ﻜﹶﺎ‬Eğer o ikisinde Allah’tan başka ilahlar bulunmuş

olsaydı, her ikisi de fesada uğrardı...”285

Bu âyet-i kerimede “‫ﷲ‬


َ ‫ﻻﺍ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬ifâdesi “‫ﻬ ﹰﺔ‬ ‫”ﺁِﻟ‬nin sıfatıdır. Âyette çok sayıda ilah’ın

nefyi tek bir ilâhın isbatı amaçlanmıştır. Yâni burada “‫ﻻ‬


‫”ِﺇ ﱠ‬nın istisnâ mânası yoktur. Bu

sebeple, “‫ﷲ‬
َ ‫ ”ﺍ‬lafzı istisnâ üzere mansûb olmaz.286

Aynı şekilde “‫ﷲ‬


َ ‫“ ”ﺍ‬Allah” lafzının “‫ﻬ ﹲﺔ‬ ‫ ”ﺁِﻟ‬dan bedel olarak i’rab alması da

doğru olmaz. Çünkü istisnânın geçerli olmadığı yerde bedel de geçerli olmaz. Bu
konumda cümle istisnâ olmuş olsa dahi bedel yapılamazdı. Çünkü cümle olumludur.
Bilindiği üzere tam mûceb istisnâlarda nasb vâciptir. İstisnâ yapıldığı taktirde mânası;

“.‫ﺩﺘﹶﺎ‬ ‫ﺴ‬
 ‫ﷲ ﹶﻟ ﹶﻔ‬
ُ ‫ ﻓِﻴﻬِﻡ ﺍ‬‫ﻴﺱ‬ ‫ ﹶﻟ‬،‫ﻬ ﹲﺔ‬ ‫ﺎ ﺁِﻟ‬‫ﻥ ﻓِﻴ ِﻬﻤ‬
 ‫“ ”ﻟﹶﻭ ﻜﹶﺎ‬Eğer o iksinde aralarında Allah’ın olmadığı

ilahlar olsaydı, muhakkak ki o ikisi fesada uğrardı.” şeklinde olurdu.287

“.‫ﻥ‬
 ‫ﺨِﻠﺼِﻴ‬
‫ﻤ ﹾ‬ ‫ﻻ ﺍﻟ‬
‫ﻫ ﹾﻠﻜﹶﻰ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻥ‬
 ‫ﺎ ِﻤﻠﹸﻭ‬‫ﺍﻟﻌ‬‫ ﻭ‬،‫ﺎ ِﻤﻠﹸﻭﻥ‬‫ﻻ ﺍﻟﻌ‬
‫ﻫ ﹾﻠﻜﹶﻰ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻥ‬
 ‫ﻭ‬‫ﺎِﻟﻤ‬‫ﺍﻟﻌ‬‫ ﻭ‬،‫ﻭﻥ‬‫ﺎِﻟﻤ‬‫ﻻ ﺍﻟﻌ‬
‫ﻫ ﹾﻠﻜﹶﻰ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺱ‬
 ‫”ﺍﻟﻨﱠﺎ‬

“İnsanlar helâk oldu âlimler hariç, âlimler de helâk oldu ilmiyle amel edenler hariç,
ilmiyle amel edenler de helâk oldu ihlâslı samimî olanlar hariç”288 hadis-i şerifinde de
maksat şöyledir;

“.‫ﻫ ﹾﻠﻜﹶﻰ‬
 ‫ﻥ‬
 ‫ﺨِﻠﺼِﻴ‬
‫ﻤ ﹾ‬ ‫ﺭ ﺍﻟ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻏ‬
‫ﻥ ﹶ‬
 ‫ﺎ ِﻤﻠﹸﻭ‬‫ ﻭﺍﻟﻌ‬،‫ﻫ ﹾﻠﻜﹶﻰ‬ ‫ﻥ‬
 ‫ﺎ ِﻤﻠِﻴ‬‫ﺭ ﺍﻟﻌ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻏ‬
‫ﻥ ﹶ‬
 ‫ﻭ‬‫ﺎِﻟﻤ‬‫ ﻭﺍﻟﻌ‬،‫ﻫ ﹾﻠﻜﹶﻰ‬ ‫ﻥ‬
 ‫ﺎِﻟﻤِﻴ‬‫ﺭ ﺍﻟﻌ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻏ‬
‫ﺱ ﹶ‬
 ‫”ﺍﻟﻨﱠﺎ‬

“Âlimlerden başka insanlar helâk oldu, ilmiyle amel edenlerden başka âlimler helâk oldu,
ihlâslılardan başka da ilmiyle amel edenler helâk oldu.”

Burada da amaç istisnâ olsaydı “‫ﻻ‬


‫ ”ِﺇ ﱠ‬dan sonrası mutlaka nasb edilmeliydi.

Çünkü cümle tam-mûceb istisnâdır. Bu hadisin istisnâ yapılması câiz olabilir. Fakat
yukarıda zikredilen âyetin “nasb” ile istisnâ yapılması câiz değildir.

285
el-Enbiyâ, 21/22.
286
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 135-136.
287
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 135-136.
288
Aclûnî, İsmail b. Muhammed, a.g.e., II, 415.

63
“.‫ﻪ‬ ‫ﺒ‬ ‫ﺎ ِﻗ‬‫ﺩ ﹶﻓﻌ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬
 ‫ﻻ‬
‫ﺩ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺤ‬
 ‫ﻡ ﺃ‬ ‫ﻥ ﻗﹶﺎ‬
 ‫“ ”ﺇ‬Eğer Zeyd’den başkası ayağa kalkarsa, onu

cezalandır.”289 cümlesinde de “‫ﻻ‬


‫ ”ِﺇ ﱠ‬istisnâ edatı değil “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ ” ﹶ‬mânasında dıfattır.

* “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ ” ﹶ‬asıl itibariyle muğâyere (değişiklik) ifâde eder, Şu âyet-i kerîmede olduğu gibi;

“... ‫ﻋ ﹾﻠ ٍﻡ‬
ِ ِ‫ﻴﺭ‬ ‫ﻡ ﺒِ ﹶﻐ‬ ‫ﻫ‬ ‫ﺀ‬ ‫ﺍ‬‫ﻫﻭ‬ ‫ﻭﺍ ﺃ‬‫ﻅﹶﻠﻤ‬
‫ﻥ ﹶ‬
 ‫ﻊ ﺍﱠﻟﺫِﻴ‬ ‫ﺒ‬ ‫ل ﺍﱠﺘ‬
ِ ‫ﺒ‬ ” Hayır! Zulmedenler (nefsâni) arzularına

bilgisizce uydular...290

“.‫ﺒﻌِﻴ ٍﺩ‬ ‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬


‫ﻥ ﹶ‬
 ‫ﻤ ﱠﺘﻘِﻴ‬ ‫ﺠﻨﱠ ﹸﺔ ِﻟ ﹾﻠ‬
 ‫ﺯﻟِ ﹶﻔﺔِ ﺍﻟ‬ ‫“ ”ﻭُﺃ‬Cennet, takvâ sahiplerine yaklaştırılmıştır, uzak

değildir.”291

Görüldüğü üzere “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬


‫ ” ﹶ‬burada muğâyere (değişiklik) amaçlıdır. Bu nedenle bu

durumda “‫ﻻ‬
‫”ِﺇ ﱠ‬nın kullanımı doğru olamaz. Fakat bazen “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫” ﹶ‬nın “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬mânasında

kullanıldığı görülür. Bu durumda “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬


‫ ” ﹶ‬istisnâ amaçlıdır ve “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬dan sonra gelen ismin

hükmünü alır.292

Sibeveyh bu konuda şunları söylemektedir. “‫ﻻ‬


‫ ”ِﺇ ﱠ‬ile istisnânın câiz olduğu her

yerde “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬


‫” ﹶ‬nın kullanılması câizdir. Bu taktirde “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬dan sonraki isim kendi

konumunda kalır ve “‫ﻻ‬


‫ ”ِﺇ ﱠ‬ile kullanıldığı halde taşıdığı anlamı taşır.293

“‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫” ﹶ‬, Munkatı‘ olsun, munfasıl olsun, mûceb-gayr-ı mûceb olsun, müferrağ

olsun, müstesnâ, müstesnâ minhten önce gelsin, sonra gelsin fark etmeden tüm istisnâ
çeşitlerinde kullanılabilir.294

289
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 331.
290
er-Rum, 30/29.
291
Kâf, 50/31.
292
Fâdıl Sâlih es-Sâmirrâî, a.g.e., II, 227.
293
Sibeveyh, a.g.e., II, 343.
294
Fâdıl Sâlih es-Sâmirrâî, a.g.e., II, 227.

64
‫ﺽ‬
ِ ‫ﺭ‬ ‫ﺍﻷ‬‫ﺎ ِﺀ ﻭ‬‫ﺴﻤ‬
 ‫ﻥ ﺍﻟ‬
 ‫ﻡ ِﻤ‬ ‫ﺯ ﹸﻗ ﹸﻜ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﷲ‬
ِ ‫ﺭ ﺍ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻏ‬
‫ﻕ ﹶ‬
ٍ ‫ﻥ ﺨﹶﺎِﻟ‬
 ‫ل ِﻤ‬
ْ ‫ﻫ‬ ‫ﻡ‬ ‫ﻋﻠﹶﻴ ﹸﻜ‬
 ‫ﷲ‬
ِ ‫ ﹶﺔ ﺍ‬‫ﻌﻤ‬ ِ‫ﻭﺍ ﻨ‬‫ﺱ ﺍ ﹾﺫ ﹸﻜﺭ‬
 ‫ﺎ ﺍﻟﻨﱠﺎ‬‫ﻴﻬ‬‫”ﻴﺎ ﺃ‬

“.‫ﻥ‬
 ‫ﻭ ﻓﹶﺄﻨﱠﻰ ﺘﹸﺅ ِﻓﻜﹸﻭ‬ ‫ﻫ‬ ‫ﻻ‬
‫ ِﺇ ﱠ‬‫“ ﻻ ﺇﹶﻟﻪ‬Ey insanlar!. Allah’ın üzerinizde olan nimetini hatırlayınız.

Allah'tan başka sizi göklerden ve yerden rızıklandıran bir Hâlık var mıdır?. O’ndan
başka ilâh yoktur. O hâlde nereden dondurulmuş oluyorsunuz?”295

. “‫ﻥ‬
 ‫ﺅ ﹶﻓﻜﹸﻭ‬‫ ﻜﹶﺎﻨﹸﻭﺍ ﻴ‬‫ﻋ ٍﺔ ﹶﻜ ﹶﺫﻟِﻙ‬
 ‫ﺎ‬‫ ﺴ‬‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ﺎ ﹶﻟ ِﺒﺜﹸﻭﺍ ﹶ‬‫ﻥ ﻤ‬
 ‫ﻭ‬‫ﺠ ِﺭﻤ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﻡ ﺍﻟ‬ ‫ﺴ‬
ِ ‫ﻴ ﹾﻘ‬ ‫ﻋ ﹸﺔ‬
 ‫ﺎ‬‫ﻡ ﺍﻟﺴ‬ ‫ﻡ ﹶﺘﻘﹸﻭ‬ ‫ﻭ‬‫ﻭﻴ‬ ”

“Ve o gün ki, kıyâmet kopar, günahkârlar -dünyada- bir saatten başka
kalmadıklarına yemin ederler. İşte onlar -doğru sözden-böylece çevirilir kimseler
olmuşlardı.”296

‫ل‬
ٍ ‫ﻡ ِﺒﻠﹶﻴ‬ ‫ﺄﺘِﻴ ﹸﻜ‬‫ﷲ ﻴ‬
ِ ‫ﺭ ﺍ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻏ‬
‫ﻪ ﹶ‬ ‫ﻥ ﺇﹶﻟ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﻤ ِﺔ‬ ‫ﻭ ِﻡ ﺍﻟﻘِﻴﺎ‬‫ﺩﹰﺍ ﺇﻟﹶﻰ ﻴ‬‫ﺭﻤ‬ ‫ﺴ‬
 ‫ﺭ‬ ‫ﺎ‬‫ﻡ ﺍﻟﱠﻨﻬ‬ ‫ﻋﻠﹶﻴ ﹸﻜ‬
 ‫ﷲ‬
ُ ‫لﺍ‬
َ ‫ﻌ‬‫ﻥ ﺠ‬
 ‫ﻡ ﺇ‬ ‫ﺃﻴﹸﺘ‬‫ل ﺃﺭ‬
َ ‫” ﻗﹶﺎ‬

“.‫ﻥ‬
 ‫ﻭ‬‫ﺼﺭ‬
ِ ‫ﺒ‬ ‫ﻥ ﻓِﻴ ِﻪ ﺃﻓﹶﻼ ﹸﺘ‬
 ‫ﺴ ﹸﻜﻨﹸﻭ‬
 ‫“ ﹶﺘ‬De ki: Söyleyiniz, eğer Allah sizin üzerinize gündüzü dâimî

kılacak olsa, Allah'tan başka hangi mâbuttur ki, size kendisinde istirahat edecek
olduğunuz bir geceyi getiriverir. Hâlâ görmüyor musunuz?”297

Fakat “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬


‫ ” ﹶ‬câr ve mecrûrdan önce kullanılmaz. Örneğin;

“.‫ﻊ‬
 ‫ﻀﺭِﻴ‬
 ‫ﻥ‬
 ‫ﻻ ِﻤ‬
‫ﻡ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺎ‬‫ﻁﻌ‬
‫ﻡ ﹶ‬ ‫ﻬ‬ ‫ ﹶﻟ‬‫ﻴﺱ‬ ‫ ”ﹶﻟ‬Onlar için kuru bir dikenden başka bir yiyecek yoktur.298

Bu örnekte “.‫ﻊ‬
 ‫ﻀﺭِﻴ‬
 ‫ﻥ‬
 ‫ ِﻤ‬‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ ” ﹶ‬denilmesi doğru olmaz, çünkü “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ ” ﹶ‬lafzî değil mânevî bir

izâfeti gerektirir “.‫ﻊ‬


 ‫ﻀﺭِﻴ‬
 ِ‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ﻥ ﹶ‬
 ‫ ” ِﻤ‬de olmaz. Çünkü mâna değişir. Bundan dolayıdır ki

“‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ ” ﹶ‬car ve mecrûrun önüne gelmez. Aynı şekilde, “.‫ﻁﻠﹶﺒﹰﺎ ِﻟ ﹾﻠ ِﻌ ﹾﻠ ِﻡ‬
‫ﻻ ﹶ‬
‫ﺕ ِﺇ ﱠ‬
‫ﺠ ْﺌ ﹸ‬
ِ ‫ﺎ‬‫“ ”ﻤ‬Ben ancak

ilim talebi için geldim” cümlesinde “‫ﺭ‬


 ‫ﻴ‬ ‫ﻏ‬
‫” ﹶ‬, “‫ﻻ‬
‫”ِﺇ ﱠ‬nın yerine kullanılmaz, çünkü mefulün

leh, sadece masdar olabilir; fakat “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬


‫ ” ﹶ‬masdar değildir. “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬gibi kullanılan “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫” ﹶ‬,

295
Fâtir, 35/3.
296
er-Rum, 30/55.
297
el-Kasas, 28/72.
298
el-Ğaşiye, 88/6.

65
bazen kendi özel manasını da barındırabilir. Yâni, “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬ile mâna bakımından tam bir

mutabakat arzetmeyebilir.

“.‫ﺩ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﺤ‬


 ‫ﻤ‬ ‫ﻻ‬
‫ﻡ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺎ ﻗﹶﺎ‬‫“ ”ﻤ‬Muhammed hariç, kimse kalkmadı.”

“.‫ﺩ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﺤ‬


 ‫ﻤ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻏ‬
‫ﻡ ﹶ‬ ‫ﺎ ﻗﹶﺎ‬‫“ ”ﻤ‬Muhammed’den başkası kalkmadı” cümleleri mâna bakımından tam

bir uygunluk ifâde etmezler. Birinci örnekte “‫ﻡ‬ ‫“ ”ﻗﹶﺎ‬kalkma” fiili sadece “‫ﻤ ٍﺩ‬ ‫ﺤ‬
 ‫ﻤ‬ ”

“Muhammed” için isbat edilmiştir. Diğerleri ise nefy edilmişlerdir. İkinci cümlede ise;
bu anlamla birlikte başka bir anlam da içermektedir. O da “Muhammed” in
dışındakilerin kalkmadığıdır. Kalkma eylemi Muhammed’in dışındakiler için nefy
edilmiştir. Vurgu, Muhammed’in dışındakilerin kalkmadığı yönündedir. Aynı şekilde

“.‫ﷲ‬
َ ‫ﻻ ﺍ‬
‫ﺩ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺒ‬ ‫ﻌ‬ ‫“ ”ﻻ ﹶﺘ‬Ancak Allah’a kulluk et! ve “.‫ﷲ‬
ِ ‫ ﺍ‬‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ﺩ ﹶ‬ ‫ﺒ‬ ‫ﻌ‬ ‫“ ”ﻻ ﹶﺘ‬Allah’tan başkasına

kulluk etme.” örnekleri de mânaca tam bir uygunluk göstermezler. Birinci örnekte
istenilen sadece Allah’a kulluk edilmesidir. İkincisi ise birincisinin mânasını içerdiği
gibi, Allah’tan başkasına kulluğu nehy eden bir mâna da içermektedir. Allah’ın dışında
her şeye, putlara, taşlara, ağaçlara vb. şeylere de kulluğu yasaklamaktadır. Sanki cümle
“putlara, taşlara, ağaçlara vb. şeylere de kulluk etmeyin” anlamındadır. Yâni: cümlenin
vurgusu bu yöndedir. Birincisinde ise vurgu sadece Allah’a kulluk edilmesi
yönündedir.299

d. “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬Anlamındaki “‫ﺎ‬‫” ﹶﻟﻤ‬
Nadiren de olsa Arap dilinde “‫ﺎ‬‫ ”ﹶﻟﻤ‬edatı, “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬mânasında kullanılmaktadır. Bu

durumda cümle olumsuz olmak zorundadır. Ayrıca dahil olduğu cümlede kendisiyle
anlam genişlemesi yapılmamalı, aksine anlam daralması olmalıdır.300

“. ‫ﻅ‬
‫ﺎ ِﻓ ﹲ‬‫ﺎ ﺤ‬‫ﻴﻬ‬ ‫ﻋﹶﻠ‬
 ‫ﻤﺎ‬ ‫ل ﹶﻨ ﹾﻔﺱٍ ﹶﻟ‬
ُ ‫ﻥ ﹸﻜ‬
 ‫“ ”ﺇ‬Gözetip koruyanı olmayan hiçbir nefis yoktur.”301

299
Fâdıl Sâlih es-Sâmirrâî, a.g.e., II, 228.
300
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 681; Mehmet Zihni Efendi, a.g.e., s. 252-253.
301
et-Târık, 86/4.

66
“.‫ﻥ‬
 ‫ﻭ‬‫ﻀﺭ‬
 ‫ﺤ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﻴﻨﹶﺎ‬‫ﻊ ﹶﻟﺩ‬ ‫ﺠﻤِﻴ‬
 ‫ﺎ‬‫ﻥ ﹸﻜلﱡ ﱠﻟﻤ‬
 ‫ﺇ‬‫(“ ”ﻭ‬Onlar mahşer günü hep birlikte) ancak

huzurumuzda hazır bulundurulan kimseler olarak toplanacak olanlardır.”302 Bu âyet-i

kerimelerde “‫ﻥ‬
 ‫ ”ﺇ‬nefiy edatıdır. “‫ﺎ‬‫ ”ﱠﻟﻤ‬da, “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬mânasında kullanılmıştır. Bu edat,

yukarıdaki âyetlerde olduğu gibi, bir isim cümlesinde kullanılılır. Fiil cümlesinde
kullanıldığında ise fiil, lafzen mâzi, mânen gelecek zamanı ifade eder.

“.‫ﻑ‬
‫ﻭ َﹶ‬‫ﻤ ﹾﻠﻬ‬ ‫ﺕ ﺍﻟ‬
‫ﻏ ﹾﺜ ﹶ‬
‫ﺎ ﺃ ﹾ‬‫ﷲ ﹶﻟﻤ‬
َ ‫ﻙﺍ‬
 ‫ﺩ ﹸﺘ‬ ‫ﺸ‬
‫“ ”ﻨﹶﺎ ﹶ‬Allah adına senden sadece çaresize (yardıma muhtaç

olana) yardım etmeni istiyorum” bu cümlenin takdiri;

“.‫ﻪ‬ ‫ﻥ ﹸﺘﻐِﻴ ﹶﺜ‬


 ‫ﻻ َﺃ‬
‫ﷲ ِﺇ ﱠ‬
َ ‫ﻙﺍ‬
 ‫ﺩ ﹸﺘ‬ ‫ﺸ‬
‫ﺎ ﻨﹶﺎ ﹶ‬‫“ ”ﻤ‬O’na yardım etmenden başka bir şeyi senden Allah adına

istemedim.”303 şeklindedir.
Kasem cümlesinin fiili hazfedilir:

“.‫ﺕ ﹶﻜﺫﹶﺍ‬
‫ﻌ ﹶ‬ ‫ ﹶﻨ‬‫ﺎ ﺼ‬‫ﷲ ﹶﻟﻤ‬
ِ ‫“ ”ﺒِﺎ‬Allah adına ne olur, bu işi yap.”304

e. Vasıf “‫ﻻ‬
‫”ِﺇ ﱠ‬sı

Kendisinden sonra gelen kelimeye bitişerek sıfat türünden olan yeni bir kelime

meydana getiren “‫ﻻ‬


‫ ”ِﺇ ﱠ‬dır. Bu konunun daha iyi anlaşılabilmesi için aynı konumda

kullanılan “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬ile karşılaştırmamız daha iyi olacaktır.

Arapça gazetelerde şöyle bir kullanım mutlaka gözümüze çarpar:

“.‫ﺎ‬‫ﻬﻤ‬ ‫ﻴ ﹶﻨ‬ ‫ﺒ‬ ‫ﻲ‬


 ‫ﺴ ﹾﻠ ِﻜ‬
ِ ‫ل‬
ٍ ‫ﺎ‬‫ﻋﻠﹶﻰ ﺍ ﱢﺘﺼ‬
 ‫ﻴ ﹸﺔ‬ ‫ﺒﻨﹶﺎ ِﻨ‬ ‫ ﹸﺔ ﻭﺍﻟﱡﻠ‬‫ﻭ ِﺭﻴ‬‫ﻥ ﺍﻟﺴ‬
ِ ‫ﻤﺘﹶﺎ‬ ‫ﺤﻜﹸﻭ‬
 ‫“ ”ﺍ ﱠﺘ ﹶﻔ ﹶﻘﺕِ ﺍﻟ‬Lübnan ve Suriye

hükümetleri, aralarında telefon bağlantısı kurma konusunda anlaştılar.”305

302
Yâsîn, 36/32.
303
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 681.
304
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 681.
305
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 328.

67
Eğer bu örnekte bizden “‫ﻲ‬
 ‫ﺴ ﹾﻠ ِﻜ‬
ِ ” kelimesini i’râb etmemiz istenseydi; şüphesiz;

onu “‫ل‬
ٍ ‫ﺎ‬‫ ”ﺍ ﱢﺘﺼ‬kelimesinin sıfatı olarak i’râb edecektik. Aynı şekilde şu kullanım tarzını

da görüyoruz:

“.‫ﺎ‬‫ﻬﻤ‬ ‫ﻴ ﹶﻨ‬‫ﻲ ﺒ‬
 ‫ﺴ ﹾﻠ ِﻜ‬
ِ ‫لﻻ‬
ٍ ‫ﺎ‬‫ﻤ ِﺔ ﺍ ﱢﺘﺼ‬ ‫ﻋﻠﹶﻰ ﺇﻗﹶﺎ‬
 ‫ﻴ ﹸﺔ‬ ‫ﺒﻨﹶﺎ ِﻨ‬ ‫ ﹸﺔ ﻭﺍﻟﱡﻠ‬‫ﻭ ِﺭﻴ‬‫ﻥ ﺍﻟﺴ‬
ِ ‫ ﹶﺘﺎ‬‫ﺤﻜﹸﻭﻤ‬
 ‫“ ”ﺍ ﱠﺘ ﹶﻔ ﹶﻘﺕِ ﺍﻟ‬Lübnan ve Suriye

hükümetleri, aralarında telsiz bağlantısı kurma konusunda anlaştılar.” 306 Görüldüğü

gibi “‫ﻲ‬
 ‫ﺴ ﹾﻠ ِﻜ‬
ِ ‫ ”ﻻ‬kelimesi “‫ﻲ‬
 ‫ﺴ ﹾﻠ ِﻜ‬
ِ ” kelimesi gibi tek bir kelimedir. Her ikisi de “‫ل‬
ٍ ‫ﺎ‬‫”ﺍ ﱢﺘﺼ‬

kelimesine sıfat olarak gelmişlerdir. Aralarındaki tek fark; ikinci kelimenin, birinci

kelimeyle zıt anlam taşımasıdır. Bu zıt anlamı da nefy harfi olan “‫ ”ﻻ‬dan alınmıştır. Bu

kullanım tarzı, bugün Arapça’da çokça kullanılmaktadır;

“. ‫ﻲ‬
 ‫ﻼ ِﻗ‬
‫ﺨﹶ‬‫ﺭ ﻻ ﺃ ﹾ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﻫﺫﹶﺍ ﺃ‬ ” “Bu ahlâkî bir durum değildir.”307

“. ‫ﻲ‬
 ‫ﻼ ِﻗ‬
‫ﺨﹶ‬‫ ﻻ ﺃ ﹾ‬‫ﻫﺫﹶﺍ ﹶﻓ ﹶﺘﻰ‬ ” “Bu, ahlâksız bir gençtir” 308 gibi. Bu örneklerde geçen “‫”ﻻ‬,

“‫ﻲ‬
 ‫ﺴ ﹾﻠ ِﻜ‬
ِ ‫”ﻻ‬, “‫ﻲ‬
 ‫ ”ﻻ ﺃﺨﹾﻼ ِﻗ‬gibi kullanımların her biri, tek bir kelimeymiş gibi kabul edilir.

İngilizce’de kullanılan kelimelerin önüne gelerek olumsuzluk ifâde eden “in” ve “im”

takıları “‫ ”ﻻ‬gibidir. Birleştikleri kelime ile tek bir kelime haline gelirler; “capable”,

“incapable”, “possible”, “impossible” gibi.

Fakat klasik Arapçada, bu amaç doğrultusunda “‫ ”ﻻ‬yerine “‫ﻻ‬


‫ ”ِﺇ ﱠ‬kullanılmıştır.

“‫ﻲ‬
 ‫ﺴ ﹾﻠ ِﻜ‬
ِ ‫ ”ﻻ‬yerine “‫ﻲ‬
 ‫ﺴ ﹾﻠ ِﻜ‬
ِ ‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬gibi. Aynı şekilde “ahlâkının azlığıyla tanınan bir adamın

vasıflandırılması istense, “.‫ﻲ‬


 ‫ﻼ ِﻗ‬
‫ﺨ ﹶ‬
‫ل ﺍﻟﻼﺃ ﹾ‬
ُ‫ﺠ‬ ‫ﺀ ﺍﻟﺭ‬ ‫ﺎ‬‫“ ”ﺠ‬Ahlâksız adam geldi” şeklinde değil

de “.‫ﻲ‬
 ‫ﻼ ِﻗ‬
‫ﺨ ﹶ‬
‫ﻻﺃﹾ‬
‫ل ِﺇ ﱠ‬
ُ‫ﺠ‬ ‫ﺀ ﺍﻟﺭ‬ ‫ﺠﺎ‬
 ” ifadesiyle anlatılırdı. İkinci kullanımın irabı şu şekildedir.

306
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 328-329.
307
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 329.
308
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 329.

68
‫ﺀ‬ ‫ﺎ‬‫ = ﺠ‬Mâzi fiil,

‫ل‬
ُ‫ﺠ‬ ‫ = ﺍﻟﺭ‬Merfu isimdir, fâildir.

“‫ﻻ ﺃﺨﹾﻼﻗِﻲ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬Tek kelime hâlinde “‫ل‬
ُ‫ﺠ‬ ‫”ﺍﻟﺭ‬nun sıfatıdır, merfûdur.309

Nahivcilerin çoğu “‫ﻻ‬


‫”ِﺇ ﱠ‬nın sıfat olarak gelebilmesi için iki şart koşmuşlardır:

1. Mevsûfunun cemi münker (çoğul nekra) veya şibhi münker olması gerekir.

“... ‫ﺩﺘﹶﺎ‬ ‫ﺴ‬


 ‫ﷲ ﹶﻟ ﹶﻔ‬
ُ ‫ﻻﺍ‬
‫ﻬ ﹲﺔ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺎ ﺁِﻟ‬‫ﻥ ﻓِﻴ ِﻬﻤ‬
 ‫“ ”ﻟﹶﻭ ﻜﹶﺎ‬Eğer o ikisinde Allah’tan başka ilahlar bulunmuş

olsaydı, her ikisi de fesada uğrardı...”310 Bu âyette “‫ﷲ‬


َ ‫ﻻﺍ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬ibaresi ile kastedilen mana

“‫ ﺍﷲ‬‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫“ ” ﹶ‬Allah’tan başka” şeklindedir. Burada istisnânın olması doğru olmaz. Çünkü

istisnâ ile manası: “.‫ﺩﺘﹶﺎ‬ ‫ﺴ‬


 ‫ﷲ ﻟ ﹶﻔ‬
ُ ‫ﻡ ﺍ‬ ‫ ﻓِﻴ ِﻬ‬‫ﻴﺱ‬ ‫ﻬ ﹲﺔ ﹶﻟ‬ ‫ﺎ ﺁِﻟ‬‫ﻥ ﻓِﻴ ِﻬﻤ‬
 ‫“ ”ﹶﻟﻭ ﻜﹶﺎ‬Eğer o ikisinde aralarında

Allah’ın olmadığı ilahlar olsaydı, her ikisi de fesâda uğrardı” şeklinde olurdu. Yâni
buradan:

“.‫ﺍ‬‫ﻡ ﹶﺘ ﹾﻔﺴِﺩ‬ ‫ﷲ ﹶﻟ‬


ُ ‫ﻡ ﺍ‬ ‫ﻬ ﹲﺔ ﻓِﻴ ِﻬ‬ ‫ﺎ ﺁِﻟ‬‫ﻥ ﻓِﻴ ِﻬﻤ‬
 ‫“ ”ﻟﹶﻭ ﻜﹶﺎ‬Eğer o ilahların arasında Allah olsaydı, o ikisi

fesâda uğramayacaktı” manâsı çıkmaktadır ki; bu bâtıldır.

Şibhi münker ise, kelimenin “cins için gelen ‫ ”ﺍل‬takısıyla mârife olmasıdır.

Çünkü bu takı “ahdî ‫ ”ﺍل‬takısının aksine nekraya delâlet eder.

“.‫ﻥ‬
 ‫ﻭ‬‫ﺎِﻟﻤ‬‫ﻻ ﺍﻟﻌ‬
‫ﻫ ﹾﻠﻜﹶﻰ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺱ‬
 ‫“ ”ﺍﻟﻨﱠﺎ‬Âlimler hariç, insanlar helâk oldu.” Fakat nahivcilerin

bazıları da “ahdî ‫ ”ﺍل‬ile mârife yapılmasını da câiz görmüşlerdir.311

2. (Çoğul) cemî değilse, çoğul anlamına gelen tekil kelime de kullanılabilir. Örneğin;

“.‫ﺩ‬ ‫ﻻ ﺨﹶﺎِﻟ‬
‫ﺩ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺤ‬
 ‫ل َﺃ‬
َ ‫ﺎ ﺃ ﹾﻗﺒ‬‫“ ”ﻤ‬Hâlit’ten başka kimse karşılamadı.”

309
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 328-330.
310
el-Enbiyâ, 21/22.
311
Fâdıl Sâlih es-Sâmirrâî, a.g.e., II, 224-225.

69
Sîbeveyh “‫ﻻ‬
‫“ ”ِﺇ ﱠ‬illa” ile her türlü nekrenin vasıflandırılmasını câiz görür. Şu

örnekte olduğu gibi;

“.‫ﺒﻨﹶﺎ‬ ‫ﺩﹰﺍ ﹶﻟ ﹸﻐِﻠ‬‫ﺯﻴ‬


 ‫ﻻ‬
‫ل ِﺇ ﱠ‬
ٌ‫ﺠ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻌﻨﹶﺎ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﻥ‬
 ‫ﻭ ﻜﹶﺎ‬ ‫“ ”ﹶﻟ‬Eğer Zeyd’den başka bir adam bizimle olsaydı;

mutlaka yenilirdik.”312

Bütün bunların anlamı, istisnânın câiz olduğu her yerde “‫ﻻ‬


‫”ِﺇ ﱠ‬nın sıfat olarak

kullanılamayacağıdır.313
B. İsim Olan İstisnâ Edatları

İsim olan istisnâ edatları “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬


‫ ” ﹶ‬ve “‫ﻯ‬‫ﺴﻭ‬
ِ ” dır.314 Asıl itibâriyle isim olan bu iki

edat, mâna açısından istisnâ için kullanılırlar ve açık bir şekilde cümlenin hüküm ve
mânasına ortak olurlar. “Başka, ... dan başkası, gayrı, olmayan, hariç, ...” vb.
anlamları taşırlar.315
Şimdi bunları ayrı ayrı ele alarak inceleyelim:

1. “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫”ﹶ‬

Nekre ve mübhem bir kelime olan “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬


‫“ ” ﹶ‬müğâyere = başkalık” ifâde eden bir

mânaya sahiptir.316

“.‫ﺭﻙ‬
 ‫ﻴ‬ ‫ﻏ‬
‫ﻑ ﹶ‬
‫ﻴ ﹲ‬ ‫ﻀ‬
 ‫ﺭﻨِﻲ‬ ‫ﻀ‬
 ‫ﺤ‬
 ” “Bana senden başka bir misafir geldi.”317

Muğâyere’den maksat, “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬


‫ ” ﹶ‬dan sonrasının, ondan önceki mânaya, müsbet

veya menfi muhalif olması demektir.

312
Sibeveyh, a.g.e., II, 331.
313
Fâdıl Sâlih es-Sâmirrâî, a.g.e., II, 225.
314
Sibeveyh, a.g.e., II, 309.
315
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 343; Muhammed Hayr Hilvânî, a.g.e., II, 464.
316
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 345; Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 137; Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e.,
s. 681; Muhammed Said İsbir-Bilâl Cüneydî, a.g.e., s. 630.
317
Muhammed Said İsbir-Bilâl Cüneydî, a.g.e., s. 630.

70
“.‫ﺴﻌِﻴ ٍﺩ‬
 ‫ﺭ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻏ‬
‫ ﹶ‬‫ﺎ ِﺒﻘﹸﻭﻥ‬‫ﻤ ﹶﺘﺴ‬ ‫ﻉ ﺍﻟ‬
 ‫ﺭ‬ ‫ﺴ‬
 ‫“ ”ﺃ‬Sâid dışında, tüm yarışçılar koştular.” Örneğinde

yarışçıların yarış eyleminde Sâid’e muhalif olarak koştukları anlamı bulunmaktadır.


Aynı şekilde Sâid de onlara bu eylemde muhâlif bulunmaktadır, koşmamaktadır.318

Mecrûrunun mevsûfunâ muğâyeresini (başkalığını) ifade eden “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬


‫ ” ﹶ‬sıfattır.

Mecrûru zât veya sıfat olabilir.


Zat olan mecrûruna örnek:

“.‫ﻡ‬ ‫ﺍﻫِﻴ‬‫ﺒﺭ‬ ‫ﺨﺹِ ﺇ‬


‫ﺸﹾ‬
‫ﺭ ﹶ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻏ‬
‫ﺩ ﹶ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﺤ‬
 ‫ﻤ‬ ” “Muhammed, İbrahim’den başkasıdır.”

“.‫ﻴ ﹰﺎ‬ ‫ﻋِﻠ‬


 ‫ﻻ‬
‫ل ِﺇ ﱠ‬
ٍ‫ﺠ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﺕ ِﺒ‬
‫ﺭ ﹸ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻤ‬ ” “Ali dışında, bir adama uğradım.” Birinci örnekte Muhammed,

İbrahim’den başka bir şahıstır. İkinci örnekte de kendisine uğranan adam, Ali’nin
dışında bir adamdır.319
Sıfat olan mecrûruna örnek;

“... ‫ﷲ‬
ِ ‫ل ﺍ‬
ِ ‫ﺴﺒِﻴ‬
 ‫ﻥ ﻓِﻲ‬
 ‫ﻭ‬‫ﺎ ِﻫﺩ‬‫ﻤﺠ‬ ‫ﺍﻟ‬‫ﺭ ِﺭ ﻭ‬ ‫ﻀ‬
 ‫ﺭ ﺃﻭﻟِﻲ ﺍﻟ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻏ‬
‫ﻥ ﹶ‬
 ‫ﺅ ِﻤﻨِﻴ‬‫ﻥ ﺍﻟﻤ‬
 ‫ ِﻤ‬‫ﻭﻥ‬‫ﻋﺩ‬
ِ ‫ﺴﺘﹶﻭﻱ ﺍﻟﻘﹶﺎ‬
 ‫ﻴ‬ ‫ﻻ‬
‫”ﹶ‬

“Müminlerden özürlü olmayıp da harbe gitmeyenler, Allah yolunda cihad edenler ile bir

olamazlar...” 320 âyet-i kerimesinde “‫ﺭ‬


 ‫ﻴ‬ ‫ﻏ‬
‫“ ” ﹶ‬ğayru” lafzı “‫ﻭﻥ‬‫ﻋﺩ‬
ِ ‫“ ”ﺍﻟﻘﹶﺎ‬kâ‘idûn” e sıfat

olarak merfu olmuştur.

“.‫ل‬
ٍ ‫ﻁﻭِﻴ‬
‫ﻴﺭِ ﹶ‬ ‫ﻏ‬
‫ل ﹶ‬
ٍ‫ﺠ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﺕ ِﺒ‬
‫ﺭ ﹸ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻤ‬ ” “Uzun olmayan bir adama uğradım.”321 cümlesinde “‫ل‬
ٍ ‫ﻁﻭِﻴ‬
‫”ﹶ‬

kelimesi sıfat olan mecrurdur.

“‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ ” ﹶ‬ve “‫ﻯ‬‫ﺴﻭ‬
ِ ”, “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬anlamında istisnâ için kullanılar.322 İsim olan bu iki edat “‫ﻻ‬
‫”ِﺇ ﱠ‬

mânasında istisnâ için kullanıldıkları takdirde, iki noktaya dikkat edilmelidir.


Birincisi: Bu edatlardan sonra gelen müstesnânın harekesi ve irabı,

318
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 343.
319
Fâdıl Sâlih es-Sâmirrâî, a.g.e., II, 226.
320
en-Nisa, 4/95.
321
Fâdıl Sâlih es-Sâmirrâî, a.g.e., II, 226.
322
Muhammed Said İsbir-Bilâl Cüneydî, a.g.e., s. 630.

71
İkincisi: İsim olan bu istisnâ edatlarının harekelenmesi ve irabı. Çünkü bu
edatlar, isim olduklarından dolayı tüm isimlerde olduğu gibi mutlaka, irâbî bir hükme
sahip olmalıdır. Bu edatlar, cümledeki konumlarına göre merfu, mensûb ve mecrûr
olabilirler.323
Bu isim edatlarının:
1. Müstesnânın irâbı ve harekesi konusunda tek bir kural vardır, o da şudur: Müstesnâ,
daima bu edatın muzafun ileyhi olarak irâb alır ve cer ile harekelenir. Yâni müstesnâ
olarak alması gereken harekeyi kendisi almaz, edatı alır. Burada dikkat edilmesi
gereken bir husus vardır. Müstesnâ mutlaka müfred olmalıdır. Yâni cümle veya şibhi
cümle olmamalıdır. İsim olan edat ise muzaftır. Şu örneklerde olduğu gibi.324
“A”: Cümle olumlu, müstesnâ minhü zikredilir.

“.‫ﺴﻌِﻴ ٍﺩ‬
 ‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ﻥ ﹶ‬
 ‫ﺎ ِﺒﻘﹸﻭ‬‫ﺘﺴ‬‫ﻉ ﺍﻟﻤ‬
 ‫ﺭ‬ ‫ﺴ‬
 ‫“ ”ﺃ‬Sâid haricinde, yarışmacılar hızlandılar.”

“.‫ﺤ ٍﺩ‬
ِ ‫ﺍ‬‫ ﻭ‬‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ﻥ ﹶ‬
 ‫ﻭ‬‫ ﺍﻟﻔﹶﺎ ِﺌﺯ‬‫“ ” ﹶﻓﺭِﺡ‬Biri hariç, kazananlar sevindiler.”

“.ٍ‫ﺠﻡ‬
 ‫ ﹶﻨ‬‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ﻡ ﹶ‬ ‫ﻭ‬‫ﺕِ ﺍﻟ ﹸﻨﺠ‬‫ﺭ‬‫ﻅﻬ‬
‫“ ” ﹶ‬Bir yıldız haricinde, yıldızlar göründüler.”

“B”: Cümle olumsuz, müstesnâ minhü zikredilir.


“.‫ﺴﻌِﻴ ٍﺩ‬
 ‫ﺭ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻏ‬
‫ ﹶ‬‫ﺎ ِﺒﻘﹸﻭﻥ‬‫ﻤ ﹶﺘﺴ‬ ‫ﻉ ﺍﻟ‬
 ‫ﺭ‬ ‫ﺴ‬
 ‫ﺎ ﺃ‬‫ ”ﻤ‬ya da “.‫ﺴﻌِﻴ ٍﺩ‬
 ‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ ﹶ‬‫ﺎ ِﺒﻘﹸﻭﻥ‬‫ﻤ ﹶﺘﺴ‬ ‫ﻉ ﺍﻟ‬
 ‫ﺭ‬ ‫ﺴ‬
 ‫ﺎ ﺃ‬‫“ ”ﻤ‬Sâid haricinde

yarşmacılar hızlanmadılar.”

“.‫ﺴﻌِﻴ ٍﺩ‬
 ‫ﺭ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻏ‬
‫ﻥ ﹶ‬
 ‫ﺕ ﺍﻟﻔﹶﺎ ِﺌﺯِﻴ‬
‫ﺃﻴ ﹸ‬‫ﺎ ﺭ‬‫ ”ﻤ‬ya da “.‫ﺴﻌِﻴ ٍﺩ‬
 ‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ﻥ ﹶ‬
 ‫ﺕ ﺍﻟﻔﹶﺎ ِﺌﺯِﻴ‬
‫ﺃﻴ ﹸ‬‫ﺎ ﺭ‬‫“ ”ﻤ‬Sâid hariç,

kazananları görmedim.”

“.ٍ‫ﺠﻡ‬
 ‫ﺭ ﹶﻨ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻏ‬
‫ﻡ ﹶ‬ ‫ﻭ‬‫ﺕ ﺍﻟ ﱡﻨﺠ‬
‫ﺭ ﹸ‬ ‫ﻅ‬
‫ﺎ ﹶﻨ ﹶ‬‫ ”ﻤ‬ya da “.ٍ‫ﺠﻡ‬
 ‫ ﹶﻨ‬‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ﻡ ﹶ‬ ‫ﻭ‬‫ﺕ ﺍﻟ ﱡﻨﺠ‬
‫ﺭ ﹸ‬ ‫ﻅ‬
‫ﺎ ﹶﻨ ﹶ‬‫“ ”ﻤ‬Biri hariç, yıldızlara

bakmadım.”
“C”: Cümle olumsuz, müstesnâ minhü zikredilmemiştir.

“‫ﺴﻌِﻴ ٍﺩ‬
 ‫ﺭ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻏ‬
‫ ﹶ‬... ‫ﻉ‬
 ‫ﺭ‬ ‫ﺴ‬
 ‫ﺎ ﺃ‬‫“ ”ﻤ‬Sâid’den başkası hızlanmadı.”

“‫ﺴﻌِﻴ ٍﺩ‬
 ‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ ﹶ‬... ‫ﺕ‬
‫ﺃﻴ ﹸ‬‫ﺎ ﺭ‬‫“ ”ﻤ‬Sâid’den başkasını görmedim.”

323
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 343; Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 330.
324
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 343; Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 330.

72
“‫ﺴﻌِﻴ ٍﺩ‬
 ِ‫ﻴﺭ‬ ‫ ﻟِ ﹶﻐ‬... ‫ﺕ‬
‫ﺭ ﹸ‬ ‫ﻅ‬
‫ﺎ ﹶﻨ ﹶ‬‫“ ”ﻤ‬Sâid’den başkasına bakmadım.”325

Bütün bu vb. örneklerde müstesnâ mutlâka muzâfun ileyh olarak mecrûr


olmalıdır. Burada müstesnâ sürekli müfreddir. İsim olan edât ise, muzâftır.

2. İsim olan istisnâ edatlarının irâbına ve harekelerine gelince; “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬


‫ ” ﹶ‬müstesnâ gibi irâb

alır ve bu irâb cümlenin durumuna göre farklılık arzeder.326


ƒ Cümle tam-mûceb (olumlu) olduğunda istisnâ üzere nasb edilir. “A”
grubundaki örneklerde olduğu gibi. Bu görüşün kabul edilmesinin sebebi
kolaylık ve rahatlık sağlamasıdır. Çünkü edatın mansûb olarak irâb alması,
diğer irapları almasından kolaydır. Nitekim bu görüşü kabul etmek, “edat ilk
anlamına yâni “muğâyere” mânasına göre irâb almalı” görüşünü savunmaktan
ve “edat ibhâm açısından zarf-ı mecâza benzediğinden dolayı mansûbdur”
görüşünden daha fazla tercihe şâyandır.327
Şu beyit, bu konuya güzel bir örnektir:

“.‫ﺎ ِﺩ‬‫ﺤﺴ‬
 ‫ﺎ ﹶﺘﺔِ ﺍﻟ‬‫ﺸﻤ‬
‫ ﹶ‬‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ ﹶ‬،‫ﻭﻥ‬‫ﻋﻠﹶﻰ ﺍﻟ ﹶﻔﺘﹶﻰ ﻭ ﹶﺘﻬ‬
 ‫ﺭ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﺩ ﹶﺘ‬ ‫ﺏ ﹶﻗ‬
ِ ‫ﺎ ِﺌ‬‫ﻤﺼ‬ ‫“ ” ﹸﻜلﱡ ﺍﻟ‬Hasetçilerin, onun kötü

hallerine sevinmeleri hariç, başına gelen tüm musibetler genç için kolay ve önemsiz
görünür.”328
ƒ Cümle tam-gayr-ı mûceb (olumsuz) olduğunda; edatın istisnâ üzere nasbı veya
müstesnâ minhe tâbi olması (bedel olarak irâb alması) câizdir. Daha önce
zikredilen “B” grubundaki örneklerde olduğu gibi.329
Fakat tercih edilen seçenek mâ kabline (öncesine) tâbi olarak irâb almasıdır.

“... ‫ﷲ‬
ِ ‫ل ﺍ‬
ِ ‫ﺴﺒِﻴ‬
 ‫ﻥ ﻓِﻲ‬
 ‫ﻭ‬‫ﺎ ِﻫﺩ‬‫ﻤﺠ‬ ‫ﻭﺍﻟ‬ ‫ﺭ ِﺭ‬ ‫ﻀ‬
 ‫ﺭ ُﺃﻭﻟِﻲ ﺍﻟ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻏ‬
‫ﻥ ﹶ‬
 ‫ﻤ ْﺅ ِﻤﻨِﻴ‬ ‫ﻥ ﺍﻟ‬
 ‫ ِﻤ‬‫ﻭﻥ‬‫ﻋﺩ‬
ِ ‫ﺴ ﹶﺘﻭِﻱ ﺍﻟﻘﹶﺎ‬
 ‫ﻴ‬ ‫”ﻻ‬

“Mü’minlerden özürlü olmayıp da harbe gitmeyenler Allah yolunda cihâd edenler ile

325
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 344.
326
Mehmet Zihni Efendi, a.g.e., s. 225.
327
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 344.
328
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 344.
329
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 344; Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 138-139; Mehmet Zihni Efendi, a.g.e., s.
256.

73
bir olmazlar…” 330 âyet-i kerimesinde “‫ﺭ‬
 ‫ﻴ‬ ‫ﻏ‬
‫ ” ﹶ‬lafzı “‫ﻭﻥ‬‫ﻋﺩ‬
ِ ‫‘ ”ﺍﻟﻘﹶﺎ‬e sıfat olarak merfu;

“‫ﻥ‬
 ‫ﻤ ْﺅ ِﻤﻨِﻴ‬ ” mü’mine kelimesine sıfat olarak mecrûr ve istisnâ üzere mansûb olabilir.331

“.‫ﻴ ٍﺩ‬ ‫ﺯ‬


 ‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ﺩ ﹶ‬ ‫ﺤ‬
 ‫ﻡ َﺃ‬ ‫ﺎ ﻗﹶﺎ‬‫ ”ﻤ‬ya da “‫ﻴ ٍﺩ‬ ‫ﺯ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻏ‬
‫ﺩ ﹶ‬ ‫ﺤ‬
 ‫ﻡ َﺃ‬ ‫ﺎ ﻗﹶﺎ‬‫“ ”ﻤ‬Zeyd’den başkası kalkmadı.” 332

Cümlelrinde her iki i‘rab şekli gösterilmiştir.


ƒ Cümle tam-gayr-ı mûceb (olumsuz) muttasıl olup cümlede müstesnâ, müstesnâ
minh’ten önce gelmişse, nasb edilmesi zorunludur.

“‫ﺩ‬ ‫ﺤ‬
 ‫ﻴ ٍﺩ َﺃ‬ ‫ﺯ‬ ‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ﺀ ﹶ‬ ‫ﺎ‬‫ﺎ ﺠ‬‫“ ”ﻤ‬Zeyd’den başka biri gelmedi.”333 örneğinde olduğu gibi

ƒ Munkatı‘ istisnâ da mansûb olmak zorundadır.

“.‫ﻡ‬ ‫ﻌ ِﺘ ِﻬ‬ ‫ﻤ ِﺘ‬ ‫ ﺃ‬‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬


‫ﻥ ﹶ‬
 ‫ﻭ‬‫ﺎ ِﻓﺭ‬‫ﻤﺴ‬ ‫ل ﺍﻟ‬
َ ‫ﺼ‬‫“ ”ﻭ‬Eşyâları hariç, yolcular geldi.”

“.‫ﻡ‬ ‫ﻌ ِﺘ ِﻬ‬ ‫ﻤ ِﺘ‬ ‫ ﺃ‬‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬


‫ﻥ ﹶ‬
 ‫ﻭ‬‫ﺎ ِﻓﺭ‬‫ﻤﺴ‬ ‫ل ﺍﻟ‬
َ ‫ﺼ‬‫ﺎ ﻭ‬‫“ ”ﻤ‬Eşyâları hariç, yolcular gelmedi.”334

ƒ Cümle mübteda olduğunda istisnâ edatı, cümlede mahzuf bulunan müstesnâ


minhin alacağı i’râba göre mu’rebdir. 335 Bu durumda edat “C” grubundaki
örneklerde olduğu gibi, fâil, mef’ul, mecrûr olabilir.336

“.‫ﻤِﻠ ِﻪ‬ ‫ﻋ‬


 ‫ﺭ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻏ‬
‫ﺀ ﹶ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﻊ ﺍﻟ‬ ‫ﻴ ﹾﻨ ﹶﻔ‬ ‫“ ”ﻻ‬Kişiye yaptığından başkası fayda vermez.”337

Aynı şekilde;

“.‫ﺭ ﺨﹶﺎِﻟ ٍﺩ‬


 ‫ﻴ‬ ‫ﻏ‬
‫ﺀ ﹶ‬ ‫ﺎ‬‫ﺎ ﺠ‬‫“ ”ﻤ‬Hâlit’ten başkası gelmedi.” cümlesinde edat fâil olduğundan merfû

olmuştur.

330
en-Nisa, 4/95.
331
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 139; Mehmet Zihni Efendi, a.g.e., s. 256.
332
Mehmet Zihni Efendi, a.g.e., s. 255.
333
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 344.
334
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 344.
335
Mehmet Zihni Efendi, a.g.e., s. 225.
336
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 344-345; Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 139.
337
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 345.

74
“.‫ ﺨﹶﺎِﻟ ٍﺩ‬‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ﺕ َﹶ‬
‫ﻴ ﹸ‬ ‫ﺃ‬‫ﺎ ﺭ‬‫“ ”ﻤ‬Hâlit’ten başkasını görmedim” örneğinde edat mef’ûlün bih

olduğundan nasb olmuştur.

“.‫ﻴﺭِ ﺨﹶﺎِﻟ ٍﺩ‬ ‫ﺕ ﺒِ ﹶﻐ‬


‫ﺭ ﹸ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻤ‬ ” “Hâlit’ten başkasına uğradım.” örneğinde de edat harfi cer ile

mecrûr olmuştur.338 Burada “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬


‫ ” ﹶ‬istisnâ üzere nasb edilmez. Çünkü cümlede müstesnâ

minh zikredilmemiştir. Böylece âmil, istisnâ edatında amel etmiştir.339

2. “‫ﻯ‬‫ﺴﻭ‬
ِ ”

“‫ﻯ‬‫ﺴﻭ‬
ِ ”, “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ ” ﹶ‬gibi asıl itibariyle isimdir.340 “‫ﻯ‬‫ﺴﻭ‬
ِ ”nın üç okunuş biçimi vardır;

ƒ “‫ﻭﻯ‬
‫ﺴ‬ ” şeklinde “‫ ”ﺱ‬harfinin ötreli haliyle okunması,

ƒ “‫ﻯ‬‫ﺴﻭ‬
ِ ” şeklinde “‫ ”ﺱ‬harfinin kesreli okunması,

ƒ “‫ﻭﻯ‬
‫ﺴ‬ ” şeklinde “‫ ”ﺱ‬harfinin üstün okunması.341

Bu kelime “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬


‫ ” ﹶ‬ve “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬gibi istisnâ mânâsında kullanılır. “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ ” ﹶ‬aldığı

hükümleri bu durumda devamlı muzâf olarak kullanıldığından kendisinden sonraki isim

devamlı muzâfün ileyh olarak mecrûr olur. “‫ﻯ‬‫ﺴﻭ‬


ِ ”nın alması gereken hareke ise, istisnâ

kâidelerine göre müstesnânın harekesidir. Yâni bu edattan sonraki kelime muzâfün ileyh

olunca asıl alması gereken harekeyi “‫ﻯ‬‫ﺴﻭ‬


ِ ” ya verir. Fakat bu edatın sonu elif-i maksûre

ile bittiğinden hareke alması mümkün değildir. İ’râbı istenirse; cümledeki durumuna

göre elif-i maksûre “‫‘ ”ﻱ‬ye hareke takdîr edilir. Yâni; bu edat, diğer ismi maksûrlar gibi

her üç halde de takdîri i’râb alır.

“.‫ﻌﱢﻠ ٍﻡ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﻯ‬‫ﺴﻭ‬


ِ ‫ﻥ‬
 ‫ﻭ‬‫ﻌﱢﻠﻤ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﺭ ﺍﻟ‬ ‫ﻀ‬
 ‫ﺤ‬
 ” “Bir öğretmen hariç, öğretmenler geldi.”

338
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 139; Bkz. Muhammed Said İsbir-Bilâl Cüneydî, a.g.e., s. 631-362.
339
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 139.
340
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 103.
341
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 139; Muhammed Said İsbir-Bilâl Cüneydî, a.g.e., s. 535.

75
“‫ﻯ‬‫ﺴﻭ‬
ِ ”nın sonundaki elife fethâ takdîr edilir.

“.‫ﻯ ﺨﹶﺎِﻟ ٍﺩ‬‫ﺴﻭ‬


ِ ‫ﻑ‬
‫ﺼ ﱠ‬
 ‫ل ﺍﻟ‬
َ‫ﺨ‬‫ ﹶ‬‫ﺎ ﺩ‬‫“ ”ﻤ‬Sınıfa Hâlit’ten başkası girmedi.”

“. ‫ﺏ‬
ٍ ‫ﻯ ِﻜﺘﹶﺎ‬‫ﺴﻭ‬
ِ ‫ﻡ‬ ‫ﻲ ﺍﻟﻴﻭ‬
 ‫ﻋِﻠ‬
 ‫ﺃ‬‫ﺎ ﹶﻗﺭ‬‫“ ”ﻤ‬Ali bugün bir kitaptan başkasını okumadı.” 342

cümlelerinde de i‘rablar gereğince takdir edilir.

“‫ﻯ‬‫ﺴﻭ‬
ِ ” istisnâ edatı olmanın yanı sıra sıfat ta olabilir.

“. ‫ﻙ‬
 ‫ﻯ ِﻜﺘﹶﺎ ِﺒ‬‫ﺴﻭ‬
ِ ‫ﺒﹰﺎ‬ ‫ﻥ ِﻜﺘﹶﺎ‬
 ‫ﺩ ﺍﻵ‬ ‫“ ”ُﺃﺭِﻴ‬Şimdi, senin kitabından başka bir kitap istiyorum.”

Bazen de kendisinden sonra zâmir gelebilir.

“. ‫ﻙ‬
 ‫ﺍ ِﺭ ﺴِﻭﺍ‬‫ﺕ ﻓِﻲ ﺍﻟﺩ‬
‫ﺃﻴ ﹸ‬‫ﺎ ﺭ‬‫“ ”ﻤ‬Evde senden başkasını görmedim.” gibi.343

Not: “‫ﻯ‬‫ﺴﻭ‬
ِ ” “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ ” ﹶ‬manasında kullanılınca isim olur. “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬manasında

kullanıldığında ise harf olur. Fakat “‫ﻯ‬‫ﺴﻭ‬


ِ ” çoğunlukla isim gibi kullanılır. Buda isim

yönünün ağır bastığını gösterir.344

3. “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ ” ﹶ‬ve “‫ﻯ‬‫ﺴﻭ‬
ِ ” Arasındaki Farklar

“‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ ” ﹶ‬ve “‫ﻯ‬‫ﺴﻭ‬
ِ ”’nın ortak noktalarının yanı sıra farklılıkları da vardır. Bu

farklılıklar şunlardır;

1. “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ ” ﹶ‬zarf olmaz, fakat “‫ﻯ‬‫ﺴﻭ‬
ِ ” mekân zarfı olabilir. Şu örnekte olduğu gibi 345

“. ‫ﻙ‬
 ‫ﻭﺍ‬ ‫ﺴ‬
ِ ‫ﺀ ﺍﻟﺫِﻱ‬ ‫ﺎ‬‫“ ”ﺠ‬Senin yerine geçen adam geldi.”

Bu durumda edat, mevsûlün sılası olur. Çünkü sıla ancak cümle veya şibhi
cümle olur. Bu cümlenin takdiri;

342
Akdağ Hasan, a.g.e., s. 250.
343
Akdağ Hasan, a.g.e., s. 250.
344
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 103.
345
Fâdıl Sâlih es-Sâmirrâî, a.g.e., II, 230.

76
“. ‫ﻙ‬
 ‫ﻤﻜﹶﺎ ِﻨ‬ ‫ﺭ ﻓِﻲ‬ ‫ﺴ ﹶﺘ ﹶﻘ‬
 ‫ﺀ ﺍﱠﻟﺫِﻱ ﺍ‬ ‫ﺎ‬‫“ ”ﺠ‬Senin yerine yerleşen adam geldi” şeklindedir. “‫ﻙ‬
 ‫ﺍ‬‫ﺴﻭ‬
ِ”

burada “‫ﻙ‬
 ‫ﻋ ﹾﻨ‬
 ‫ﻭﻀﹰﺎ‬ ‫ﻋ‬
ِ ” “yerine” mânasında mecâzî olarak kullanılmıştır. Ancak Ebû

Kâsım ez-Zeccâcî ve Mâlik “‫ﻙ‬


‫ﻀ‬
 ‫ﻭ‬ ‫ﻋ‬
ِ ”nın zarf olmadığı görüşündedirler.346

2. “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫” ﹶ‬nın istisnâda kullanımı “‫ﻯ‬‫ﺴﻭ‬
ِ ”nın istisnâda kullanımından daha azdır. “‫ﺭ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻏ‬
‫” ﹶ‬nın

daha sık görünen kullanım alanları şunlardır:


i. Nekraya sıfat olması: Bu durumda mecrûrûnün mevsûfuna başkalığını ifade etmeye

yarar. Ya bizzat “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬


‫” ﹶ‬nın kendisi sıfat olur.

“. ‫ﻲ‬
 ‫ﻋِﻠ‬
 ‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ل ﹶ‬
ٍ‫ﺠ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻋﻠﹶﻰ‬
 ‫ﺕ‬
‫ﺒ ﹾﻠ ﹸ‬ ‫“ ”َﺃ ﹾﻗ‬Ali dışındaki bir adama yöneldim.” örneğinde olduğu

gibi.347

Ya da bizzat “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬


‫” ﹶ‬nın kendisine gelen vasıfla sıfat olur.

“.‫ل ِﺒ ِﻪ‬
َ‫ﺨ‬‫ ﹶ‬‫ ﺍﱠﻟﺫِﻱ ﺩ‬‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ﺠ ٍﻪ ﹶ‬
 ‫ﻭ‬ ‫ﺔِ ِﺒ‬‫ﺤ ﹶﻜﻤ‬
 ‫ﻥ ﺍﻟﻤ‬
 ‫ﺀ ِﻤ‬ ‫ﺒﺭِﻱ‬ ‫ﺝ ﺍﻟ‬
 ‫ﺭ‬ ‫ﺨ‬
‫“ ” ﹶ‬Mâsum, mahkemeye girmiş olduğu

taraftan değil de, başka taraftan çıktı.”348

ii. “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬


‫ ” ﹶ‬şibh-i nekraya sıfat olabilir. Şibh-i nekra, cins için kullanılan mârifedir. Sılası

olmadan belirsizdir. Ancak sılası ile belirlilik kazanabilir. Şu âyet-i kerime buna
güzel bir örnektir.

“.‫ﻥ‬
 ‫ﺎﻟﱢﻴ‬‫ﻡ ﻭﻻ ﺍﻟﻀ‬ ‫ﻋﻠﹶﻴ ِﻬ‬
 ‫ﺏ‬
ِ ‫ﻭ‬‫ﻤ ﹾﻐﻀ‬ ‫ﻴﺭِ ﺍﻟ‬ ‫ﻏ‬
‫ﻡ ﹶ‬ ‫ﻋﻠﹶﻴ ِﻬ‬
 ‫ﺕ‬
‫ﻤ ﹶ‬ ‫ﻌ‬ ‫ﻥ َﺃ ﹾﻨ‬
 ‫ﻁ ﺍﱠﻟﺫِﻴ‬
‫ﺍ ﹶ‬‫ﺼﺭ‬
ِ * ‫ﻡ‬ ‫ﺴ ﹶﺘﻘِﻴ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﻁ ﺍﻟ‬
‫ﺍ ﹶ‬‫ﺼﺭ‬
 ‫ﻫ ِﺩﻨﹶﺎ ﺍﻟ‬ ‫”ﺇ‬

“(Rabbimiz) bizi dosdoğru yola ilet (hidâyet eyle), kendilerine nimet verdiğin kimselerin
yoluna; gazâb edilmiş olanların ve dalâlete düşenlerin yoluna değil!” 349 Bu âyet-i

kerimede “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬


‫ ” ﹶ‬kelimesi mecrûrdur ve “‫ﻥ‬
 ‫ ”ﺍﱠﻟﺫِﻴ‬kelimesinin sıfatıdır. “‫ﻥ‬
 ‫”ﺍﱠﻟﺫِﻴ‬den kasıt

belirli kavimlerdir. Bu, istisnâ değildir. Eğer istisnâ olsaydı, nasbı zorunlu olurdu.

346
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 346.
347
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 346.
348
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 346.
349
el-Fâtihâ, 1/6-7.

77
“‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ ” ﹶ‬müstesnâ minh olması mümkün olmayan nekre bir isimden sonra

gelişinde sıfat, belirli bir isimden sonra gelişinde hâl olur.

“.‫ﺎِﻟ ٍﻡ‬‫ﺭ ﻋ‬
 ‫ﻴ‬ ‫ﻏ‬
‫ل ﹶ‬
ٌ‫ﺠ‬ ‫ﺭ‬ ‫“ ” ﹶﻗﺩِﻡ‬Âlim olmayan bir adam geldi.”

“.ٍ‫ﻼﺡ‬
‫ﻴﺭِ ﺴِ ﹶ‬ ‫ ﹶﻜ ﹶﺔ ﺒِ ﹶﻐ‬‫ﺭ‬‫ﻌ‬‫ﻲ ﺍﻟﻤ‬
 ‫ﻋِﻠ‬
 ‫ل‬
َ‫ﺨ‬‫ ﹶ‬‫“ ”ﺩ‬Ali savaşa silahsız girdi.”

“‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ ” ﹶ‬zikredilen iki maddede olduğu gibi sıfat olursa “muğâyere” mânası taşır.

iii. İsim olduğunda çoğunlukla mu‘reb durumlarda gelebilir. Örneğin;


ƒ Mübteda olabilir:

“.‫ﻋﻠﹶﻰ ﹶﺫﻟِﻙ‬
 ‫ﺭ‬ ‫ﻴ ﹾﻘ ِﺩ‬ ‫ ﻻ‬‫ﺭﻙ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻏ‬
‫“ ” ﹶ‬Senden başkası buna güç yetiremez.”350

ƒ Haber olabilir:

“.‫ل‬
ٍ ‫ﻬ ِﻤ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻏ‬
‫ﺕ ﹶ‬
‫“ ”ﺃ ﹾﻨ ﹶ‬Sen ihmâl eden değilsin.”351

ƒ Fâil, nâibu fâil, veya mef’ûl olabilir:

“.‫ﻪ‬ ‫ﺩ ﹸﺘ‬ ‫ﺩ‬ ‫ﺭ‬


 ‫ ﹶﻟ‬‫ﺭﻙ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻏ‬
‫ﺀﻨِﻲ ﹶ‬ ‫ﺎ‬‫ﻭ ﺠ‬ ‫“ ”ﹶﻟ‬Bana senden başkası gelseydi, onu mutlaka reddederdim.”352

“‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ ” ﹶ‬ve “‫ﻯ‬‫ﺴﻭ‬
ِ ”nın çoğunlukla istisnâ için kullanıldığını belirtmiştik. “‫ﻯ‬‫ﺴﻭ‬
ِ”

istisnâ dışında nekre veya şibh-i nekra olarak geldiği gibi şu tarzda da kullanılabilir;
Mübteda olarak gelebilir:

“.‫ﻉ‬
 ‫ﺭ‬ ‫ﺴ‬
 ‫ﻤ ﹶﺘ‬ ‫ﻙ‬
 ‫ﺍ‬‫ﺴﻭ‬
ِ ” “Senin dışındakiler koşuyor.”353

Mefulün bih olarak gelebilir:

“.‫ﻋ ﹰﺎ‬‫ﺴﺭ‬
 ‫ﻤ ﹶﺘ‬ ‫ﻙ‬
 ‫ﺍ‬‫ﺴﻭ‬
ِ ‫ﺕ‬
‫ﺃﻴ ﹸ‬‫“ ”ﺭ‬Senin dışındakileri koşarken gördüm.”354

Cer edatıyla mecrûr olarak gelebilir:

“.‫ﻤ ﹲﺔ‬ ‫ﻭ‬‫ﻬﺯ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﻕ‬


‫ﺤﱢ‬
 ‫ﻯ ﺍﻟ‬‫ﺴﻭ‬
ِ ‫ ﹸﺓ ِﺒ‬‫“ ”ﺍﻟ ﹸﻘﻭ‬Hakkın dışındaki güç (kuvvet) hezîmete uğratılmıştır.”355

350
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 330.
351
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 330.
352
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 330.
353
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 347.

78
“. ‫ﺕ‬
ِ ‫ﺸﻜِﻼ‬
‫ﻤ ﹾ‬ ‫ﺔِ ﺍﻟ‬‫ﺎﹶﻟﺠ‬‫ﻤﻌ‬ ‫ﺩ‬ ‫ﻋ ﹾﻨ‬
ِ ‫ﺒ ِﺭ‬ ‫ﺼ‬
 ‫ﻯ ﺍﻟ‬‫ﺴﻭ‬
ِ ‫ﻊ‬ ‫ﻴ ﹾﻨ ﹶﻔ‬ ‫“ ”ﻻ‬Sorunların çözümü (tedâvisi) ânında,

sabırdan başka bir şey fayda vermez.”356

“‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ ” ﹶ‬kelimesinin bir de “‫ ”ﻻ‬ve “‫ﻴﺱ‬ ‫ ”ﹶﻟ‬ile kullanılış şekli vardır. Bu tür

kullanımında, mûzâfün ileyh olan müstesnâ devamlı mahzûftur.

“.‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ ﹶ‬‫ﻴﺱ‬ ‫ﻡ ﹶﻟ‬ ‫ﺍ ِﻫ‬‫ﺩﺭ‬ ‫ ﹸﺓ‬‫ﺸﺭ‬
‫ ﹶ‬‫ﻋ ﹾﻨﺩِﻱ ﻋ‬
ِ ” “Bende on dirhem var, başka yok” örneğinde olduğu gibi.

Burada “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬


‫” ﹶ‬, “‫ﻴﺱ‬ ‫”ﹶﻟ‬nin ismi kabul edilerek merfû okunabileceği gibi, haberi kabul

edilerek mansûb da okunabilir. Bu durumda “‫ﻴﺱ‬ ‫”ﹶﻟ‬nin ismi “‫ﻋ ﹾﻨﺩِﻱ‬


ِ ” “yanımda, bende”

diye takdir edilir.357

Ayrıca “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬


‫ ” ﹶ‬istisnâ için kullanıldığında mâna itibariyle istisnâ edatı, lafız

itibariyle müstesnâdır.358

3. “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫” ﹶ‬da muğâyere anlamı varken “‫ﻻ‬
‫”ِﺇ ﱠ‬da mûsâvat (eşitlik) anlamı vardır. “‫ﻯ‬‫ﺴﻭ‬
ِ”

başkalık anlamını sonradan almıştır.

“.‫ﻴ ٍﺩ‬ ‫ﺯ‬


 ‫ﺭ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻏ‬
‫ل ﹶ‬
ٌ‫ﺠ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﺀﻨِﻲ‬ ‫ﺎ‬‫”ﺠ‬

“.‫ﻴ ٍﺩ‬ ‫ﺯ‬


 ‫ﻯ‬‫ﺴﻭ‬
ِ ‫ل‬
ٌ‫ﺠ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﺀﻨِﻲ‬ ‫ﺎ‬‫ ”ﺠ‬örnekleri mânaları itibariyle birbirinden farklıdır. Birincinin

anlamı; “Bana Zeyd olmayan (Zeyd’den başkası) bir adam geldi” şeklindedir. İkincinin
anlamı ise, “Bana Zeyd’in yerini dolduran (Zeyd’in değerinde veya vekili olan) bir

adam geldi.” şeklindedir. Görüldüğü üzere “‫ﻯ‬‫ﺴﻭ‬


ِ ” başkalık anlamını sonradan

kazanmıştır.

354
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 347.
355
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 347.
356
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 347.
357
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 139; Akdağ Hasan, a.g.e., s. 295.
358
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 331.

79
4. “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ ” ﹶ‬ve Benzerlerinin Müstesnâsına Tâbii Olan Kelimelerinin Hükmü

(İrabı)

Daha önce de zikretiğimiz üzere, isim olan “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬


‫ ” ﹶ‬ve benzerlerinin müstesnâsı

mecrûr olarak gelir. Çünkü mûzâfün ileyhtirler. Fakat müstesnâlarından sonra tâbîleri
bulunursa iki durumun câiziyeti söz konusudur.
Birincisi: Mecrûr olan müstesnânın lafzına riâyet edilerek cer edilmesi:

“. ‫ﻥ‬
ٍ‫ﺴ‬‫ﺤ‬
 ‫ﻤ ٍﺩ ﻭ‬ ‫ﺤ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ﻥ ﹶ‬
 ‫ﺢ ِﻟ ﹾﻠﻔﹶﺎ ِﺌﺯِﻴ‬
 ‫ﺕ ﺍﻟ ِﻤ ﹶﻨ‬
‫ﻤ ﹾ‬ ‫ﺩ‬ ‫“ ” ﹸﻗ‬Ödüller, Muhammed ve Hasan hariç

kazananlara takdîm edildi.”359

İkincisi: “‫ﻻ‬
‫‘ ”ِﺇ ﱠ‬nın müstesnâsının harekesi ile harekelenmesi:

Burada “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬


‫” ﹶ‬nın hazfedildiği ve yerine “‫ﻻ‬
‫‘”ِﺇ ﱠ‬nın konulduğu kabul edilir.

“‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫” ﹶ‬nın müstesnâsına, “‫ﻻ‬
‫”ِﺇ ﱠ‬nın gelmesiyle oluşan yeni durumun gerekliliğine göre

hareke verilir. Daha sonra yeni harekesiyle harekelenir. Fakat bu işlemin yapılabilmesi
için müstesnâ minhin mevcut olması zorunludur.

“.‫ﻤ ٍﺩ‬ ‫ﺤ‬


 ‫ﻤ‬ ‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ﻥ ﹶ‬
 ‫ﺢ ِﻟ ﹾﻠﻔﹶﺎ ِﺌﺯِﻴ‬
 ‫ﺕ ﺍﻟ ِﻤ ﹶﻨ‬
‫ﻤ ﹾ‬ ‫ﺩ‬ ‫“ ” ﹸﻗ‬Ödüller, Muhammed hariç kazananlara verildi.”

örneğinin müstesnâsı “.‫ﺩﹰﺍ‬‫ﺤﻤ‬


 ‫ﻤ‬ ‫ﻻ‬
‫ﻥ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﺢ ِﻟ ﹾﻠﻔﹶﺎ ِﺌﺯِﻴ‬
 ‫ﺕ ﺍﻟ ِﻤ ﹶﻨ‬
‫ﻤ ﹾ‬ ‫ﺩ‬ ‫ ” ﹸﻗ‬şeklinde takdîri “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬ile mansûb

yapılabilir. Aynı şekilde Müstesnânın tâbinin de “‫ﻻ‬


‫”ِﺇ ﱠ‬nın var olduğu kabul edilerek

“‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ ” ﹶ‬ile mansûb olması câizdir

“. ‫ﻥ‬
ٍ‫ﺴ‬‫ﺤ‬
 ‫ﻭ‬ ‫ﻭ ٍﺩ‬‫ﺤﻤ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ﻥ ﹶ‬
 ‫ﺢ ِﻟ ﹾﻠﻔﹶﺎ ِﺌﺯِﻴ‬
 ‫ﺕ ﺍﻟ ِﻤ ﹶﻨ‬
‫ﻤ ﹾ‬ ‫ﺩ‬ ‫” ﹸﻗ‬, veya “.‫ ﹶﻨﺎﹰ‬‫ﺴ‬‫ﻭ ٍﺩ ﻭﺤ‬‫ﺤﻤ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ ” ﹶ‬şeklinde

olur. Çünkü “‫ﻭﺩ‬‫ﺤﻤ‬


 ‫ﻤ‬ ” “Mahmûd” kelimesinin zâhiri olarak cer olması gerekir. Çünkü

“‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ ” ﹶ‬edatının müstesnâsının cer olamsı gerekir ve burada “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ ” ﹶ‬edatının müstesnâsıdır.

Takdîri olarak ta mansûbdur. Çünkü mukadder (takdir edilen) “‫ﻻ‬


‫”ِﺇ ﱠ‬nın müstesnâsıdır.

359
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 347-348.

80
Nahivciler bu i’râbı; “‫ﻋﻠﹶﻰ ﺍﻟﺘﱠﻭﻫِﻴ ِﻡ‬
 ‫ﺏ‬
 ‫ﺍ‬‫ﻋﺭ‬
 ‫“ ”ﺍﻹ‬tevhîm (vehm) üzere i’râb” ya da

“‫ل‬‫ﻤﺤ‬ ‫ﻋﻠﹶﻰ ﺍﻟ‬


 ” “mahallî i’râb diye isimlendirmişlerdir. Bu i’râb, istisnâ konusunda, sadece

isim olan “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬


‫ ” ﹶ‬ve benzerlerinde geçerlidir. Diğerlerinde kullanılmaz.

Tevhîmi i‘râb konusunda verilen bu cevâza rağmen dilin inceliklerini ve


ifâdenin doğruluğunu korumak adına ondan uzak durmak daha iyidir.360

C. Hem Fiil, Hem de Harf Olan İstisnâ Edatları “‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫ ﺤ‬،‫ﺍ‬‫ﻋﺩ‬


 ،‫ﻼ‬
‫ﺨﹶ‬
‫”ﹶ‬

1. “‫ﻼ‬
‫ﺨﹶ‬
‫”ﹶ‬

“‫ﻼ‬
‫ﺨ ﹶ‬
‫ ” ﹶ‬aslı itibâriyle lâzım fiildir.361 Örneğin;

“.‫ﻫِﻠ ِﻪ‬
‫ﻥﺃ‬
 ‫ﺕ ِﻤ‬
‫ﻴ ﹸ‬‫ﻼ ﺍﻟﺒ‬
‫ﺨﹶ‬‫“ ” ﹶ‬Ev, sahiplerinden boşaldı” yâni “evde kimse kalmadı” mânasında

fiil olarak kullanılmıştır.362

“‫ﻼ‬
‫ﺨ ﹶ‬
‫” ﹶ‬, “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬mânasında da kullanılır. Bu durumda “hâriç, dışında, başka,

müstesnâ” gibi anlamlara gelir. 363 “‫ﻼ‬


‫ﺨ ﹶ‬
‫ ” ﹶ‬istisnâ için kullanıldığında, iki durum söz

konusudur:

1. Harfi cer olarak kullanılabilir.364 Bu durumda “‫ﻼ‬


‫ﺨ ﹶ‬
‫ ” ﹶ‬sükûn üzere mebnîdir ve İ’râbda

mahalli yoktur.365

“. ‫ﻲ‬
 ‫ﻋِﻠ‬
 ‫ﻼ‬
‫ﺨﹶ‬‫ﻡ ﹶ‬ ‫ﺀ ﺍﻟﻘﹶﻭ‬ ‫ﺎ‬‫“ ”ﺠ‬Ali dışında, kavim geldi.”366

“. ‫ﺽ‬
ٍ ‫ﻤﺭِﻴ‬ ‫ﻼ‬
‫ﺨﹶ‬‫ﻰ ﹶ‬‫ﺭﻀ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﺏ ﺍﻟ‬
 ‫ﻁﺒِﻴ‬
‫ﺹ ﺍﻟ ﱠ‬
 ‫“ ” ﹶﻓﺤ‬Bir hasta hariç, doktor hastaları muâyene etti.”367

360
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 347-348.
361
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 331; Fâdıl Sâlih es-Sâmirrâî, a.g.e., II, 235.
362
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 331.
363
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 139.
364
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 108-109.
365
Tâhir Yusuf el-Hatip, a.g.e., s. 180.
366
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 139.

81
“.‫ﺭ ِﺩ‬
 ‫ﻭ‬ ‫ﻼ ﺍﻟ‬
‫ﺨﹶ‬‫ﺭ ﹶ‬ ‫ﺎ‬‫ﺯﻫ‬ ‫ﺕ ﺍﻷ‬
‫ﻁ ﹾﻔ ﹸ‬
‫“ ” ﹶﻗ ﹶ‬Gül hariç, çiçekleri kopardım.” Bu örneklerin müstesnâları

harfi cer ile mecrûrdur.


2. Câmid mâzi fiil olarak kabul edilebilir. Bu mâzi fiil dâimâ müfred müzekkerdir.

“.‫ﺩﹰﺍ‬‫ﺯﻴ‬
 ‫ﻼ‬
‫ﺨﹶ‬‫ﺏ ﹶ‬
 ‫ﻼ‬
‫ﺭ ﺍﻟﻁﱡ ﱠ‬ ‫ﻀ‬
 ‫ﺤ‬
 ” “Zeyd dışında, öğrenciler hazır bulundular.”

“.‫ﻥ‬
ِ ‫ﻼ ﹶﻓﺘﹶﺎﺘﹶﻴ‬
‫ﺨﹶ‬‫ﺏ ﹶ‬
 ‫ﻼ‬
‫ﺭ ﺍﻟﻁﱡ ﱠ‬ ‫ﻀ‬
 ‫ﺤ‬
 ” “İki genç kız hariç, öğrenciler hazır bulundular.”368

“.‫ﻭ ِﻡ‬
 ‫ﺭ ﹶﻓ ﹶﺔ ﺍﻟ ﱠﻨ‬ ‫ﻏ‬
‫ﻼ ﹸ‬
‫ﺨﹶ‬‫ﺕ ﹶ‬
ِ ‫ﻴ‬‫ﻑ ﺍﻟﺒ‬
‫ ﹶ‬‫ﻏﺭ‬
‫ﺕ ﹸ‬
‫ﺨ ﹾﻠ ﹸ‬
‫ﺩ ﹶ‬ ” “Yatak odası dışında, evin odalarına girdim.”369

“.‫ﻼ ﺸﹶﺎ ﹰﺓ‬


‫ﺨﹶ‬‫ ﹶ‬‫ﺭ ﺍﻟ ﹶﻐ ﹶﻨﻡ‬ ‫ﺍ‬‫ﺠﺯ‬
 ‫ ﺍﻟ‬‫ﺢ‬‫“ ” ﹶﺫﺒ‬Kasap, bir koyun dışında, koyunları kesti.”370

“‫ﻼ‬
‫ﺨ ﹶ‬
‫ ” ﹶ‬fiil olarak kabul edildiğinde, kendisinden sonra gelen müstesnâlar

mef’ulü bih olarak mansûb olur.

“.‫ﺩﹰﺍ‬‫ﺯﻴ‬
 ‫ﻼ‬
‫ﺨﹶ‬
‫ﺏ ﹶ‬
 ‫ﻼ‬
‫ﺭ ﺍﻟﻁﱡ ﱠ‬ ‫ﻀ‬
 ‫ﺤ‬
 ” “Zeyd hariç, öğrenciler hazır bulundular” örneğinde; “‫ﻼ‬
‫ﺨﹶ‬
‫” ﹶ‬: elif

üzerinde takdiri fethayla mâzi, mebni fiildir. Fâili ise müstetir gizli zamir olan “‫ﻭ‬
 ‫ﻫ‬ ” “o” dur.

Bu müstetir zamir, kendisinden önceki fiilin mastarına yâni “‫ﺭ‬


 ‫ﻭ‬‫ﺤﻀ‬
 ”nın masdarına râcîdir.

“‫ﺩﹰﺍ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬


 ”: Mefûlun bihtir, sonunda açık olarak görülen (zâhir) bir fetha ile mansûbdur.371

İstisnâ konusunda “‫ﻼ‬


‫ﺨ ﹶ‬
‫’” ﹶ‬nın harfi cer olarak kabul edilebilmesi için öncesinde

masdar “‫ﺎ‬‫”ﻤ‬sı gelmez.372

Eğer “‫ﻼ‬
‫ﺨ ﹶ‬
‫” ﹶ‬nın önünde “‫ﺎ‬‫ ”ﻤ‬yoksa “‫ﻼ‬
‫ﺨ ﹶ‬
‫ ” ﹶ‬harfi cer olarak da kabul edilebilir. Bu

takdirde, müstesnâsı mecrûr olur. Ayrıca câmid mâzi fiil olarak kabul edilebilir. Bu

367
Bolelli Nusreddin, Arapça Dilbilgisi Sarf-Nahiv ve Terimleri, s. 676.
368
Tâhir Yusuf el-Hatip, a.g.e., s. 181.
369
er-Rummânî en-Nehavî (thk. Abdulfettah İsmail Şibli), Meânîl-huruf, Trablus-Lübnan 1988, s. 114.
370
Bolelli Nusreddin, Arapça Dilbilgisi Sarf-Nahiv ve Terimleri, s. 675.
371
Tâhir Yusuf el-Hatip, a.g.e., s. 181.
372
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 140.

82
durumda da müstesnâsı, mefulün bihi olarak nasb edilir. Fâili de daha önce belirtildiği
gibi müstetir zamirdir.

Fakat “‫ﻼ‬
‫ﺨ ﹶ‬
‫” ﹶ‬nın önüne masdar “‫ﺎ‬‫”ﻤ‬sı geldiğinde, “‫ﻼ‬
‫ﺨ ﹶ‬
‫”ﻤﺎ ﹶ‬nın fiil olarak kabul

edilmesi zorunlu olur. Sonrasındaki ismin (müstesnâ) de mef’ûlü bihi olarak nasb
edilmesi vâciptir.373

Kisâî; önüne “‫ﺎ‬‫ ”ﻤ‬gelmesine rağmen “‫ﻼ‬


‫ﺨﹶ‬‫’” ﹶ‬yı harf kabul etmiş ve

müstesnâsının mecrûr olduğu görüşünü savunmuştur.374

“.‫ﺩﹰﺍ‬‫ﺯﻴ‬
 ‫ﻼ‬
‫ﺨﹶ‬‫ﺎ ﹶ‬‫ﺏ ﻤ‬
 ‫ﻼ‬
‫ﺭ ﺍﻟﻁﱡ ﱠ‬ ‫ﻀ‬
 ‫ﺤ‬
 ” “Zeyd dışında öğrenciler hazır bulundular (geldiler)”

örneğinde;

“‫ﺎ‬‫”ﻤ‬: Masdar harfidir. Sükûn üzere mebnîdir. İ’râbda mahalli yoktur. “‫ﻼ‬
‫ﺨ ﹶ‬
‫” ﹶ‬:

Mâzi fiildir. Elif, üzerine takdîr edilen fethâ üzere mebnîdir. Fâili “‫ﻭ‬
 ‫ﻫ‬ = o” olarak takdir

edilen müstetir zamirdir. “‫ﺩﹰﺍ‬‫ﺯﻴ‬


 ”: Mef’ulün bih’dir. Fetha ile nasb edilmiştir. “‫ﺩﹰﺍ‬‫ﺯﻴ‬ ‫ﻼ‬
‫ﺨﹶ‬
‫ﺎ ﹶ‬‫”ﻤ‬

müevvel masdarı ise yâ “hâl” olarak nasb mahallindedir. Takdîri de;

“.‫ﻴ ٍﺩ‬ ‫ﺯ‬


 ‫ﻥ‬
 ‫ﻡ ِﻤ‬ ‫ ِﻫ‬‫ﺨﹸﻠﻭ‬
‫ﺕ ﹸ‬
‫ﻭ ﹾﻗ ﹶ‬ ‫ﺏ‬
 ‫ﻼ‬
‫ﺭ ﺍﻟﻁﱡ ﱠ‬ ‫ﻀ‬
 ‫ﺤ‬
 ” “Zeyd aralarında olmadığı halde öğrenciler hazır

bulundular.”
Ya da zarf olarak nasb mahallindedir. Takdîri ise;

“.‫ﻴ ٍﺩ‬ ‫ﺯ‬


 ‫ﻥ‬
 ‫ﻡ ِﻤ‬ ‫ﻭ ِﻫ‬ ‫ﺨ ﹾﻠ‬
‫ﺕ ﹸ‬
‫ ﹾﻗ ﹶ‬‫ﺏ ﻭ‬
 ‫ﻼ‬
‫ﺭ ﺍﻟﻁﱡ ﱠ‬ ‫ﻀ‬
 ‫ﺤ‬
 ” “Öğrenciler, aralarında Zeyd olmadığı zaman

(vakit) geldiler.”375

Lebid’in şu beyti de “‫ﻼ‬


‫ﺨ ﹶ‬
‫ﺎ ﹶ‬‫”ﻤ‬ya güzel bir örnektir;

“. ‫ل‬
ٌ ‫ﺍ ِﺌ‬‫ﺎﹶﻟﺔٍ ﺯ‬‫ﻤﺤ‬ ‫ﻻ‬
‫ﻭ ﹸﻜلﱡ ﹶﻨﻌِﻴ ٍﻡ ﹶ‬ * ‫ل‬
ٌ‫ﻁ‬ِ ‫ﺎ‬‫ﷲ ﺒ‬
َ ‫ﻼﺍ‬
‫ﺨ ﹶ‬
‫ﺎ ﹶ‬‫ﻲ ٍﺀ ﻤ‬
 ‫ﺸ‬
‫“ ”َﺃﻻ ﹸﻜلﱡ ﹶ‬Dikkat edin, Allah’tan başka

her şey bâtıldır. Şüphesiz her nimet gidicidir.”376

373
Tâhir Yusuf el-Hatip, a.g.e., s. 181; Reşîd eş-Şertûnî, a.g.e., IV, 326; Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s.
107-108; Muhammed Said İsbir-Bilâl Cüneydî, a.g.e., s. 480.
374
er-Rummânî en-Nehavî, a.g.e., s. 114.
375
Tâhir Yusuf el-Hatip, a.g.e., s. 181; Reşîd eş-Şertûnî, a.g.e., IV, 326.

83
“.‫ﻼ ﺍﻟﻌِ ﹶﻨﺏ‬
‫ﺨﹶ‬‫ﺎ ﹶ‬‫ﻪ ﻤ‬ ‫ﺍ ِﻜ‬‫ ﺍﻟ ﹶﻔﻭ‬‫ﺤﺏ‬
ِ ‫“ ”ُﺃ‬Üzüm hariç, meyveleri severim.”377

Not: Nahiv âlimlerinden bâzıları, istisnâda edatın önüne gelen “‫ﺎ‬‫”ﻤ‬nın mânayı

te’kid (pekiştirme) için gelen “zâid ‫ﺎ‬‫ ” ﻤ‬olduğu görüşündedirler. Delilleri ise; “‫ﺎ‬‫”ﻤ‬nın

bulunup bulunmamasının mânada bir değişikliğe sebebiyet vermemesidir. Yâni “‫ﺎ‬‫”ﻤ‬

olduğunda da olmadığında da mâna aynıdır. Sadece “‫ﺎ‬‫ ”ﻤ‬geldiğinde mâna pekişmektedir.378

Edatın önüne gelen “‫ﺎ‬‫”ﻤ‬yı “masdar ‫ﺎ‬‫”ﻤ‬sı olarak kabul eden nahivcilerin delili

ise; “‫ﺎ‬‫”ﻤ‬nın mânaya, te’kidin yanı sıra farklılık da katmasıdır. Şöyleki;

“.‫ﺩﹰﺍ‬‫ﺤﻤ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﻼ‬
‫ﺨﹶ‬‫ل ﹶ‬
ُ ‫ﺎ‬‫ﺭﺠ‬ ‫ﺀ ﺍﻟ‬ ‫ﺎ‬‫“ ”ﺠ‬Muhammed dışında adamlar geldi.” cümlesinin mânası,

“.‫ﻤ ٍﺩ‬ ‫ﺤ‬


 ‫ﻤ‬ ‫ﻥ‬
 ‫ﻡ ِﻤ‬ ‫ﻬ‬ ‫ﻤﺠِﻴ ُﺌ‬ ‫ﻼ‬
‫ﺨﹶ‬‫“ ” ﹶ‬Onların gelme eylemi Muhammed’siz oldu.” Şeklinde ya da;

“.‫ﻤ ٍﺩ‬ ‫ﺤ‬


 ‫ﻤ‬ ‫ﻥ‬
 ‫ل ِﻤ‬
ُ ‫ﺎ‬‫ﺭﺠ‬ ‫ﻼ ﺍﻟ‬
‫ﺨﹶ‬‫“ ” ﹶ‬Adamlar Muhammed’den ayrıydı” şeklindedir. İstisnâ anlamını

sonra almıştır.

“.‫ﺩﹰﺍ‬‫ﺤﻤ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﻼ‬
‫ﺨﹶ‬‫ﺎ ﹶ‬‫ل ﻤ‬
ُ ‫ﺎ‬‫ﺭﺠ‬ ‫ﺀ ﺍﻟ‬ ‫ﺎ‬‫ ”ﺠ‬örneği ise; “Adamlar, aralarında Muhammed olmadığı vakit

geldiler.” şeklinde zarf mânalı veya “Adamlar aralarında Muhammed olmadığı halde
geldiler.” şeklinde “hâl” mânalı olmaktadır. Ayrıca istisnâ mânasını direk almaktadır.379

Not: “‫ﻼ‬
‫ﺨ ﹶ‬
‫ ” ﹶ‬zikredilecek olan şu mânalarda mutasarrıf (çekimli) mâzi fiil olarak

da gelebilir:

ƒ “‫ﻍ‬
‫ ﹶ‬‫“ ” ﹶﻓﺭ‬boş olmak, boşaldı” mânasına; örneğin:

“. ‫ﻥ‬
 ‫ﻤﻜﹶﺎ‬ ‫ﻼ ﺍﻟ‬
‫ﺨﹶ‬‫“ ” ﹶ‬Yer boşaldı.”

376
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 684; Tâhir Yusuf el-Hatip, a.g.e., s. 181.
377
Bolelli Nusreddin, Arapça Dilbilgisi Sarf-Nahiv ve Terimleri, s. 676.
378
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 141.
379
Fâdıl Sâlih es-Sâmirrâî, a.g.e., II, 236.

84
“.‫ﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬
 ‫ﻼ‬
‫ﺨﹶ‬‫“ ” ﹶ‬Zeyd, işini bitirdi” mânasında gelebilir gibi.

ƒ Başka birinden ayrılmak mânasına;

“.‫ﺎِﻟ ٍﻡ‬‫ﺩ ِﺒﺴ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬


 ‫ﻼ‬
‫ﺨﹶ‬‫“ ” ﹶ‬Zeyd, Sâlim’den ayrıldı.”

ƒ Bir şeyle sınırlı kalmak, yetinmek mânasında;

“. ‫ﻥ‬
ِ ‫ﺒ‬ ‫ﻋﻠﹶﻰ ﺍﻟﱠﻠ‬
 ‫ﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬ ‫ﻼ‬
‫ﺨﹶ‬‫“ ” ﹶ‬Sütü sadece Zeyd yedi.”

ƒ Dayanmak güvenmek mânasına;

“.‫ﻋﻠﹶﻰ ﺃﺒِﻴ ِﻪ‬


 ‫ﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬ ‫ﻼ‬
‫ﺨﹶ‬‫“ ” ﹶ‬Zeyd, babasına güvendi.”

ƒ Geçmek, mâzide kalmak mânasına;

“. ‫ﺏ‬
 ‫ﺎ‬‫ﺸﺒ‬
‫ﻼ ﺍﻟ ﱠ‬
‫ﺨﹶ‬‫“ ” ﹶ‬Gençlik mâzide kaldı (geçti).”

ƒ İçi rahat olmak, iknâ edilmek veya kanmak mânasına;

“.‫ﻴ ٍﺩ‬ ‫ﺯ‬


 ‫ل‬
ُ ‫ﺎ‬‫ﻼ ﺒ‬
‫ﺨﹶ‬‫“ ” ﹶ‬Zeyd’in içi rahat oldu(Zeyd iknâ oldu).”

ƒ Bir mekânda sürekli kalmak, oradan ayrılmamak mânasına;

“.‫ﻪ‬ ‫ﻴ ﹶﺘ‬‫ﺩ ﺒ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬


 ‫ﻼ‬
‫ﺨﹶ‬‫“ ” ﹶ‬Zeyd, evinden ayrılmadı.”

ƒ Bir eylem (fiil) için ayrılmak, bir eyleme yönelmek mânasına;

“. ‫ﺱ‬
ِ ‫ﺭ‬ ‫ﺩ‬ ‫ﺕ ِﻟ ﹾﻠ‬
‫ﻭ ﹸ‬ ‫ﺨﹶﻠ‬
‫“ ” ﹶ‬Kendimi dersi verdim.”380

2. “‫ﺍ‬‫ﻋﺩ‬
”

Bir çok yönüyle daha önce izâhı geçen “‫ﻼ‬


‫ﺨ ﹶ‬
‫ ” ﹶ‬ya benzeyen “‫ﺍ‬‫ﻋﺩ‬
 ”, şu durumlarda

gelebilir;
1. Câmid mâzi fiil olarak kabul edilebilir; bu durumda, kendinden sonra gelen
müstesnâyı nasb eder.381 Fâili kendisinde bulunan müstetir (gizli) zamirdir. Bu zamir,
edattan önce zikredilen fiilin masdarına râcidir. Örneğin;

380
Tâhir Yusuf el-Hatip, a.g.e., s. 182.
381
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 107-108.

85
“.‫ﺍ ﺨﹶﺎﻟِﺩﺍﹰ‬‫ﻋﺩ‬
 ‫ﺏ‬
 ‫ﺭﻜﹶﺎ‬ ‫ ﺍﻟ‬‫ﺎ ﹶﻓﺭ‬‫“ ”ﺴ‬Hâlid dışında, yolcular gittiler (yolculuk ettiler).” cümlesinde

“‫ﺍ‬‫ﻋﺩ‬
 ”: Câmid fiildir. Elif üzerine takdîr edilen fetha üzere mebnîdir. Fâili ise kendisinde

bulunan müstetir zamir olan “‫ﻭ‬


 ‫ﻫ‬ = o” dur. “‫ﺩﹰﺍ‬ ‫”ﺨﹶﺎِﻟ‬: Açık (zâhir) fetha ile mansûb

mefûldür ve aynı zamanda müstesnâdır.

2. “‫ﺍ‬‫ﻋﺩ‬
 ” harfi cer olarak kabul edilebilir.382 Bu takdirde sükûn üzere mebnîdir. İ’râbda

mahalli yoktur. “‫ﻼ‬


‫ﺨﹶ‬‫” ﹶ‬da olduğu gibi, “‫ﺩﺍ‬ ‫ﻋ‬
 ”nın harf olarak kabul edilebilmesi için

önüne masdar “‫ﺎ‬‫”ﻤ‬sının gelmemesi gerekmektedir. Örneğin;

“.‫ﺍ ﺨﹶﺎِﻟ ٍﺩ‬‫ﻋﺩ‬


 ‫ﺏ‬
 ‫ﺭﻜﱠﺎ‬ ‫ﺭ ﺍﻟ‬ ‫ﺎ ﹶﻓ‬‫“ ”ﺴ‬Hâlit hariç, yolcular gittiler.” cümlesinde “‫ﺍ‬‫ﻋﺩ‬
 ”: Harfi cerdir.

Sükûn üzere mebnîdir. İ’râbda mahalli yoktur.

“‫”ﺨﹶﺎِﻟ ٍﺩ‬:Lafzen mecrûr isimdir. Müstesnâ olduğu için de mahallen mansûbdur.383

“‫ﺍ‬‫ﻋﺩ‬
 ”nın bu iki durumuyla ilgili örnekler:

“.‫ﺍ ﻭﺍﺤِﺩﹰﺍ‬‫ﻋﺩ‬
 ‫ﻡ‬ ‫ﻬ‬ ‫ﺏ ﺍﻟﺘﹶﻼﻤِﻴ ﹶﺫ ﹸﻜﻠﱠ‬
 ‫ﺤ‬
ِ ‫“ ”ﻨﹸ‬Birinden başka, bütün öğrencileri severiz.”

“.‫ﻼ ﺸﹶﺎ ﹰﺓ‬


‫ﺨﹶ‬‫ ﹶ‬‫ﺭ ﺍﻟ ﹶﻐ ﹶﻨﻡ‬ ‫ﺍ‬‫ﺠﺯ‬
 ‫ ﺍﻟ‬‫ﺢ‬‫“ ” ﹶﺫﺒ‬Bir koyun hariç, kasap sürüyü kesti.”

3. “‫ﺍ‬‫ﻋﺩ‬
 ”nın zorunlu olarak mâzi fiil kabul edilmesi, “‫ﻼ‬
‫ﺨ ﹶ‬
‫” ﹶ‬da olduğu gibi “‫ﺍ‬‫ﻋﺩ‬
 ”nın da

önüne masdar “‫ﺎ‬‫”ﻤ‬sı gelmesiyle olur. Bu takdirde mutlaka mâzi fiil olarak kabul

edilmeli ve müstesnâ vücûben nasb olmalıdır. Fâili ise takdiri “‫ﻭ‬


 ‫ﻫ‬ = o” olan gizli

zamirdir. Çünkü masdar “‫ﺎ‬‫”ﻤ‬sı harflerin önüne gelmez.

Bu kuralla ilgili oralrak şu cümleler örnek verilebilir:

“.‫ﺍ ﺨﹶﺎﻟِﺩﹰﺍ‬‫ﻋﺩ‬
 ‫ﺎ‬‫ﺏ ﻤ‬
 ‫ﻼ‬
‫ﺭ ﺍﻟﻁﱡ ﱠ‬ ‫ﻀ‬
 ‫ﺤ‬
 ” “Hâlid dışında öğrenciler hazır bulundular.”384

382
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 108-109.

86
“. ‫ل‬
ِ‫ﺨ‬‫ ﺍﻟ ﱠﻨ ﹾ‬‫ﺭ‬‫ﺸﺠ‬
‫ﺍ ﹶ‬‫ﻋﺩ‬
 ‫ﻤﺎ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﺎ‬‫ﺸﺠ‬
‫ﺕ ﺍﻷ ﹾ‬
‫ﺴ ﹸ‬
 ‫ﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫“ ” ﹶ‬Hurma ağacı hâriç, ağaçları diktim.”

“.‫ﻔ ﹰﺎ‬‫ﻤ ﹾﺘﺤ‬ ‫ﺍ‬‫ﻋﺩ‬


 ‫ﺎ‬‫ل ﻤ‬
َ ‫ﻭ‬‫ﺴﺘﹶﺎ ﹾﻨﺒ‬
‫ﻑﺇ‬
‫ﻤﺘﹶﺎﺤِ ﹶ‬ ‫ﺭﺕﹸ‬ ‫ﺯ‬ ” “Bir müze hariç, İstanbul müzelerini ziyâret ettim.”

“. ‫ﻙ‬
 ‫ﺨ ﹶﺘ‬
‫ﺍ ُﺃ ﹾ‬‫ﻋﺩ‬
 ‫ﺎ‬‫ﺕ ﻤ‬
‫ﺎ ﹸ‬‫ﺕ ﺍﻟﻁﱠﺎِﻟﺒ‬
‫ ﹾ‬‫ﺤ‬‫“ ” ﹶﻨﺠ‬Kız kardeşin hariç, kız öğrenciler başarılı oldular.”

“.‫ﺍ ﻁﹶﺎﻟِﺒ ﹰﺎ‬‫ﻋﺩ‬


 ‫ﺎ‬‫ﺤﹶﻠﺔِ ﻤ‬
 ‫ﺭ‬ ‫ﻑ ِﻓﻲ ﺍﻟ‬
‫ﺼ ﱢ‬
 ‫ﺏ ﺍﻟ‬
 ‫ﻁﻼﱠ‬
‫ ﹸ‬‫ﻙ‬‫ﺸ ﹶﺘﺭ‬
‫“ ”ﺍ ﹾ‬Bir öğrenci hariç, sınıfın öğrencileri

geziye katıldı.”385

4. “‫ﺍ‬‫ﻋﺩ‬
 ”nın çekimli mâzi fiil olarak kullanılması: “‫ﺍ‬‫ﻋﺩ‬
 ”, istisnâ mânası dışında “geçti,

koştu …” vb. mânalarına gelen çekimli mutasarrıf fiil olarak ta kullanılabilir.

“‫ﻭﹰﺍ‬‫ﻋﺩ‬
 ،‫ﻭ‬‫ﻌﺩ‬ ‫ﻴ‬ ،‫ﺍ‬‫ﻋﺩ‬
 ” gibi.386

“. ‫ﺏ‬
ِ ‫ﻌ‬ ‫ﻤ ﹾﻠ‬ ‫ﺏ ﻓِﻲ ﺍﻟ‬
 ‫ﻋ‬
ِ ‫ﺍ ﺍﻟﻼ‬‫ﻋﺩ‬
 ” “Oyuncu, sahada koştu.”

“. ‫ﺭ‬
 ‫ﻬ‬ ‫ﺩ ﺍﻟ ﱠﻨ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬ ‫ﺍ‬‫ﻋﺩ‬
 ” “Zeyd, nehri geçti.”

“.‫ﺭ‬‫ﺩ ﺍﻟ ﱠﻨﻬ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬


 ‫ﻭ‬‫ﻌﺩ‬ ‫ﻴ‬ ” “Zeyd nehri geçiyor.”387

“.‫ﺭ‬
 ‫ﻬ‬ ‫ﺕ ﺍﻟ ﱠﻨ‬
‫ﻭ ﹸ‬ ‫ﺩ‬ ‫ﻋ‬
 ” “Nehri geçtim.”388

3. “‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫”ﺤ‬

Cer harfi olan bu kelime, kendisinden sonra gelen isimlerin son harflerinin
harekelerini cer yapar. Kelime, bu yönüyle cer harfleri arasında yer alırsa da anlamı

383
Tâhir Yusuf el-Hatip, a.g.e., s. 276; Akdağ Hasan, a.g.e., s. 275.
384
Tâhir Yusuf el-Hatip, a.g.e., s. 276.
385
Bolelli Nusreddin, Arapça Dilbilgisi Sarf-Nahiv ve Terimleri, s. 676.
386
Nureddin Abdurrahman el-Cami, a.g.e., I, 256; Tâhir Yusuf el-Hatip, a.g.e., s. 276; Muhammed el-
Antâkî, a.g.e., II, 331.
387
Nureddin Abdurrahman el-Cami, a.g.e., I, 256; Tâhir Yusuf el-Hatip, a.g.e., s. 276; Muhammed el-
Antâkî, a.g.e., II, 331.
388
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 331.

87
yönünden istisnâ edatları arasında yer alır. 389 İstisnâ mânasında kullanılan “‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫”ﺤ‬nın

“‫ﺤﺸﹶﺎ‬
 ،‫ﺎﺵﹶ‬‫ ﺤ‬،‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫ ”ﺤ‬şeklinde üç çeşit ifâde biçimi vardır.390

“.‫ﻴ ٍﺩ‬ ‫ﺯ‬


 ‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫ﻡ ﺤ‬ ‫ ﺍﻟﻘﹶﻭ‬‫ﺏ‬‫“ ” ﹶﺫﻫ‬Zeyd hariç, kavim gitti.”391

“.‫ﺎﺸﹶﺎ ﺨﹶﺎِﻟ ٍﺩ‬‫ﺏ ﺤ‬


 ‫ﻼ‬
‫ﻡ ﺍﻟﻁﱡ ﱠ‬ ‫“ ”ﻗﹶﺎ‬Hâlid dışında öğrenciler ayağa kalktılar.”392

“.‫ﺤ ٍﺩ‬
ِ ‫ﺍ‬‫ﺎﺸﹶﺎ ﻭ‬‫ﺕ ﺤ‬
ِ ‫ﺎ‬‫ﺩﺭِﻴﺒ‬ ‫ﺏ ﺍﻟ ﱠﺘ‬
 ‫ل ﺍﻟﻁﱠﺎِﻟ‬
‫ﺤ َﱠ‬
 ” “Öğrenci biri hariç, alıştırmaları çözdü.”393

Not: Bu görüş, Sîbeveyh’in de savunduğu bir görüştür. 394 Görüldüğü gibi,


kelime hem cer harfi olarak kendisinden sonraki ismi cer yapıyor. Hem “başka” vb.
anlamları ifâde ederek istisnâ edatı oluyor.395

İstisnâ konusunda “‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫”ﺤ‬nın bâzı nahiv âlimleri tarafından mâzi fiil olarak da

kullanıldığı görülür.396 Bu durumda ondan sonraki isim (müstesnâ) mansûb olur ve fâili

de gizli zamir olan “‫ﻭ‬


 ‫ﻫ‬ = o” dur.397

“.‫ﺩﹰﺍ‬‫ﺯﻴ‬
 ‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫ﻡ ﺤ‬ ‫ ﺍﻟﻘﹶﻭ‬‫ﺏ‬‫“ ” ﹶﺫﻫ‬Zeyd hariç, kavim gitti.”398

“.‫ﺎﺸﹶﺎ ﺨﹶﺎﻟِﺩﺍﹰ‬‫ﺏ ﺤ‬
 ‫ﻼ‬
‫ﻡ ﺍﻟﻁﱡ ﱠ‬ ‫“ ”ﻗﹶﺎ‬Hâlid dışında, öğrenciler ayağa kalktılar.”399

“.‫ﺩﹰﺍ‬‫ﺯﻴ‬
 ‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫ﻡ ﺤ‬ ‫ﺕ ﺍﻟﻘﹶﻭ‬
‫ﺒ ﹸ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻀ‬
 ” “Zeyd hariç, kavmi dövdüm.”400

389
er-Rummânî en-Nehavî, a.g.e., s. 126; Akdağ Hasan, a.g.e., s. 183.
390
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 332.
391
er-Rummânî en-Nehavî, a.g.e., s. 126.
392
Akdağ Hasan, a.g.e., s. 183.
393
Bolelli Nusreddin, Arapça Dilbilgisi Sarf-Nahiv ve Terimleri, s. 678.
394
er-Rummânî en-Nehavî, a.g.e., s. 126; Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 109; Sibeveyh, a.g.e., II, 349-350.
395
Akdağ Hasan, a.g.e., s. 182.
396
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 109-110.
397
er-Rummânî en-Nehavî, a.g.e., s. 126; Akdağ Hasan, a.g.e., s. 182.
398
er-Rummânî en-Nehavî, a.g.e., s. 126.
399
Akdağ Hasan, a.g.e., s. 182.
400
Fâdıl Sâlih es-Sâmirrâî, a.g.e., II, 238.

88
“‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫”ﺤ‬yı fiil kabul eden el-Müberred ve bâzı dil âlimlerinin delilleri ise;

en-Nabîğa’nın şu beytidir:

ِ‫ﺩ‬‫ﻥ َﺃﺤ‬
 ‫ﻭﺍ ِﻡ ِﻤ‬ ‫ﻷ ﹾﻗ‬
َ‫ﻥﺍ‬
 ‫ﺎﺸِﻲ ِﻤ‬‫ﻻ ُﺃﺤ‬
‫ﻭ ﹶ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﻬ‬ ‫ﺸ ِﺒ‬
‫ﻴ ﹾ‬ ‫ﺱ‬
ِ ‫ﻼ ﻓِﻲ ﺍﻟﻨﱠﺎ‬
‫ﻋﹰ‬ِ ‫ﻯ ﻓﹶﺎ‬‫ﻻ َﺃﺭ‬
‫ﻭ ﹶ‬

Kavimlerden (topluluklardan) İnsanlar arasında


hiç kimseyi de istisnâ etmiyorum401 ona benziyeni göremiyorum

“‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫”ﺤ‬nın önüne masdar “‫ﺎ‬‫”ﻤ‬sının gelmesi pek nâdirdir. Hattâ bunun caiz

olmadığı dahî söylenir ki; doğru olan görüş de budur. Nitekim Sîbeveyh gibi “‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫”ﺤ‬yı

harf olarak kabul eden nahiv âlimlerinin görüşü de bu yöndedir.

Örneğin, “.‫ﺩﹰﺍ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬


 ‫ﺍ‬‫ﻋﺩ‬
 ‫ﺎ‬‫”ﻤ‬de olduğu gibi “‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫”ﺤ‬yı kullanmak doğru doğru değildir.

Çünkü; “‫ﺍ‬‫ﻋﺩ‬
 ” ve “‫ﻼ‬
‫ﺨ ﹶ‬
‫ ” ﹶ‬fiildirler. “‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫ ”ﺤ‬ise fiil olarak gelmez. Fakat buna rağmen

“‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫”ﺤ‬yı istisnâda mâzi fiil olarak kabul eden nahiv âlimlerine göre “‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫”ﺤ‬nın önüne

masdar “‫ﺎ‬‫”ﻤ‬sı gelebilir. Bu durumda fiil olması kesinleşir. Sonraki ismin (müstesnâ)

mef’ûlün bih olarak mansûb okunması gereklidir.402

“. ‫ﻕ‬
ِ ‫ﻭ‬‫ﺡ ﺍﻟﺴ‬
 ‫ﺎ ِﺭ‬‫ﻤﺴ‬ ‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫ﺎ ﺤ‬‫ﺡ ﻤ‬
 ‫ﺎ ِﺭ‬‫ﻤﺴ‬ ‫ﺩ ﺍﻟ‬ ‫“ ”ُﺃﺸﹶﺎ ِﻫ‬Çarşı tiyatrosu hariç, tiyatroların oyunlarını

seyrederim.”

Sonuç olarak istisnâ için kullanılan “‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫”ﺤ‬nın harf veya fiil olarak kabul

edilmesi, kendisinden sonraki ismin (müstesnâ olarak) harekelenmesi ile ilgilidir. Yâni,
anlamı her durumda aynıdır, değişmez.403

“‫ﺸ ﺎ‬
‫ﺎ ﹶ‬‫ ”ﺤ‬edatı daha çok müstesnâyı, müstesnâ minh’in dâhil olduğu hükümden

tenzîh etmek maksadıyla kullanılır.404

401
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 142.
402
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 355; er-Rummânî en-Nehavî, a.g.e., s. 126; Akdağ Hasan, a.g.e., s. 182.
403
Akdağ Hasan, a.g.e., s. 169.

89
“.‫ﺴﻠِﻴﻤ ﹰﺎ‬
 ‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫ﻼﻤِﻴ ﹸﺫ ﺤ‬
‫ل ﺍﻟ ﱠﺘ ﹶ‬
َ ‫ﻫﻤ‬ ‫“ ”َﺃ‬Selim hariç, öğrenciler ihmâlkâr davrandılar.”405

Burada dikkat edilmesi gereken bir husus vardır; “tenzih etmek” mâna
itibâriyle bir şahsın veya nesnenin kötü bir durumdan berî, uzak olduğunu beyân etmek

demektir. Bu nedenle müstesnâ minh’e dâhil durum iyi ise burada “‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫ ”ﺤ‬müstesnâyı

tenzih etmek için değil, istisnâ etmek için gelir. Örneğin;

“.‫ﺎﺸﹶﺎ ﺨﹶﺎﻟِﺩﺍﹰ‬‫ﻡ ﺤ‬ ‫ﺼﻠﱠﻰ ﺍﻟﻘﹶﻭ‬


 ” “Hâlid hariç, topluluk namaz kıldı.” cümlesinde müstesnâyı

tenzîh etmek için gelmemiştir. Çünkü müstesnâ minhin dâhil olduğu fiil “‫ﺼﻼ ﹸﺓ‬
 ‫”ﺍﻟ‬

“namaz” gibi iyi bir eylemdir. Burada “‫ﺵ‬


‫ﺎ ﹶ‬‫ ”ﺤ‬ancak istisnâ edatıdır.

Fakat daha önce belirtilen

“.‫ﺴﻠِﻴﻤ ﹰﺎ‬
 ‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫ﻼﻤِﻴ ﹸﺫ ﺤ‬
‫ل ﺍﻟ ﱠﺘ ﹶ‬
َ ‫ﻫﻤ‬ ‫“ ”َﺃ‬Selim dışında öğrenciler ihmâlkâr davrandılar.” Örneğinde

“‫ﺵ‬
‫ﺤﺎ ﹶ‬
 ” edatı müstesnâyı yâni Selim’i “ihmâlkârlık” gibi bir eylemde diğer öğrencilere

(müstesnâ minhe) ortak olmaktan tenzîh etmiştir.406


Tenzîh örnekleri:

“.‫ﺩﹰﺍ‬‫ﺯﻴ‬
 ‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫ﺩ ﺤ‬ ‫ﺠﻨﹸﻭ‬
 ‫ﺏ ﺍﻟ‬
 ‫ﺭ‬ ‫ﻫ‬ ” “Zeyd hariç, askerler kaçtı.”407

“.‫ﻴ ﹰﺎ‬ ‫ﻋِﻠ‬


 ‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫ﺎ ﺤ‬‫ﺀ ﻤ‬ ‫ﺎ‬‫ﻁﺒ‬
‫ﺨﹶ‬
‫ﻁﺄ ﺍﻟ ﹸ‬
‫ﺨﹶ‬
‫“ ”ﺃ ﹾ‬Ali dışında, hatipler yanlışlık (hatâ) yaptılar.”408

“.‫ﻙ‬
 ‫ﺎﺸﹶﺎ ﺃﺨﹶﺎ‬‫ﺩ ﺤ‬ ‫ﻻ‬
‫ﻭ ﹶ‬ ‫ﻕ ﺍﻷ‬
‫ ﹶ‬‫ﺭ‬‫ ”ﺴ‬ya da “.‫ﻙ‬
 ‫ﺎﺸﹶﺎ ﺃﺨِﻴ‬‫ﺩ ﺤ‬ ‫ﻻ‬
‫ﻭ ﹶ‬ ‫ﻕ ﺍﻷ‬
‫ ﹶ‬‫ﺭ‬‫“ ”ﺴ‬Kardeşin hariç, çocuklar

hırsızlık ettiler.”409

404
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 141; Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 684.
405
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 141.
406
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 141.
407
Bolelli Nusreddin, Arapça Dilbilgisi Sarf-Nahiv ve Terimleri, s. 677.
408
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 683.
409
Muhammed Hayr Hilvânî, a.g.e., II, 465.

90
İstisnâdaki “tenzîh mânası dışında “‫ﺵ‬
‫ﺎ ﹶ‬‫ ”ﺤ‬Cenâb-ı Hakk’ı eksik sıfatlardan

tenzîh etmek için de kullanılır. Bu durumda “‫ﺵ‬


‫ﺎ ﹶ‬‫”ﺤ‬nın bir çok şekli vardır:

“‫ﷲ‬
ِ ‫ﺎﺸﹰﺎ‬‫ ﺤ‬،ِ‫ﺵ ﷲ‬
‫ﺎ ﹶ‬‫ ﺤ‬،ِ‫ﺎﺸﹶﺎ ﷲ‬‫ ﺤ‬،ِ‫ﺵ ﺍﷲ‬
‫ﺎ ﹶ‬‫ ﺤ‬،ِ‫ﺎﺸﹶﺎ ﺍﷲ‬‫ ”ﺤ‬gibi.410

Bütün bu durumlarda “‫ﺵ‬


‫ﺎ ﹶ‬‫”ﺤ‬nın mânası “Allah’ı berî kılmak” ve Allah için

tenzîh etmektir. Yâni mef’ulü mutlak üzere mansûbdur.411

“... ‫ﺍﹰ‬‫ﺸﺭ‬
‫ ﹶ‬‫ﻫﺫﹶﺍ ﺒ‬ ‫ﺎ‬‫ﷲ ﻤ‬
ِ ‫ﺵ‬
‫ﺎ ﹶ‬‫ﻥ ﺤ‬
 ‫ ﻭ ﹸﻗ ﹾﻠ‬... ” “… Cenâb’ı Allah’ı tenzih ederiz, (ama) bu bir beşer

değildir…”412

“... ‫ﻭ ٍﺀ‬‫ﻥ ﺴ‬
 ‫ﻋﻠﹶﻴ ِﻪ ِﻤ‬
 ‫ﻤﻨﹶﺎ‬ ‫ﻋِﻠ‬
 ‫ﺎ‬‫ﷲ ﻤ‬
ِ ‫ﺵ‬
‫ﺎ ﹶ‬‫ﻥ ﺤ‬
 ‫ ﹸﻗ ﹾﻠ‬...” “… Allah için hâşâ! Biz O’nun hakkında

hiçbir kötülük bilmiş değiliz …”413 (Hiç bir kötülükten haberdâr değiliz).

“‫ﺸ ﺎ‬
‫ﺎ ﹶ‬‫ ”ﺤ‬Türkçe’de de tenzih anlamında değiştirilmeksizin kullanılmaktadır.414

Not: “‫ﺵ‬
‫ﺎ ﹶ‬‫ ”ﺤ‬istisnâ dışında çekimli fiil olarak sadece tenzîh için kullanıldığında

kendisinden sonra lâm “‫ ”ل‬ile “‫ﷲ‬


ِ ‫ﺎﺸ ﹶﺎ‬‫ ﺤ‬gibi” veya “‫ﷲ‬
ِ ‫ﺎﺸﹶﺎ ﺍ‬‫ ﺤ‬gibi” muzâfûn ileyh olarak

cer edilir.

Görüldüğü üzere “‫ﺵ‬


‫ﺎ ﹶ‬‫”ﺤ‬nın elifinin hazf edilmesi de, olduğu gibi bırakılması

da câizdir.415

“‫ﺵ‬
‫ﺎ ﹶ‬‫“ ”ﺤ‬ayırdı, seçti, istisnâ etti” mânalarında çekimli müteaddî bir fiil olarak

da gelebilir “‫ﺎﺸﹶﺎ ﹲﺓ‬‫ﻤﺤ‬ ،‫ﺎﺸِﻲ‬‫ﻴﺤ‬ ،‫ﺎﺸﹶﻰ‬‫ ”ﺤ‬şeklinde çekimi vardır.416

410
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 332.
411
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 142.
412
Yusuf, 12/31.
413
Yusuf, 12/51.
414
Akdağ Hasan, a.g.e., s. 182.
415
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 141.
416
Akdağ Hasan, a.g.e., s. 183; Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 141-142; Abbâs Hasan, a.g.e., II, 353.

91
“.ٍ‫ﺩ‬‫ﻥ َﺃﺤ‬
 ‫ﻼﺏِ ِﻤ‬
‫ﻁ ﹶ‬
‫ﻥ ﺍﻟ ﱡ‬
 ‫ﺎﺸٍﻲ ِﻤ‬‫ﻻ ُﺃﺤ‬
‫ﻭ ﹶ‬ ” “Öğrencilerin hiç birini ayırıp seçmem, istisnâ

etmem.”417

“.‫ﺩﹰﺍ‬‫ﺎﺸِﻲ َﺃﺤ‬‫ﺍ ِﻨ ِﻪ ﻭﻻ ُﺃﺤ‬‫ل َﺃ ﹾﻗﺭ‬


ُ‫ﻀ‬
 ‫ﺩ ﺃ ﹾﻓ‬ ‫“ ”ﺨﹶﺎِﻟ‬Hâlid akrânının en iyisidir. Hiç kimseyi istisnâ

etmiyorum.”

“.‫ﻕ‬
‫ﺤﱢ‬ ‫ ﺍﻟ‬‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ل ﹶ‬
َ ‫ﻥ ﹶﺘﻘﹸﻭ‬
‫ﻙﺃ‬
‫ﺸ‬
ِ ‫ﺎ‬‫“ ”ُﺃﺤ‬Hak olandan başkasını söylemenden seni tenzîh ederim.”418

Çekimli (müteâddî) fiil olan “‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫ ”ﺤ‬önüne “‫ﺎ‬‫ ”ﻤ‬getirilmesi suretiyle olumsuz

yapılabilir. Nitekim Peygamber Efendimiz’in şöyle buyurduğu nakledilir.

“. ‫ﻲ‬
 ‫ﺱ ﺇﹶﻟ‬
ِ ‫ﺏ ﺍﻟﻨﱠﺎ‬
 ‫ﺤ‬
 ‫ﻤ ﹸﺔ َﺃ‬ ‫ﺎ‬‫“ ”ُﺃﺴ‬Usâme bana insanların en sevimlisidir.”419

Bunun üzerine hadis râvisi:

“.‫ﺎ‬‫ﺭﻫ‬
 ‫ﻴ‬ ‫ﻏ‬
‫ ﹶﺔ ﻭﻻ ﹶ‬‫ﺎﺸﹶﺎ ﻓﹶﺎﻁِﻤ‬‫ﺎ ﺤ‬‫“ ”ﻤ‬Ne Fâtıma’yı ne de bir başkasını istisnâ etti” demiştir.420

“‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫”ﺤ‬, “‫ﺍ‬‫ﻋﺩ‬
 ” ve “‫ﻼ‬
‫ﺨﹶ‬‫ ” ﹶ‬ile ilgili hükümleri genel olarak özetleyecek olursak:

1. Bu üçü “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬mânasında istisnâ edatı olarak kullanılan câmid mâzi fiillerdir. Harfi cer

olarak da kullanılabilirler.421
2. Şâyet fiil olarak kabul edilirlerse, kendilerinden sonra gelen müstesnâlar mef’ûlü bih
olarak mansûb olur.422
3. Harfi cer olarak kabul edilirlerse, kendilerinden sonra gelen isim harfi cerle lafzen
mecrûr olur. Mahallen de mansûb olur.423

4. “‫ﻼ‬
‫ﺨ ﹶ‬
‫ ” ﹶ‬ve “‫ﺍ‬‫ﻋﺩ‬
 ” çoğunlukla mâzi fiil olarak kullanılırken “‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫ ”ﺤ‬daha çok harfi cer

olarak kullanılır.

417
Akdağ Hasan, a.g.e., s. 183.
418
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 142.
419
Buhârî, Sahih-i Buharî/Megâzi, V, 84; İbrahim Canan, Hadis Ansiklopedisi Kütüb-i Sitte, XII, 322-325.
420
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 142.
421
Muhammed Said İsbir-Bilâl Cüneydî, a.g.e., s. 480.
422
Muhammed Said İsbir-Bilâl Cüneydî, a.g.e., s. 480.
423
Muhammed Said İsbir-Bilâl Cüneydî, a.g.e., s. 480.

92
5. “‫ﻼ‬
‫ﺨ ﹶ‬
‫ ” ﹶ‬ve “‫ﺍ‬‫ﻋﺩ‬
 ”nın başına masdar “‫ﺎ‬‫”ﻤ‬sı gelince bu ikisi sadece fiil kabul edilirler.

Fâilleri ise takdîri “‫ﻭ‬


 ‫ﻫ‬ ” olan gizli zamirdir. Müstesnâları da sadece mansûb olur. Çok

nâdir de olsa “‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫”ﺤ‬nın önüne “‫ﺎ‬‫ ”ﻤ‬gelebilir. Fakat tercih edilen görüş “‫ﺎ‬‫ ”ﻤ‬almaması

yönündedir.

6. “‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫ ”ﺤ‬edatı, daha çok istisnâyı tenzîh için kullanılır.

7. “‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫” ﺤ‬, “‫ﺍ‬‫ﻋﺩ‬


 ” ve “‫ﻼ‬
‫ﺨ ﹶ‬
‫ ” ﹶ‬fiil de olsalar harfi cer de olsalar, müstesnâları ile birlikte hâl

kabul edilirler. Harfi cer kabul edildiklerinde müteallâkları (bağlı oldukları fiiller
veya şibhi fiiller) yoktur.
8. Bu üç edatın bulunduğu istisnâ cümlelerinin tâm ve muttasıl olması gerekir. Bu
edatların müreffağ ve munkatı‘ istisnâlarda kullanılması doğru değildir. Cümle ister
olumlu, ister olumsuz olsun fark etmez.
9. Bu edatlar, harf olarak kabul edildiklerinde müfred-müzekker olmaları gerekmektedir.

Çünkü “‫ﻻ‬
‫”ِﺇ ﱠ‬nın mânasını alıp istisnâ ve câmidlik (çekimli-mutasarrıf olmama)

hususunda “‫ﻻ‬
‫”ِﺇ ﱠ‬ya benzemişlerdir. Cümle ise, ya müstesnâ minh’den hâldir, ya da

isti’nâfîdir.424

D. Sadece Fiil Olan İstisnâ Edatları “‫ﻴﺱ‬ ‫” ﹶﻟ‬, “‫ﻥ‬


ُ ‫”ﻻ ﻴﻜﹸﻭ‬

Sadece fiil olan istisnâ edatları nakıs fiillerden olan iki fiille sınırlıdır. Bunlar,

“‫ﻴﺱ‬ ‫ ” ﹶﻟ‬ve “‫ﻥ‬


 ‫”ﻻ ﻴﻜﹸﻭ‬dur.425

1. “‫ﻴﺱ‬ ‫” ﹶﻟ‬

1. Aslı itibariyle “‫ﻥ‬


 ‫ ”ﻜﹶﺎ‬ve benzerlerinden olan câmid nâkıs bir fiildir.426 Mübtedâsını

(ismini) ref, haberini de nasb eder.427

424
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 139, 142; Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 683-684; Muhammed
Said İsbir-Bilâl Cüneydî, a.g.e., s. 480.
425
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 353.

93
“.‫ﻤ ﹾﺫﻨِﺒ ﹰﺎ‬ ‫ﻕ‬
‫ﺎ ِﺩ ﹸ‬‫ ﺍﻟﺼ‬‫ﻴﺱ‬ ‫“ ”ﹶﻟ‬Doğru söyleyen (kimse) suçlu değildir.” örneğinde olduğu gibi;

Bu cümlenin tahlili şu şekildedir:

“‫ﻴﺱ‬ ‫”ﹶﻟ‬: Fetha üzere mebnî olan nâkıs mâzi fiildir. İ’râbda mahalli yoktur.

“‫ﻕ‬
‫ﺎ ِﺩ ﹸ‬‫”ﺍﻟﺼ‬: “‫ﻴﺱ‬ ‫”ﹶﻟ‬nin ismidir, zâhir ötre (zamme) ile merfûdur,

“‫ﺒﹰﺎ‬ ‫ﻤ ﹾﺫ ِﻨ‬ ”: “‫ﻴﺱ‬ ‫”ﹶﻟ‬nin haberidir, zâhir fetha ile mansûbdur.428

“‫ﻴﺱ‬ ‫ ;”ﹶﻟ‬câmid olduğu için gayr-ı mutasarrıftır. Yâni muzârî ve emir sigası

bulunmamaktadır.

2. “‫ﺱ‬
 ‫ﻴ‬ ‫”ﹶﻟ‬, “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬mânasında istisnâ edatı olarak kullanılır. Kendisinden sonraki mansûb

isim ise “‫ﻴﺱ‬ ‫”ﹶﻟ‬nin hem haberi, hem de müstesnâsıdır. Bu durumda isminin dâima

müstetir (gizli) bir zamir olması zorunludur. Bu isim, öncesindeki fiilden anlaşılan
ism-i fâile (müstesnâ minhe) râci’dir.429
Örnekler:

“.‫ﺩﹰﺍ‬ ‫ ﺨﹶﺎِﻟ‬‫ﻴﺱ‬ ‫ﻥ ﹶﻟ‬


 ‫ﻭ‬‫ﺠﺭ‬
ِ ‫ﺎ‬‫ﻤﻬ‬ ‫ﺩ ﺍﻟ‬ ‫ﺎ‬‫“ ”ﻋ‬Hâlid dışında, muhâcirler geri döndüler.” cümlesindeki

istisnâ, “‫ﻻ ﺨﹶﺎﻟِﺩﹰﺍ‬


‫ ”ِﺇ ﱠ‬takdirinde “‫ﻴﺱ‬ ‫ ”ﹶﻟ‬ile oluşan istisnâdır. Cümlenin takdîri ise şöyle olur;

“.‫ﺩ ﺨﹶﺎﻟِﺩﺍﹰ‬ ‫ﺎ ِﺌ‬‫ ﺍﻟﻌ‬‫ﻴﺱ‬ ‫“ ”ﹶﻟ‬Geri dönen Hâlid değildir.”430

“.‫ﺩﹰﺍ‬‫ﺯﻴ‬
 ‫ﻴﺱ‬ ‫ﻡ ﹶﻟ‬ ‫ﻡ ﺍﻟﻘﹶﻭ‬ ‫“ ”ﻗﹶﺎ‬Zeyd dışında kavim ayağa kalktı.” örneğinde “‫ﻡ‬ ‫ﻡ ﺍﻟﻘﹶﻭ‬ ‫“ ”ﻗﹶﺎ‬kavim

kalktı” denildiğinde Zeyd’de bu kavmin mensubu olduğu için onun da ayağa kalktığı

426
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e., s. 105.
427
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 353; Tâhir Yusuf el-Hatip, a.g.e., s. 298; Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s.
685; Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 332.
428
Tâhir Yusuf el-Hatip, a.g.e., s. 398.
429
Sibeveyh, a.g.e., II, 347; Tâhir Yusuf el-Hatip, a.g.e., s. 398; Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s.
685; Akdağ Hasan, a.g.e., s. 353-354; Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 142; Muhammed el-Antâkî,
a.g.e., II, 332; İbn Hasan Ali b. Mü’min b. Muhammed b. Ali b. Asfür el-İşbilî, a.g.e., II, 394.
430
Tâhir Yusuf el-Hatip, a.g.e., s. 398.

94
düşüncesi hatıra gelecektir.” “‫ﺩﹰﺍ‬‫ﺯﻴ‬
 ‫ﻴﺱ‬ ‫“ ”ﹶﻟ‬Zeyd hariç” denilerek bu yanlış düşünce

“Zeyd’in istisnâ edilmesi sûretiyle” giderilmiş oluyor. Tıpkı “‫ﻻ‬


‫ ”ِﺇ ﱠ‬ile istisnâ’da olduğu

gibi.431

“.‫ﻥ ﺨﹶﺎﻟِﺩﺍﹰ‬
 ‫ﻴﻜﹸﻭ‬ ‫ﺩﹰﺍ ﺃﻭ ﻻ‬ ‫ ﺨﹶﺎِﻟ‬‫ﻴﺱ‬ ‫ﻡ ﹶﻟ‬ ‫ﺀ ﺍﻟﻘﹶﻭ‬ ‫ﺎ‬‫“ ”ﺠ‬Hâlid hariç, topluluk geldi.”432

“.‫ﻼ‬
‫ﺤ ﹾﻘ ﹰ‬
 ‫ﻴﺱ‬ ‫ل ﹶﻟ‬
ُ ‫ﺤﻘﹸﻭ‬
 ‫ﺕ ﺍﻟ‬
‫ﻋ ﹸ‬
 ‫ﺭ‬ ‫ﺯ‬ ” “Bir tarla hariç, tarlaları ektim.”

“‫ﺍ‬‫ﻋﺩ‬
 ”, “‫ﻼ‬
‫ﺨﹶ‬‫”ﹶ‬ ve “‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫”ﺤ‬de olduğu gibi “‫ﻴﺱ‬ ‫”ﹶﻟ‬ de müferrağ veya

munkatı‘ istisnâda kullanılmaz. Olumlu ve olumsuz fark etmeksizin sadece tâm-muttasıl


istisnâda kullanılır.433
“Muhammed’den başkası hazır bulunmadı.” örneğinde olduğu gibi

“.‫ﺩ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﺤ‬


 ‫ﻤ‬ ‫ﻻ‬
‫ﺭ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻀ‬
 ‫ﺤ‬
 ‫ﺎ‬‫ ”ﻤ‬denilemez. Aynı şekilde “.‫ﻻ ﺨﹶﺎﻟِﺩﺍﹰ‬
‫ ٍﺩ ِﺇ ﱠ‬‫ﺕ ﺒَﺄﺤ‬
‫ﺭ ﹸ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﺎ‬‫“ ”ﻤ‬Hâlid’den

başkasına uğramadım” denilebilir fakat. “‫ ِﺒﺨﹶﺎِﻟ ٍﺩ‬‫ﻴﺱ‬ ‫ ”ﹶﻟ‬şeklinde kullanılamaz.

“.‫ﻁﹶﻠﺏِ ﺍﻟ ِﻌ ﹾﻠ ِﻡ‬
‫ﻻ ﻟِ ﹶ‬
‫ﺕ ِﺇ ﱠ‬
‫ﻴ ﹸ‬ ‫ﺎ ﺃ ﹶﺘ‬‫“ ”ﻤ‬İlim talebinden başka bir şey için gelmedim.” denilebilir.

Fakat “.‫ ﻟِﻁِﹶﻠﺏِ ﺍﻟ ِﻌ ﹾﻠ ِﻡ‬‫ﻴﺱ‬ ‫ ”ﹶﻟ‬denilemez.

Munkatı‘ istisnâ için de aynı durum söz konusudur.

“. ‫ل‬
َ ‫ﻤ‬‫ ﺍﻟﺠ‬‫ﻴﺱ‬ ‫ﻡ ﹶﻟ‬ ‫ل ﺍﻟﻘﹶﻭ‬
َ ‫“ ”ﺃ ﹾﻗﺒ‬Deve hariç, topluluk geldi” denilemez. “‫ﻴﺱ‬ ‫ ”ﹶﻟ‬mâna bakımından

da “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬ile tam bir uygunluk arzetmez. Çünkü “‫ﻴﺱ‬ ‫ ”ﹶﻟ‬aslı itibâriyle “nefy” (olumsuzluk)

içindir. “Değil, dışında” gibi olumsuzluk mânaları vardır. İstisnâ anlamını sonradan
almıştır. Daha ziyâde muhtemel bir yanlış anlamayı giderici açıklama mâhiyetinde gelir.
Peygamberimizin şu hadis-i şerif-i buna güzel bir örnektir;

431
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 332; İbn Hasan Ali b. Mü’min b. Muhammed b. Ali b. Asfür el-İşbilî,
a.g.e., II, 394.
432
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 142.
433
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 354; İbn Hasan Ali b. Mü’min b. Muhammed b. Ali b. Asfür el-İşbilî, a.g.e., II,
394; Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 685; Fâdıl Sâlih es-Sâmirrâî, a.g.e., II, 233.

95
“.‫ﻕ‬
ٍ ‫ﺨﹸﻠ‬
‫ﻋﻠﹶﻰ ﹸﻜلﱢ ﹸ‬
 ‫ﻥ‬
 ‫ﺅ ِﻤ‬‫ﻊ ﺍﻟﻤ‬ ‫ﺒ‬ ‫ﻁ‬
‫ﻴ ﹾ‬ ” “Mü’min her karaktere (huy) yatkındır.” Bu hadisi duyan

muhatab sanki “mü’minin yalana ve hâinliğe de yatkın olabileceği” düşüncesine kapılmış

da; peygamber “.‫ﺎ ﹶﻨ ﹶﺔ‬‫ﺨﻴ‬


ِ ‫ﺏ ﻭﺍﻟ‬
 ‫ ﺍﻟ ﹶﻜ ِﺫ‬‫ﻴﺱ‬ ‫“ ”ﹶﻟ‬Hâinlik ve yalan dışında” diyerek bu yanlış

anlamayı gidermiştir.”Bu huyları istisnâ ederek bunların mü’minin karakteri


olamayacağını vurgulamıştır.434

Bazen de cümle sonunda “‫ﻻ‬


‫ ِﺇ ﱠ‬‫ﻴﺱ‬ ‫ ”ﹶﻟ‬şeklinde gelebilir. Bu takdirde “sadece,

yalnız” anlamlarını ifâde eder.

“. ‫ﻻ‬
‫ ِﺇ ﱠ‬‫ﻴﺱ‬ ‫ﺕ ﹶﻟ‬
ٍ ‫ﺍ‬‫ﺭ ﻟِﻴﺭ‬ ‫ﺸ‬
‫ﻋﹾ‬ ‫ﺕ‬
‫ﻀ ﹸ‬
 ‫ﺒ‬ ‫“ ” ﹶﻗ‬Ancak on lira aldım.” Müstesnâ, burada kolaylık

kâbilinden düşürülmüştür. Aslı

“.‫ﺭ‬
 ‫ﻭ‬ ‫ﻤ ﹾﺫﻜ‬ ‫ﻻ ﺍﻟ‬
‫ ِﺇ ﱠ‬‫ ﹶﺫﻟِﻙ‬‫ﻴﺱ‬ ‫ﺕ ﹶﻟ‬
ٍ ‫ﺍ‬‫ﺭ ﻟِﻴﺭ‬ ‫ﺸ‬
‫ﻋﹾ‬ ‫ﺕ‬
‫ﻀ ﹸ‬
 ‫ﺒ‬ ‫ ” ﹶﻗ‬şeklindedir.435

Not: Olumsuzluk fiili olan “‫ﻴﺱ‬ ‫”ﹶﻟ‬, “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬


‫ ” ﹶ‬ve “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬kelimeleriyle birleşip, “ ‫ﻴﺱ‬ ‫ﹶﻟ‬

‫ ” ﹶ‬ve “‫ﻻ‬
‫ﺭ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻏ‬ ‫ ِﺇ ﱠ‬‫ﻴﺱ‬ ‫ ”ﹶﻟ‬şeklinde gelebilir. Bu durumda mânâsı “başka değil, sadece, yalnız”

şeklinde olur. Burada “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬


‫ ” ﹶ‬ve “‫ﻻ‬
‫”ِﺇ ﱠ‬dan sonrası tahfif amacıyla mahzûftur.436 “‫ﺭ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻏ‬
‫ ” ﹶ‬lafzı

da ötre üzere mebnî olur. Aynı şekilde “‫ﺭ‬


 ‫ﻴ‬ ‫ﻏ‬
‫ ” ﹶ‬kelimesi nefy edatı olan “‫ ”ﻻ‬ile de

birleşebilir. Bu durumda mânası ve hükümleri “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬


‫ ﹶ‬،‫ﻴﺱ‬ ‫”ﹶﻟ‬da olduğu gibidir.437

ƒ “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬mânasında kullanılan “‫ﻴﺱ‬ ‫ ”ﹶﻟ‬ve “‫ﻥ‬
 ‫ ”ﻻ ﻴﻜﹸﻭ‬sürekli müfred müzekker olarak

gelmek zorundadırlar. Müennes olamazlar. Zâhir bir isme ya da bâriz bir


zamire de dayanmazlar.

“.‫ ﹶﺔ‬‫ ﻓﹶﺎﻁِﻤ‬‫ﻴﺱ‬ ‫ﺀ ﹶﻟ‬ ‫ﺎ‬‫ﺕ ﺍﻟ ﱢﻨﺴ‬


‫ﹶﻠ ﹾ‬‫“ ”ﺃ ﹾﻗﺒ‬Fâtıma dışında kadınlar yöneldiler.”

434
Fâdıl Sâlih es-Sâmirrâî, a.g.e., II, 234.
435
Mehmet Zihni Efendi, a.g.e., s. 257, Yusuf Uralgiray, İlk ve İleri Dilbilgisi, I-II, 685.
436
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e., s. 226; Sibeveyh, a.g.e., II, 344-345.
437
Mehmet Zihni Efendi, a.g.e., s. 256-257.

96
Ayrıca “‫ﻴﺱ‬ ‫ ”ﹶﻟ‬ve “‫ﻥ‬
 ‫”ﻻ ﻴﻜﹸﻭ‬, öncelerine sıfat olarak gelebilirler. Bu durumda

öncelerinin nekra olması gerekir.438 Sıfat olduklarında müennes halde gelebilirler.

“.‫ﻫﻨﹾﺩﹰﺍ‬
ِ ‫ﻥ‬
 ‫ﺀ ﻻ ﹶﺘﻜﹸﻭ‬ ‫ﺎ‬‫ﺕ ﺍﻟ ﱢﻨﺴ‬
‫ﺒﹶﻠ ﹾ‬ ‫“ ”ﺃ ﹾﻗ‬Bana Hind olmayan bir kadın geldi. (bana bir kadın geldi

fakat o, Hind değildi).” Burada “‫ﻴﺱ‬ ‫”ﹶﻟ‬nun konumu, “‫ﺀ‬ ‫ﺎ‬‫ “ ”ﺍﻟ ﱢﻨﺴ‬kadına” sıfat olduğundan

ref’tir. Bu örnekleri aynı şekilde nasb ve cerle söylemek mümkündür.439

3. “‫ﻴﺱ‬ ‫”ﹶﻟ‬nin haberini “‫“ ”ﺒِـ‬bâ” harfi gelebilir. Buradaki amaç haberini vurgulamaktır.

“. ‫ﻥ‬
 ‫ﺎ ِﻜﻤِﻴ‬‫ﺤ ﹶﻜﻡِ ﺍﻟﺤ‬
 ‫ﷲ ﺒِﺄ‬
ُ ‫ﺱﺍ‬
 ‫“ ”ﺃﻟﹶﻴ‬Allah, hükmedenlerin en (iyi) hükmedeni değil midir?”440

“‫”َﺃ‬: İstifham hemzesidir, fetha üzere mebnîdir. İ’râbda mahalli yoktur. “‫ﻴﺱ‬ ‫”ﹶﻟ‬:

Nâkıs mâzi fiildir. Zâhir fetha üzere mebnîdir.

“‫”ﺍﷲ‬: Lafz-ı celîledir. “‫ﻴﺱ‬ ‫”ﹶﻟ‬nin ismidir. Zâhir zamme ile merfûdur.

“‫”ﺍﻟﺒﺎﺀ‬: “‫ ”ﺒِـ‬harfi cerdir. Kesra üzere mebnîdir. İ’râbda mahalli yoktur.

“ِ‫ﺤ ﹶﻜﻡ‬
 ‫”ﺃ‬: Lafzen mecrûr, mahallen mansûb, haberi olduğu için de isimdir, muzaftır.

“‫ﻥ‬
 ‫ﺎ ِﻜﻤِﻴ‬‫ ”ﺍﻟﺤ‬: Muzâfün ileyhtir. “‫“ ”ﻱ‬ya” ile mecrûrdur. Çünkü cemî müzekker

sâlimdir.441

“. ‫ﻲ‬
 ِ‫ﺩ ﺒِ ﹶﻐﺒ‬ ‫ﻭﹶﻟ‬ ‫ ﺍﻟ‬‫ﻴﺱ‬ ‫ ”ﹶﻟ‬ya da “‫ﻴ ﹰﺎ‬ ‫ﻏ ِﺒ‬
‫ﺩ ﹶ‬ ‫ﻭﹶﻟ‬ ‫ ﺍﻟ‬‫ﻴﺱ‬ ‫“ ”ﹶﻟ‬Çocuk hiç de aptal değildir.”442

ƒ “‫ﻴﺱ‬ ‫”ﹶﻟ‬nin haberinden önce istisnâ edatlarından “‫ﻻ‬


‫”ِﺇ ﱠ‬da gelebilir.

“. ‫ﻙ‬
 ‫ﺴ‬
 ‫ﻻ ﺍﻟ ِﻤ‬
‫ﺏ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﻴ‬ ‫ ﺍﻟﻁﱢ‬‫ﻴﺱ‬ ‫“ ”ﹶﻟ‬Miskten başka koku yoktur” veya miskten başkası koku

değildir” gibi.

438
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e., s. 106.
439
Fâdıl Sâlih es-Sâmirrâî, a.g.e., II, 233.
440
et-Tîn, 95/8.
441
Tâhir Yusuf el-Hatip, a.g.e., s. 398.
442
Akdağ Hasan, a.g.e., s. 385.

97
ƒ “‫ﻴﺱ‬ ‫”ﹶﻟ‬nin olumsuzluğu şimdiki zaman içindir.

“‫ﻴﺱ‬ ‫”ﹶﻟ‬, “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬


‫” ﹶ‬da olduğu gibi, sürekli müzekker olarak kullanılır, müennes olmaz.

“.‫ ﹶﺔ‬‫ ﻓﹶﺎﻁِﻤ‬‫ﻴﺱ‬ ‫ﺀ ﹶﻟ‬ ‫ﺎ‬‫ﺕ ﺍﻟ ﱢﻨﺴ‬


‫ﺒﹶﻠ ﹾ‬ ‫“ ”ﺃ ﹾﻗ‬Fâtıma hariç, kadınlar ona yöneldiler.” Yâni, “‫ﻴﺱ‬ ‫ ”ﹶﻟ‬ne

müennes ne de başka bir şekilde gelir.

ƒ “‫ﻴﺱ‬ ‫ ”ﹶﻟ‬sürekli mâzî olmak zorundadır.

ƒ “‫ﻴﺱ‬ ‫”ﹶﻟ‬nin önüne “‫ﺎ‬‫”ﻤ‬dan başka nefy (olumsuzluk) harfi gelmez.

ƒ “‫ﺍ‬‫ﻋﺩ‬
 ” gibi istisnâ çeşitlerinden sadece tam muttasıl istisnâda kullanılır. Olumlu,

veya olumsuz olması fark etmez. Müferrağ ve munkatı‘ istisnâda kullanılmaz.


Örneğin;

“. ‫ﻲ‬
 ‫ﻋِﻠ‬
 ‫ﻴﺱ‬ ‫ﻥ ﹶﻟ‬
 ‫ﻭ‬‫ﻋﺒ‬
ِ ‫ ﺍﻟﻼ‬‫“ ” ﹶﺘﻌِﺏ‬Ali dışında, oyuncular yoruldular.”

“.‫ﺤﻜﹶﻤ ﹰﺎ‬
 ‫ﻴﺱ‬ ‫ﻡ ﹶﻟ‬ ‫ﺤﻜﱠﺎ‬
 ‫ل ﺍﻟ‬
َ ‫ﺎ ﹶﻨﺯ‬‫“ ”ﻤ‬Bir hakem hariç, hakemler inmediler.”443

Not: “‫ﻴﺱ‬ ‫ ”ﹶﻟ‬doğrudan isim cümlesinin de önüne gelebilir. Bu durumda ismi,

şe’n zamiri, haberi de cümledir.

İsim Cümlesi: “.‫ﻡ‬ ‫ﻭ‬‫ﻡ ﺍﻟﻴ‬ ‫ﻲ ﻗﹶﺎ ِﺩ‬


 ‫ﻋِﻠ‬
 ‫ﻴﺱ‬ ‫“ ”ﹶﻟ‬Ali bugün gelmiyor.”

Fiil Cümlesi: “.‫ﻲ‬


 ‫ﻋِﻠ‬
 ‫ﻡ‬ ‫ﻴﻘﹸﻭ‬ ‫ﻴﺱ‬ ‫“ ”ﹶﻟ‬Ali ayağa kalkmıyor” gibi444

2. “‫ﻥ‬
ُ ‫”ﻻ ﻴﻜﹸﻭ‬

Aslı itibâriyle nevâsıhtan olan fiildir. İstisnâ edatı olarak da kullanılır. “‫ﻴﺱ‬ ‫ ”ﹶﻟ‬de

olduğu gibi, kendisinden sonraki mansûb kelime hem haberi, hem de müstesnâdır. Bu
durumda ismi ise daima müstetir gelir.445

443
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 685.
444
Tâhir Yusuf el-Hatip, a.g.e., s. 398-399; Akdağ Hasan, a.g.e., s. 385.
445
Çörtü M. Meral, Arapça Dilbilgisi Nahiv, s. 256.

98
“.‫ﻭﻟﹶﺩﹰﺍ‬
 ‫ﻥ‬
 ‫ﻻ ﻴﻜﹸﻭ‬
‫ﺩ ﹶ‬ ‫ﻻ‬
‫ﻭ ﹶ‬ ‫ﻷ‬
َ ‫ ﺍ‬‫ﺩ‬‫“ ” ﹶﻗﻌ‬Çocuklar oturdular, ancak bir çocuk oturmadı.”

“.‫ﻥ ﻁﹶﺎﻟِﺒ ﹰﺎ‬


 ‫ﻻ ﻴﻜﹸﻭ‬
‫ﻭﺍ ﹶ‬‫ﻬﺩ‬ ‫ﺠ ﹶﺘ‬
 ‫“ ”ﺍ‬Çalıştılar, bir öğrenci çalışmadı.”

“.‫ﻥ ﹸﻓﻼﹶﻨ ﹰﺔ‬


 ‫ﻻ ﹶﺘﻜﹸﻭ‬
‫ﺭﺃ ﹲﺓ ﹶ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﺎ ﺃ ﹶﺘ ﹾﺘﻨِﻲ ﺍ‬‫“ ”ﻤ‬Falanca hariç, bana hiçbir kadın gelmedi.”446

Not: “‫ﻥ‬
 ‫ﻴﻜﹸﻭ‬ ‫ ”ﻻ‬istisnâ mânasında kullanıldığında; istisnâ mânasında kullanılan

“‫ﻴﺱ‬ ‫”ﹶﻟ‬nin hükümlerini alır.

“‫ﻴﺱ‬ ‫ ”ﹶﻟ‬ve “‫ﻥ‬


 ‫ﻴﻜﹸﻭ‬ ‫ ”ﻻ‬istisnâ mânasında kullanıldığından, nâsihten “‫ﻴﺱ‬ ‫ ”ﹶﻟ‬ve “ ‫ﻻ‬

‫ﻥ‬
 ‫ﻴﻜﹸﻭ‬ ” ismi ve haberinden oluşan cümle ya hâl olarak mansûb mahallinde i’râb edilir. Ya

da isti’nâfiye olarak kabul edilir ki; onun da i’râbda mahalli yoktur.447


E. Şibh-ü İstisnâ

Şibhü istisnâ “‫ﺎ‬‫ﻴﻤ‬ ‫ﺴ‬


ِ ‫ ”ﻻ‬ve “‫ﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺒ‬ ” edatları ile yapılır. Bu edatlar istisnâ edatı

olmamalarına rağmen mâna bakımından istisnâya dâhil edilmişlerdir. Bu nedenle


bunlara “istisnâya benzeyen” mânasında “şibh-ü istisnâ” denmiştir.448

1. “‫ﺎ‬‫ﻴﻤ‬ ‫ﺴ‬
ِ ‫”ﻻ‬

“Özellikle, hassaten, hele hele” vb. anlamlarında kullanılan bileşik istisnâ


edatıdır.

Nahiv âlimlerinden bir çoğu “‫ﺎ‬‫ﻴﻤ‬ ‫ﺴ‬


ِ ‫”ﻻ‬yı cinsini nefy eden “‫ ”ﻻ‬dan ve “‫ﻲ‬
‫ﺴ‬ِ”

kelimesinden ( “‫ﻲ‬
‫ﺴ‬
ِ ”nin aslı “‫ﻯ‬‫ﺴﻭ‬
ِ ” iken vav, yâ’ya kalbolunup sonra da idğam edilmiş

ve “‫ﻲ‬
‫ﺴ‬
ِ ” yapılmıştır ) ve zâid harf ism-i mevsûl veya nekrayı tâmme olan “‫ﺎ‬‫”ﻤ‬dan

oluştuğunu kabul etmektedirler.449

446
Sibeveyh, a.g.e., II, 348.
447
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 354.
448
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 362.
449
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 143; Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 685; Şihâbeddin el-Karâfi,
a.g.e., s. 112.

99
“‫ﻲ‬
‫ﺴ‬
ِ ”nın “‫ل‬
َ ‫ ”ﻤِ ﹾﺜ‬gibi anlamı vardır. “‫ﻤﺎ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺴ‬
ِ ‫”ﻻ‬, aslında, kendisinden sonrasını,

öncesine tercih etmek, yeğlemek, kendisinden sonrasının öncesine ağır bastığını


vurgulamak için kullanılır.450 Örneğin;

“.‫ﺎ ﺨﹶﺎﻟِﺩﺍﹰ‬‫ﻴﻤ‬ ‫ﺴ‬


ِ ‫ﻼﻤِﻴ ﹸﺫ ﻭﻻ‬
‫ ﺍﻟ ﱠﺘ ﹶ‬‫ﺩ‬‫ﺠ ﹶﺘﻬ‬
 ‫“ ”ﺍ‬Öğrenciler çalıştılar, özellikle de Hâlid” dendiğinde;

öğrenciler arasında Hâlid’in çalışmasının diğerlerine göre tercih edildiği, daha çok
beğenildiği vurgulanmıştır.451

“.‫ﺩﹰﺍ‬‫ﺯﻴ‬
 ‫ﺎ‬‫ﻴﻤ‬ ‫ﺴ‬
ِ ‫ﻡ ﻻ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﻡ ﺍﻟ ﹶﻘ‬ ‫“ ”ﻗﹶﺎ‬Kavim ayağa kalktı, özellikle, de Zeyd.” 452

“‫ﺎ‬‫ﻴﻤ‬ ‫ﺴ‬
ِ ‫ ”ﻻ‬aslı itibâriyle istisnâ edatı değildir.453

“.‫ﺴﻌِﻴﺩﹰﺍ‬
 ‫ﺎ‬‫ﻴﻤ‬ ‫ﺴ‬
ِ ‫ﻥ ﻭﻻ‬
 ‫ﻭ‬‫ﻀﺭ‬
ِ ‫ﺎ‬‫ﺙ ﺍﻟﺤ‬
‫ﺩ ﹶ‬ ‫“ ” ﹶﺘﺤ‬Hazır bulunanlar konuştular, özellikle Sâid”

örneğinde Sâid, hazır bulunanlara “konuşma” eyleminde iştirâk etmiştir. Edat burada
“konuşma eylemi”nin kendisinde pekiştirilmesinden başka bir anlam katmamıştır.454
Kûfeliler ve Ahfeş, Ebû Hâtim el-Fârisi, en-Nehhâs, İbn Meda’ gibi Basra

âlimleri “‫ﺎ‬‫ﻴﻤ‬ ‫ﺴ‬


ِ ‫”ﻻ‬yı istisnâ edatı olarak kabul etmişlerdir. Delileri ise; edattan sonraki

ismin “üstünlük” bâbından da olsa muhâlif olmasıdır.


Meselâ daha önce geçen “Hazır bulunanlar konuştular, özellikle Sâid” diğer
konuşmacılardan daha güzel ve etkileyici konuşarak onlardan ayrılmıştır.

Bu görüşü bâtıl olarak kabul edenlerin delilleri ise; edatın “‫ﻭ‬


 ” “vav” alması ve

diğer edatların aksine yerine “‫ﻻ‬


‫”ِﺇ ﱠ‬nın konulamamasıdır. Aynı zamanda ondan sonraki

isim ondan istisnâ edilmemiş, (yâni müstesnâ değil) sadece öncesindeki hüküm
açısından üstünlük sahibi olduğu belirtilmiştir.

450
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e., s. 111.
451
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 143; Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 685.
452
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e., s. 111.
453
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e., s. 111.
454
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 688.

100
Nahiv âlimlerinden bâzıları, “‫ﺎ‬‫ﻴﻤ‬ ‫ﺴ‬
ِ ‫ﻻ‬‫”ﻭ‬in önüne “‫ﻭ‬ ” “vav”ın gelmesini şart

koşmuşlardır. Bu “‫ﻭ‬
 ” “vav”; istisnâfiye, i’tirâziye veya atıf vâvı olabilir. Bâzıları da bu

vavın hazfedilebileceğini savunmuşlardır. Kesin olan bir şey var ki; o da “‫”ﻻ‬nın

hazfedilemeyeceğidir. Çünkü bu hazf olayına sadece bu dilin konuşanların çok az bir

kısmında “‫”ﻻ‬sız kullanılmıştır. “‫ﺎ‬‫ ”ﻤ‬ise, az da olsa hazfedilir.455

a. “‫ﻤﺎ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺴ‬


ِ ‫ ”ﻻ‬ile İlgili Genel Hükümler

1. “‫ﺎ‬‫ﻴﻤ‬ ‫ﺴ‬
ِ ‫”ﻻ‬dan sonra gelen isim nekre ise; mahzûf bir mübtedaya haber olarak merfû,

temyiz olarak mansûb veya muzâfün ileyh olarak mecrûr olur.456

“. ‫ﻭ‬
ِ‫ﺤ‬ ‫ﺏ ﻓِﻲ ﺍﻟ ﱠﻨ‬
 ‫ﺎ ِﻜﺘﹶﺎ‬‫ﻴﻤ‬ ‫ﺴ‬
ِ ‫ﺩ ِﺓ ﻭﻻ‬ ‫ﺠﻠِﻴﹶﻠ ﹸﺔ ﺍﻟﻔﹶﺎ ِﺌ‬
 ‫ﺎ‬‫ﺭ ﹸﺘﻬ‬ ‫ﻌ‬ ‫ﺴ ﹶﺘ‬
 ‫ﺏ ﺍﱠﻟﺘِﻲ ﺍ‬
 ‫ ”ﺍﻟ ﹸﻜ ﹸﺘ‬Takdiri ise

“.‫ﻭ‬
ِ ‫ﺏ ﻓِﻲ ﺍﻟﻨﱠﺤ‬
 ‫ﻭ ِﻜﺘﹶﺎ‬ ‫ﻫ‬ ‫ل ﺍﱠﻟﺫِﻱ‬
َ ‫ﺩ ِﺓ ﻭﻻ ﻤِ ﹾﺜ‬ ‫ﺠﻠِﻴﹶﻠ ﹸﺔ ﺍﻟﻔﹶﺎ ِﺌ‬
 ‫ﺎ‬‫ﺭ ﹸﺘﻬ‬ ‫ﻌ‬ ‫ﺴ ﹶﺘ‬
 ‫ﺏ ﺍﱠﻟﺘِﻲ ﺍ‬
 ‫“ ”ﺍﻟ ﹸﻜ ﹸﺘ‬Ödünç aldığım

kitaplar, fayda açısından çok önemlidir. Hele hele de nahivle ilgili kitab.”457

“.‫ﻙ‬
 ‫ﻴ ٍﺫ ِﻤ ﹾﺜِﻠ‬ ‫ﺎ ِﺘ ﹾﻠ ِﻤ‬‫ﻴﻤ‬ ‫ﺴ‬
ِ ‫ﻻ‬‫ ﻭ‬‫ﺤﺏ‬
 ‫ﻴ‬ ٍ‫ﺠ ﹶﺘﻬِﺩ‬
 ‫ﻤ‬ ‫” ﹸﻜلﱡ‬

“.‫ﻙ‬
 ‫ﻴ ﹲﺫ ِﻤ ﹾﺜﹸﻠ‬ ‫ﺎ ِﺘ ﹾﻠ ِﻤ‬‫ﻴﻤ‬ ‫ﺴ‬
ِ ‫ﻻ‬‫ ﻭ‬‫ﺤﺏ‬
 ‫ﻴ‬ ٍ‫ﺠ ﹶﺘﻬِﺩ‬
 ‫ﻤ‬ ‫” ﹸﻜلﱡ‬

“.‫ﺫﹰﺍ ﻤِ ﹾﺜﹶﻠﻙ‬‫ﺎ ِﺘ ﹾﻠ ِﻤﻴ‬‫ﻴﻤ‬ ‫ﺴ‬


ِ ‫ﻻ‬‫ ﻭ‬‫ﺤﺏ‬
 ‫ﻴ‬ ٍ‫ﺠ ﹶﺘﻬِﺩ‬
 ‫ﻤ‬ ‫” ﹸﻜلﱡ‬

“Her çalışkan sevilir, özellikle de senin gibi öğrenci.”458


Bu durumda ref cerden, nasb da her ikisinden daha az kullanılmaktadır. Yâni

en çok kullanılan “‫ﺎ‬‫ﻴﻤ‬ ‫ﺴ‬


ِ ‫”ﻻ‬dan sonraki ismin muzafun ileyh olarak cer edilmesidir.459

455
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 143; Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 686.
456
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 143; Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 686.
457
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 686.
458
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 143.
459
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 143; Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 686.

101
2. “‫ﺎ‬‫ﻴﻤ‬ ‫ﺴ‬
ِ ‫”ﻻ‬dan sonra gelen isim mârife ise, merfû veya mecrûr olabilir. Mansûb olmaz.

Çünkü mansûb olan geldiği temyiz mârife olarak glemez. Fakat bazı dilciler bu

durumda da “nasbı” câiz görmüşlerdir. Bunlar “‫ﺎ‬‫ﻴﻤ‬ ‫ﺴ‬


ِ ‫ ”ﻻ‬dan sonraki ismi,

hazfedilmiş bir fiilin mef’ulü bihi olarak kabul eder ve nasb ederler.

“.‫ﻭﻟِﻴ ٍﺩ‬
 ‫ﺎ‬‫ﻴﻤ‬ ‫ﺴ‬
ِ ‫ﺏ ﻭﻻ‬
ِ ‫ﻼ‬
‫ﻁﱠ‬‫ﻊ ﺍﻟ ﱡ‬ ‫ﺠﻤِﻴ‬
 ‫ﺭ ِﺓ‬ ‫ﻀ‬
 ‫ﺎ‬‫ﻤﺤ‬ ‫ﻥ ﺍﻟ‬
 ‫ﺩ ِﻤ‬ ‫ﺴ ﹶﺘﻔﹶﺎ‬
 ‫ ”ﻭﺍ‬Bu cümlenin takdiri ise;

“.‫ﺩ‬ ‫ﻭﻟِﻴ‬
 ‫ﻭ‬ ‫ﻫ‬ ‫ل ﺍﱠﻟﺫِﻱ‬
َ ‫ﺏ ﻭﻻ ﻤِ ﹾﺜ‬
ِ ‫ﻼ‬
‫ﻁﱠ‬‫ﻊ ﺍﻟ ﱡ‬ ‫ﺠﻤِﻴ‬
 ‫ﺭ ِﺓ‬ ‫ﻀ‬
 ‫ﺎ‬‫ﻤﺤ‬ ‫ﻥ ﺍﻟ‬
 ‫ﺩ ِﻤ‬ ‫ﺴ ﹶﺘﻔﹶﺎ‬
 ‫“ ”ﻭﺍ‬Konferanstan tüm öğrenciler

faydalandılar, özellikle de Velîd.”460

“.‫ ﹸﺓ‬‫ﻫ ِﺫ ِﻩ ﺍﻟ ِﻬﺭ‬


 ‫ﺎ‬‫ﻴﻤ‬ ‫ﺴ‬
ِ ‫ﺭ ﹶﺓ ﻭﻻ‬ ‫ﺭ‬ ‫ ﺍﻟ ِﻬ‬‫ﺤﺏ‬
ِ ‫“ ”ُﺃ‬Kedileri seviyorum, hele bu kediyi daha çok

seviyorum.”

“.‫ل‬
ٌ ‫ﺨﻠِﻴ‬
‫ﺎ ﹶ‬‫ﻴﻤ‬ ‫ﺴ‬
ِ ‫ ﹶﺔ ﻭﻻ‬‫ﻁﹶﻠﺒ‬
‫ ﺍﻟ ﱠ‬‫ﺤﺏ‬
ِ ‫“ ”ُﺃ‬Öğrencileri severiz. Özellikle de Halil’i.”

3. “‫ﺎ‬‫ﻴﻤ‬ ‫ﺴ‬
ِ ‫”ﻭﻻ‬nin ismi ister nekra olsun, ister mârife olsun, eğer cer edilirse; mansûb olan

“‫”ﻻ‬nın ismi olan “‫ﻲ‬


‫ﺴ‬
ِ ”ya izâfetle muzâfun ileyhi olarak cer edilmiş olur. Çünkü

“‫ﻲ‬
‫ﺴ‬
ِ ” muzaftır. “‫ﺎ‬‫ ”ﻤ‬zâiddir. “‫”ﻻ‬nın haberi ise, mahzuftur. Takdîri “‫ﺩ‬ ‫ﻭ‬‫ﻭﺠ‬‫“ ”ﻤ‬var dır.”

4. “‫ﺎ‬‫ﻴﻤ‬ ‫ﺴ‬
 ‫”ﻻ‬nın ismi ister nekra olsun, ister mârife olsun ref edildiğinde, hazfedilmiş

mübtedânın haberi olarak ref edilmiş olur. Bu mübtedânın takdîri

“‫ﻭ‬
 ‫ﻫ‬ = o” dır. Öncesindeki “‫ﺎ‬‫ ”ﻤ‬ise ismi mevsûldür. Sükûn üzere mebnîdir. “‫ﻲ‬
‫ﺴ‬
 ”ya

izâfetle cer mahallindedir. Hazfedilen mübtedâ ve zikredilen (mezkûr) haberden

oluşan cümle mevsûlün sılasıdır. İ’rabda mahalli yoktur. “‫”ﻻ‬nın haberi ise

hazfedilmiştir ve takdîri de “‫ﺩ‬ ‫ﻭ‬‫ﻭﺠ‬‫”ﻤ‬dur.461 Zikredilen iki örneğin takdiri şöyledir:

“.‫ﻭ‬
ِ‫ﺤ‬ ‫ﺏ ﻓِﻲ ﺍﻟ ﱠﻨ‬
 ‫ﻭ ِﻜﺘﹶﺎ‬ ‫ﻫ‬ ‫ل ﺍﱠﻟﺫِﻱ‬
َ ‫ﺩ ِﺓ ﻭﻻ ﻤِ ﹾﺜ‬ ‫ﺠﻠِﻴﹶﻠ ﹸﺔ ﺍﻟﻔﹶﺎ ِﺌ‬
 ‫ﺎ‬‫ﺭ ﹸﺘﻬ‬ ‫ﺴ ﹶﺘﻌ‬
 ‫ﺏ ﺍﱠﻟﺘِﻲ ﺍ‬
 ‫”ﺍﻟ ﹸﻜ ﹸﺘ‬

460
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 686.
461
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 687.

102
“.‫ﻭﻟِﻴﺩﹰﺍ‬
 ‫ﻭ‬ ‫ﻫ‬ ‫ل ﺍﱠﻟﺫِﻱ‬
َ ‫ﺏ ﻭﻻ ﻤِ ﹾﺜ‬
ِ ‫ﻼ‬
‫ﻊ ﺍﻟﻁﱡ ﱠ‬ ‫ﺠﻤِﻴ‬
 ‫ﺭ ِﺓ‬ ‫ﻀ‬
 ‫ﺎ‬‫ﻤﺤ‬ ‫ﻥ ﺍﻟ‬
 ‫ﺩ ِﻤ‬ ‫ﺴ ﹶﺘﻔﹶﺎ‬
 ‫”ﻭﺍ‬

5. Eğer “‫ﺎ‬‫ﻴﻤ‬ ‫ﺴ‬


ِ ‫”ﻻ‬nın ismi nekra ise ve nasb edilmişse, nasbı “‫ﻲ‬
‫ﺴ‬
ِ ”nin temyizi olması

iledir. Öncesindeki “‫ﺎ‬‫ ”ﻤ‬ise zâiddir. “‫ﺎ‬‫”ﻤ‬nın öncesindeki “‫ﻲ‬


‫ﺴ‬
ِ ” ise cinsi nefy eden

“‫”ﻻ‬nın ismidir. Nasb mahallinde fetha üzere mebnidir. “‫”ﻻ‬nın haberi ise

hazfedilmiştir. Takdîri ise “‫ﺩ‬ ‫ﻭ‬‫ﻭﺠ‬‫”ﻤ‬dur.

6. “‫ﻤﺎ‬‫ﺴﻴ‬
ِ ‫“ ”ﻻ‬özellikle” mânasında masdar olarak kullanılır. Bu durumda ondan sonraki

kelime;
ƒ Müfred hâl olarak gelebilir.

“.‫ﺭ ﹰﺓ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﺎ‬‫ﻴﻤ‬ ‫ﺴ‬
ِ ‫ ﹶﺓ ﻭﻻ‬‫ﻬﻭ‬ ‫ ﺍﻟ ﹶﻘ‬‫ﺤﺏ‬
ِ ‫“ ”ُﺃ‬Kahveyi severim özellikle de acısını.”

ƒ Cümle şeklinde hâl olarak gelebilir.

“.‫ﺭ ﹲﺓ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﺎ ﻭﻫِﻲ‬‫ﻴﻤ‬ ‫ﺴ‬
ِ ‫ ﹶﺓ ﻭﻻ‬‫ﻬﻭ‬ ‫ ﺍﻟ ﹶﻘ‬‫ﺤﺏ‬
ِ ‫“ ”ُﺃ‬Kahveyi severim, özellikle de acı olduğu halde.”

ƒ Şart cümlesi olarak da gelebilir.

“.‫ﺭ ﹰﺓ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﺕ‬
‫ﻥ ﻜﹶﺎ ﹶﻨ ﹾ‬
 ‫ﺎ ﺇ‬‫ﻴﻤ‬ ‫ﺴ‬
ِ ‫ ﹶﺓ ﻭﻻ‬‫ﻬﻭ‬ ‫ ﺍﻟ ﹶﻘ‬‫ﺤﺏ‬
ِ ‫“ ”ُﺃ‬Kahveyi severim özellikle de acıysa.”

Bu örneklerde “‫ﺎ‬‫ﻴﻤ‬ ‫ﺴ‬


ِ ‫”ﻻ‬nın i’râbı şöyledir;

“‫”ﻻ‬: Cinsi nefy etmek içindir.

“‫ﻲ‬
‫ﺴ‬
ِ ”: “‫”ﻻ‬nın ismidir, feth üzere mebnî olup mahallen mansuptur.

“‫ﺎ‬‫”ﻤ‬: Kaffe’dir. “‫ ”ﻻ‬burada habere ihtiyaç duymaz.462

7. “‫ﻤﺎ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺴ‬


ِ ‫ ”ﻻ‬zarf olarak da gelebilir.

“.‫ﺎﺤ ﹰﺎ‬‫ﺼﺒ‬
 ‫ﺎ‬‫ﻴﻤ‬ ‫ﺴ‬
ِ ‫ﻭﺴِﻴﻘﹶﺎ ﻭﻻ‬‫ﻊ ﺇﻟﻰ ﺍﻟﻤ‬ ‫ﺴ ﹶﺘ ِﻤ‬
 ‫“ ”ﺃ‬Müziği dinlerim özellikle de sabah.”463

462
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 144; Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 687.
463
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 144; Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 687.

103
“.‫ﺎﺭِﻱ‬‫ﺎ ِﺀ ﺍﻟﺠ‬‫ﺩ ﺍﻟﻤ‬ ‫ﻋ ﹾﻨ‬
ِ ‫ﺎ‬‫ﻴﻤ‬ ‫ﺴ‬
ِ ‫ ﻭﻻ‬،‫ﺎ ِﺭ‬‫ﺸﺠ‬
‫ﻥ ﺍﻷ ﹾ‬
 ‫ﻴ‬ ‫ﺒ‬ ‫ﺱ‬
 ‫ﺠﻠﹸﻭ‬
 ‫ ﺍﻟ‬‫ﺤﺏ‬
ِ ‫“ ”ُﺃ‬Ormanda oturmayı seviyorum,

özellikle akan suyun yanında.”464

“. ‫ﻼ‬
‫ﺎ ﻟﹶﻴ ﹰ‬‫ﻴﻤ‬ ‫ﺴ‬
ِ ‫ل ﺒِﺎﻟ ِﻌ ﹾﻠ ِﻡ ﻭﻻ‬
ُ ‫ﺸ ِﺘﻐﹶﺎ‬
‫ﻻﹾ‬ِ‫ﻲﺍ‬
 ‫ﺏ ِﻟ‬
 ‫ﻴﻁِﻴ‬ ” “İlimle uğraşmak hoşuma gidiyor, özellikle de

gece vaktinde.”465

“. ‫ﻥ‬
ِ ‫ﺒﻨﹶﺎ‬ ‫ﺎ ﻓِﻲ ﹸﻟ‬‫ﻴﻤ‬ ‫ﺴ‬
ِ ‫ﻡ ﻭﻻ‬ ‫ﺭﻨِﻲ ﺍﻟ ﱠﻨﺴِﻴ‬ ‫ﺴ‬
ِ ‫ﻴ‬ ” “Rüzgâr beni mutlu eder, özellikle de Lübnan’da.”466

8. “‫ﺎ‬‫ﻴﻤ‬ ‫ﺴ‬
ِ ‫”ﻻ‬nın aynı kendi anlamını taşıyan “‫ﺎ‬‫ل ﻤ‬
َ ‫ ”ﻻ ﻤِ ﹾﺜ‬ve “‫ﺎ‬‫ﻯ ﻤ‬‫ﺴﻭ‬
ِ ‫ ”ﻻ‬gibi benzerleri

vardır. Bunlardan bâzıları “‫ﺎ‬‫ﻴﻤ‬ ‫ﺴ‬


ِ ‫ ”ﻻ‬ile ilgili hükümlerin hepsini taşırlar. Aynı

zamanda “‫ﺎ‬‫ﻴﻤ‬ ‫ﺴ‬


ِ ‫ ”ﻻ‬ile aynı anlamı taşıyan “‫ﺎ‬‫ ﻤ‬‫ ”ﻻ ﹶﺘﺭ‬ve “‫ﺎ‬‫ ﻤ‬‫ ”ﻟﹶﻭ ﹶﺘﺭ‬gibi benzerleri

vardır. Bunlar “‫ﺎ‬‫ﻴﻤ‬ ‫ﺴ‬


ِ ‫ ”ﻻ‬ile aynı anlamı taşımalarına rağmen farklı i‘rab hükümlerine

sahiptirler.467

“.‫ﺩ‬ ‫ﺴﻌِﻴ‬
 ‫ﺎ‬‫ ﻤ‬‫ﺀ ﻻ ﹶﺘﺭ‬ ‫ﺼ ِﺩﻗﹶﺎ‬
 ‫ﻙ ﺍﻷ‬
‫ﺤ‬
ِ‫ﻀ‬
 ” “Dostlar güldü, özellikle de Said.”468

“.‫ﺩ‬ ‫ﺴﻌِﻴ‬
 ‫ﺎ‬‫ ﻤ‬‫ﺤﻜﹸﻭﺍ ﻟﹶﻭ ﹶﺘﺭ‬
ِ‫ﻀ‬
 ” “Onlar güldü, özellikle de Said.”469

9. “‫ﺎ‬‫ﻴﻤ‬ ‫ﺴ‬
ِ ‫”ﻻ‬, “‫ﺎ‬‫ﻴﻤ‬ ‫ﺴ‬
ِ ‫ ”ﻻ‬şeklinde tekrar edilmiş bir şekilde de gelebilir.

10. Bâzı âlimler “‫ﺎ‬‫ﻴﻤ‬ ‫ﺴ‬


ِ ‫”ﻻ‬nın sonundaki “‫ﺎ‬‫”ﻤ‬nın ism-i mevsûl olduğun hareketle, onu

istisnâ edatı olarak değil de; mevsûl olarak ele almayı daha uygun görmüşlerdir.470

464
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 144.
465
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 144.
466
Reşîd eş-Şertûnî, a.g.e., IV, 327.
467
Bkz. Muhammed Es’ad en-Nâdirî, Nahvü’l-lügati’l-arabiyye, s. 687-688.
468
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 687-688.
469
Muhammed Es’ad en-Nâdirî, a.g.e., s. 687-688.
470
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 362.

104
2. “‫ﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺒ‬ ”
“‫ﻻ‬
‫”ِﺇ ﱠ‬nın benzerlerinden olan “‫ﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺒ‬ ”, “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ ” ﹶ‬mânasında olup, müstesnâsı “‫ﻥ‬
 ‫ ”َﺃ‬ile

başlayan bir isim cümlesidir.

ƒ “‫ﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺒ‬ ”nın “şu var ki, ne var ki, fakat, amma, yalnız, ancak” gibi, anlamları

vardır.471

ƒ “‫ﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺒ‬ ” muzâf, ondan sonraki isim cümlesinin (müstesnâ) i‘rabdaki yeri de

muzafün ileyhtir.

ƒ “‫ﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺒ‬ ”nin son harfi, daima feth üzere mebni olur.472

“. ‫ل‬
ٌ ‫ﺒﺨِﻴ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﺩ ﺃﻨﱠ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺒ‬ ‫ل‬
ِ ‫ﺎ‬‫ﺭ ﺍﻟﻤ‬ ‫ﻲ ﹶﻜﺜِﻴ‬
 ‫ﻋِﻠ‬
 ” “Ali’nin malı çoktur. Ne var ki, (fakat) o cimridir.”473

ƒ “‫ﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺒ‬ ” munkatı‘ istisnâlar da kullanılır.474

“.‫ﻲ‬
 ‫ﻪ ﹶﺫ ِﻜ‬ ‫ﺩ ﺃﻨﱠ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺒ‬ ‫ل‬
ٌ ‫ﺎ ِﻫ‬‫ل ﺠ‬
ُ‫ﺠ‬ ‫ﻫﺫﹶﺍ ﺍﻟﺭ‬ ” “Bu adam cahildir. Şu var ki, (ne var ki, fakat) zekîdir.”475

“.‫ﺒِﻠﻨﹶﺎ‬ ‫ﻥ ﹶﻗ‬
 ‫ﺏ ِﻤ‬
 ‫ﻡ ﺃُﻭﺘﹸﻭﺍ ﺍﻟ ِﻜﺘﹶﺎ‬ ‫ﻬ‬ ‫ﺩ ﺃ ﱠﻨ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺒ‬ ‫ﻥ‬
 ‫ﺎ ِﺒﻘﹸﻭ‬‫ﻥ ﺍﻟﺴ‬
 ‫ﻭ‬‫ﺨﺭ‬
ِ ‫ﻥ ﺍﻵ‬
‫ﺤ‬ ‫ ” ﹶﻨ‬Hadis-i şerifte “Biz en sonda

gelmiş olmamıza rağmen önde gidenleriz. Şu var ki onlara kitab bizden önce
verilmiştir” buyurulmaktadır.476

ƒ Bu edatın yerine “‫ﻪ‬ ‫ﻻ ﺃﻨﱠ‬


‫ ِﺇ ﱠ‬،‫ ﺃ ﱠﻨﻪ‬‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ ” ﹶ‬kelimeleri de kullanılabilir.477

ƒ “‫ﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺒ‬ ”, “‫ل‬


ِ‫ﺠ‬‫ﻥ ﺃ‬
 ‫“ ” ِﻤ‬Çünkü, sebepten, nedenden dolayı” anlamını da içerir. 478

Peygamber efendimizin şu hadisi buna çok güzel bir örnektir;

471
Akdağ Hasan, a.g.e., s. 155.
472
Reşîd eş-Şertûnî, a.g.e., IV, 327; Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 144.
473
Akdağ Hasan, a.g.e., s. 159.
474
Tâhir Yusuf el-Hatip, a.g.e., s. 122; Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 144; Reşîd eş-Şertûnî, a.g.e., IV,
327.
475
Akdağ Hasan, a.g.e., s. 159.
476
Mehmet Zihni Efendi, a.g.e., s. 256.
477
Akdağ Hasan, a.g.e., s. 159.
478
Mehmet Zihni Efendi, a.g.e., s. 256.

105
“.‫ﺭ‬
ٍ ‫ﺒ ﹾﻜ‬ ‫ﻥ‬
 ‫ﺒ‬ ‫ﻌ ٍﺩ‬ ‫ﺴ‬
 ‫ﺒﻨِﻲ‬ ‫ﺕ ﻓِﻲ‬
‫ﻌ ﹸ‬ ‫ﻀ‬
ِ ‫ﺴﺘﹸﺭ‬
 ‫ﺵ ﻭﺍ‬
ٍ ‫ﻴ‬‫ﻥ ﹸﻗﺭ‬
 ‫ﺩ َﺃﻨﱢﻲ ِﻤ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺒ‬ ‫ﺎ ِﺩ‬‫ﻕ ﺒِﺎﻟﻀ‬
‫ﻁﹶ‬
‫ﻥ ﹶﻨ ﹶ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﺢ‬
‫ﺼ‬ ‫“ ”ﺃﻨﹶﺎ ﺃ ﹾﻓ‬Ben dâd

ile konuşanların en fasihiyim. Çünkü ben Kureyş’tenim ve Benî Sâ’d bin Bekr arasında

da emzirildim.” 479 Bu hadis-i şerifte “‫ﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺒ‬ ”, “‫ل‬


ِ‫ﺠ‬
‫ﻥ ﺃ‬
 ‫“ ” ِﻤ‬den dolayı, çünkü” manasında

kullanılmıştır.

İsmini nasb, haberini de ref eden “‫ﻥ‬


 ‫ ”ﺃ‬ile birlikte onun ismi (müstesnâ) ve

haberi müevvel masdar olarak kabul edilir. Mutlaka tamlama hâlinde kullanılır.480

“.‫ل‬
ٌ ‫ﺒﺨِﻴ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﺩ ﺃﻨﱠ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺒ‬ ‫ل‬
ِ ‫ﺎ‬‫ﺭ ﺍﻟﻤ‬ ‫ﻪ ﹶﻟ ﹶﻜﺜِﻴ‬ ‫“ ”ﺇﻨﱠ‬O’nun malı çoktur. Ne var ki, (fakat) cimridir.”481

“. ‫ﺱ‬
ِ ‫ﻑ ﺍﻟ ﱠﻨ ﹾﻔ‬
‫ﻋﻔِﻴ ﹸ‬
 ‫ﻪ‬ ‫ﺩ ﺃﻨﱠ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺒ‬ ‫ﺭ‬ ‫ل ﹶﻓﻘِﻴ‬
ُ‫ﺠ‬ ‫ﻫﺫﹼﺍ ﺍﻟﺭ‬ ” “Bu adam fakirdir. Ancak, izzet-i nefisli bir

insandır.”

ƒ Cümle içerisinde “‫ﻥ‬


 ‫ﺩ ﺃ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺒ‬ ” ile başlayan kısım hâl olur.

ƒ “‫ﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺒ‬ ” her zaman fetha üzere mebni olur. Sıfat olmaz, merfu ve mecrûr da

olmaz.

ƒ “‫ﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺒ‬” genellikle “‫ﻥ‬


 ‫ﺩ ﺃ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺒ‬” şeklinde gelir. Nâdiren de “‫ﻥ‬
 ‫ﺩ َﺃ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺒ‬” veya “‫ﺎ‬‫ﺩ ﻤ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺒ‬” şekillerinde

gelir.482 Bazı lehçelerde de “‫ﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻤ‬ ” “meyde” ve “‫ﺩ‬ ‫ﺎِﺌ‬‫ ”ﺒ‬bâide” olarak da kullanılmıştır.483

ƒ “‫ﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺒ‬ ” mâna açısından, edat ve lafız açısından müstesnâdır. Ama gerçek

müstesnâ, sonraki muzâfün ileyhtir.484

ƒ “‫ﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺒ‬ ”nin yerine aynı anlamda “‫ﻪ‬ ‫ﻻ ﺃﻨﱠ‬


‫ ِﺇ ﱠ‬،‫ ﺃ ﱠﻨﻪ‬‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ ” ﹶ‬ibarleri de kullanılabilir.

479
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 144; Tâhir Yusuf el-Hatip, a.g.e., s. 122.
480
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 144.
481
Mustafa el-Galâyînî, a.g.e., III, 144.
482
Çörtü M. Meral, Arapça Dilbilgisi Nahiv, s. 255.
483
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 333.
484
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 333.

106
III. BÖLÜM

NAHİV EKOLLERİNİN İSTİSNÂ KONUSUNDAKİ


İHTİLAF NOKTALARI

I. İstisnâ ve Çeşitleri Hakkındaki İhtilafları


A. “İstisnâ”nın Ne Olduğu Konusundaki Fikir Ayrılıkları

Basra ve Kufe ekolleri istisnâ üslubunu, “‫ ”ﻻ‬ile oluşan atf-ı nesak üslubuna

benzetmişlerdir.485

Atf-ı Nesak “‫ﻕ‬


‫ﺴ ﹾ‬
 ‫ﻑ ﺍﻟ ﱠﻨ‬
‫ﻁ ﹸ‬
‫ﻋﹾ‬ ”; atıf harflerinin biri kullanılarak iki kelimenin ve

iki cümlenin birbirine bağlanmasıdır.

Atıf harfleri şunlardır: “‫ﻥ‬


 ‫ ﹶﻟ ِﻜ‬،ْ‫ﺒل‬ ،‫ﻻ‬
‫ ﹶ‬،‫ َﺃﻡ‬،‫ﺎ‬‫ ِﺇﻤ‬،‫ ﺃﻭ‬،‫ﺤﺘﱠﻰ‬
 ،‫ ﹸﺜﻡ‬،‫ ﻑﹶ‬،‫”ﻭ‬.

Atıf harflerinden sonra gelen kelimeye ma’tuf “‫ﻑ‬


‫ﻌﻁﹸﻭ ﹲ‬ ‫ﻤ‬ ”, önce gelen kelimeye

ma’tufun aleyh “‫ﻋﻠﹶﻴ ِﻪ‬


 ‫ﻑ‬
‫ﻌﻁﹸﻭ ﹲ‬ ‫ﻤ‬ ” denir.486

“‫ ”ﻻ‬ile atf-ı nesak: Ma’tufun aleyh’in yaptığı işe, ma’tufu’un katılmadığını

bildirir.

“. ‫ﺭ‬
‫ﻋ‬ِ ‫ﺏ ﻻ ﺸﹶﺎ‬
 ‫ﻁﻔﹶﻰ ﻜﹶﺎ ِﺘ‬
‫ﺼﹶ‬
 ‫ﻤ‬ ” “Mustafa şair değil, yazardır” gibi.487

485
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 325; Muhammed Muhyiddin Abdûlhamid, Şerhu katru’n-nedâ ve
bellu’s-seda, s. 343.
486
Çörtü M. Meral, Arapça Dilbilgisi Nahiv, s. 376.
487
Çörtü M. Meral, a.g.e., s. 379

107
Bu ekollerin bu görüşlerini dayandırdıkları nokta, istisnânın işlevi ile “‫ ”ﻻ‬ile

oluşan atf-ı nesak’ın işlevi arasındaki benzerliktir. Örneğin: “.‫ﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬
 ‫ﻻ‬
‫ﻡ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻡ ﺍﻟﻘﹶﻭ‬ ‫ﺎ ﻗﹶﺎ‬‫“ ”ﻤ‬Zeyd

dışında kavim ayağa kalkmadı” örneğinde “Zeyd” “‫ﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬


 ” “Kavm” e ma’tuftur. Onun

i’rabını alır. Fakat mana açısından öncesinin hükmüne muhalif olur. “.‫ﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬
 ‫ﻡ ﻻ‬ ‫ﻡ ﺍﻟﻘﹶﻭ‬ ‫ﺎ ﻗﹶﺎ‬‫”ﻤ‬

“Zeyd dışında, kavim ayağa kalkmadı.” Örneğinde de “‫ ”ﻻ‬dan sonraki (Zeyd) “‫ﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬
 ”,

“‫ﻻ‬
‫”ِﺇ ﱠ‬dan sonraki Zeyd gibidir. Her ikisi de öncelerine ma’tuftur ve öncelerinin i’rabi

hükmünü alırlar. Mâna açısından her ikisi de öncelerine ma’tuftur.

Kufe ve Basralılar bu benzerlikten hareketle “‫ﻻ‬


‫ ”ِﺇ ﱠ‬için ‘la’ gibi atıf harfidir

demişlerdir. Fakat bu görüş zayıf bir görüştür. Çünkü “‫ﻻ‬


‫”ِﺇ ﱠ‬, örnekte de olduğu gibi,

âmilden sonra gelir. “.‫ﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬


 ‫ﻻ‬
‫ﻡ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻡ ﺍﻟﻘﹶﻭ‬ ‫ﺎ ﻗﹶﺎ‬‫“ ”ﻤ‬Zeyd dışında kavim ayağa kalkmadı”

örneğinde olduğu gibi. Eğer atıf harfi olsaydı diğer tüm atıf harfleri gibi âmilin

sonrasında gelmesi mümkün olmazdı. Tıpkı “‫ﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬


 ‫ﻭ‬ ‫ﻡ‬ ‫”ﻗﹶﺎ‬ve “‫ﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﻡ‬ ‫ﺎ ﻗﹶﺎ‬‫ ”ﻤ‬şeklinde

kullanılamayacağı gibi.488

Ayrıca atıf harfi olan “‫”ﻻ‬nın öncesindeki ifade müsbet (olumlu) olmalıdır.

“‫ﻻ‬
‫”ِﺇ ﱠ‬nın ise öyle bir zorunluluğu yoktur. Bu da Araplar’ın “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬yı atıf harfi olarak

kullanmadıklarını bizim de “‫ﻻ‬


‫ ”ِﺇ ﱠ‬yı atıf harfi olarak kabul edemeyeceğimizi açıkça

göstermektedir.
Bir başka ihtilaf noktası da müstesnâ ile müstesnâminh arasındaki oran
hususundadır.
Bazıları istisnâ edilen kısmın, yarıdan az olması gerektiğini savunmuşlardır.

Fakat “.‫ﻼ‬
‫ﻪ ﹶﻗﻠِﻴ ﹰ‬ ‫ﺹ ِﻤ ﹾﻨ‬
 ‫ﻪ ﺃَﻭ ﺍ ﹾﻨ ﹸﻘ‬ ‫ﺼ ﹶﻔ‬
 ‫ﻼ * ِﻨ‬
‫ﻻ ﹶﻗﻠِﻴ ﹰ‬
‫ل ِﺇ ﱠ‬
َ ‫ل * ﹸﻗ ِﻡ ﺍﻟﻠﻴ‬
ُ ‫ ِﻤ‬‫ﻤﺯ‬ ‫ﺎ ﺍﻟ‬‫ﻴﻬ‬ ‫ﻴَﺄ‬ ” “Ey elbisesine örtünüp

488
Muhhammed Muhyiddin Abdulhamid, a.g.e., s. 343.

108
bürünen (müzzemmmil olan peygamber!) bir kısmı hariç; geceleyin (namaz için) kalk!
(gecenin) yarısı veya ondan az kısmı kadar (namaz kıl)” 489 Âyet-i kerimesi bu

görüşlerini çürütmüştür. Çünkü “‫ﻪ‬ ‫ﺼ ﹶﻔ‬


 ‫“ ” ِﻨ‬yarısı” kelimesi, müstesnâ olan “‫ل‬
َ ‫“ ”ﺍﻟﻠﻴ‬gece”

kelimesinden bedel olmuş ve “‫ﻼ‬


‫ ” ﹶﻗﻠِﻴ ﹰ‬müstesnâya dahil edilmiştir.

İstisnâda, az çoktan, çok da daha fazlasından ve yarısı kalan yarısından istisnâ


edilebilir.490
Buna rağmen bazı dil âlimleri çoğun istisnâ edilip azın bırakılması gerektiğini
savunmuşlardır. Buna delil olarak da sayılardan örnekler getirmişlerdir. Fakat şu var ki
sayılar kesinlik ifade ederler. Kesin olan şeylerden de istisnâ caiz değildir. Nitekim bu

olay istisnâdan ziyade çıkarma işlemine benzer “.‫ﺩ ﹰﺓ‬ ‫ﺤ‬


ِ ‫ﻻ ﻭﺍ‬
‫ﻱ ﺜﹶﻼ ﹶﺜ ﹲﺔ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﺩ‬ ‫“ ”ﹶﻟ‬Bende bir hariç

üç var” denildiğinde ‘iki’ kastedilmiş olur. Yâni ‘üç’, ‘iki’ye düşürülüyor ki bu caiz

değildir. Çünkü her ikisi de kesinlik ifade etmektedir. Fakat “.‫ﻋﺸﹾﺭﹰﺍ‬


 ‫ﻻ‬
‫ﻡ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻡ ﺍﻟﻘﹶﻭ‬ ‫“ ”ﻗﹶﺎ‬On

kişi hariç, topluluk ayağa kalktı” denilebilir.

Cenab-ı Hak’ın “... ‫ﺎﻤ ﹰﺎ‬‫ﻥ ﻋ‬


 ‫ﻤﺴِﻴ‬ ‫ﺨ‬
‫ﻻ ﹶ‬
‫ ﹶﻨﺔٍ ِﺇ ﱠ‬‫ﻑ ﺴ‬
‫ﻡ َﺃ ﹾﻟ ﹶ‬ ‫ﺙ ﻓِﻴ ِﻬ‬
‫ ﹶﻓﹶﻠﺒِ ﹶ‬...” “… Onların

arasında bin seneden elli yıl eksik kaldı…” 491 âyet-i kerimesinde sayı isminden bir
istisnâ söz konusudur. Fakat burada “bin yıl kaldı” ibaresinden amaç “uzun zaman
kaldığının” ilk etapta muhatabın dikkatini çekmesidir. Daha sonra istisnâ bu uzun süre
hakındaki olası şübheleri gidermek için zikredilmiştir. Âyet bize, kesin, sınırlı bir
zamanı ifade etmektedir.492
Dil âlimleri, müstesnâ minh’te bulunan herşeyin tamamının istisnâ edilmesinin
(istisnâ el-müstağrik) caiz olmadığı hususunda ittifak etmişlerdir. Örneğin:

“.‫ﺭ ﹰﺓ‬
‫ﺸ‬‫ﻋﹾ‬
 ‫ﻻ‬
‫ﺭ ﹲﺓ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺸ‬
‫ﻋﹾ‬ ‫ﻲ‬
 ‫ﻋﹶﻠ‬
 ‫ﻪ‬ ‫“ ”ﹶﻟ‬Benim ona 10 hariç, 10 borcum var.” denilemez.493

489
el-Müzemmil, 73/1-3.
490
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 334; Muhammed Said İsbir-Bilâl Cüneydî, a.g.e., s. 86.
491
el-Ankebut, 29/14.
492
İbn Hasan Ali b. Mü’min b. Muhammed b. Ali b. Asfür el-İşbilî, a.g.e., II, 383-384; Bkz. Şihâbeddin
el-Karâfi, a.g.e, s. 536.
493
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e, s. 536.

109
B. İstisnânın Çeşitleri Konusundaki İhtilafları
İstisnânın çeşitleri konusunda en fazla görüş ayrılığı munkatı‘ istisnâda
müşahede edilmektedir.

Basralılar, munkatı‘ istisnâda ki “‫ﻻ‬


‫ ”ِﺇ ﱠ‬edatını istidrak için kullanılan “‫ﻥ‬
 ‫ ”ﹶﻟ ِﻜ‬gibi

takdir ederler. Nitekim “.‫ﻡ‬ ‫ﻫ‬


 ‫ﺭ‬ ‫ﺎ‬‫ﺤﻤ‬
ِ ‫ﻻ‬
‫ﻡ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﺕ ﺍﻟ ﹶﻘ‬
‫ﻴ ﹸ‬ ‫َﺃ‬‫ﺎ ﺭ‬‫“ ”ﻤ‬Merkebleri haricinde kavmi

görmedim” örneğinden kasıt “.‫ﻡ‬ ‫ﻫ‬


 ‫ﺭ‬ ‫ﺎ‬‫ﺤﻤ‬
ِ ‫ﻥ‬
 ‫ﻡ ﹶﻟ ِﻜ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﺕ ﺍﻟ ﹶﻘ‬
‫ﻴ ﹸ‬ ‫َﺃ‬‫ﺎ ﺭ‬‫“ ”ﻤ‬Kavmi görmedim ancak

merkebleri gördüm” den kasdedilen mâna ile aynıdır” görüşünü savunmaktadırlar.

Kûfeli âlimler ise, munkatı‘ istisnâdaki “‫ﻻ‬


‫”ِﺇ ﱠ‬yı “‫ﻯ‬‫ﺴﻭ‬
ِ ” ile takdir ederler.

Kaynaklarda, bu iki görüşün tercih edileni, Basralıların görüşüdür. Çünkü


Basralıların bu konudaki görüşü, Kûfelilerin görüşüne nazaran Arap dil ve gramerine
daha uygun ve daha müdakkikâne bir görüştür. Bunun dört tane sebebi vardır.

1. “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬ve “‫ﻥ‬
 ‫”ﹶﻟ ِﻜ‬, “‫ﻯ‬‫ﺴﻭ‬
ِ ”nın aksine harf olma konusunda ortaktırlar. “‫ﻯ‬‫ﺴﻭ‬
ِ ” ise isimdir.

Harfi harf ile takdir etmek , harfi isimle takdir etmekten daha uygundur.

2. “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬ve “‫ﻥ‬
 ‫ ”ﹶﻟ ِﻜ‬i’rabda mahalleri olmaması bakımından da benzerdirler. “‫ﻯ‬‫ﺴﻭ‬
ِ ”nın ise

i’rabda mahalli vardır (i’rab edilir). İ’rabda mahalli olmayan bir kelimeyle yine
i’rabda mahalli olmayan bir kelimeyi aynı konumda kabul etmek , i’rabda mahalli
olan bir kelimeyle aynı konumda kabul etmkten daha uygundur.

3. “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬ve “‫ﻥ‬
 ‫ ”ﹶﻟ ِﻜ‬kendilerinden sonra gelen ismin nasb olması gerekliliği noktasında da

ortaktırlar. “‫ﻯ‬‫ﺴﻭ‬
ِ ”nın sonrasının ise cer olması gerekmektedir. Nasb eden kelimeyle

nasb eden bir kelimenin takdiri , nasb edenle cer edenin takdirinden evlâdır.

4. “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬ve “‫ﻥ‬
 ‫”ﹶﻟ ِﻜ‬nin mâna bakımından uygunluğu (Bu uygunluk “‫ﻥ‬
 ‫”ﹶﻟ ِﻜ‬in istidrak edatı

olan “‫ﻥ‬
 ‫ ”ﹶﻟ ِﻜ‬olması durumunda geçerlidir): Her ikisi de olumluluk veya olumsuzluk

110
konusunda kesinlik ifade ederler. Bu konuda herhangi bir şüpheye mâhâl
vermezler.494
Hicazlılar, munkatı‘ istisnâda müstesnâ minhden “bedel”i caiz görmeyip
sadece nasb edilebileceğini söylerler. Delilleri ise aynı cinsten olmamaları; yâni muttasıl
olmamalarıdır.
Beni Temim ise, muttasıl istisnâda caiz gördükleri her şeyi, bedel dahil,
munkatı‘ istisnâda da caiz görürler. Çünkü bunlar, müstesnâyı mecâzî bağlamda , sanki
müstesnâ minh’in ba’zı gibi kabul ederler.495
İstisnânın çeşitlerindeki noktasında bir başka ihtilaf noktası, muttasıl ve
munkatı‘ istisnâda ortaya çıkmaktadır. Burada da problem müstenâ ile müstesnâ
minh’in aynı cinsten olup olmaması konusundaki kararsızlıktan kaynaklanmaktadır.

Mesela: “.‫ﻥ‬
 ‫ﺠﺩِﻴ‬
ِ ‫ﺎ‬‫ﻊ ﺍﻟﺴ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﻥ‬
 ‫ﻴﻜﹸﻭ‬ ‫ﻥ‬
 ‫ﻰ َﺃ‬‫ﺱ َﺃﺒ‬
 ‫ﺒﻠِﻴ‬ ‫ﻻ ِﺇ‬
‫ﻥ * ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﻭ‬‫ﻤﻌ‬ ‫ﺠ‬
 ‫ﻡ ﺃ‬ ‫ﻬ‬ ‫ﻼ ِﺌ ﹶﻜ ﹸﺔ ﹸﻜﱡﻠ‬‫ ﺍﻟﻤ‬‫ﺩ‬‫ﺠ‬‫” ﹶﻓﺴ‬

“Bunun üzerine meleklerin hepsi, hep birlikte secde etti. Ancak iblis hariç. O, secde
edenlerde beraber olmaktan çekindi..”496 Âyet-i kerimesinin, munkatı‘ mı muttasıl mı
olduğu hakkında farklı görüşler vardır. Çünkü âlimler İblisin meleklerden mi cinlerden
mi olduğu noktasında ihtilafa düşmüşlerdir. Onlardan bir kısmı İblisin meleklerden
olduğu görüşünü savundular. Bu görüşlerine ise; iki delil sundular.
1. Bu manada vârid olan hadislerin İblisin meleklerden olduğuna delâlet etmesi.
2. Kur’an-ı Kerim’in bir çok âyetinde iblisin meleklerden istisnâ edilmesi. Nitekim
istisnâ konusunda asl olan muttasıl olması yâni müstesnânın müstesnâ minh’in
cinsinden olmasıdır.
Diğer âlimler ise iblisin cinlerden olduğu, meleklerden olmadığı görüşünü
savunmuşlardır. Bu görüşlerini ise konuyla ilgili olan Kehf sûresinin 50. âyeti ile
delillendirmişlerdir. Âyet-i Kerime şöyledir:

494
Muhhammed Muhyiddin Abdulhamid, a.g.e., s. 344-345.
495
İbn Hasan Ali b. Mü’min b. Muhammed b. Ali b. Asfür el-İşbilî, a.g.e., II, 401.
496
el-Hicr, 15/30-31.

111
“... ‫ﺒ ِﻪ‬ ‫ﺭ‬
 ِ‫ﻤﺭ‬ ‫ﻥ َﺃ‬
‫ﻋ‬ ‫ﻕ‬
‫ ﹶ‬‫ﻥ ﹶﻓ ﹶﻔﺴ‬
‫ﺠ‬ ‫ﻥ ﺍ ﹾﻟ‬
 ‫ﻥ ِﻤ‬
 ‫ﺱ ﻜﹶﺎ‬
 ‫ﺒﻠِﻴ‬ ‫ﻻ ﺇ‬
‫ﻭﺍ ِﺇ ﱠ‬‫ﺩ‬‫ﺠ‬‫ﻡ ﹶﻓﺴ‬ ‫ﺩ‬ ‫ﻭﺍ ﻵ‬‫ﺠﺩ‬
‫ﺴ‬
 ‫ﻼﺌِ ﹶﻜﺔِ ﺍ‬‫ﺇ ﹾﺫ ﹸﻗ ﹾﻠﻨﹶﺎ ﻟﻠﻤ‬‫“ ”ﻭ‬Hani

biz meleklere: Ademe secde edin! demiştik; iblis hariç hemen secde ettiler. O, cinlerden
idi de Rabbinin emrinden çıktı …”.497
Ayrıca önceki grubun “iblisin meleklerden olduğu için onlardan istisnâ
edilmiştir” görüşünü de reddetmişlerdir. Arap dilinde aynı cinsten olmayanların istisnâsı
demek olan, munkatı‘ istisnânın kullanıldığını ve Kur’ân-ı Kerim’de de bunun birçok
örneğinin bulunduğunu söyleyerek bu itirazlarını temellendirmişlerdir. Kur’an’dan delil
olarak gösterdikleri âyetlerden birisi şudur:

“. ‫ﻥ‬
ٍ ‫ﻴ‬ ‫ﺤ‬
ِ ‫ﺘﹶﺎﻋﺎﹰ ﺇﻟﻰ‬‫ﻤ‬‫ﻤ ﹰﺔ ِﻤﻨﱠﺎ ﻭ‬ ‫ﺤ‬
 ‫ﺭ‬ ‫ﻻ‬
‫ﻥ * ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﻴ ﹾﻨ ﹶﻘﺫﹸﻭ‬ ‫ﻡ‬ ‫ﻫ‬ ‫ﻡ ﻭﻻ‬ ‫ﻬ‬ ‫ﺦ ﹶﻟ‬
‫ﺼﺭِﻴ ﹶ‬
 ‫ﻡ ﻓﹶﻼ‬ ‫ﻬ‬ ‫ﺸ ْﺄ ﹸﻨ ﹾﻐ ِﺭ ﹾﻗ‬
‫ﻥ ﹶﻨ ﹶ‬
 ‫ﺇ‬‫“ ”ﻭ‬Halbuki

dilersek onları suda boğarız; o zaman ne kendilerine yardım imdâd eden olur, ne de
onlar kurtarılırlar. Ancak tarafımızdan bir rahmet ve bir zamâna kadar (dünyadan)
faydalandırma müstesnâ.”498
Neticede “İblis meleklerden değldir” diyenler bu âyeti munkatı‘, “İblis
meleklerdendir” diyenler de muttasıl olarak kabul etmişlerdir.
Görüldüğü üzere müstesnâ ile müstesnâ minh’in aynı cinsten olup olmadığı
hususundaki ihtilaflar munkatı‘ ve muttasıl istisnâ noktasında görüş ayrılıklarına
sebebiyet vermiştir.499
C. Müstesnâ’yı Nasbeden Âmil Konusundaki İhtilafları

Nahivcilerin “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬dan sonra gelen ismin (müstesnâ) nasb edeni (âmili)

hakkında da farklı görüşleri vardır. Bu görüşlerin en çok bilinenleri yedi ana başlıkta
özetlemek mümkündür.

1. “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬dan sonraki ismi nasb eden, öncesinde geçen fiildir. Fiil müstesnâyı “‫ﻻ‬
‫”ِﺇ ﱠ‬

vasıtasıyla nasb eder. Bu görüş, es-Sîyrâfi, Ebu Said ve İbn Bâziş’in görüşüdür. İbn

Bâziş, “‫ﻻ‬
‫”ِﺇ ﱠ‬nın sonrasını zarflara benzetmiştir. Ona göre fiillerin zarflarla peşpeşe

497
el-Kehf, 18/50.
498
Yâsîn, 36/43-44.
499
Muhhammed Muhyiddin Abdulhamid, a.g.e., s. 342-343.

112
gelmesi ancak harf-i cerle mümkündür. Fiilin, “‫ﻻ‬
‫”ِﺇ ﱠ‬nın sonrasındaki isme ulaşması da

ancak “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬vasıtasıyla olur.

Fakat “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬


‫” ﹶ‬da bu durum farklıdır. Çünkü “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫” ﹶ‬nın kendisi, mübhem zarfa

benzetilmiş olduğu için fiilini doğrudan alır, tıpkı fiillerin mübhem zarflara bizzat
birleşebildiği gibi.500
Bu görüş geçerli değildir. Çünkü bu isimler öncelerinde fiil olmasa da nasb

edilirler. Tıpkı; “.‫ﺩﹰﺍ‬‫ﺯﻴ‬


 ‫ﻻ‬
‫ﻙ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﻭ ﹸﺘ‬ ‫ﺨ‬
‫ﻡ ﺇ ﹾ‬ ‫ﻭ‬ ‫“ ”ﺍﻟ ﹶﻘ‬Zeyd hariç, kavim kardeşlerindir.”501 Örneğinde

olduğu gibi.
Aynı zamanda bazıları bu görüşün Sibeveyh’e, bazıları da İbn Asfur’a ait
olduğunu belirtmişlerdir.502

2. Müstesnâyı nasb edenin, “‫ﻻ‬


‫”ِﺇ ﱠ‬nın kendisi olduğu görüşüdür. Bu görüş İbn Malik’aittir.

3. Müstesnâyı nasb edenin, birinci maddede olduğu gibi, öncesindeki fiilin olduğu

görüşü. Fakat birinci de olduğu gibi “‫ﻻ‬


‫ ”ِﺇ ﱠ‬vasıtasıyla değil de tek başına nasb eder.

4. Müstesnâyı nasb eden , “‫ﻻ‬


‫”ِﺇ ﱠ‬nın kendisine delâlet ettiği mahzuf bir fiildir. Takdiri de

“‫ﺴ ﹶﺘ ﹾﺜﻨِﻲ‬
 ‫“ ”َﺃ‬istisnâ ederim” dir. Kûfelilerin de görüşü budur. Fakat bu nun fâsid bir

olduğunu iddia ederler vardır.503


5. Bazı dilciler de müstesnânın, öncesine muhalif (zıt) olmasından dolayı nasb olunduğu
görüşünü savunmuşlardır.

“.‫ﺩﹰﺍ‬‫ﺯﻴ‬
 ‫ﻻ‬
‫ﻡ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻡ ﺍﻟﻘﹶﻭ‬ ‫“ ”ﻗﹶﺎ‬Zeyd hariç, kavim ayağa kalktı” denildiğinde Zeyd’in durumu,

kalkma eyleminde, öncesine muhaliftir. Bu görüş Kisâî’nin görüşüdür.

500
Muhhammed Muhyiddin Abdulhamid, a.g.e., s. 385.
501
Muhhammed Muhyiddin Abdulhamid, a.g.e., s. 385.
502
el-Müberred, el-Muktedab, Beyrut, IV, 390; Muhammed Muhyiddin Abdûlhamid, a.g.e, I, 598.
503
Muhammed Muhyiddin Abdûlhamid, a.g.e, I, 598; el-Müberred, a.g.e., IV, 391; İbn Hasan Ali b.
Mü’min b. Muhammed b. Ali b. Asfür el-İşbilî, a.g.e., II, 384.

113
Fakat bu görüşün de geçersiz olduğu ifade edilir. Çünkü zıtlık (hilaflık) nasbı

gerektirecek bir durum olsaydı “‫ ”ﻻ‬ve “‫ﻥ‬


 ‫ ”ﹶﻟ ِﻜ‬gibi edatlardan sonra gelen kelimelerin de

mansûb olması gerekirde. Halbuki

“.‫ﺭ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﻋ‬
 ‫ﺩ ﻻ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬ ‫ﻡ‬ ‫“ ”ﻗﹶﺎ‬Zeyd kalktı Amr değil.”

“.‫ﺭ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﻋ‬
 ‫ﻥ‬
 ‫ﺩ ﹶﻟ ِﻜ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬ ‫ﻡ‬ ‫ﺎ ﻗﹶﺎ‬‫“ ”ﻤ‬Zeyd kalkmadı fakat Amr kalktı.”504 örneklerinde olduğu gibi bu

edatlardan sonraki kelimeler atıf yoluyla tâbidirler ve i‘rabları mâtuflarınınki gibidir.

Bazı dil âlimleri, “‫ﻻ‬


‫”ِﺇ ﱠ‬nın “‫ ﻻ‬+ ‫ﻥ‬
 ‫ ”ﺇ‬dan mürekkep olduğunu, sonradan “‫ﻥ‬
 ‫”ﺇ‬nin

nun’unu hafifletilerek “‫ ”ﻻ‬ile idgam edildiği ve böylece tek bir kelime haline geldiğini

savunmuşlardır.

6. Eğer “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬dan sonrası nasb edilmişse bu “‫ﻥ‬
 ‫ ”ﺇ‬nin hükmünün baskın geldiği ve

“‫ﻥ‬
 ‫”ﺇ‬nin haberinin hazf edildiği anlamına gelir. Eğer ref’ edildiyse “‫ ”ﻻ‬nın hükmü

gâlip gelmiş ve atıf yapılmıştır. Bu Ferrâ’nın görüşüdür. Bu görüşün de geçersiz

olduğu söylenir. Çünkü “.‫ﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺯ‬


 ‫ﻻ‬
‫ﻡ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺎ ﻗﹶﺎ‬‫“ ”ﻤ‬Zeyd den başkası kalkmadı” örneği ne “‫ﻥ‬
 ‫”ﺇ‬

de ne de “‫ ”ﻻ‬da geçerli bir durumdur. Ayrıca hazfedildiğini iddia ettikleri “inne”

“‫ﻥ‬
 ‫”ﺇ‬nin haberi cümlede hiçbir konumda ortaya çıkmamaktadır. Kısacası bu görüş

temelsiz bir görüştür.

7. Başka bir görüş de “‫ﻻ‬


‫”ِﺇ ﱠ‬dan sonraki ismin, cümlenin tam olmasından dolayı nasb

edildiği görüşüdür ki doğru olan da bu görüştür. “‫ﻻ‬


‫ ”ِﺇ ﱠ‬dan sonra ki isim temyiz

konumundadır.505

504
İbn Hasan Ali b. Mü’min b. Muhammed b. Ali b. Asfür el-İşbilî, a.g.e., II, 385.
505
Muhhammed Muhyiddin Abdulhamid, a.g.e., s. 385.

114
II. İstisnâ Edatları Hakkındaki İhtilafları

A. “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬Edatı Hakkındaki İhtilaflar

Bir istisnâ edatı olan “‫ﻻ‬


‫ ”ِﺇ ﱠ‬hakkında kaynaklarda çok fazla bir ihtilaf

görülmemektedir. Var olan ihtilaf noktalarından biri, “‫ﻻ‬


‫”ِﺇ ﱠ‬nın atıf harfı olan “‫ ”ﻻ‬ya

benzeyip benzemediğidir ki bunu da daha önce zikretmiştik.

Bir başka ihtilaf noktası, sıfat olarak kabul edilen “‫ﻻ‬


‫ ”ِﺇ ﱠ‬ile ilgilidir.

Dil âlimlerinden bazıları, vasıf “‫ﻻ‬


‫”ِﺇ ﱠ‬sını müstakil bir isim olarak kabul etmişlerdir.

İ’râb harekesini de elifi üzerine takdir etmişlerdir.

“... ‫ﺩﺘﹶﺎ‬ ‫ﺴ‬


 ‫ﷲ ﹶﻟ ﹶﻔ‬
ُ ‫ﻻﺍ‬
‫ﻬ ﹲﺔ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺎ ﺁِﻟ‬‫ﻥ ﻓِﻴ ِﻬﻤ‬
 ‫“ ”ﻟﹶﻭ ﻜﹶﺎ‬Eğer o ikisinde Allah’tan başka ilahlar bulunmuş

olsaydı, her ikisi de fesada uğrardı...”506


Bu âyetin mânası; “o” ikisinde ilah olmayan yâni ‘Allah’ olmayan ilahlar
bulunsaydı orası mutlaka fesada uğrayacaktı” şeklindedir.507

Bazıları da bu görüşün aksine “‫ﻻ‬


‫ ”ِﺇ ﱠ‬yı sonuna açık olarak hareke almayan bir
isim olarak kabul etmişlerdir. Onlara göre, mevsuf olması hasebiyle “‫ﻻ‬ ‫ ”ِﺇ ﱠ‬merfu’,
mecrur ve ya mansûb olabilir. Ayrıca muzafün ileyh olduğundan cer mahallindedir.
Her iki görüş kendi içinde savunucularına apaçık bir yükümlülük arz
etmektedir. Yâni her iki görüşte de zorlama vardır. Daha kolay ve sağlıklı olan görüş;
önüne geldiği kelimeyle birlikte sıfat olarak öncesinin harekesine tâbi olmasıdır. (Konu
ile ilgili geniş bilgi konu başlığı altında daha önce zikredilmiştir).508

Ayrıca mûnkatı’ istisnâda “‫ﻻ‬


‫”ِﺇ ﱠ‬yı, Basralılar “‫ﻥ‬
 ‫ ”ﹶﻟ ِﻜ‬anlamında kabûl ederken

Kûfeliler “‫ﻯ‬‫ﺴﻭ‬
ِ ” anlamında kabûl etmişlerdir.509

506
el-Enbiyâ, 21/22.
507
Abbâs Hasan, a.g.e., II, 330.
508
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 330.
509
Fadıl Kâsım b. Hûseyin el-Havârizmî, a.g.e., I, 161; Muhammed b. Sehl b. es-Sirâc en-Nahvî el-
Bâğdadî, el-Usûl fi’n Nahv, I, 290.

115
B. “‫ﻯ‬‫ﺴﻭ‬
ِ ” Edatı Hakkındaki İhtilaflar

Bu edat konusunda da âlimler farklı görüşler beyân etmişlerdir. Onlardan

bazıları “‫ﻭﻯ‬
‫ﺴ‬
ِ ”nın “zarf” olduğu görüşünü savunmuşlardır. Bu kabulden hareketle de

“‫ﻯ‬‫ﺴﻭ‬
ِ ”yı, istisnâ mânasını içermekle birlikte, zarfiyet üzere nasb etmişlerdir.

Bu görüşü savunanların başında Sibeveyh, Ferrâ ve Cumhûr gelmektedir.

Diğer bazı dil âlimleri ise; “‫ﻯ‬‫ﺴﻭ‬


ِ ”nın, “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ ” ﹶ‬gibi isim olduğunu, işlev ve mana

açısından da aynı fonksiyonu gösterdiğini savunmuşlardır. Bunlara göre “‫ﻯ‬‫ﺴﻭ‬


ِ ”, “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫” ﹶ‬nın

sahip olduğu tüm özellikleri alır.510

Ûkberi ve er-Rummânî gibi âlimler, “‫ﻯ‬‫ﺴﻭ‬


ِ ”nın çoğunlukla zarf olarak

kullanıldığını ve da olsa “‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬


‫ ” ﹶ‬gibi geldiğini savunmuşlardır.511

C. “‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫ ”ﺤ‬Edatı Hakkındaki İhtilaflar

Dil âlimleri, “‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫”ﺤ‬nın fiil mi harf mi olduğu noktasında ihtilaftadırlar. Bu

konuda üç farklı görüş vardır:


Birinci görüş: Sibeveyh ve Basralıların bir kısmının görüşüdür. Bunlar

“‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫”ﺤ‬nın harf olduğunu; fiil olmadığını savunmuşlardır.512 Dellileri ise “‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫”ﺤ‬nın daima

sonrasını cer etmesi, cerin de ancak harfle gerçekleşebileceğidir.

Bu görüşün savunucuları da, kendi aralarında “‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫”ﺤ‬nın diğer cer harfleri gibi

müteâllıkının olup olmaması noktasında fikir ayrılıklarına sahiptirler.513


İkinci görüş: el-Cûrmî, Mâzinî, el-Müberred, ez-Zeccâcî, el-Ahfeş, Ebî Zeyd,
el-Ferrâ, Ebu ‘Amr eş-Şeybânî ve bütün “Elfiye” şârihleri bu görüşün savunucularıdır.

510
Muhammed el-Antâkî, a.g.e., II, 331.
511
Abdullah b. Hişâm el-Ensârî, a.g.e., II, 282.
512
Bkz. Sibeveyh, a.g.e., II, 349-450.
513
Abdullah b. Hişâm el-Ensârî, a.g.e., II, 250-251.

116
Bunlara göre “‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫”ﺤ‬, yaygın olarak cer harfi gibi kullanılır ve sonrası mecrur

olur. Nâdiren de câmid-mûtaaddi fiil olarak gelir ve sonrasını nasbeder.


Eğer harf olarak gelirse, nun-u vikâye almaz. Eğer fiil olarak kullanılırsa, nun-

u vikâye ile kullanılır. Bu fiil de câmiddir. Çünkü “‫ﻻ‬


‫ ”ِﺇ ﱠ‬mânasını taşımaktadır. Bu

görüşün savunucuları “‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫”ﺤ‬yı cer ettiğinde harf, nasb ettiğinde de fiil olarak kabûl

etmişlerdir.514

Üçüncü görüş: Kûfe ekolünün görüşüdür. Bunlara göre “‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫”ﺤ‬, daima fiildir.

Sonrasını nasbeder ve asla cer harfı olmaz. Eğer “‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫”ﺤ‬nın sonrası cer olarak gelirse,

burada “‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫ ”ﺤ‬hazfolunmuş ve geriye sadece ameli kalan bir harfi cer olarak takdir

edilmiştir.515

Aslında Sibeveyh de “‫ﺎﺸﹶﺎ‬‫”ﺤ‬nın fiil olabileceğini inkar etmemiştir. Fakat onu

özel olarak istisnâ konusunda zikrederek, Arap dilinde istisnâ amacıyla kullanıldığında
sonrasını cer ettiğini ifade etmiştir. Fiil ise cer etmez. Kabul gören görüş cer harfi olarak
kullanılmasıdır.516

D. “‫ﻼ‬
‫ﺨﹶ‬‫ ” ﹶ‬Edatı Hakkındaki İhtilaflar

“‫ﻼ‬
‫ﺨ ﹶ‬
‫ ” ﹶ‬dan sonraki kelimeyi nasb yapan kişi için “‫ﻼ‬
‫ﺨ ﹶ‬
‫ ” ﹶ‬fiildir. “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬konumunda

harf olamaz. Çünkü kendisinden sonraki kelime ref edilemez.

Sibeveyhe göre “‫ﻼ‬


‫ﺨ ﹶ‬
‫ ” ﹶ‬ve “‫ﺍ‬‫ﻋﺩ‬
 ”nın başına masdar “‫ﺎ‬‫”ﻤ‬sı geldiğinde onlardan

sonra gelen kelime, mutlaka nasb olmalıdır. Çünkü masdar “‫ﺎ‬‫”ﻤ‬sı ancak fiillere gelir.

514
Abdullah b. Hişâm el-Ensârî, a.g.e., II, 251.
515
Abdullah b. Hişâm el-Ensârî, a.g.e., II, 252.
516
el-Müberred, a.g.e., IV, 392.

117
Sibeveyh’in dışındaki bazı âlimler “‫ﻼ‬
‫ﺨ ﹶ‬
‫ﺎ ﹶ‬‫”ﻤ‬dan sonraki kelimenin cer edilmesi
gerektiğini savunmuşlardır. Bunlara göre “‫ﺎ‬‫ ”ﻤ‬, mastar “‫ﺎ‬‫”ﻤ‬sı değil , zâidedir. “‫ﻼ‬
‫ﺨ ﹶ‬
‫ ” ﹶ‬da
harftir.517
E. “‫ﻴﺱ‬ ‫ ” ﹶﻟ‬ve “‫ﻥ‬
ُ ‫ ”ﻻ ﻴﻜﹸﻭ‬Edatları Hakkındaki İhtilaflar

Nahiv âlimlerinin bu edatlar hakkındaki ihtilaf noktaları, edatların mercileri


konusundadır. Bu konuyla ilgili üç farklı görüş beyan edilmiştir.
Birinci görüş: Edatların mercileri, edatların öncesindeki sözün yâni müstesnâ
minh’in tümünden anlaşılan bir kısmıdır.

“.‫ﺩﹰﺍ‬‫ﺯﻴ‬
 ‫ﻴﺱ‬ ‫ﻡ ﹶﻟ‬ ‫ﻡ ﺍﻟﻘﹶﻭ‬ ‫“ ”ﻗﹶﺎ‬Zeyd hariç kavim ayağa kalktı.”

“.‫ﺩﹰﺍ‬‫ﺯﻴ‬
 ‫ﻥ‬
 ‫ﻴﻜﹸﻭ‬ ‫ﻡ ﻻ‬ ‫ﻡ ﺍﻟﻘﹶﻭ‬ ‫“ ”ﻗﹶﺎ‬Zeyd dışında kavim ayağa kalktı” örneğinin takdiri ise:

“.‫ﺩﹰﺍ‬‫ﺯﻴ‬
 ‫ﻡ‬ ‫ﻬ‬ ‫ﻀ‬
 ‫ﻌ‬ ‫ﺒ‬ ( ‫ﺽ ﺍﻟﻘﹶﻭ ِﻡ‬
 ‫ﻌ‬ ‫ﺒ‬ ‫ﻭ ) ﺃﻱ‬ ‫ﻫ‬ ‫ﻥ‬
 ‫ﻴﻜﹸﻭ‬ ‫ﻡ ﻻ‬ ‫ﻡ ﺍﻟﻘﹶﻭ‬ ‫“ ”ﻗﹶﺎ‬Kavmin bir kısmı (ferdi olan)

Zeyd dışında kavim ayağa kalktı” şeklindedir. Bu görüş bu konudaki en yaygın görüştür.
İkinci görüş: Bu iki edatın mercileri, müstesnâ minh’te amel eden fiilden
alınmış olan ism-i fâildir. Bu durumda yukarıdaki örneğin takdiri;

“.‫ﺩﹰﺍ‬‫ﺯﻴ‬
 ( ‫ﻡ‬ ‫ﻭ ) ﺃﻱ ﺍﻟﻘﹶﺎ ِﺌ‬ ‫ﻫ‬ ‫ﻥ‬
 ‫ﻴﻜﹸﻭ‬ ‫ﻡ ﻻ‬ ‫ﻡ ﺍﻟﻘﹶﻭ‬ ‫“ ” ﹶﻗﺎ‬Ayağa kalkmayan Zeyd haricinde, kavim ayağa

kalktı” şeklindedir.
Üçüncü görüş: Bu iki edatın mercileri, edattan önce zikredilen ve müstesnâ
minhte amel eden fiilin mastarıdır. Müstesnânın bizzat kendisiyse muzaf olarak takdir
edilmiştir. Bu durumda yukarıdaki örneğin takdiri;

“.‫ﻴ ٍﺩ‬ ‫ﺯ‬


 ‫ﻡ‬ ‫ﻡ ( ﻗِﻴﺎ‬ ‫ﻭ ) ﺃﻱ ﺍﻟﻘِﻴﺎ‬ ‫ﻫ‬ ‫ﻥ‬
 ‫ﻴﻜﹸﻭ‬ ‫ﻡ ﻻ‬ ‫ﻡ ﺍﻟﻘﹶﻭ‬ ‫“ ”ﻗﹶﺎ‬Zeyd’in ayağa kalkması haricinde kavim

ayağa kalktı” şeklindedir.


İkinci ve üçüncü görüşler zayıf birer görüştürler. Çünkü cümle, her zaman bir

fiilden oluşmamaktadır. “.‫ﺩﹰﺍ‬‫ﺯﻴ‬


 ‫ﻻ‬
‫ﻙ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﻭ ﹸﺘ‬ ‫ﺨ‬
‫ﻡ ﺇ ﹾ‬ ‫ﻭ‬ ‫“ ”ﺍﻟ ﹶﻘ‬Zeyd dışında kavim kardeşlerindir”

örneğinde olduğu gibi.518

517
İbn Hasan Ali b. Mü’min b. Muhammed b. Ali b. Asfür el-İşbilî, a.g.e., II, 392-393.
518
Muhammed Muhyiddin Abdûlhamid, a.g.e, I, 616-617.

118
IV. BÖLÜM

BELÂGAT VE FIKIH İLİMLERİ


AÇISINDAN İSTİSNÂ

I. Belâgat İlmi Açısından İstisnâ


A. Belâgat İlmi

Belâgat “‫ﻏ ﹸﺔ‬


‫ﻼ ﹶ‬‫”ﺍﻟﺒ‬: Sözlükte, varmak ve hedefe ulaşmak mânasına gelir.

“‫ﻏﺎﹰ‬
‫ﺒﻠﹸﻭ ﹶ‬ ،‫ﺒﹸﻠﻎﹸ‬ ‫ﻴ‬ ،‫ﺒﹶﻠﻎﹶ‬ ” ibâresi, ulaştı ve vardı mânasını taşımaktadır. Herhangi bir kimse

maksadına ulaştığı zaman “.‫ﻩ‬ ‫ﺩ‬ ‫ﺍ‬‫ﻤﺭ‬ ‫ﻥ‬


 ‫ﹶﻠ ﹶﻎ ﻓﹸﻼ‬‫ ”ﺒ‬ve konvoy, şehre vardığı zaman da

“.‫ﻤﺩِﻴ ﹶﻨ ﹶﺔ‬ ‫ﺏ ﺍﻟ‬


 ‫ ﹾﻜ‬‫ﹶﻠ ﹶﻎ ﺍﻟﺭ‬‫ ”ﺒ‬denir. Fasih, açık seçik ve güzel konuşan adama “.‫ﺒﻠِﻴ ﹲﻎ‬ ‫ل‬
ٌ‫ﺠ‬ ‫ﺭ‬ ”

denir.519
Bir terim olarak “Belâgat”; doğru bir mânayı, kendisine uygun olan üstün
ıfadelerle anlatmaktır.
Belağât, hem sözün hem de mütekellimin vasfı olarak kullanıdır. Aynı
zamanda “Belâgat ilmi”, Beyân, Meânî ve Bedî ilimlerine genel olarak verilen
isimdir.520

519
Sadüddin et-Teftâzânî, Muhtasaru’l-meânî, Beyrut 1965, s. 26; Firuzâbâdî, el-Kâmus, Beyrut 1987, s.
1006; el-Câhız, el-Beyân ve ‘t-tebyin, Beyrut (ts.), I, 88-97; Bolelli Nusreddin, Belâgat, Beyân-Me‘ânî-
Bedî ‘İlimleri Arap Edebiyatı, s. 27; Bkz. Hikmet Akdemir, Belâğat Terimleri Ansiklopedisi, İzmir,
1999, s. 9-11.
520
Bolelli Nusreddin, Belâgat, Beyân-Me‘ânî-Bedî ‘İlimleri Arap Edebiyatı, s. 28-29.

119
En fasih sözler, Kur’ân-ı Kerim’in âyetleri ve peygemberimizin sözlü
hadisleridir. Daha sonra, bazı sahâbenin ve bazı Arap şâir ve ediplerinin sözleri onları
tâkip eder.521
B. Belâgat İlminde İstisnâ
Çalışmamızın başında da zikrettiğimiz gibi istisnâ genel olarak “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬veya

benzerlerinden bir edat vasıtasıyla birşeyin birşeyden çıkarılması, bir eylemden beri
tutulması anlamına gelmektedir.

Eşmûnî, istisnâyı şöyle ta‘rif eder: “İstisnâ; istisnâ edatlarından olan “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬ve

benzerlerinden bir edatla Kül (bütün) den cüz (parça-kısım)’ün veya kül ile alakalı olan
bir şeyin çıkarılma işlemidir.522
Belâgat ilminde ise istisnâ, dil âlimleri tarafından farklı kriterlere göre farklı
tanım ve sınıflandırılmalara tâbi tutulmuştur.
Çalışmamızın bu kısmında, dil âlimlerinin belâgat açısından istisnâyı nasıl ele
aldıklarını genel olarak incelemeye çalışacğız.
Ebu Hilal el-Askerî, istisnâyı Bedi’ kısmında ele alır ve onu iki kısma ayırır.523
Birinci kısım: Mânanın te’kid edilip te’kidden daha aşırı (mûbalağalı) bir
şekilde ifade edilmesinin istenildiği kısımdır.
Burada istisnâ, müstesnâdan başka bir unsurla yapılır. Bu, mânanın te’kidini ve
mübağâlı bir surette ifade edilmesini sağlar.524
el-Askerî sözlerine delil olarak şu şiir örneklerini gösterir:
en-Nâbiğa ez-Zübyânî’nin şu beyti:

‫ﺏ‬
ِ ‫ﻉ ﺍﻟ ﹶﻜﺘﹶﺎ ِﺌ‬
ِ ‫ﺍ‬‫ﻥ ِﻗﺭ‬
 ‫ل ِﻤ‬
ٌ ‫ﻥ ﹸﻓﻠﹸﻭ‬
 ‫ِﺒ ِﻬ‬ ‫ﻡ‬ ‫ﻬ‬ ‫ﻭ ﹶﻓ‬‫ﺴﻴ‬
 ‫ﻥ‬
 ‫ ﺃ‬‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ﻡ ﹶ‬ ‫ﺏ ﻓِﻴ ِﻬ‬
 ‫ﻴ‬ ‫ﻋ‬
 ‫ﻻ‬‫ﻭ‬

“Onlarda hiçbir ayıp, hiçbir kusur yoktur. Askerlerinin kılıçlarındaki, (düşman)


birlikleriyle vuruşmaktan geriye kalan çentikler (izler) hariç.”525

521
Ahmed Mustafa el-Merâğî, Ulûmül’-belağa, Beyrut 1984, s. 37-39; Bolelli Nusreddin, Belâgat,
Beyân-Me‘ânî-Bedî ‘İlimleri Arap Edebiyatı, s. 29.
522
Ahmed Matlûb, Mu‘cem mustalahâti’l-belâğiyye ve tatavvûrihe, Lübnan, s. 64.
523
Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 64; Bedevî Tabâne, Mu‘cem el-belâğati’l-arabiyye, Cidde, s. 119; İn‘âm
Fevvâl Akkâvî, Mu‘cem’ûl-müfassal fî ulûmi’l-belâğati el-bedi‘ ve’l-beyân ve’l-meânî, Beyrut, s. 71.
524
Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 71-72.

120
en-Nâbiğa el-Cû’dî’nin şu şiiri:

‫ﺎ‬‫ﺎ ِﻗﻴ‬‫ل ﺒ‬
ِ ‫ﺎ‬‫ﻥ ﺍﻟﻤ‬
 ‫ﺒﻘِﻲ ِﻤ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺎ‬‫ﺩ ﹶﻓﻤ‬ ‫ﺍ‬‫ﺠﻭ‬
 ‫ﻪ‬ ‫ ﺃ ﱠﻨ‬‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ﻪ ﹶ‬ ‫ﺕ ﺃﺨﹾﻼﻗﹸ‬
‫ﻤﹶﻠ ﹾ‬ ‫ ﹶﻜ‬‫ﹶﻓ ﹶﺘﻰ‬

‫ﻴﺎ‬ ‫ﺎ ِﺩ‬‫ﺀ ﺍﻷﻋ‬ ‫ﻭ‬‫ﻴﺴ‬ ‫ﻥ ﻓِﻴ ِﻪ‬


 ‫ﻋﻠﹶﻰ ﺃ‬
 ‫ﻪ‬ ‫ﺼﺩِﻴ ﹶﻘ‬
 ‫ﺴﺭ‬
 ‫ﻴ‬ ‫ﺎ‬‫ﻥ ﻓِﻴ ِﻪ ﻤ‬
 ‫ ﻜﹶﺎ‬‫ﹶﻓ ﹶﺘﻰ‬
“O, bütün iyi niteliklere, ahlâka sahip (olgunlaşmış) bir gençtir. Ancak şu var
ki, o malından geriye hiçbir şey bırakmayacak kader cömerttir. O, dostunu sevindirecek,
hoşnut edecek niteliklere sahip bir gençtir. Ne var ki; sadece düşmanlarının hoşuna
gitmeyecek nitelikleri de vardır.”526
Şâir bu şiirinde, bütün malını bitirecek derecedeki cömmertliğini onun
mükemmel ahlâkından istisnâ ediyor. Fakat bunu yapmaktaki asıl amacı, gencin
cömertliğini kötülemek değil, aksine kötüler gibi görünerek genci övmektir. Bu istisnâ
üslûbu vasıtasıyla gencin ahlakı, iyi nitelikleri tamamlanmış, cömertlik vasfıyla
arttrılmış ve te’kid edilmiştir.527
Ebû Temmam:

‫ﺍ ِﺩ‬‫ﺤ ِﺔ ﻓِﻲ ﺍﻟ ِﻭﺩ‬


 ‫ﻯ ﺍﻟ ﱠﻨﺼِﻴ‬‫ﺴﻭ‬
ِ ‫ﻙ‬
 ‫ﺇﻟﻴ‬ ‫ﺭ ٍﻡ‬ ‫ﺠ‬
 ِ‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ﻥ ﹶ‬
 ‫ﺎ ِﻤ‬‫ﺒﻬ‬ ‫ﺭ‬ ‫ل‬
َ‫ﺼ‬ ‫ﹶﺘ ﹶﻨ‬

“Sana nasihât eden kişinin, seni sevmekten başka bir suçu ve gâyesi yoktur.”528
Beytinde, samimiyet ve vefâ duygusuyla yapılan nasihatı, nasihat eden kişinin,
nasihat ettiği kişiyi sevmekten başka bir suçunun olmamasıyla istisnâ ediyor. Sevgi bir
suç olarak gösterilmiş; bu üslûbla istisnânın bu çeşidi daha güzel bir şekil almıştır.529
Ebû Hilal’in söylediği:

‫ﻡ‬ ‫ﻭﺍ ِﺒ ِﻪ ﻭِﻟﺌَﺎ‬‫ﺱ ﺇﺫﹶﺍ ِﻗﻴﺴ‬


 ‫ﺎ‬‫ﺨﺴ‬
ِ ‫ﻯ‬‫ﻱ ﺍﻟ ﱠﻨﺩ‬
 ‫ﻥ ﹶﺫ ِﻭ‬
 ‫ ﺃ‬‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ﺏ ﻓِﻴ ِﻪ ﹶ‬
 ‫ﻴ‬ ‫ﻋ‬
 ‫ﻻ‬‫ﻭ‬

“Yüce (büyük) insanlarla karşılaştırıldığında yüce insanların ondan aşağı,


daha düşük bir durumda kalmalarından başka, onun hiç bir ayıbı yoktur.”530 beyitte de
aynı gâye güdülmektedir.

525
Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 64; Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 119; İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 71; Bolelli
Nusreddin, Belâgat, Beyân-Me‘ânî-Bedî ‘İlimleri Arap Edebiyatı, s. 386.
526
Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 64; İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 71.
527
İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 71.
528
Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 119.
529
İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 72.
530
Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 119.

121
İkinci kısım: Verilmesi düşünülen mânanın tam olarak verilmesi, eksik olarak
verilmesinden kaçınılmasıdır. Başka bir ifadeyle verilen sözlerle kastedilen mânaya
ulaşmak, mânanın eksik kalmamasına dikkat etmektir.531
Tarafa b. Abdin şu beyti, bu istisnâ çeşidine güzel bir örnektir.

‫ﻲ‬
 ‫ﻬ ِﻤ‬ ‫ﻤ ﹲﺔ ﹶﺘ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻭ ِﺩ‬ ‫ﺭﺒِﻴ ِﻊ‬ ‫ﺏ ﺍﻟ‬
 ‫ﻭ‬ ‫ﺼ‬
 ‫ﺎ‬‫ﺩﻫ‬ ‫ﺴ‬
ِ ‫ﻤ ﹾﻔ‬ ‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ﻙ ﹶ‬
 ‫ﺭ‬ ‫ﺎ‬‫ﺴﻘﹶﻰ ِﺩﻴ‬
 ‫ﹶﻓ‬

“Senin arâzini sulamasının sebebi, onu bozmaksızın bahardaki gibi


canlandırmak, hayat dolu (yemyeşil) bir bahçeye çevirmektir.”532
Burada şair, yağmasıyla yeryüzünü harab eden yağmuru, yeryüzünü
canlandırıp ona hayat veren yağmurden istisnâ ederek “Yağmuru indiren Zâtın”
gâyesinin aslının ne olduğunu eksiksiz bir şekilde açıklamıştır. Bu üslûp istisnânın
varabileceği zirve noktasıdır. Bu üslûbû Tebrizî ve Bağdâdî’de kullanmıştır. Muzaffer
el-Alevî ise bu üslûbû sadece “istisnâ” olarak adlandırmakla yetinmiştir.533
Başka bir şairin:

‫ﻉ‬
 ‫ﺭ ﻨﹶﺎ ِﺯ‬ ‫ﺩﺍ‬ ‫ﻙ ﺍﻟ‬
 ‫ﺕ ِﺒ‬
‫ﻁ ﹾ‬
‫ﺸﱠ‬‫ﻥ ﹶ‬
 ‫ﺇ‬‫ ﻭ‬‫ﻴﻙ‬ ‫ﺇﹶﻟ‬ ‫ﻭ ِﺀ ﺇ ﱠﻨﻨِﻲ‬ ‫ﺴ‬
 ‫ﻥ ﺍﻟ‬
 ‫ﻻ ِﻤ‬
‫ﻥ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﺩ‬ ‫ﻌ‬ ‫ﺒ‬ ‫ﻓﹶﻼ ﹶﺘ‬

“Kötülükten başka hiçbir şeyden uzaklaşma. Fakat ben içinde olduğum yer
(mesafe) ne kadar uzak olursa olsun, sana gelmeyi arzuluyorum.”534 beytindeki istisnâ
da kastedilen mânayı eksiksiz ifade etmek için kullanılmıştır.
Bazı kaynaklarda Rabi‘ b. Dubay’ın şu beyti de bu kısım istisnâya örnek olarak
verilimıştır.

‫ﻥ‬
ِ ‫ﻪ ﻓﹶﺎ‬ ‫ﻴ ﹶﺜ‬ ‫ﺎ ِﺩ‬‫ﻻ ﺃﺤ‬
‫ﺉ ِﺇ ﱠ‬
ٍ ‫ﻤ ِﺭ‬ ‫ﻭ ﹸﻜلﱡ ﺍ‬ ‫ﻁﻘِﻲ‬
‫ﻤ ﹾﻨ ﹶ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﺼﻨِﻴﻌِﻲ‬
 ‫ﻴ ﹾﻔﻨﹶﻰ‬ ‫ﻻ‬‫ﺕ ﻭ‬
‫ﻴ ﹸ‬ ‫ﹶﻓ ِﻨ‬

“Sözlerim ve yaptıklarım hariç, ben fâni oldum (yok oldum). Her insan fânidir,
sözleri hâriç.”535
Bir bedevî bir yayı nitelerken söyle der:

“. ‫ﻉ‬
 ‫ﺼﻨﹶﺎ‬
 ‫ﺎ‬‫ﻻ ﺃ ﱠﻨﻬ‬
‫ﺀ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺭﻗﹶﺎ‬ ‫ﺨ‬
‫“ ” ﹶ‬O ahmaktır; fakat o beceriklidir.”536

531
Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 64; İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 72; Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 119.
532
Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 64; İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 72; Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 119.
533
İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 72.
534
Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 64; Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 119.
535
Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 119.

122
Başka bir şair de atları nitelemek için şöyle der:

‫ﻙ‬
 ‫ﺤﺭ‬
 ‫ﺎ ﹶﺘ‬‫ﻻ ﺃ ﱠﻨﻬ‬
‫ل ِﺇ ﱠ‬
ِ ‫ﻴ‬ ‫ﻜﹶﺎﻟﱠﻠ‬ ‫ﻙ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻷ‬
َ ‫ﺎ ﺍ‬‫ﻭ ِﻤ ﹾﻨﻬ‬ ‫ﺠﻲ‬
ِ ‫ﻭ‬ ‫ﺠ‬
 ‫ﺎ ﺍﻟﺩ‬‫ِﻤ ﹾﻨﻬ‬

“Bir kısmı simsiyah, bir kısmında grilik var. Tıpkı gece gibi. Onların tek
farkları, hareket etmeleridir.”537
Abdullah b. Mu’tez’in öncülüğünü yaptığı bazı belâgat âlimleri, el-Askerî’nin
bu tasnifinin birinci kısmını, “te’kidü’l-medh bimâ yüşbihüz-zem” üslübûna, ikinci
kısmını da ihtiras üslübûna benzetmişlerdir.538
Te’kidü’l-medh bimâ yüşbihüz-zem; birini veya birşeyi zemmediyormuş gibi
görünerek veya yermeye bezeyen bir övme ile medh etmektir. Buradaki üslûp, olumsuz
olan bir zem (yerme) vasfından; “ona dahil imiş gibi farzederek” bir medih (övme)
vasfını, ondan istisnâ ederek zikretmek şeklinde kullanılan bir üsluptur.539
İbn Mu‘tez’e göre, el-Askerî’nin birinci kısmına verdiği örneklerin üslûbu,
zemme benzeyen bir üslupla övgünün te’kididir.540
el-Bakıllânî de bu “Birinci kısmı” zikreder ve ona istisnâ adını verir.
Bedi‘ ilminde istisnâ kısmı vardır der, el-Askerî’nin zikrettiği örnekleri vererek bu
kısma sadece “istisnâ” adını vermekle yetinir. İbn Raşik el-Kayravânî de el-Bakıllânî ile
aynı görüşü paylaşır. Fakat İbn Raşik, el-Askerî’nin bu konuda zikrettiği “ihtiras” olan
ikinci kısmı Bedi’den hariç tutar. İhtiras’a sadece değinerek şunu söyler: “Bu konuyu
(ihtirası) ele alan mûelliflerin sözleri bu şiirlerle uygunluk arzeder.”

‫ﻴ ِﺩ‬ ‫ﺀ ﺒِﺎﻟ‬ ‫ﺎ‬‫ﺽ ﺍﻟﻤ‬


ِ ‫ﺎ ﻜﹶﺎﻟﻘﹶﺎ ِﺒ‬‫ﻯ ِﺫ ﹾﻜ ِﺭﻫ‬‫ﺴﻭ‬
ِ ‫ﺎ‬‫ﻴ ﹶﻨﻬ‬‫ﻭﺒ‬ ‫ﻴﻨِﻲ‬ ‫ﺒ‬ ‫ﻥ‬
 ‫ﺎ ﻜﹶﺎ‬‫ﺕ ِﻤﻤ‬
‫ﺤ ﹸ‬
 ‫ﺒ‬ ‫ﺼ‬
 ‫ﻓﹶﺄ‬

“Onunla (sevgiliyle) aramda onu düşünmekten (hatırasından) başka bir şey


kalmadı. Geriye kalan herşey suyu elinde tutmaktan ibarettir.”541
Şair, burada, sevgi ve birliktelikten sonra sevgilisinin seraptan ibâret olan
hâtırasını, onu hiç görememekten istisnâ ediyor.

536
Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 119.
537
Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 119.
538
Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 119; Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 64
539
Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 64; Bolelli Nusreddin, Belâgat, Beyân-Me‘ânî-Bedî ‘İlimleri Arap Edebiyatı,
s. 386.
540
Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 64.
541
Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 64; İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 71.

123
‫ﻪ ﻓﹶﺎ ِﻨﻲ‬ ‫ﻴ ﹶﺜ‬ ‫ﺎ ِﺩ‬‫ﻻ ﺃﺤ‬
‫ﺉ ِﺇ ﱠ‬
ٍ ‫ﻤ ِﺭ‬ ‫ﻭ ﹸﻜلﱡ ﺍ‬ ‫ﻁﻘِﻲ‬
ِ ‫ﻤ ﹾﻨ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﺼﻨِﻴﻌِﻲ‬
 ‫ﻴ ﹾﻔﻨﹶﻰ‬ ‫ﻻ‬‫ﺕ ﻭ‬
‫ﻴ ﹸ‬ ‫ﹶﻓ ِﻨ‬

“Sözlerim ve yaptıklarım hariç, ben fâni oldum (yok oldum). Her insan fânidir,
sözleri hariç.”542
İbn Raşik, bu üslûbu, “ihtirâs” ve “ihtiyât” çeşidi olarak gördüğünden onu,
istisnâ kısmında ele almadığını söyler. Ona göre istisnâya benzeyen her konuyu istisnâ
çatısı altında toplamaya kalksak, istisnâ konusu oldukça uzayacak, şiirler de gâye ve
hedefinden sapmış olacaktı.
Tebrîzî ve Bağdâdî de el-Bâkıllanî ile aynı fikri paylaşırlar.543
İbn Ebî el-Isba‘ el-Mısrî ise istisnâyı istidrâka benzeterek iki kısma ayırmıştır:
1. Lûgavî İstisnâ
Azın çoktan çıkarılması işlemidir. Nitekim dil âlimleri de bu konuyla ilgili
geniş bilgiyi kitaplarında zikretmişlerdir.
2. Sınâî İstisnâ
Azın çoktan çıkarılmasının yanısıra daha kapsamlı ve geniş (ek) bir mâna
vermek için kullanılan istisnâ çeşididir.
Bu ek mânâ vasıtasıyla bu üslûbun “güzel söz söyleme üslûbu olarak” Bedi’de
kullanılması uygun görülmüştür. Aynı zamanda bu kısım, istisnânın Beyân ilmiyle
alakali olan kısmıdır.544
el-Mısrî’ye göre istisnâ ve istidrâkta “güzel söz, ifâde” sayılabilecek bir
kullanım yoksa, bu iki üslûp Bedi‘den sayılmazlar.545
Bedi‘den sayılan istisnâya örnek olarak el-Mısrî şu âyet-i kerimeyi verir.

“.‫ﻥ‬
 ‫ﺠﺩِﻴ‬
ِ ‫ﺎ‬‫ﻊ ﺍﻟﺴ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﻥ‬
 ‫ﻴﻜﹸﻭ‬ ‫ﻥ‬
 ‫ﻰ َﺃ‬‫ﺱ ﺃﺒ‬
 ‫ﺒﻠِﻴ‬ ‫ﻻ ِﺇ‬
‫ﻥ * ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﻭ‬‫ﻤﻌ‬ ‫ﺠ‬
 ‫ﻡ ﺃ‬ ‫ﻬ‬ ‫ﻼ ِﺌ ﹶﻜ ﹸﺔ ﹸﻜﱡﻠ‬‫ ﺍﻟﻤ‬‫ﺩ‬‫ﺠ‬‫“ ” ﹶﻓﺴ‬Meleklerin

hepsi secde ettiler * Fakat iblis hariç! O, secde edenlerle beraber olmaktan kaçındı.”546
Bu âyet-i kerimenin amacı sadece istisnâ değil, aynı zamanda ek bir mânâ, ek bir
bilgi vermektir. Bu da iblisin işlediği büyük günah ve isyandır. Nitekim o, bütün meleklerin
aksine hareket ederek Âdem’e secde etmemiştir. Bu yüce âyetteki mânâ “lügavî istisnâ”dan

542
Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 119; Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 64; İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 73.
543
Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 64-65.
544
İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 72; Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 119.
545
Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 119.

124
daha güçlü ve kapsamlıdır.547 Aynı zamanda âyet-i kerimede “.‫ﻥ‬
 ‫ﻭ‬‫ﻤﻌ‬ ‫ﺠ‬
 ‫ﻡ ﺃ‬ ‫ﻬ‬ ‫“ ” ﹸﻜﱡﻠ‬hepsi birden”

ibaresiyle ihtirâs üslûbu kullanılmıştır. Eğer bu ihtirâs üslûbu bu âyette kullanılmasaydı

Bedi‘den sayılmayacaktı. Cenâb-ı Hak: “.‫ﺱ‬


 ‫ﺒﻠِﻴ‬ ‫ﻻ ﺇ‬
‫ﻼِﺌ ﹶﻜ ﹸﺔ ِﺇ ﱠ‬‫ ﺍﻟﻤ‬‫ﺩ‬‫ﺠ‬‫“ ” ﹶﻓﺴ‬Melekler secde etti, iblis

hariç” buyursaydı, secde etmeyen meleklerin de olmuş olabileceği ihtimâli ortaya çıkacaktı.
İblis de secde etmeyen o melekleri taklid etmiş olabilecekti. Yâni iblisin bu büyük günahta

yalnız olmadığı düşünülebilecekti. Daha kesin bir ifadeyle “‫ﻼ ِﺌ ﹶﻜ ﹸﺔ‬‫ ”ﺍﻟﻤ‬daki “‫“ ;”ﺍل‬Ahd için

kullanılan ‫ ”ﺍل‬olabilecekti. Fakat âyette “cins için gelen ‫ ”ﺍل‬olarak kullanılmıştır.

“‫ﻥ‬
 ‫ﻭ‬‫ﻤﻌ‬ ‫ﺠ‬
 ‫ﻡ ﺃ‬ ‫ﻬ‬ ‫“ ” ﹸﻜﱡﻠ‬hepsi birden” ifadesiyle hem te’kid yapılmış -ki bu da zorunludur- hem de

“ihtiras” ile olası bütün problemler, meseleler ortadan kalkmıştır. Böylelikle iblisin, tüm
meleklerin hilâfına davranması ve secde etmemesiyle günahı büyümüş ve ebediyyen lâneti
hak etmiş oluyor.548

“‫ﻪ‬ ‫ﻁ‬
‫ﻫ ﹸ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﺱ‬
 ‫ﺒﻠِﻴ‬ ‫ﻻ ﺇ‬
‫“ ”ِﺇ ﱠ‬İblis ve topluluğu hâriç” gibi bir kullanım söz konusu olabilirdi.

Fakat, âyet doğru ve kesin bir haber verme amacı taşımaktadır.549


Bu âyet-i kerime, lügavî istisnânın sahip olduğundan fazla (ek) bir mânâ
taşımaktadır.550
Lûgavî istisnâya örnek olarak en-Numeyirî’nin şu beyti verilebilir:

‫ﺍﻨِﻲ‬‫ ﹶﺘﺭ‬‫ﺼﺩ‬
 ‫ﻥ ﹶﺘ‬
‫ﻻﺃ‬
‫ ِﺇ ﱠ‬‫ﹶﻟﺨِ ﹾﻠ ﹸﺘﻙ‬ ‫ﺎ‬‫ﻌ ﹾﻨﻘﹶﺎ ِﺀ ﺃﻭ ﺒَِﺄﻁﹸﻭ ِﻤﻬ‬ ‫ﺕ ﺒِﺎﻟ‬
‫ﹶﻓﻠﹶﻭ ﹸﻜ ﹾﻨ ﹶ‬

“Kendisinde veya etrafında hiçbir şeyin olamadığı (ıssız) bir çölde de olsan,
beni görebilecek bir kudretinin olduğunu sanırdım.”551
Bu istisnânın gâyesi güzelliktir, sanattır. Çünkü övgüden daha fazla bir mânâ
içermektedir. Numeyrî’nin bu beytinin anlamı; “Eğer yok olsan dahi, beni görebileceğini

546
el-Hicr, 15/30-31.
547
Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 65-66.
548
Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 120; İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 72.
549
Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 66.
550
İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 72.
551
İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 72.

125
sanırdım. Beni görmeni engelleyecek hiçbir mâni yoktur” anlamındadır. Buradaki

mûbâlağa hoş ve güçlü bir mûbâlağadır. “.‫ﻉ‬


ٍ ‫ﻤﻨﹸﻭ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻏ‬
‫ﻲ ﹶ‬
 ‫ﻋﹶﻠ‬
 ‫ﺭ ِﺓ‬ ‫ﺩ‬ ‫ﺕ ﻓِﻲ ﺍﻟ ﹸﻘ‬
‫ ﻓﹶﺄ ﹾﻨ ﹶ‬‫ﺼﺩ‬
 ‫ﻥ ﹶﺘ‬
‫ﻻ ﺃ‬
‫”ِﺇ ﱠ‬

“Beni görmeni engelleyecek hiçbir şey yoktur” ibaresi övgüde bir mûbâlağadır.
İbn Hucca el-Hamevî ve İbn el-Esir el-Halebî de aynı üslûbu kullanmışlardır.552
İbn Hucca el-Hamevî’nin şu şiiri de lûgavî istisnâ’ya örnek teşkil etmektedir.

ِ‫ﹶﻠﻡ‬‫ﻥ ِﺒﺫِﻱ ﺴ‬
ٍ ‫ﺎ‬‫ﻏﺼ‬
‫ﻑﺃﹾ‬
‫ﺎﻁِ ﹶ‬‫ﻤﻌ‬ ‫ﻻ‬
‫ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻡ‬ ‫ﻫ‬ ‫ﺩ‬ ‫ﻌ‬ ‫ﺒ‬ ‫ﻥ‬
ِ ‫ﺴ ﹶﺘ ﹾﺜ‬
 ‫ﻡ ﺃ‬ ‫ﺩ ﹶﻓﹶﻠ‬ ‫ﻭ‬‫ ﹶﻔﺕِ ﺍﻟ ﹸﻘﺩ‬‫ﻋ‬

“Sizin şiirdeki güçlü belâgatınızın gücüne yetişebilecek kimse kalmadı. Ancak


çok az kimseler hariç. Bu az olan kimselerin de misâli Selem yurdundaki büyük ağaç
dallarının küçük ağaç dallarını sarıp gizlemesine benzer.”553
Bu beyitte istisnânın dışında verilmek istenilen mânâ “övülen kişilerin
lafızlarının uyumu ve kolaylığı edebiyatçılar için oldukça açıktır, kolayca anlaşılır”
şeklindedir. Övülen edebiyatçıların durumunu şâir, ağaçların küçük dallarını gizleyen

büyük dallarına benzetmiştir. Şâir burada “‫ﺩ‬ ‫ﻭ‬‫ ” ﹸﻗﺩ‬Kudûd ve “‫ﻑ‬


‫ﺎﻁِ ﹶ‬‫ﻤﻌ‬ ” örtüleri birbirine

benzetme suretiyle istisnâyı bir “tevriye” üslûbuyla aktarmıştır. Tevriye, birşeyi başka
birşeyle gizli bir şekilde benzeterek benzetilen şeye delalet etmesini sağlamaktır.
Bu şiirdeki istisnâ da lûgavî istisnâ sınıfına girmektedir.554
Sûyûti de istisnâyı istidrâkla birleşitirerek şöyle der: “İstidrak ve istisnânın
Bedi‘de bir arada bulunabilmeleri için, her ikisinin lûgavî mânâlarının ihtiva ettiği güzel
vasıflardan daha fazlasını ihtivâ etmeleri zorunludur.” el-Medenî de Suyutî’nin bu
şartını zikrederek, istisnâ ve istidrâkın Bedi‘ den sayılabilmesi için bu şartı, olmazsa
olmaz bir şart olarak kabûl eder.555
İbn Ebi’l-Isba‘ da bu şartı vurgulayarak şu âyet-i kerimeyi misâl olarak verir.

552
İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 73.
553
İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 73.
554
İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 73.
555
İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 73.

126
“... ‫ﻡ‬ ‫ﻥ ﻓِﻲ ﹸﻗﻠﹸﻭ ِﺒ ﹸﻜ‬
 ‫ﺎ‬‫ل ﺍﻹﻴﻤ‬
ِ‫ﺨ‬‫ﺩ ﹸ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺎ‬‫ﻭﹶﻟﻤ‬ ‫ﻤﻨﹶﺎ‬ ‫ﺴﹶﻠ‬
 ‫ﻥ ﻗﹸﻭﻟﹸﻭﺍ ﺃ‬
 ِ‫ﹶﻟﻜ‬‫ﻡ ﹸﺘ ْﺅ ِﻤﻨﹸﻭﺍ ﻭ‬ ‫ل ﹶﻟ‬
ْ ‫ﻤﻨﱠﺎ ﹸﻗ‬ ‫ﺏ َﺁ‬
 ‫ﺍ‬‫ﻋﺭ‬
‫ﻷ‬َ ‫”ﻗﹶﺎﹶﻟﺕِ ﺍ‬

“Bedeviler “iman ettik” dediler, de ki: siz iman etmediniz, ama “boyun eğdik” deyin.
Henüz iman kalplerinize yerleşmedi...”556
Bu âyet-i kerimede istidrâk üslûbu kullanılmıştır. İstidrâk söz de bulunan
anlaşılmazlığı, zorluğu açıklamak, izâh etmek mânâsını taşımaktadır.557 Eğer bu âyet-i
kerimede istidrâk üslûbu kullanılmasaydı, insanlar iman etmekten kaçınacak hatta nefret
bile edebileceklerdi. Çünkü âyette, ilk etapta, (nefy) men etme mânâsı vardır. Fakat
Yüce Allah, sözünü devam ettirerek kastettiği mânâyı açıklamıştır. Yâni istidrâk
üslûbunu kullanmıştır. Bu âyetteki anlan: “Siz bir derecedesiniz fakat sizden daha üst
dereceler de var. Sizin bulunduğunuz derece islam; üstü ise imandır.” Nitekim iman,
kalbin dille olan uygunluğu, dilin söylediğini kalbin kabûlü mânâsındadır. İslam ise
sadece dille alâkalı olan, dilin şehadetinden ibaret bir kavramdır. Buradan alaşılan şudur
ki; muhatap kitlesinin “şehadet” kelimesini söylediği fakat tam iman etmediğidir.

Belâgat gereklerinden biri olarak âyetti iman, islamdan ayrılmış ve Allah tarafından “ ...

... ‫ﻡ‬ ‫ﻥ ﻓِﻲ ﹸﻗﻠﹸﻭ ِﺒ ﹸﻜ‬


 ‫ﺎ‬‫ل ﺍﻹﻴﻤ‬
ِ‫ﺨ‬‫ﺩ ﹸ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺎ‬‫ﻭﹶﻟﻤ‬ ” “... Henüz iman kalplerinize yerleşmedi... ” ifadesiyle ek

bir açıklama getirilmiştir. İstidrâk üslûbuyla Cenab-ı Hak, girift, sorunlu olan bir
meseleye açıklama getirerek onu Bedi‘ sanatının güzel bir örneği halinde ifade
etmiştir.558
Belâgat alimlerine göre istisnânın müstesnânın Bedi‘den sayılabilecek ya da
Bedi‘ ile alakâlı bir vasıfla nitelendirilmedikçe Bedi‘den kabûl edilmeyen bir çeşidi
daha vardır.559

“‫ﻻ‬
‫ﺽ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﺭ‬ ‫ﺍﻷ‬‫ﺕ ﻭ‬
‫ﻭﺍ ﹸ‬‫ﻤ‬‫ﺕ ﺍﻟﺴ‬
ِ ‫ﻤ‬ ‫ﺍ‬‫ﺎ ﺩ‬‫ﺎ ﻤ‬‫ ﻓﹶﻴﻬ‬‫ﻕ * ﺨﹶﺎِﻟﺩِﻴﻥ‬
‫ﺸﻬِﻴ ﹲ‬
‫ﻭ ﹶ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﺯﻓِﻴ‬ ‫ﺎ‬‫ﻡ ﻓﹶﻴﻬ‬ ‫ﻬ‬ ‫ﻭﺍ ﹶﻓﻔِﻲ ﺍﻟﻨﱠﺎ ِﺭ ﹶﻟ‬ ‫ﺸ ﹶﻘ‬
‫ﻥ ﹶ‬
 ‫ﺎ ﺍﱠﻟﺫِﻴ‬‫ﻓﹶﺄﻤ‬

‫ﺕ‬
ِ ‫ﻤ‬ ‫ﺍ‬‫ﺎ ﺩ‬‫ﺎ ﻤ‬‫ ﻓِﻴﻬ‬‫ﺠ ﹶﻨﺔِ ﺨﹶﺎِﻟﺩِﻴﻥ‬
 ‫ﻭﺍ ﹶﻓﻔِﻲ ﺍﻟ‬‫ﺴ ِﻌﺩ‬
 ‫ﻥ‬
 ‫ﺎ ﺍﱠﻟﺫِﻴ‬‫ﺃﻤ‬‫ﺩ * ﻭ‬ ‫ﻴﺭِﻴ‬ ‫ﺎ‬‫ل ِﻟﻤ‬
ٌ ‫ﺎ‬‫ﻙ ﹶﻓﻌ‬
 ‫ﺒ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻥ‬
‫ﻙ ﺇ‬
 ‫ﺒ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﺀ‬ ‫ﺎ ﺸﹶﺎ‬‫ﻤ‬

“.‫ﻭ ٍﺫ‬ ‫ﺠ ﹸﺫ‬


 ‫ﻤ‬ ‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ﺀ ﹶ‬ ‫ﻋﻁﹶﺎ‬
 ‫ﻙ‬
 ‫ﺒ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﺀ‬ ‫ﺎ ﺸﹶﺎ‬‫ﻻ ﻤ‬
‫ﺽ ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﺭ‬ ‫ﺍﻷ‬‫ﺕ ﻭ‬
‫ﻭﺍ ﹸ‬‫ﺴﻤ‬
 ‫“ ﺍﻟ‬Bedbaht olanlar cehennemdedirler,

556
el-Hucurât, 49/14.
557
Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 65.
558
Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 65; Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 120.
559
Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 120-121.

127
orada onların (öyle feci) nefes alıp vermeleri vardır ki * Rabbinin dilediği hariç, (onlar)
gökler ve yer durdukça orada ebedî kalacaklardır. Çünkü Rabbin, istediğini hakkıyla
yapandır * Mutlu olanlara gelince, onlar da cennettedirler. Rabbinin dilediği hariç,
gökler ve yer durdukça onlar da orada ebedi kalacaklardır. Bu (nimetler) bitmez,
tükenmez bir lütuftur.”560
Bu âyet-i kerimede Cenab-ı Hak’kın azapla vasıflandırdığı bedbaht olanlar iki
kısımdır:
1. Asla iman etmeyenler, tam anlamıyla inkâr edenler Cenab-ı Hak bunları ebedî olarak
cehennemde kalmakla vasıflandırıyor.
2. İnanlardan isyan edenler. Bunlar, ebedi olarak cehennemde kalmayacaklardır.
Nitekim Allah’a inandakları için.

“.‫ﺩ‬ ‫ﻴﺭِﻴ‬ ‫ﺎ‬‫ل ِﻟﻤ‬


ٌ ‫ﺎ‬‫ﻙ ﹶﻓﻌ‬
 ‫ﺒ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻥ‬
 ‫ ِﺇ‬...” “... Rabbin, istediğini hakkıyla yapandır” ibaresiyle yüce

Allah onları ebedî olarak cehenmde kalma vasfından istisnâ ediyor.


Bununla şâkilerden bir kısmının cehennemden çıkabileceği vurgulanmıştır.

Âyetin “mutlu olanlar” ile ilgili kısmı “.‫ﻥ‬


 ‫ﺭﺠِﻴ‬ ‫ﺨ‬
‫ﻤ ﹾ‬ ‫ﺎ ِﺒ‬‫ﻡ ِﻤ ﹾﻨﻬ‬ ‫ﻫ‬ ‫ﺎ‬‫ﻭﻤ‬ ...” “... ve onlar

oradan çıkmayacaktır (Orada ebedî olarak kalacaktır).” 561 âyetiyle çelişiyor gibi
görünebilir. Bu durumun açıklaması kaynaklarda şu şekildedir:
Cennetin aşamaları (tabakaları) mevcuttur. İtâat edenler için bu tabakaların
farklılığı söz konusudur. Cenneten çıkma olayı yoktur. Aynı şekilde âyetin

“.‫ﻭ ٍﺫ‬
 ‫ﺠ ﹸﺫ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ﺀ ﹶ‬ ‫ﻋﻁﹶﺎ‬
 ...” “... Bu (nimetler) bitmez, tükenmez bir lütuftur” ifadesinden

hareketle, itâat edenlerin cennette ebedî olarak kalacakları, istisnânın anlamının ise;
berzahtaki süreleri ve yahut kıyamet günündeki hallerinin keyfiyetiyle alakalı
olabileceği şeklinde alimlerce te’vil edilir.

Bu âyet-i kerimede kullanılan istisnâda müstesnâ olan “‫ﺀ‬ ‫ﺎ ﺸﹶﺎ‬‫ﻻ ﻤ‬


‫“ ”ِﺇ ﱠ‬dilemesi

hariç” ibaresi, sözü düzelten, tamamlayan ve girift meseleleri açıklayan bir tetimme

560
Hûd, 11/106-108.
561
el-Hicr, 15/48.

128
niteliğindedir. Böylelikle âyet, “güzel-sanatlı söz çeşidi” olarak kabûl edilip Bedi‘den
bir kısım olma özelliğine sahip olmuştur.562
Nitekim Sûyûtî de istidrâkı, istisnâyla birleştirir ve her ikisinin bir arada
olabilmeleri için her ikisinin lûgavî mânâlarının ihtivâ ettiğinden daha fazlasını
vasıflandırmak zorunda olduklarına işaret eder.563
Lûgavî istisnâ ile sınâî istisnâ arasındaki tek fark da; sınâî’nin, lûgavî’nin işaret
ettiğinden daha fazla bir şekilde güzel vasıflara işaret etmek zorunda olmasıdır.564
Diğer Âlimlerin İstisnâ Ta‘rifleri:
Cürmanûs Ferhât istisnâyı şöyle ta‘rif eder:

“İstisnâ ba‘d (cüz)ın kül (bütün)den “‫ﻻ‬


‫ ”ِﺇ ﱠ‬ve benzerlerinden bir edatla

çıkarılmasıdır.” Ona göre müstesnânın müstesnâ minhten daha fazla bir anlam içermesi
zorunludur. Buna şu beyti örnek verir:

‫ﺭ‬ ‫ﻙ ﺩِﻴﺎ‬
ِ‫ﻻ‬‫ﺭﻨﹶﺎ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺎ ِﻭ‬‫ﻴﺠ‬ ‫ﻻ‬
‫ﻥ ﹶ‬
 ‫َﺃ‬ ‫ﺭ ﹶﺘﻨﹶﺎ‬ ‫ﺎ‬‫ﺕ ﺠ‬
ِ ‫ﺎ ﹸﻜ ﹾﻨ‬‫ﻋﻠﹶﻴﻨﹶﺎ ﺇﺫﹶﺍ ﻤ‬
 ‫ﺎ‬‫ﻭﻤ‬

“Eğer sen bizim komşumuz olacaksan, yurdumuzda senden başka komşu


istemiyoruz.”565
ez-Zerkeşî’nin istisnâ tanımı şöyledir:
“İstisnâ, medhin (övgünün) zemme benzeyen bir üslûpla te’kid edilmesidir.
Yâni övülen kişide olma ihtimali olmayan kötü bir sıfatın kendisinde olduğu takdir
edilerek, övgü sıfatından istisnâ edilmesidir.”566
Belâgat âlimleri istisnâyı iki açıdan ele alırlar.
Birincisi: Zemme (yermeye) benzeyen bir üslûpla övgünün te’kid edilmesi.

İkincisi: İstisnâ edatı olan “‫ﻻ‬


‫”ِﺇ ﱠ‬nın sadece beytin birinci mısrasında (Sadr)

kullanılması. Beytin ikinci mısrasında (acz) kullanılan “‫ﻥ‬


 ‫ ”ﺇ‬ve nefy edatı “‫”ﻻ‬dan

mürekkep olan “‫ﻻ‬


‫”ِﺇ ﱠ‬dır.567

562
Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 120-121.
563
İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 73.
564
Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 120.
565
İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 73.

129
İbn Kayyim el-Cevzî de istisnâyı şöyle ta‘rif eder:
“Bir şeyin zikredildikten sonra istisnâ aracılığıyla ondan geri adım atılması ve
yahut bir bütünün, genelin zikredilmesinden sonra cüz’ün ondan çıkarılmasıdır.” İbnü’l-
Cevzî, Kur’an-ı Kerim’de istisnâ örneklerinin çok olduğunu, fakat geri adım atma
nevinden bir istisnânın mevcut olmadığını; çünkü tereddütün yüce Allah’ın şanına ve
yüceliğine yakışmayacağını vurgulayarak, Kur’an dışında bu tür kullanımların çok
olduğunu dile gettirir.568
3. Belâgat İlminde Ele Alınan Diğer İstisnâ Çeşitleri
a. Hasr İstisnâsı
Bu istisnâ çeşidini ortaya koyan ve onu bu şekilde adlandıran İbn Ebî el-
Isba‘ el-Mısrî’dir. el-Mısrî, bunun azın çoktan çıkarılmasından ibâret olan istisnâdan
farklı olduğunu söyleyerek, hasr istisnâyı şu beyitle açıklar:

‫ﺏ‬
 ‫ﺙ ﻜﹶﺎ ِﺫ‬
‫ ﹸ‬‫ﺤﺩ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﻻ ﻓﹶﺎﻟ‬
‫ﻭِﺇ ﱠ‬ ‫ﻙ‬
 ‫ﻋ ﹾﻨ‬
 ‫ﻭ‬ ‫ﺏ‬
 ‫ﺭﻜﹶﺎ ِﺌ‬ ‫ﺤﺙﱡ ﺍﻟ‬
 ‫ﺎ ﹸﺘ‬‫ﻻ ﻤ‬
‫ﻭِﺇ ﱠ‬ ‫ﻙ‬
 ‫ﺇﻟﹶﻴ‬

“Binekler (yolcular) ya sana gelsinler, (sadece sana ya da hiç kimseye


gelmesinler). Konuşanlar ya senden bahsetsinler, (sadece senden ya da hiç kimseden
bahsetmesinler). Çünkü sözleri yalan olacaktır.”569
Zikredilen beyitten anlaşılan, yolcuların sadece övülen şahsın yanına gitmeleri,
başkasına gitmemeleri, konuşanların da sadece ondan bahsetmeleri ile tam anlamıyla
doğru konuştuklarıdır. Bu beytin verdiği “hasr istisnâ” mânâsını “mânevi istisnâ” ile
elde edemeyiz. Hasr istisnâyı önce zikredilen istisnâ türlerinden de sayamayız.570
el-Medenî ise, âlimlerin hasr istisnâya örnek olarak verdikleri zikredilen beyti
istisnâ çeşidi olarak kabûl etmez. Gerekçe olarak da şu açıklamaları yapar:
Bu şiirde istisnâ yoktur çünkü sadr (şiirin birinci mısrası) ve acz (şiirin ikinci

mısrası) kısmınlarında zikredilen ‫ﻻ‬


‫’ِﺇ ﱠ‬lar şart edatı olan ‫ﻥ‬
 ‫ ﺇ‬ve nefy edatı olan ‫’ﻻ‬dan

meydana gelen ‫ﻻ‬


‫ ِﺇ ﱠ‬dırlar. Mânâları ise (‫ ﻻ‬+ ‫ﻥ‬
 ‫“ )ﺇ‬eğer olmassa, eğer değilse” şeklidedir.

566
İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 73.
567
İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 74.
568
Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 65.
569
Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 66; İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 74.
570
Mânevi istisnâ hakkındaki gerekli bilgi çalışmamızın ilerdeki kısımlarında zikredilecektir.

130
el-Medenî’ye göre şiirin taşıdığı mânâ; “binekler (yolcular) sadece sana
gelmelidirler; sana gelmezlerse yolculuk yapamazlar. Konuşan kimseler de senden
bahsetmezlerse yalan konuşurlar” şeklindedir. el-Medenî’nin iddiasına göre şiirde
istisnâ sadece şiirin genel-zâhiri mânâsında mevcuttur. Arap diline vâkıf olmayan

herhangi bir kimsenin bu mürekkep “‫ﻻ‬


‫”ِﺇ ﱠ‬yı istisnâ “‫ﻻ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬sı ile karıştırmaması için de

“mânevi istisnâ” olarak adlandırmıştır.


el-Medenî tüm bu açıklamalarını, “benzer bir üslûba sahiptir” diye
nitelendirdiği şu âyet-i kerimeyle delillendirir.571

“... ‫ﷲ‬
ُ ‫ﻩ ﺍ‬ ‫ﺭ‬‫ﺩ ﹶﻨﺼ‬ ‫ﻩ ﹶﻓ ﹶﻘ‬ ‫ﻭ‬‫ﺼﺭ‬
 ‫ﻻ ﹶﺘ ﹾﻨ‬
‫“ ”ِﺇ ﱠ‬Eğer siz ona (Resûlullah’a yardım etmezseniz (bu önemli

değil); ona Allah yardım etmiştir...”572


el-Mısrî, hasr istisnâ ile ilgili açıklamalarını şu âyet-i kerime üzerinde net bir
şekilde sunar:

“... ‫ﻤﹰﺎ‬ ‫ﺎ‬‫ﻥ ﻋ‬


 ‫ﻤﺴِﻴ‬ ‫ﺨ‬
‫ﻻ ﹶ‬
‫ ﹶﻨﺔٍ ِﺇ ﱠ‬‫ﻑ ﺴ‬
‫ﻡ ﺃ ﹾﻟ ﹶ‬ ‫ﺙ ﻓِﻴ ِﻬ‬
‫ ﹶﻓﹶﻠﺒِ ﹶ‬...” “… O (Nuh) bin yıldan elli yıl eksik bir süre

onların arasında kaldı …”573 Bu âyet-i kerimede yüce Allah, bize doğru ve kesin haber

verme gâyesi taşımasaydı, “.‫ﺎﻤ ﹰﺎ‬‫ ﻋ‬‫ﻴﻥ‬ ِ‫ﻤﺴ‬ ‫ﺨ‬


‫ ﹶ‬‫ﺎ َﺌ ٍﺔ ﻭ‬‫ﻌﻤ‬ ‫ﺴ‬
 ‫“ ” ِﺘ‬dokuzyüz elli yıl” şeklinde

buyurabilirdi.574
Daha önce zikrettiğimiz Hicr sûresi 30-31. âyet-i kerimeleri de hasr için güzel
birer örnek teşkil etmektedir.575
Her istisnâda, hasr var diyemeyiz. Aynı zamanda hasr istisnâsı diğer istisnâlara
bedeldir şeklinde de düşünemeyiz.
Hasr istisnâda, takdim ve te’hir yapılmadığı takdirde; istisnâda bulunan
kuralların hepsinin hasr istisnâda bulunması zorunlu değildir. Hasr istisnâyı diğer istisnâ

571
Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 66-67.
572
et-Tevbe, 9/40.
573
el-Ankebut, 29/14.
574
Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 121; Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 66; İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 74.
575
Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 66.

131
çeşitlerinden ayıran özellik; onda takdim ve te’hirin olmamasıdır. Eğer hasr istisnâda
takdim ve te’hir olursa bu, istisnânın daha güçlü bir hasr anlamı vermesini sağlar.576
Sûyûtî, İbn Hûca el-Hamevî gibi âlimler de eserlerinde hasr istisnâyı zikrederek, onu el-

Mısrî’ye nisbet ederler. Ancak el-Hamevî, hasr istisnâyı “.‫ﻲ‬


 ‫ﻪ ﺒِﺎ ﹾﻟ ﹸﻜﱢﻠ‬ ‫ﺎﻗﹸ‬‫ﻭِﺇ ﹾﻟﺤ‬ ‫ﺯﺌِﻲ‬ ‫ﺠ‬
 ‫ﺭ ﺍﻟ‬ ‫ﺼ‬
 ‫ﺤ‬
”

“Cüz’ün hasrı ve külle eklenmesi” olarak adlandırır. Bu tanımlamasına şu beyti örnek


olarak verir:

ِ‫ﻅﻡ‬
‫ﻲ ﻟِ ﹾﻠﻌِ ﹶ‬
 ‫ﺤﻕﹸ ﺒِﺎﻟ ﹸﻜﱢﻠ‬
 ‫ﻴ ﹾﻠ‬ ‫ﺀ‬ ‫ﺯ‬ ‫ﺠ‬
 ‫ﻓﹶﺎﻟ‬ ‫ﻷ ﹾﻨﺒِﻴﺎ ِﺀ ِﺒ ِﻪ‬
َ ‫ﻊ ﺍ‬ ‫ﺠﻤِﻴ‬
 ‫ﺼ ٍﺭ‬
 ‫ﺤ‬
 ‫ﻕ ِﺒ‬
‫ﺤ ﹾ‬
ِ ‫َﺃ ﹾﻟ‬

“Ondan (Hz. Muhammed a.s.) bahsettiğinde bütün peygamberlerden bahsetmiş


olurum. (Çünkü) cüz külle (bütüne), küll ondan daha büyük olduğu için eklenir.”
Bu şiirde şâirin vurguladığı mâna, Hz. Muhammed (a.s.) tüm peygamberlerin
özellik ve değerlerini kapsayabilecek bir üstünlüğe sahip olduğudur. Bu üstünlük ve
yücelik Allah katındaki kıymetinden kaynaklanmaktadır. Diğer peygamberleri de

“.ِ‫ﻅﻡ‬
‫ﻲ ﻟِ ﹾﻠﻌِ ﹶ‬
ِ ‫ﺤﻕﹸ ﺒِﺎﻟ ﹸﻜﱢﻠ‬
 ‫ﻴ ﹾﻠ‬ ‫ﺀ‬ ‫ﺯ‬ ‫ﺠ‬
 ‫“ ”ﻓﹶﺎﻟ‬cüz külle ondan büyük olduğu için eklenir” ifadesiyle “cüz”

şeklinde nitelemektedir. Yâni diğer tüm peygamberler bir “kül” olan Hz. Muhammed
(a.s.)’in yanında “cüz” nisbetindedir. Bu üslûptaki tâzim ve yüceltmenin büyüklüğü
gizlenemeyecek bir vakıâdır.577
Cermanûs Ferhat da bu kısmı hasr istisnâ adını verir ve aynı örnekleri
zikreder.578
b. Mânevi İstisnâ
Asıl itibâriyle el-Mısrî’nin “hasr istisnâ” olarak isimlendirdiği istisnâ çeşidinin
bizzat kendisidir. Fakat el-Medenî, hasr kısmında zikrettiğimiz gerekçeler nedeniyle
hasr istisnâyı “mânevi istisnâ” olarak adlandırır.579
İbn er-Rumî de “mânevi istisnâ” kısmında bahsettiğimiz bilgileri vererek iki
şiirle örneklendirir.

576
Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 66.
577
İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 74-75.
578
İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 75.
579
Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 67; İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 75.

132
‫ﺒ ِﻬ ِﻪ‬ ‫ﺸ‬
ِ ‫ﻋﻠﹶﻰ‬
 ‫ﻥ‬
 ‫ﻴ‬ ‫ﻌ‬ ‫ﻊ ﺍﻟ‬ ‫ﻻ ﹶﺘ ﹶﻘ‬
‫ﹶ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﻯ ﺃﻨﱠ‬‫ﺴﻭ‬
ِ ‫ﺏ‬
 ‫ﻴ‬ ‫ﻋ‬
 ‫ﻪ‬ ‫ ﹶﻟ‬‫ﻴﺱ‬ ‫ﹶﻟ‬

“Hiçbir gözün benzerini görmemesi (benzersiz olması) haricinde, onun hiçbir


ayıbı (kusuru) yoktur.”
Şair burada, övdüğü kişinin hiçbir benzerinin olmamasını vurgulayarak, onu
güzellik bakımından tek kılmıştır. Eğer benzeri bir tek kişiyi dahi zikretseydi, övdüğü
kimsenin güzellliğine ortak teşkil edeceği için, övülen kimsenin güzelliği eksilecekti.
Şairin buradaki amacı hasr ile övdüğü kimsenin güzelliğinin te’kididir.
İkinci örnek, Hâtim et-Tâi’nin, kendisini ziyaret etmesini tâlep eden bir bayana,
onu ziyaret etmeyişinin sebebini açıkladığı şu beytidir:

‫ﺎ‬‫ﺭﻫ‬ ‫ﻭ‬‫ﻻ ﺃﺯ‬


‫ﺎ ﹶ‬‫ﻌﹸﻠﻬ‬ ‫ﺒ‬ ‫ﺎ‬‫ﻋ ﹾﻨﻬ‬
 ‫ﺏ‬
 ‫ﺇﺫﹶﺍ ﻏﹶﺎ‬ ‫ ﺃ ﱠﻨﻨِﻲ‬‫ﻴﺭ‬ ‫ﻏ‬
‫ﺭﺘِﻲ ﹶ‬ ‫ﺎ‬‫ﺸﻜﱠﻰ ﺠ‬
‫ﺎ ﹶﺘ ﹶﺘ ﹶ‬‫ﻭﻤ‬

‫ﺎ‬‫ﺭﻫ‬ ‫ﺴﺘﹸﻭ‬
 ‫ﻲ‬
 ‫ﻋﹶﻠ‬
 ‫ﺭ‬ ‫ﺼ‬
 ‫ﻡ ﹸﺘ ﹾﻘ‬ ‫ﻭﹶﻟ‬ ‫ﺎ‬‫ﻴﻬ‬ ‫ِﺇﹶﻟ‬ ‫ﺎ‬‫ﻫﹸﻠﻬ‬ ‫ﻊ ﺃ‬ ‫ﺠ‬
ِ ‫ﺭ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﻴﺭِﻱ‬ ‫ﺨ‬
‫ﺎ ﹶ‬‫ﺒﹸﻠ ﹸﻐﻬ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺴ‬

“Bayan komşum onu ziyaret etmiyorum diye şikayet ediyor. Onu ziyaret
edemeyişimin sebebi eşinin evde olmayışıdır. İyiliğim ona ulaşacak ve eşi evine
geldiğinde onun perdeleri yalnız benim için kullanılmayacak. (Ona faydam dokunacak
Tâ ki ona kötü bir söz ulaşmasın).”580
c. Sayı (Adet) İstisnâsı
Sayı istisnâsını, genel istisnâdan ayrı bir kısım olarak gören ve ona bu ismi
veren Ziyâeddin b. el-Esîr’dir. İbnü’l-Esîr’e göre istisnânın bu kısımı mûbâlağa
üslûbunun güzel bir çeşididir. Burada mübâlağa, akid (onlu sayılar)’ın kendilerinden az
olan sayılardan önce zikredilmesi şeklinde yapılır. Bunun faydası ise muhâtabın
dikkatini onlu sayılar üzerinde yoğunlaştırarak daha etkili bir üslûbun kullanılmasına

kolaylık sağlamasıdır.581 Örneğin; “.‫ﺓﹰ‬‫ﺸﺭ‬


‫ ﹶ‬‫ﻻ ﻋ‬
‫ﺎ َﺌﺔﹰ ِﺇ ﱠ‬‫ﻪ ﻤ‬ ‫ﻴ ﹸﺘ‬ ‫ﻁ‬
‫ﻋﹶ‬ ‫“ ”ﺃ‬Ona 10 hariç, 100 verdim.”

“.‫ﺎ َﺌﺔﹰ‬‫ﻻ ﻤ‬
‫ﻪ ﺃ ﹾﻟ ﹶﻔﺎﹰ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻴﹸﺘ‬ ‫ﻁ‬
‫ﻋﹶ‬
 ‫“ ”ﺃ‬Ona 100 hariç, 1000 verdim” demek “90 ve ya 900 verdim”

demekten daha beliğdir ve edebî sanata daha uygundur.582

580
İn‘âm Fevvâl Akkâvî, a.g.e., s. 75.
581
Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 121.
582
Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 121.

133
Ziyâeddin b. el-Esîr, sözlerini şu âyet-i kerime ile delillendirerek şu

açıklamalarda bulunur: “... ‫ﺎﻤﹰﺎ‬‫ﻥ ﻋ‬


 ‫ﻤﺴِﻴ‬ ‫ﺨ‬
‫ﻻ ﹶ‬
‫ ﹶﻨﺔٍ ِﺇ ﱠ‬‫ﻑ ﺴ‬
‫ﻡ ﺃﹾﻟ ﹶ‬ ‫ﺙ ﻓِﻴ ِﻬ‬
‫ﻭ ِﻤ ِﻪ ﹶﻓﹶﻠﺒِ ﹶ‬ ‫ﺤﹰﺎ ﺇﹶﻟﻰ ﹶﻗ‬
 ‫ﻭ‬ ‫ﺴﹾﻠ ﹶﻨﺎ ﹸﻨ‬
 ‫ﺭ‬ ‫ﺩ ﺃ‬ ‫ﻭﹶﻟ ﹶﻘ‬ ”

“Andolsun ki biz Nuh’u kendi kavmine gönderdik de o bin yıldan elli yıl eksik bir süre
onların arasında kaldı …”583

Bu âyet-i kerimede yüce Allah’ın doğrudan “.‫ﻤﹰﺎ‬ ‫ﺎ‬‫ﻥ ﻋ‬


 ‫ﻤﺴِﻴ‬ ‫ﺨ‬
‫ﻭ ﹶ‬ ‫ﺎ َﺌ ٍﺔ‬‫ﻌﻤ‬ ‫ﺴ‬
 ‫“ ” ِﺘ‬dokuzyüz

elli yıl” demeyip bu üslûbu kullanmasının fayda ve gâyeleri şunlardır:


1. Hz. Nuh’un kavmi arasında ne kadar uzun süre acı çektiğini ve kavmine ne kadar
sabrettiğini vurgulamak.
2. Hz. Muhammed (a.s.)’in ümmetine karşı dayanıklı olması, sebat göstermesi ve
onlardan göreceği zûlme bir teselli olması için.
3. Nuh (a.s.)’un kavmine ettiği bedduâsının gerekçesi ve bu fiilindeki haklılığının
vurgulanması.
4. Aynı zamanda Nuh (a.s.)’un kavminin isyan noktasındaki ısrarlarına vurgu yapmak için.584
İbn Ebî el-Isba‘ da, İbn el-Esîr gibi bu tür istisnâya “sayı istisnâsı” adını verir.
Aynı şekilde o da, ukûdün önce zikredilmesinin daha güçlü ve amaca daha çabuk
ulaştıran bir özelliğe sahip olduğunu söyleyerek bunun, muhâtabın nezdinde daha büyük
bir etkiye sahip olduğunu ilâve eder.585
d. Gayr-i Mûceb İstisnâ
İstisnânın bu çeşidi Bedi‘ deki “irdaf”586 ilminin kısımlarındandır. İbnü’l-Esîr,
bu istisnâ çeşidinden bahsederken onun, “kinâye”nin587 çok kullanılmayan bir üslûbu
olduğunu söyler.588

583
el-Ankebut, 29/14.
584
Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 121.
585
Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 121-122.
586
İrdaf “‫”ﺍﻹﺭﺩﺍﻑ‬: Bedî’ tabirlerinden olan irdâf kinâyeye benzeyen edebî sanatlardan birisidir. Bu

mânanın kendi lafzıyla değil de, o lafzın müradifi (eş anlamlısı) olan bir kelimeyle ifade edilmesine
irdâf adı verilir. (Bkz. Akdemir Hikmet, a.g.e., s. 160-161).
587
Kinâye “‫”ﺍﻟﻜﻨﺎﻴﺔ‬: Lugatte “tasrihi terketmek, gizlemek” mânasına gelir. Beyan ilminde bir ıstılah olarak

kinâye, aslî mânayı kastetme imkânının bulunmasıyla beraber, mânasının lâzımı kastedilen lafızdır.
Başka bir ifadeyle kinâye, hakikî mânayı düşünmeye engel olacak bir karine bulunmamak şartıyla, bir

134
İbn Esîr gayr-i mûceb istisnâya şu âyeti örnek olarak verir:

“.‫ﻊ‬
ٍ ‫ﻴ‬ ‫ﻀ ِﺭ‬
 ‫ﻥ‬
 ‫ﻻ ِﻤ‬
‫ﻡ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺎ‬‫ﻁﻌ‬
‫ﻡ ﹶ‬ ‫ﻬ‬ ‫ ﹶﻟ‬‫ﻴﺱ‬ ‫“ ”ﹶﻟ‬Onlar için kuru dikenden başka yemek yoktur”589

“‫ﻊ‬
 ‫ﻀﺭِﻴ‬
 ‫( ”ﺍﻟ‬dari‘); dikenli bir bitkidir. Kureyşliler ona yeşil (taze) iken “‫ﻕ‬
‫ﺭ ﹾ‬ ‫ﺒ‬ ‫ﺸ‬
‫”ﺍﻟ ﱢ‬

adını verirler. Kuruduğunda ise “‫ﻊ‬


 ‫ﻀﺭِﻴ‬
 ‫ ”ﺍﻟ‬ismini alır. Develer, bu bitkiyi yeşilken yer,

kuruduğunda ise ona asla yaklaşmazlar.

Bu âyet-i kerimenin mânâsı “onların ahirette hiçbir yemeklerinin olmayacağıdır.”


Çünkü “dari‘in” hayvanlara bile yemek olamazken insanların onu yiyebileceğini düşünmek
imkansızdır. Bu bir azab çeşidi olarak vurgulanmıştır. Bu üslûp birine;

“. ‫ﺱ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﺸ‬
‫ﻻ ﺍﻟ ﱠ‬
‫ل ِﺇ ﱠ‬
‫ﻅﱞ‬ِ ‫ﻥ‬
ٍ ‫ ِﻟﻔﹸﻼ‬‫ﻴﺱ‬ ‫“ ”ﹶﻟ‬Herhangi birine güneşten başka gölge yoktur” demek

gibidir. Diğer bir örnek de şu beyittir:

‫ﻥ‬
ِ ‫ﺎ‬‫ﺭﻤ‬ ‫ﺤ‬
ِ ‫ﻯ ﺍ ﹾﻟ‬‫ﺴﻭ‬
ِ ‫ﺎ‬‫ﻡ ِﻤ ﹾﻨﻬ‬ ‫ﻫ‬ ‫ﻭﺍ‬ ‫ﺴ‬
ِ ‫ِﻟ‬ ‫ﻥ‬
 ‫ﻴ ﹸﻜ‬ ‫ﻡ‬ ‫ﺕ ﹶﻓﹶﻠ‬
ِ ‫ﺎ‬‫ﺭﻤ‬ ‫ﻤ ﹾﻜ‬ ‫ﻭﺍ ﺒِﺎ ﹾﻟ‬‫ﺭﺩ‬ ‫ ﹶﺘ ﹶﻔ‬‫ﻭ‬

“Onlar, iyi huylu olma noktasında (diğer insanlardan) ayrılmışlardır. Diğer


insanların ise (iyi huyluluktan) mahrum olmaktan başka hiçbir payları yoktur.”590
Bu şiirin gayesi; iyi huyların övülen insanlardan başkasına vasfedilmemesi
suretiyle övgünün (medh) te’kididir.591

II. Fıkıh İlmi Açısından İstisnâ

Fıkıh ilminde istisnâ, fıkıh ilminin tahsîs konusunun ilgili kısmı olan “Muttasıl
Tahsîs Delilleri” bölümünde ele alınmaktadır. Muttasıl (bitişik) tahsis delili “âm lafzın
bulunduğu nassın ibâresinin bir parçasıdır” Tek başına tam bir cümle değildir.592 Daha
açık bir ifadeyle muttasıl tahsis delilleri, tek başına bir mâna ifade etmeyen ve kendisine

sözü gerçek mânasına da gelebilmek üzere, onun dışındaki bir mâna için kullanmaktır. (Bkz. Akdemir
Hikmet, a.g.e., s. 216-222).
588
Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 122.
589
el-Ğaşiye, 88/6.
590
Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 122.
591
Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 122.
592
Zekiyyüddin Şa‘bân, Usulûl’l-Fıkh’i-l İslâmî, s. 332; Abdülkerim Zeydân, Fıkıh Usûlü, (Çev. Rûhî
Özcan), s. 406.

135
bitiştiği söz ile allâkası bulunan lafızlardır. 593 Bunlara müstakil olmaya anlamında
“gayr-ı müstakil” ya da “gayr-ı munfasıl” deliller de denir.594

A. Tahsîsin Tanımı

1. Tahsîs: Hassasa “‫ﺼﺹ‬


 ‫ﺨ‬
‫ ” ﹶ‬fiilinin masdarı olan tahsîs sözlükte, “belirlemek,

kararlaştırmak, daraltmak, bir şeyi kendisiyle ortak olmayan diğer şeylerden ayırt etmek,
sayı üzerine kasretmek” manalarına gelir.595

Tahsîsin terim manasına gelince, bu konuyla ilgili, alimler farklı tanımlar


ortaya koymuşlardır. Fakat gerek mütekellimin gerekse fukaha metodunu benimseyen
bütün bilginlerin tahsîsin terim manasıyla ilgili olarak birleştikleri ortak nokta; onun
“âmmın fertlerinden bir kısmının çıkarılması ve kapsamının daraltılması” olduğudur.596
Bu tanımlarda görülen bazı farklılıklar, bizzat tahsîsin kendisinden değil, özellikle
âmmın tanımı, delâleti ve onu daraltacak delillerin geliş zamanları ve delâlet
derecelerinden kaynaklanan ihtilâflardır.597

2. Tahsîsin Geçerliliği

İslâm hukukçularının büyük çoğunluğu hüküm veya haber içermesine


bakmadan, umum ifade eden bütün lafızlarda tahsîsin geçerli ve câiz olduğu noktasında
birleşmişlerdir. Çünkü tahsîsin gerçekleşmesi aklen imkânsız olmadığı gibi, dilde de
bunun kullanıldığı tümevarım (istikrâ) metoduyla sabittir.598

Usulcüler arasında tahsîsin câiz oluşu o kadar yaygındır ki bunun için

“.‫ﺽ‬
 ‫ﻌ‬ ‫ﺒ‬ ‫ﻪ ﺍﻟ‬ ‫ ِﻤ ﹾﻨ‬‫ﺨﺹ‬
‫ﺩ ﹸ‬ ‫ﻭ ﹶﻗ‬ ‫ﻻ‬
‫ﻡ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺎ‬‫ﻥ ﻋ‬
 ‫ﺎ ِﻤ‬‫“ ”ﻤ‬Bir kısmı tahsîse uğramayan hiçbir ’âm yoktur.”

593
Koca Ferhat, a.g.e., s. 170.
594
Zekiyyüddin Şa‘bân, a.g.e., s. 332; Abdülkerim Zeydân, a.g.e., s. 406; Koca Ferhat, a.g.e., s. 170.
595
Tehânevî, Keşşâfu ıstılahâti’l-fünûn, I, 428; Ferhat Koca, İslâm Hukuk Metodolojisinde Tahsîs
(Daraltıcı Yorum), İstanbul, 1996, s. 99.
596
Zekiyyüddin Şa‘bân, a.g.e., s. 333; Abdülkerim Zeydân, a.g.e., s. 400.
597
Koca Ferhat, a.g.e., s. 104.
598
Koca Ferhat, a.g.e., s. 104.

136
ifadesi kullanılmıştır. Ancak bu sözün genel bir kuralı ifade etmek amacıyla söylendiği
belirtilmelidir. Aksi halde Kur’an’da tahsîs edilmemiş birçok ’âm nâs mevcuttur.599

“. ‫ﻥ‬
ٍ ‫ﺎ ﻓﹶﺎ‬‫ﻴﻬ‬ ‫ﻋﹶﻠ‬
 ‫ﻥ‬
 ‫ﻤ‬ ‫(“ ” ﹸﻜلﱡ‬Yer) üzerinde bulunan her canlı fânidir.”600

“... ‫ﺕ‬
ِ ‫ﻭ‬ ‫ﻤ‬ ‫“ ” ﹸﻜلﱡ ﹶﻨ ﹾﻔﺱٍ ﺫﹶﺍ ِﺌ ﹶﻘ ﹲﺔ ﺍﻟ‬Her can ölümü tadacaktır ...”601

“.‫ﻡ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻋِﻠ‬


 ‫ﷲ ِﺒ ﹸﻜلﱢ ﺸﹶﻲ ٍﺀ‬
ُ ‫ﺍ‬‫ ﻭ‬...” “... Allah her şeyi hakkıyla bilendir.”602

“. ‫ﺭ‬
 ‫ﻴ‬ ‫ﻋﻠﹶﻰ ﹸﻜلﱢ ﺸﹶﻲ ٍﺀ ﹶﻗ ِﺩ‬
 ‫ﷲ‬
ُ ‫ﺍ‬‫ ﻭ‬...” “... Allah her şeye hakkıyla gücü yetendir.”603

âyetleri bunlardan birkaçıdır.

İslam hukukçularının çoğunluğu âmmın tahsîsini caiz gördüğü halde, küçük bir
grup buna karşı çıkmıştır. Bu kişilerin isim ve mezhebî eğilimleri usûl kitaplarında
belirtilmeyerek sadece “şâz bir grup” veya “görüşlerine itibar edilmeyen kimseler”
şeklinde nitelendirilmişlerdir. Ayrıca mutlak olarak tahsîse mi yoksa sadece haberlerin
tahsîsine mi karşı çıktıkları konusu da belirsizdir.604

B. Fıkıh İlminde İstisnânın Tanımı ve İstisnâ İle İlgili Genel Görüşler

1. Fıkıh İlminde İstisnânın Tanımı

Muttasıl tahsîs delilleri konusunda incelenen istisnâ; “lâfzın delâlet ettiği

şeylerden bir kısmını “‫ﻻ‬


‫ ”ِﺇ ﱠ‬veya benzeri istisnâ edatlarından biriyle cümlenin

hükmünden çıkarmak” manasında kullanılmıştır.605

Karâfî (v. 684/1285) ise istisnâyı “cümlenin bir kısmını veya onun zaman,
mekan, durum ve sebeplerini -çıkarılan kısmı cümlede muhafaza ederek- bizzat

599
Koca Ferhat, a.g.e., s. 104-105.
600
er-Rahmân 55/26.
601
Âl-i İmrân 3/185; el-Enbiyâ 21/35; el-Ânkebut 29/57.
602
el-Bakara 2/282; en-Nisâ 4/176.
603
Âl-i İmrân 3/29, 189; el-Mâide 5/19, 40; el-Enfâl 8/41.
604
Abdülkerim Zeydân, a.g.e., s. 406; Koca Ferhat, a.g.e., s. 105.
605
Koca Ferhat, a.g.e., s. 124.

137
müstakil olmayan bir kelimeyi cümleden çıkarmak” şeklinde ta‘rif etmiştir. Karâfî’nin
tanımındaki “cümlenin bir kısmı”ndan maksat onun bölümleridir. “Bizzat müstakil
olmayan bir lafızla” ifadesi ise aklî delillerle diğer mûnfasıl delilleri tanım dışı
bırakmaktadır. “Çıkarılan kısmın cümlede muhafaza edilmesi” kaydı da sıfat, şart ve
gaye ile yapılan tahsîsi tanım dışı bırakmak içindir. Onun bu ta‘rifi, tanımda bulunması
gereken bütün unsurları içermesi ve tanım dışı unsurlara da yer vermemesi sebebiyle
tutarlı görünmektedir.606

Hanefilere göre istisnâ, müstesnâ minhin kapsadığı fertlerden bir kısmına engel
olduğu için “tağyir”, kalan kısımla da konuşanın maksadını ifade ettiği için “beyan”
niteliğini taşımaktadır. İstisnâ bizâtihî müstakil bir söz olmadığı için onda yapılacak
uzun süreli sükûtla cümle tamam olur ve istisnâ artık “tağyir beyanı” değil, sabit bir
hükmün kaldırılması yani nesh haline dönüşür. Ayrıca İmam-ı Şâfî’ye tahsîs delilinin
âmmın hükmüne engel olduğu gibi istisnânın da mu‘âraza yoluyla müstesnâ minh’in
hükmüne mâni olduğu görüşü nispet edilmişse de bu görüşe onun kendi eserlerinin
konuyla ilgili bölümlerinde rastlanılmamıştır.607

İstisnânın tahsîs delili gibi “muâraza” yoluyla beyan sayılması, Hanefiler’in


‘âm ile hâssın katî olduğu ve birbiriyle karşılaşmalarının “mu‘âraza” meydana getirdiği
şeklindeki görüşleriyle aynı doğrultudadır. Dolayısıyla burada yanlış bir nakil olduğu
anlaşılmaktadır. Ayrıca dil âlimlerine göre istisnâ, konuşmanın bir kısmını çıkarmak
veya istisnâdan sonra geride kalan kısmı konuşmaktır. Halbuki devam eden bir sözde iki
zıt hükmün bulunması halinde, çatışma söz konusu olur. İstisnânın müstesnâya mukârin
bulunması gerektiği ve onun nesh mânasına gelmediği konusunda ise icmâ‘ vardır. Aksi
halde bu, Allah’ın kelâmında tenâkuz veya hatâ ihtimalini ortaya çıkarırdı. Bu
bakımdan devam eden aynı söz içerisinde “mu‘âraza” anlamının bulunması görüşü
kabule şâyân bulunmamakla birlikte, tağyir ve muâraza kavramlarının, istisnânın
müstesnâ minh’in hükmünü değiştirildiğini ifâde etmek için kullanıldıkları, dolayısıyla
tartışmanın sadece terim ihtilafından kaynaklandığı görülmektedir.608

606
Koca Ferhat, a.g.e., s. 171.
607
Koca Ferhat, a.g.e., s. 171.

138
2. İstisnânın Tahsîs Delili Olabilmesi İçin Taşıması Gereken Şartlar

İslam hukukçuları istisnânın tahsîs delili olabilmesi için onun bir takım şartları
taşıması gerektiğini belirtmişlerdir. Buna göre;

1- Hukuk doktrinlerindeki hâkim görüşe göre, müstesnâ ile müstesnâ minh


herhangi bir söz ile ya da –hükmen veya örfen fâsıla kabul edilebilecek- bir süre ile
birbirinden ayrılmaması gereklidir. 609 Öksürme, aksırma gibi tabiî sebeplerle verilen
aranın ise zararı yoktur. Ancak İbn Abbas (v. 68/687), Hasan Basrî (v. 110/728) gibi
bazı bilginlerden bir ay, dört ay, bir yıl, iki yıl, süresiz veya meclis devam ettiği sürece
ya da yeni bir söze başlamadıkça istisnânın yapılabileceğine dair çeşitli rivayetler
bulunmaktadır.610

Malikiler ile Gazâli (v. 505/1111) insanın, içinden istisnâya niyet etmesi
şartıyla, Allah ile kendi arasındaki dini konularda onu tehir etmesini câiz görmüşler.611

Karâfî “ ...‫ﷲ‬
ُ ‫ﺀ ﺍ‬ ‫ﻴﺸﹶﺎ‬ ‫ﻥ‬
 ‫ﻻ َﺃ‬
‫ ﻏﹶﺩﹰﺍ * ِﺇ ﱠ‬‫ل ﹶﺫﻟِﻙ‬
ٌ‫ﻋ‬ِ ‫ﻲ ٍﺀ ِﺇﻨﱢﻲ ﻓﹶﺎ‬
 ‫ﺸ‬
‫ﻥ ِﻟ ﹶ‬
 ‫ﻻ ﹶﺘﻘﹸﻭﹶﻟ‬
‫ ﹶ‬‫“”ﻭ‬Hiçbir şey için

‘bunu yarın yapacağım’ deme. Ancak ‘Allah dilerse (yapacağım)’ de… ” 612 âyeti
çerçevesinde, istisnâ şart mânâsı taşıdığı zaman, İbn Abbas’ın sözünün geçerli olacağını
belirtmiştir.613 Tehir taraftarları, Allah’ın ezeli kelâmının tek olduğunu ve onun yalnızca
muhataplarına ulaşma bakımından tertib edildiğini, istisnâ gecikse bile, bunun bizzat
kelâmda değil, sadece onun emir ve nehiylerinin cümle olarak duyulması veya
anlaşılmasında olduğunu, ayrıca Allah’tan hiçbir şeyin gizli kalamayacağını dolayısıyla
onun kelâmında infisâlin câiz olduğunu savunmuşlardır. Hz. Peygamberin (a.s.);
“Vallahi Kureyşle savaşacağım” dedikten sonra sustuğunu ve daha sonra “İnşallah”614

608
Koca Ferhat, a.g.e., s. 171-172.
609
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e., s. 528; Abdülkerim Zeydân, a.g.e., s. 406.
610
Abdülkerim Zeydân, a.g.e., s. 406-407; Koca Ferhat, a.g.e., s. 172.
611
Koca Ferhat, a.g.e., s. 172.
612
el-Kehf 18/23-24.
613
Koca Ferhat, a.g.e., s. 172.
614
Ebû Dâvûd, Eyman, İstanbul, 1981, s. 17.

139
dediğini iddialarına delil getiren bu usulcülerin kanun koyucunun sübjektif iradesini
esas aldıkları görülmektedir.615

İstisnânın tehirinin câiz olmadığını savunan hukukçuların ise nasların


objektifleşmiş anlamını esas aldıkları söylenebilir. Bu âlimler, ihtilafın Allah’ın ezeli
kelâmında değil, bize ulaşan ibareleri üzerinde olduğunu, bu ifadeler Arapça olduğu için,
bu dilin gramer kurallarının esas alınması gerektiğini, Arapça’da ise istisnânın te’hirinin
câiz olmadığını ileri sürmüşlerdir. Ayrıca bunlar Hz. Peygamberin (a.s.); “Kim bir şey
hakkında yemin eder ve ondan başka bir şeyi daha hayırlı görürse, hayırlı gördüğünü
yapsın ve yeminin kefaretini ödesin.”616 Sözünü delil getirerek, mûnfasıl istisnâ geçerli
olsaydı, her zaman kolaylığı tercih eden Hz. Peygamber’in (a.s.); keffaret cezası yerine
istisnâ yapılmasını önerebileceğini, halbûki böyle yapmadığını söylemişlerdir. Diğer
yandan dilbilimciler de böyle bir cümleyi Arapça gramerine uygun bulmamışlardır.
Kaldı ki böyle bir istisnâ câiz olsaydı, doğru ve yalan birbirine karışır, toplum hayatının
vazgeçilmez unsurları olan akidler, ahidler, haklar ve sorumluluklar zâyi olurdu.617

2- İstisnânın şartlarından biri de müstesnâ minh’i kapsayan istisnânın bâtıl


olduğudur. Usulcüler bu noktada fikir birliği içerisindedirler. Nitekim istisnâ müstesnâ
minh’ten geriye kalanı ispat anlamı taşıdığından, müstesnânın müstesnâ minhi tamamen
kapsaması halinde, geride herhangi bir fert kalmayacak ve netice itibariyle söz iptal
edilmiş olacaktır.618 Ne var ki bu şart, müstesnânın, müstesnâ minhin lafzıyla yapılması
ya da müstesnâ ile müstesnâ minhin manalarının birbirine denk olması halinde
geçerlidir.619

Hanefiler, müstesnânın, müstesnâ minh’ten daha özel olduğu takdirde onu


kapsayabilmesini câiz görmüşlerdir. Mesela onlara göre, “Bütün gayr-ı menkullerimi
hibe ediyorum ancak bahçem hariç” cümlesindeki istisnâ, o bahçeden başka bir gayr-ı
menkulü bulunmasa bile doğrudur. Hanefilere göre istisnâ lafzî bir tasarruftur ve o,
hükmün değil cümlenin doğru olmasına dayanır. Cümlenin kuruluşu doğru ise, ifade

615
Koca Ferhat, a.g.e., s. 172.
616
Müslim, Eyman, 11-13, 16.
617
Koca Ferhat, a.g.e., s. 173.
618
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e., s. 536-562; Koca Ferhat, a.g.e., s. 173.
619
Koca Ferhat, a.g.e., s. 173.

140
ettiği hüküm de sahih olur. Cümledeki düzensizlik ve çirkinlik onun manasına değil,
kullanım şekline havale olunur.620

Müstesnâ minhin yarısının veya yarıdan fazlasının istisnâ edilmesi Şâfiî,


Mâlikî usulcüleriyle Kûfeli dilbilimcilerin çoğunluğuna göre câiz iken, Ebû Yûsuf,
Bakıllânî (v. 403/1013) ve Hanbelî hukukçulara ve Basralı dilbilimcilere göre câiz
değildir.621

Hanefiler ise genel olarak “sayılar” dışındaki müstesnâ minhlerin yarıdan


fazlasının istisnâsını caiz görmüşlerdir. Usuldeki bu tartışmanın birçok pratik sonuçları
bulunmaktadır. Meselâ “üç talâkla boşsun; ancak ikisi hariç” cümlesiyle hukukçuların
çoğunluğuna göre sadece tek bir talâk gerçekleşirken, Ebu Yusuf ve Hanbeliler’e göre
müstesnâ minhin yarıdan fazlasını istisnâ etmek caiz olmadığı için üç talâk geçerli olur.
Çünkü istisnâ, çıkardıktan sonra geride kalanı konuşmaktır. Ve burada geride kalan
olmadığı için sözün başına dönmek gerekir.622

Bazı usulcüler, istisnânın bir hüküm ifade edebilmesi için şu şartları da ileri
sürmüşlerdir:

- Müstesnâ ile müstesnâ minh’in aynı cinsten olması gerekliliği: Gazzâlî ve


Ebü’l-Hattâb (v. 510-1116) istisnânın sahih olabilmesi için, bunu şart koşmuşlardır.
Aslında munkatı‘ istisnâların hakikaten mi, mecâzen mi istisnâ olduğu usulcüler
arasında tartışmalıdır.623

- İstisnânın atıfsız gelmesi gerekliliği: Ebû İshak el-İsferâinî (v. 406/1016)


istisnâdan sonra çeşitli istisnâlar geldiği takdirde bu istisnâların hükümsüz olacağını, bu
sebeple istisnâların atıfsız gelmeleri gerektiği konusunda bilginlerin ittifak ettiğini
söylemiştir.624

- İşaret edilen muâyyen bir şeyden istisnânın caiz olmaması: Cüveynî


(v. 478/1085) bizzat işaret edilen bir şeyden istisnânın caiz olmadığını ileri sürmektedir.

620
Koca Ferhat, a.g.e., s. 173.
621
Koca Ferhat, a.g.e., s. 174.
622
Koca Ferhat, a.g.e., s. 174.
623
Koca Ferhat, a.g.e., s. 174.
624
Koca Ferhat, a.g.e., s. 174.

141
Meselâ, 1000 liraya işaret ederek “şu paralar filanındır” dedikten sonra, aynı paralar
hakkında “ancak şunlar hariç” denerek istisnâ yapılması doğru değildir. Çünkü
muâyyen bir şey hakkında ikrar yapıldığı zaman, o mutlak mülkiyeti gerektirir. Ve artık
ondan herhangi bir miktarın istisnâ edilmesi, mülkiyetin ispatından sonra iptal edilmesi
anlamına gelir ki, böyle bir rücû kabul edilemez. Ne var ki usulcüler arasındaki hâkim
görüş; bu tür istisnâların câiz olacağı ve sözün başındaki mücerret ikrarın sözün sonuna
bağlı olacağı yani ikrarın bölüneceğidir. Bu durumda işaret edilenle edilmeyen arasında
herhangi bir fark kalmamış olacaktır.625

- Müstesnânın bizzat ve kasten (hükmen) müstesnâ minhten bir bölüm


olması gerekliliği: Bu şartın ileri sürülmesine rağmen İslâm hukuk doktrinlerinde
hâkim görüş, nitelik ve nicelikleri belirli olmayan müstesnâ ve müstesnâ minhlerden
istisnânın câiz olduğudur.626

3. Müstesnânın Hüküm İspat Edip Etmemesi

Fıkıh ilminde istisnâ konusuyla ilgili diğer bir tartışma da müstesnânın


herhangi bir hüküm ispat edip etmemesidir.

Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî usulcülerle Debûsî (v. 430/1039), Pezdevî


(v. 493/1100) ve Serahsî (v. 483/1091) gibi bazı Hanefiler, dil itibariyle istisnânın,
müstesnâ minhin zıddının müstesnâda sabit olduğunu göstereceğini belirtmişlerdir. Bu
durumda müstesnâ minh olumsuz ise müstesnâ olumlu, müstesnâ minh olumlu ise
müstesnâ olumsuz olur ki, bu “menfiden istisnâ müsbet, müsbetten istisnâ menfidir”
şeklinde genel bir kural halinde ifade edilmiştir.627 Meselâ, kelime-i tevhidin Allah’ın
dışındakilerden uluhiyyet vasfını kaldırarak bu özelliği sadece O’nun için ispat ettiği
konusunda bütün Müslümanlar birleşmişlerdir. Çünkü istisnâ bu manayı vermeseydi
ona “kelime-i tevhid” denmezdi.

Hanefiler ise, ilk defa kelime-i tevhid ile muhatap olan Araplar’ın Allah ile
beraber birçok puta taptıklarını, dolayısıyla şirk ortadan kaldırıldığı zaman zorunlu
olarak Allah’ın uluhiyyetinin sabit olacağını, bu sebeple tevhid kelimesinin dini bir

625
Koca Ferhat, a.g.e., s. 174.
626
Koca Ferhat, a.g.e., s. 174-175.
627
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e., s. 549-569; Koca Ferhat, a.g.e., s. 176.

142
zaruret ve örf ile sabit bir kelime olduğunu ileri sürmüşlerdir.628 Fakat kelime-i tevhid
şer’î bir örfün oluşmasından önce söylendiği gibi herkes de ondan Allah’ın ulûhiyyet ve
birliğini anlamıştır. Eğer bu kelime vaz’ bakımından tevhidi ifade etmemiş olsaydı İbn
Dakîku’l-Îd’in (v. 685-1286) dediği gibi bu en yüce maksadı ifade edecek başka bir
ifadenin öğretilmesi gerekirdi.629

Hanefiler, istisnânın gramer açısından nefiy ve ispat yönlerinden herhangi bir


hüküm ifade etmediğini, cümlenin başındaki kelimenin hükmü konusunda sükût
geçtiğini (meskût anh), sadece müstesnânın devamını sağladığını belirtmişlerdir. Şâfiîler
ise, ispattan istisnânın nefyolacağı konusunda bütün hukukçuların birleştiklerini,
ayrılığın yalnızca nefiyden istisnânın ispat ifade edip etmeyeceği konusunda olduğunu
söylemişlerdir.630

Burada Hanefilerin görüşleriyle “müsbetten istisnânın menfi, menfiden


istisnânın müsbet olacağına” dair genel kural çatışmaktadır. Bu çelişkiden kurtulmak
için onlar, bu iki görüşü birleştirerek, müstesnânın hükmünden maksadın mecâzen
“hükümsüzlük” olduğu sonucuna varmışlardır. Onlar müstesnânın müstesnâ minh’in
hükmünün zıddını ifade edeceği görüşünü reddetmek için,

“...ً‫ﻁﺄ‬
‫ﺨﹶ‬
‫ﻻ ﹶ‬
‫ﻤ ْﺅﻤِﻨﹰﺎ ِﺇ ﱠ‬ ‫ل‬
َ ‫ﻴ ﹾﻘ ﹸﺘ‬ ‫ﻥ‬
‫ﻥ ﺃ‬
ٍ ‫ﻤ ْﺅ ِﻤ‬ ‫ﻥ ِﻟ‬
 ‫ﺎ ﻜﹶﺎ‬‫ﻭﻤ‬ ” “Bir mü’minin bir mü’mini, hataen

hariç, öldürmesi yasaktır...”631 âyetini delil getirmişler ve bu takdirde âyetten hataen bir
mü’minin öldürülmesine izin verildiğinin anlaşılabileceğini söylemişlerdir. Halbuki
şeriât, böyle bir öldürmeye izin vermemiş ve bunu kefaretle cezalandırmıştır.

“el-i’rab fi’l-Kur’ân’il-Kerim” adlı eserde bu âyetle ilgili şöyle bir açıklama

bulunmaktadır: “ً‫ﻁﺄ‬
‫ﺨﹶ‬‫ﻻ ﹶ‬
‫ ”ِﺇ ﱠ‬kelimesinin öncesinden mûnkatı‘ istisnâ olduğu hususunda

nahiv âlimleri ittifak etmişlerdir. Çünkü âyetin mânası;

628
Şihâbeddin el-Karâfi, a.g.e., s. 551.
629
Koca Ferhat, a.g.e., s. 175-176.
630
Koca Ferhat, a.g.e., s. 176.
631
en-Nisa 4/92.

143
“.‫ﻥ‬
 ‫ﻤ ْﺅ ِﻤ‬ ‫ﺊ ﺍﻟ‬
َ ِ‫ﺨﻁ‬
‫ﻴ ﹾ‬ ‫ﻥ‬
 ‫ﻻ َﺃ‬
‫ﺒﺘﱠﺔ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﻤ ْﺅﻤِﻨﹰﺎ ﺍ ﹾﻟ‬ ‫ل‬
َ ‫ ﹾﻘ ﹸﺘ‬‫ﻥ ﻴ‬
‫ﻥﺃ‬
ٍ ‫ﻤ ْﺅ ِﻤ‬ ‫ﻥ ِﻟ‬
 ‫ﺎ ﻜﹶﺎ‬‫ﻭﻤ‬ ” “Bir müminin, hatâen

olması haricinde, bir mümini öldürmesi kesinlikle câiz değildir.” şeklindedir.632

Bâzı âlimlerde istisnânın mütasıl olduğunu âyetin mânasının da şu şekilde

olduğunu söylerler: “.‫ﺩﹰﺍ‬‫ﻌﻤ‬ ‫ﻤ ﹶﺘ‬ ‫ﺅﻤِﻨ ﹰﺎ‬


ْ ‫ﻤ‬ ‫ل‬
َ ‫ ﹾﻘ ﹸﺘ‬‫ﻥ ﻴ‬
‫ﻥ ﺃ‬
ٍ ‫ﻤ ْﺅ ِﻤ‬ ‫ﻥ ِﻟ‬
 ‫ﻴ ﹸﻜ‬ ‫ﻡ‬ ‫“ ”ﹶﻟ‬Bir müminin, bir mümini

kasten öldürmesi söz konusu değildir.” Kasten öldürdüğü takdirde, mümin sayılmaz. Bu

durum onu imandan çıkarır. Âyete “ً‫ﻁﺄ‬


‫ﺨﹶ‬‫ﻻ ﹶ‬
‫“ ”ِﺇ ﱠ‬hatâen olması haricinde” denilerek

“. ‫ﻥ‬
ِ ‫ﺎ‬‫ﻴﻤ‬ ‫ﻥ ﺍﻹ‬
 ‫ﻪ ِﻤ‬ ‫ﺠ‬
 ‫ﺨ ِﺭ‬
‫ﻴ ﹾ‬ ‫ﻪ ﺨﹶﻁٌﺄ ﻻ‬ ‫ﻪ ﹶﻟ‬ ‫ﻥ ﹶﻗ ﹾﺘﹶﻠ‬
 ‫“ ”ﻓﹶﺈ‬Bir müminin, bir mümini hâtaen

öldürmesi, onu imandan çıkarmaz hükmü ortaya konulmuştur.”633

Bu konuda İslam hukukçularının büyük çoğunluğu, müstesnânın müstesnâ


minh âleyhine hüküm vermesi itibariyle “ihraç” ifade ettiğini, dolayısıyla zıddına dahil
olacağını, Hanefiler ise, zıddına dahil olmakla beraber, onun sonucunun “hükümsüzlük”
olduğunu savunmuşlardır.634

İstisnânın bütün cümlelere veya bir kısmına ya da son cümleye rücû etmeye
elverişli olup olmaması konusunda Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî usulcülerle , dil bilimcilerin
çoğunluğu atıflı cümlelerden sonra gelen istisnânın herhangi bir tahsîs delili
bulunmadıkça cümlelerin tamamına rücû edeceğini, Hanefîlerle, Zahirîler ve Basralı
dilbilimciler ise, istisnânın yalnızca son cümleye rücû edeceğini ve herhangi bir delil
bulunmadıkça diğer cümlelerle taallukunun doğru olmayacağını ileri sürmüşlerdir.

Burada dikkat edilmesi gereken husus; istisnânın baştaki cümlelere rücûya


elverişli olması ve buna şeriât veya dilden herhangi bir engelin bulunup bulunmadığını
göz önünde tutmaktır.

Bu açılardan olumlu ise onun önceki cümlelerle taalluku câiz olmalıdır.635 Bu


tartışmaların pratik neticelerini göstermesi bakımından kendisine kazf haddi uygulanmış

632
Âtıf ez-Zeyn, a.g.e., s. 649.
633
Âtıf ez-Zeyn, a.g.e., s. 650.
634
Koca Ferhat, a.g.e., s. 176-177.
635
Koca Ferhat, a.g.e., s. 177.

144
kişinin şahitliğinin kabul edilip edilmemesi konusu güzel bir örnektir. Kur’an-ı Kerim’de

“ ‫ﺩ ﹰﺓ‬ ‫ﺎ‬‫ﺸﻬ‬
‫ﻡ ﹶ‬ ‫ﻬ‬ ‫ﺒﻠﹸﻭﺍ ﹶﻟ‬ ‫ﻻ ﹶﺘ ﹾﻘ‬‫ﺩ ﹰﺓ ﻭ‬ ‫ﺠ ﹾﻠ‬
 ‫ﻥ‬
 ‫ﻴ‬ ‫ﺎ ِﻨ‬‫ﻡ ﹶﺜﻤ‬ ‫ﻫ‬ ‫ﻭ‬‫ﺠِﻠﺩ‬
 ‫ﺀ ﻓﹶﺎ‬ ‫ﺍ‬‫ﻬﺩ‬ ‫ﺸ‬
‫ﻌ ِﺔ ﹸ‬ ‫ﺒ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﺄﺘﹸﻭﺍ ﺒَِﺄ‬‫ﻡ ﻴ‬ ‫ ﹶﻟ‬‫ﺕ ﹸﺜﻡ‬
ِ ‫ﺼﻨﹶﺎ‬
 ‫ﺤ‬
 ‫ﻤ‬ ‫ﻥ ﺍ ﹾﻟ‬
 ‫ﻭ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻥ‬
 ‫ﻴ‬ ‫ﺍﱠﻟ ِﺫ‬‫ﻭ‬

.‫ﻡ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺤ‬


ِ ‫ﺭ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻏﻔﹸﻭ‬
‫ﷲ ﹶ‬
َ ‫ﻥﺍ‬
 ‫ﻭﺍ ﻓﹶﺈ‬‫ﺼﹶﻠﺤ‬
 ‫َﺃ‬‫ ﻭ‬‫ﻌ ِﺩ ﹶﺫﻟِﻙ‬ ‫ﺒ‬ ‫ﻥ‬
 ‫ﻭﺍ ِﻤ‬‫ﻥ ﺘﹶﺎﺒ‬
 ‫ﻴ‬ ‫ﻻ ﺍﱠﻟ ِﺫ‬
‫ﻥ * ِﺇ ﱠ‬
 ‫ﻭ‬ ‫ﺴ ﹸﻘ‬
ِ ‫ﻡ ﺍ ﹾﻟﻔﹶﺎ‬ ‫ﻫ‬ ‫ﺃﻭﹶﻟﺌِﻙ‬‫ﺩﹰﺍ ﻭ‬ ‫ﺒ‬ ‫“ ”ﺃ‬Namuslu

kadınlara (zina suçu) atıp da sonra (bu suçlarını ispat için) dört şahit getirmeyenlere
seksen değnek vurun ve artık onların şahitliğini asla kabul etmeyin. Onlar yoldan çıkmış
(fâsık) kimselerdir. Ancak tövbe edip kendilerini düzeltenler hariç. Çünkü Allah çok
bağışlayan, çok esirgeyendir” 636 buyurulmuştur. Hukukçuların çoğunluğu bu âyetteki

“‫ﻭﺍ‬‫ﻥ ﺘﹶﺎﺒ‬
 ‫ﻴ‬ ‫ﻻ ﺍﱠﻟ ِﺫ‬
‫“ ”ِﺇ ﱠ‬ancak tövbe edenler hariç” istisnâsının ilk üç cümleye de gireceğini,

“‫ﺩ ﹰﺓ‬ ‫ﺠ ﹾﻠ‬


 ‫ﻥ‬
 ‫ﻴ‬ ‫ﺎ ِﻨ‬‫ﻡ ﹶﺜﻤ‬ ‫ﻫ‬ ‫ﻭ‬‫ﺠِﻠﺩ‬
 ‫“ ”ﻓﹶﺎ‬onlara seksen değnek vurun” cümlesine girmesine ise celdenin kul

hakkı olması ve bu hakların tövbe ile düşmemesi gibi dîni bir engelin bulunduğunu
söylemişlerdir. Bu durumda onlara göre, kazf haddi tatbik edilmiş kişi tövbe ettiği zaman,
şahitlik yapma ehliyetini yeniden kazanır. Hanefîler istisnânın yalnızca “onlar
fasıklardır” şeklindeki son cümleye gireceğini ve tövbeyle sadece “fısk” sıfatının sona
ereceğini, şahitliğin kabul edilmemesi ve celdenin tatbiki ile ilgili hükümlerin tövbeyle
düşmeyeceğini, çünkü istisnânın bu cümlelere tesirinin söz konusu olmadığını
savunmuşlardır.637 Ne var ki bu tartışmanın istisnâdan ziyade illetin tespiti ile ilgili olduğu
söylenebilir. Cüveynî ve Kîya el Herrâsînin de (v. 504/1110) işaret ettikleri gibi şahitliğin
reddedilmesinin illeti, kişinin iftira ve fıskıdır. Tövbe, bu illeti ortadan kaldırınca, şahitlik
ehliyetiyle ilgili hüküm yeniden avdet eder. Aksi halde illet bulunmadan illetlenmiş olan
konunun (ma’lûl) bulunması usul prensiplerine aykırıdır.638

C. Tahsîs İle İstisnâ Arasındaki Farklar

Bazı Hanefi usulcüleri, istisnâyı beyan çeşitleri arasında, bazıları da tahsîs


delilleri konusunda incelemişlerdir. Fahreddin er-Razi (v. 606/1209) ise istisnânın
tahsîsin bir türü olduğunu ifade etmiştir. Genel olarak Şâfiî usulcüleri de istisnâyı tahsîs
delili olarak kabul etmişlerdir. Buna göre istisnâ, tahsîsin bir çeşididir ve her istisnâ bir

636
en-Nûr 24/4-5.
637
Abdülkerim Zeydân, a.g.e., s. 407-408.
638
Koca Ferhat, a.g.e., s. 177-178.

145
tahsîs olmakla beraber her tahsîs istisnâ değildir. İstisnânın tahsîs delili olmasıyla ilgili
ihtilâfın bir terim ihtilâfı olduğunu kabul eden İbn Abdüşşekûr (v. 1119/1707) gibi bazı
Hanefî usulcüleri ise Şâfiîlerin yaklaşımını benimsemişlerdir. Ancak bu ihtilâfın birçok
pratik sonuçları görülmektedir. Çünkü istisnâyı tahsîs delili kabul etmeyen Hanefilere
göre âm nassın istisnâ ile daraltılması tahsîs değil, kasrdır. Bu durumda, mesela, Kur’an
veya mütevâtir sünnetle sabit olan bir hükmün istisnâ ile kasrı, tahsîs olmayacağı için,
onları-bu kasrdan sonra-tahsîs edecek delilin kendileri gibi katî olması gerekir. Bu
yaklaşım tarzının, gerek tahsîs delilleri gerekse tahsîsten sonra âmmın hakikat veya
mecaz olması ve hücciyyetini devam ettirip ettirmemesi gibi konularda bazı sonuçları
olacaktır. Bütün bu ihtilaflara rağmen, bu iki hukuk ekolüne göre de istisnâ ve diğer
muttasıl sözcükler, âm lafızla beraber kullanıldığı taktirde onda bir takım tesirler icra
eder ve onun delaletinin bir kısmını başka bir tarafa çevirir. Şimdi, usulcülerin
çoğunluğunun görüşü nazar-ı itibara alınarak tahsîs ile istisnâ arasındaki farklar tespit
edilmeye çalışılacaktır.639

1. Nitelikleri Bakımından

Gazzâlî, tahsîsin “lafzın bir kısmını kasr”dan ibaretken istisnânın ise; “kendisi
olmasaydı, lafza girecek olan şeyin lafza girmesine engel olan bir kavram” olduğunu
söylemiştir. Ona göre, tahsîs bir beyan iken istisnâ bir ref’tir . Buna bağlı olarak, tahsîs
mutlak lafızdan maksadın kendisi olduğunu açıklarken istisnâda beyan ve açıklama
anlamı yoktur.

Fahreddin er-Râzi’ye göre tahsîs ile istisnâyı birbirinden ayıranlar, müstesnâ ile
müstesnâ minh arasında umûm ve husûs ilişkisinin bulunmadığını söylemek
istemişlerdir. Mesela “yedi” rakamının, “yedi” ve “üç müstesnâ on” olmak üzere iki adı
vardır. Halbuki tahsîs böyle değildir. Verilen bu örnekten anlaşıldığı üzere istisnâ,
müstesnâ minhle birlikte istisnâdan sonra kalan kısmı içine alan tek bir kelime gibi
kabul edilirse, bu durumda tahsîs olmayacağı gibi bizzat ona zıt olur.640

639
Koca Ferhat, a.g.e., s. 126.
640
Koca Ferhat, a.g.e., s. 126-127.

146
Tahsîs ile istisnâ arasındaki önemli bir fark da tahsîs yalnızca âm lafızlara
girerken istisnâ hem âm, hem de hâs lafızlara girebilir. Bu açıdan istisnâ tahsîsten daha
geneldir.641

2. Delilleri Bakımından

Tahsîs delili, âm lafızdan müstakil, ona yakın veya ondan sonra gelmiş
olabileceği için, lafız olduğu gibi fiil, mefhum, söz, duyular, akıl, kıyas, mefhum... gibi
müstakil deliller de olabilir. İstisnâ ise, sözün bir parçası olduğu için müstesnâ minhe
bitişik olmak zorundadır. Bu nedenle lafzî olmayan delillerle istisnâ yapılması caiz
değildir. Buradan anlaşılan da tahsîsin zaman ve deliller açısından istisnâdan daha genel
olduğudur.642

3. Etkileri Bakımından

İstisnânın etkisiyle ilgili olarak istisnânın lafzı mecâz yapıp yapmadığı


noktasında ihtilâflar vardır. Bazı âlimler, istisnânın lafzı mecâz yapmayacağını
savunurken bazıları da yapacağı görüşüne sahiptirler ki onlar bu görüşlerini Ankebût

sûresinin 14. âyetiyle delillendirirler. Söz konusu âyette “.‫ﺎﻤ ﹰﺎ‬‫ ﻋ‬‫ﻴﻥ‬ ِ‫ﻤﺴ‬ ‫ﺨ‬
‫ﻻ ﹶ‬
‫ ﹶﻨﺔٍ ِﺇ ﱠ‬‫ﻑ ﺴ‬
‫“ ”َﺃ ﹾﻟ ﹶ‬elli

sene müstesnâ bin sene” cümlesindeki “‫ﻑ‬


‫“ ”ﺃ ﹾﻟ ﹶ‬bin” kelimesi “1000” sayısı için hakikat

olmasına rağmen, onunla “950” sene kastedilmiştir ki böyle bir kullanım mecazdır.

İstisnânın etkisiyle ilgili bu ihtilâfın kaynağı, tahsîsten sonra âmmın geride


kalan fertleri hakkında hakikat veya mecaz olarak devam edip etmeyeceği konusuyla
ilgili ihtilâftır.643

Netice itibariyle istisnânın grameri ilgilendiren bir konu olduğu, şer’i veya örfi
bir delil bulunmadıkça bu hususta dilbilimcilerin görüş ve kullanımlarının esas
alınmasının gerektiği belirtilmelidir. Ayrıca istisnâ ilgili kuralların çevre ve zamanın
şartlarına ve dilin gelişmesine bağlı olarak değişeceği de unutulmamalıdır.644

641
Koca Ferhat, a.g.e., s. 127.
642
Koca Ferhat, a.g.e., s. 127.
643
Koca Ferhat, a.g.e., s. 127.
644
Koca Ferhat, a.g.e., s. 178.

147
SONUÇ

“İstisnâ” konusu, Arap dili ve belâgatında önemli bir yere sahiptir. Gerek
istisnânın kullanıldığı âyet-i kerîmelerin ve gerekse hadislerin anlaşılmasında istisnâ
konusunun önemi âşikârdır. Arap Dili ve Edebiyatında “istisnâ”nın nasıl ve niçin
kullanıldığını ve ne gibi çeşitleri olduğunu anlamamız gerekmektedir. Bu nedenle biz de
araştırma konumuzu ehemmiyetine binâen “Arap dili ve belâgatında istisna” olarak
belirlemeyi uygun gördük.

“Efrâdını câmi, ağyârını mâni” ifadesi, istisnânın cümle içindeki görevini en


güzel biçimde ifade etmektedir.“İstisnâ”; ifâdelerimizi güzelleştiren, ifâdelerimizin
etkisini artıran, önemli ayrıntıları belirtmeye yarayan, muhatabın dikkatini kastedilen
noktaya çeken, kastedilen mânayı daha net olarak ortaya koyabilmek için; genel bir
kâideden bir şahsı, olayı, nesneyi veya eylemi çıkaran, onu genel hükmün dışında
bırakan bir üslûptur.

Araştırmamızın girişinde, öncelikle Arap dilinde filolojik çalışmaların


gelişimini, nahiv (sentaks) ve sarf (morfoloji) ilimlerinin tanımını, doğuşunu ve
gelişimini, dilde uzmanlaşma ve fikir çeşitliliğinin artmasının yol açtığı ekolleşmeler ile
Basra, Kûfe, Bağdat, Endülüs ve Mısır dil mekteplerinin ortaya çıkışını, oluşumunu ve
gelişimini açıklamaya, bu ekollere mensup dilbilimciler ve verdikleri eserler hakkında
bilgi vermeye çalıştık.

Birinci bölümde istisnânın tanımı, istisnâ cümlesinin unsurları ve istisnâ


edatları ile ilgili açıklamaları, örnekleri ile birlikte vererek konuyu daha açık bir şekilde

148
izâh etmek istedik. İstisnâ çeşitlerinin tanımlarını vererek bunları âyet-i kerimelerle ve
çeşitli örneklerle daha anlaşılır kılmayı amaçladık.

İkinci bölümde istisnâ edatları ve bu edatların kullanım özelliklerine, her birini


münferit olarak ayrıntılı bir şekilde inceledik. İstisnâ edatlarını; “harf olan istisnâ
edatları” ve “isim olan istisnâ edatları”, “hem fiil hem de harf olan istisnâ edatları”,
“sadece fiil olan istisnâ edatları” ve “şibhü istisnâ” şeklinde ayırarak, hangi edatın ne
için kullanıldığını da örnekleriyle sunmaya gayret ettik. Edatların her birini ayrı bir
başlık altında inceleyerek bu edatların i’râbi özelliklerini ve hükümlerini ortaya
koymaya çalıştık.

Üçüncü bölümde istisnâ konusunda, ekoller arasında ihtilâfa yol açan noktalara
değinerek, istisnâ ve çeşitleri hakkındaki ihtilâfların neler olduğunu özetle zikrettik.

Dördüncü bölümde; belâgat ve fıkıh açısından istisnâyı ele aldık. Belâgat ilmi
açısından istisnânın yeri ve önemi hakkında bilgi vererek, ilgili şiirlerden örneklerle
konuyu daha anlaşılır kılmaya gayret ettik. İhtisas alanımız olmadığı için, Fıkıh açısınan
istisnaya özetle değinmeye çalıştık. Bu çalışmamız sırasında fıkıhta bazı hassas
ayrıntıların ancak istisnâ konusunun anlaşılması ile çözüme kavuşturulabileceğini ve bir
kez daha Arap dilinin islâmi ilimleri kavrama açısından ne kadar önemli olduğunu
müşâhade ettik. Çalışmamızda bolca örnek kullanarak konuların daha iyi anlaşılmasını
amaçladık.

Araştırmamız sırasında konunun çok geniş ve ayrıntılı olduğunu, incelediğimiz


kaynakların muhtevâsından ve diğer bâzı islâmî ilimlerle olan bağlantısından hareketle,
rahatlıkla söyleyebiliriz. Bizler bu geniş konuyu Arap dili ve belâgatı alanında
incelediğimizi ve yüksek lisans tezi olarak hazırladığımızı göz önünde bulundurarak
sınırlı bir şekilde ele aldık. Temennîmiz; bu çalışmanın çok daha geniş kapsamlı
çalışmalara bir basamak teşkil etmesidir.

149
BİBLİYOGRAFYA

- ABDÛLHAMİD, Muhammed Muhyiddin, Durûsu’t-tasrif, Beyrut, 1990.


- ABDÛLHAMİD, Muhammed Muhyiddin, Şerhu katru’n-nedâ ve bellu’s-seda,
Dımaşk, (t.s.).
- ABDURRAHMAN, Fehmi, Medresetü’l-arab, İstanbul, 1304/1868.
- ABDÜ’L-ÂL SÂLİM, el-Medresetü’n-nahviyye fi Mısr ve’ş-Şâm, Kuveyt, 1410/1990.
-ABDÜLKERİM, Zeydân, Fıkıh Usûlü, (Çev. Rûhî Özcan), İstanbul, (t.s.)
- ACLÛNÎ, İsmail b. Muhammed, Keşfûl-hâfa ve müzîlü’l-ilbas ‘amma îştehere
minel’l-ehâdîs’ala elsineti’n-nâs (thk. Ahemt el-Kalâş), I-II, Beyrut, 1985.
- AHMED KABBİŞ, el-Kâmil fi’n-nahv ve’s-sarf ve’l-i’rab, Dımaşk, 1974.
- AKDAĞ, Hasan, Arap Dilinde Edatlar, Konya, 1999.
- AKDEMİR, Hikmet, Belâğat Terimleri Ansiklopedisi, İzmir, 1999.
- AKKÂVÎ, İn‘âm Fevvâl, Mu‘cem’ûl-müfassal fî ulûmi’l-belâğati el-bedi‘ ve’l-beyân
ve’l-meânî, Beyrut, 1417/1996.
- ALLÂM, Muhammed Mehdi, Mustalahatu’n-nahvi’l-arabîyyi, Lübnan, 1990.
- ARSLAN, Ahmet Turan, İmam-ı Biıgivi Hayatı ve Eserleri ve Arapça Tedrisatındaki
Yeri, İstanbul, 1992.
- ÂTIF ez-Zeyn, el-İ’rab fi’l-Kur’ân’il-Kerim, Beyrut, 1405/1985.
- ’ATTAR, Ahmed Abdulgafur, Mukaddimetu’s-Sıhah, Beyrut, 1404/1984.
- BÂBESTÎ, Azize Fevâl, el-Mu’cemü’l-mufassal fi’n-nahvi’l-Arabi, I-II, Beyrut,
1413/1992.
- BOLELLİ, Nusreddin, Arapça Dilbilgisi Sarf-Nahiv ve Terimleri, İstanbul, 2006.
- --------------------------, Belâgat, Beyân-Me‘ânî-Bedî ‘İlimleri Arap Edebiyatı, İstanbul,
2001.

150
- BUHÂRÎ, Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail el-Buhârî, Sahih-i Buharî/Megâzi, I-
VIII, Muhammed, İstanbul, 1979.
- CANAN, İbrahim, Hadis Ansiklopedisi Kütüb-i Sitte, I-XVIII, İstanbul, (t.s.).
- ÇETİN, M. Nihat, “Arap maddesi”, DİA, III, İstanbul, 1991.
- ÇÖRTÜ, M. Meral, Arapça Dilbilgisi Nahiv, İstanbul, 2001.
- -----------------------, Arapça Dilbilgisi Sarf, İstanbul, 2001.
- EBÛ DÂVÛD, Süleyman b. Eş’as b. İshâk el-Ezdî, Sünen-ü Ebî Dâvûd, I-V, İstanbul,
1981.
- el-ANTÂKÎ, Muhammed, el-Muhît fi asvâti’l-arabiyyeti ve nahviha ve sarfiha, I-III,
Beyrut, 1391/1971.
- el-CÂHIZ, Ebû ‘Osmân ‘Amr b. Bahr, el-Beyân ve ‘t-tebyin, I-III, Beyrut (t.s.).
- el-CAMİ, Nureddin Abdurrahman, el-Fevâidu’d-dıyâiyye şerh’u Kâfiyeti ibn Hacib
(thk. Ûsame Tâha er-Rifâî), I-II, İstanbul, (t.s.).
- el-CÂRİM, Ali; EMİN, Mustafa, en-Nahvü’l vadıh fi kavâidi’l-lügati’l-arabiyye, I-III,
Mısır, 1974.
- el-ENSÂRÎ, İbn Hişâm Ebû Muhammed Cemâluddin b. Yusuf b. Ahmed, Evdahu’l-
mesâlik ilâ Elfiyeti ibn Mâlik (nşr. Muhammed Muhyiddin Abdulhâmîd), I-IV, Kahire,
1967.
- el-GALÂYÎNÎ, Mustafa, Câmiu’d-durûsi’l-arabiyye, I-III, Beyrut, 1966.
- el-HÂŞİMÎ, Ahmed, el-Kavaidu’l esâsiyye lil-lugati’l-arabiyye, Beyrut (t.s.).
- el-HATİP, Tâhir Yusuf, el-Mu’cemu-l-mufassal fi’l-i‘rab, Beyrut, 1412/1992.
- el-HAVÂRİZMÎ, Fadıl Kâsım b. Hûseyin, Şerhu’l-mufassal fi san‘ati’l i’râb, I-IV,
Beyrut, 1990.
- el-KIFTÎ, İnbâhûr-Rûvat ’ale Enbâhi’n-Nûhât (thk. Muhammed Fâdıl İbrahim), I-IV,
Beyrut, 1406/1986.
- el-MERÂĞÎ, Ahmed Mustafa, Ulûmül’-belağa, Beyrut, 1984.
- el-MÜBERRED, Ebi Abbas Muhammed b. Yezid, el-Muktedab, I-IV, Beyrut,
1382/1963.
- en-NÂDİRÎ, Muhammed Es’ad, Nahvü’l-lügati’l-arabiyye, Beyrut, 1415/1995.
- er-RUMMÂNÎ en-NEHAVÎ, Ebi’l-Hasan Ali b. İsa (thk. Abdulfettah İsmail Şibli),
Meânîl-huruf, Trablus-Lübnan, 1988.
- es-SÂMİRRÂÎ, Fâdıl Sâlih, Meâni’n-Nahv, I-IV, Ammân, 1423/2003.

151
- eş-ŞERTÛNÎ, Reşîd, Mebâdiu’l-arabiyye fî’s-sarf ve’n-nahv, I-IV, Beyrut, 1961.
- et-TEFTÂZÂNÎ, Sadüddin, Muhtasaru’l-meânî, Beyrut, 1965.
- ez-ZEBÎDÎ, Muhammed Murtaza el-Hüseynî, Tâcü’l-arûs, I-XV (thk. İbrahimu’t-
Terazî), Beyrut, 1987.
- FEHMÎ, Mehmet, Tarih-i edebiyât-ı arabiyye, İstanbul, 1322.
- FİRUZÂBÂDÎ, Mecdüddîn Muhammed b. Yakûb, el-Kâmus, Beyrut, 1987.
- HASAN, Abbâs, en-Nahvü’l-vâfi, I-IV, Kahire, 1973.
- HİLVÂNÎ, Muhammed Hayr, en-Nahvu’l-müyesser, I-II, Şam, 1418/1997.
- İBN MANZÛR, Ebu’l-Fadl Muhammed b. Ali b. Ahmed, Lisânü’l-arab, I-XV,
Beyrut, (t.s.).
- İBN USFÛR, Ebû’l-Hasan Ali b. Mü’min b. Muhammed b. Ali, el-Mukarreb, (thk.
Adil Ahmed Abdulmevcûd-Ali Muhammed Muavvaz), Beyrut, 1998.
- --------------------, Şerhü Cümeli’z-Zeccâci, I-III, Beyrut, 1419/1998.
- İBNU’N-NEDİM, Ebû’l-Ferac Muhammed b. İshâk, el-Fihrist, Beyrut, 1994.
- İBNU’L-ENBÂRÎ, Ebû’l-Berekât Kemalüddin Abdurrahman b. Muhammed, en-
Nûzhatü’l-elibbâ fi tabakâti’l-udebâ, Bağdat, 1959.
- KATİP ÇELEBİ Hacı Halife Mustafa, Keşfu’z-zunûn, I-II, Beyrut, 1410/1990.
- KILIÇ, Hulûsi, Türkçe’de Arap Lexicographie’si Çalışmaları, (Basılmamış doktora
tezi), Konya Yüksek İslam Enstitüsü, 1972.
- KOCA, Ferhat, İslâm Hukuk Metodolojisinde Tahsîs (Daraltıcı Yorum), İSAM,
İstanbul, 1996.
- KÜÇÜKKALAY, Hüseyin, Kur’an Dili Arapça, Konya, 1969.
- MATLÛB, Ahmed, Mu‘cem mustalahâti’l-belâğiyye ve tatavvûrihe, Lübnan,
1414/1993.
- MECDİ Vehbe - KÂMİL el-Mühendis, Mu’cemü’l-mustalehâti’l-Arabiyye fi lûgati’l
Edeb, Lübnan, 1984.
- MEHMET Zihni Efendi, el-Müktedab mine’l-müntehab fi ta’li’mi’l-lügati’l-Arap,
İstanbul, 1304.
- MUHAMMED b. Sehl b. es-Sirâc en-Nahvî el-Bâğdadî, el-Usûl fi’n Nahv, I-IV, Beyrut,
1417/1996.
- MUHAMMED, Muhyiddin Abdûlhamid, Şerhu İbn Âkil, I-II, Beyrut, (t.s.).
- MUHAMMED Said İsbir - BİLÂL Cüneydî, eş-Şâmil, Beyrut, 1985.

152
- MUHTAR, Muhammed, Tarihun nahvil-Arabî fi’l-maşriki ve’l-mağrib, 1417/1996.
- MÜSLİM b. el-Haccâc, Ebü’l-Hüseyin el-Kuşeyrî, Sahîhu Müslim, I-IV, İstanbul,
1981.
- MÜTERCİM Asım Efendi, el-Okyânûsu’l-Bâsît fî Tercemeti’l-Kâmûsi’l Muhît, I-IV,
İstanbul, 1305.
- ÖMER, Ahmed Muhtar - ZEHRAN, Mustafa en-Nahhas, en-Nahvü’l-esâsî, Kuveyt,
1412/1992.
- SİBEVEYH, Ebi Bişr Amr b.Osman b. Kanber el-Kitap (thk. Abdüsselâm Muhammed
Hârun ), I-V, Beyrut, 1385/1966.
- SUYUTÎ, celalülddin Abdurrahman b. Ebî Bekr, el-Müzhir fi Ulumi’l-Luğa ve
Envâihâ (şrh. Muhammed Ahmed Câdu’l-Mevlâ, Ali Muhammed el-Becâvî ve
Muhammed Ebü’l-Fadl), I-II, Dımaşk, (t.s.).
- ŞEVKÎ Dayf, el-Medârisu’n-nahviyye, Dımaşk, 1416/1997.
- ŞİHÂBEDDİN el-Karâfi, el-İstiğnâ fî ahkâmi’l-istisnâ, Bağdat, 1982.
- TABÂNE, Bedevî, Mu‘cem el-belâğati’l-arabiyye, Cidde, 1395/1975.
- TAŞKÖPRÜZÂDE, Ahmed b. Mustafa, Miftâhu’s-sa‘âde, I-III, Beyrut, 1985.
- TEHÂNEVÎ, Muhammed Ali b. Muhammed, Keşşâfu istılahâti’l-fünûn, I-IV, Beyrut,
1418/1998.
- URALGİRAY, Yusuf, İlk ve İleri Dilbilgisi, 1-II, Riyad, 1986.
- YILMAZ, Ali, Arapçada Nahiv ve Belâğat Açısından Te’kid (Basılmamış doktora
tezi), İstanbul, 2000.
- ZİRİKLİ, Hayreddîn, el-A‘lâm, I-VIII, Beyrut, 1992.
- ZEKİYYÜDDİN, Şa‘bân, Usulûl’l-Fıkh’i-l İslâmî, Beyrut, (t.s.)

153

Вам также может понравиться